Ana içeriğe atla

Afetle Yaşamanın Yolu

Öncelikle afet özellikle depremle yaşamanın yollarını bulmalıyız.

Bunu bir devlet politikası haline getirmeliyiz. 

İktidara gelen her partinin birinci görevi bu politikayı kesintisiz yürütmek olmalıdır. 

Geniş yetkileri ve imkanları olan bir afet bakanlığı kurulmalı. 

Bina ve yerleşim yerlerinin tek sorumlusu bu bakanlık olmalı. 

Bakanlık ve yerel yönetimler birlikte çalışmalı, her şehre yönelik bir plan hazırlamalı. 

Bakanlık, afetlerde ayakta kalabilmek, hasarı en aza indirgemek, mal ve can kaybını asgariye indirmek için uzmanların ve ilgili bölümlerin katılımıyla kısa, orta ve uzun bir afet planı hazırlamalı. Bu plan tavizsiz uygulanmalı. 

Bu ülkede geçmişten günümüze olan depremler masaya yatırılmalı. 

Fay hatları iyice belirlenmeli.

İmara açılacak sağlam zeminler belirlenmeli, 

Tüm yerleşim yerlerindeki ev ve meskenlerin zemin ve binası incelenmeli. 

O bölgede beklenen depreme dayanamayacak evler bir depremi beklemeden yıkılmalı. 

Bu evlerde oturanlar için  konteynerler gibi geçici  kalacak yerler yapılmalı. İnsanlar burada kalmalı. Koynerlerler ev gibi olmaz ama bina gibi öldürmez en azından. 

Fay hattının üzerinde olan şehirler zemini sağlam yerlere kaydırılmalı. Bunlar yapılan konteynerlere taşınmalı. 

Yeni yapılacak binalardan tek sorumlu TOKİ kılınmalı. TOKİ prensiplerine asla ödün vermemeli ve işini savsaklamamalı.

Önüne gelen müteahhitlik yapmamalı. Belirli kriterler getirilmeli. 

Şartları tutanlar TOKİ gözetiminde evler yapmasına izin verilmeli. 

Bu yazdıklarıma, dediklerin kağıt üzerinde güzel. Burada üzerinde düşünülmesi gereken en önemli şey yapılacak yeni binaların finansmanı diyebilirsiniz. Eyvallah. Finansman önemli bir sorun. Yalnız istenirse buna da bir çözüm bulunur. Yeter ki insanı yaşatmak birinci önceliğimiz olsun. 

Yeni binalara kaynak bulmak için bir seferberlik başlatmalıyız. Her şeyimizden kısıp kazancımızın belirli bir yüzdesini aylık TOKİ'ye ödeyebiliriz. TOKİ, herkesin kazancına göre bir ödeme takvimi hazırlamalı. 

Kazancı olmayanların ödemesini sosyal devlet gereği devlet ödemeli.

Bu seferberlik ve birçok ihtiyaçtan kısarak ödeyeceğimiz aylık konut parası, tüm ülkeyi baştan sona imar edinceye kadar devam etmeli. Bu inanç bizde olursa yirmi yılda bu ülkeyi bir baştan öbür başa yenileriz. 

Herkes gönül huzuru içinde yıkılıp ölmeyeceği bir eve yerleştikten sonra isteyen istediğini alsın.

Yaptığımız evler de evladiyelik olsun. Biz oturduğumuz gibi bizden sonra da kaç nesil korkusuzca ve acaba demeden yaşasın.

Anlatmak istediğim depremden sonra yapacağımız masrafı depremden önce yapalım. Ne ölelim ne öldürelim ne de birilerinin ölmesine göz yumalım. İnsanca yaşayalım şu ülkede. Her depremden sonra ağlamayalım artık. Depremden önce ağlayalım ki sonrasında bir daha ağlamayalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde