Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şüyuu ve Vuku *

Devlet memurları ve devlet adına iş yapanlar, sorumluluk alanlarıyla ilgili işlemleri bağlı bulundukları mevzuat çerçevesinde yerine getirirler. Her kamu görevlisi ve kamu yararına iş yapanlar, işlerini mevzuata göre  yaparlarken aynı zamanda suç olmanın dışında amirinin verdiği diğer görevleri de yapmakla yükümlüdürler. Memur işini yapmaz, savsaklar, özen göstermez veya denetimlerde bir eksikliği ortaya çıkar ise ilgili mevzuat çerçevesinde hakkında inceleme ve soruşturma başlatılır. Suçlu bulunursa disiplin amiri/kurulu tarafından kendisine uyarı, kınama, maaş kesim, kademe ilerleme ve kamu görevinden ihraç gibi çeşitli cezalar verilir. Memurun işlediği suçta, adli boyut varsa yargılanması için ilin valisinden yargılanma izni alınır. Hakkında inceleme ve soruşturma yapılan memurun delilleri karartma, yok etme şüphesi olursa ilgili memur, soruşturmanın selameti için geçici olarak açığa alınır. Bunun dışında herhangi bir vatandaş, bir kurum veya kurumda çalışan herhangi bir görevli hak

Bir İnsanın Kalitesi *

Çoğu zaman kendini olduğundan farklı gösterme maharetine sahip insanoğlu, muamma bir varlıktır. Çöz çözebilirsen. Nasıl biri olduğunu bilmek zor olsa da zaman ve olaylar onu zamanla ele verir. Çünkü zaman her şeyin ilacıdır. Yeter ki tanıyacak veya tanıyacak kadar birlikte bir süre geçirilsin.  Birbirine benzese de insanoğlu, farklı yaratılış ve tıynettedir. İnsanın tanıma yolları için kişinin paralı-parasız hali, makam öncesi ve makamlı yılları, şöhret, normal zaman ile tehlike ve zorluk anı, gülüşü, üslubu, beden dili ve giyim kuşamı, sakin ve sinirli hali, bir sırrı saklaması veya yayması,   kimlerle arkadaşlık yaptığı ve iş tuttuğu gibi hususlar, kişileri tanıma yollarından bazılarıdır. Hz Ömer “komşuluk, alışveriş ve yolculuk yapmak” olarak ortaya koyar insanın tanınmasını. Ayrıca “Kişi, dilinin altında saklıdır, konuştuğu zaman kendini ele verir" denerek tanınmada konuşmanın önemine dikkat çekilir. “Bir insanın neye güldüğü akıl seviyesini gösterir” şeklinde Celalett

Müruruzaman *

—Müruruzaman ne demek? —Zamanaşımı demek. —Bu ne demek? —Hukuki bir terim. —Yani? —Sana kabaca şöyle anlatayım: Biliyorsun; suçlar var, bu suçu işleyen failler var ve işlenen suçların ayrı ayrı cezaları var. Suçu işledikten sonra polis peşine düşmez, hakkında dava açılmaz ya da açıldı ama kanunun belirlediği süre içinde hakkında bir karar verilmez ise sana ceza verilmiyor. Yani yırtıyorsun. Devlet ve kanunlar nezdinde anandan yeni doğmuş gibi pirüpak oluyorsun. İşte buna zamanaşımı deniyor. —Olur mu öyle şey ama orta yerde işlenen bir suç var. —Evet, orta yer de suç var, suçlu var. Suçu ve suçluyu herkes biliyor. Bunu kimse inkar etmiyor ama bu suçun cezası yok. —Ödül gibi bir şey bu. —Gibisi fazla. Ödülün ta kendisidir. —Cinayette de mi böyle? —Evet, böyle. —Adalet bunun neresinde? —Adaleti arayan kim? —Hani yapanın yanına kar kalmazdı? —İşte böyle kar kalıyor. —Adam öldürmede de var mı bu zamanaşımı? Ne de olsa öldürülen bir insan. —Maalesef var. —

Bir Sakalım Eksik Bir de Nargilem

-6 yıldır “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir” misali kendi çapımda köşe yazarlığı yapıyorum. Ekonomi, siyasi, sosyal, dini, eğitim, ahlak, gündem vs hemen hemen her konuda yazıp çizdim. Yüz yüze görüştüğüm takipçilerim nezaketen iyi yazdığımı söylerler ama arkamdan ne konuşurlar bilmem. Yaptığım bu yazarlıkla yazma konusunda kendinde cesaret bulamayanlara “Bu yazıyorsa, biz hayli hayli yazarız” morali verdiğimi ve onları cesaretlendirdiğimi de düşünüyorum. -6 yılı aşkın bir süredir "dilinkemigiyok. blogspot.com" isimli bir blogum var. Her telden yazıyorum. -Facebook yazarlığımın geçmişi daha eski. -Günübirlik sosyal medyayı kullanıyorum. Yani medyanın içindeyim. Eksikliğim yok mu? Olmaz olur mu? Mesela, -Bir televizyon kanalına ve tartışma programlarına çıkmışlığım yok. Ama durun! İşsizlik rakamları açıklandığında bir mikrofon uzatılmış ve ne dersiniz, denmişti. İzleyenler, sizi falan kanalda konuşurken gördük dediler, hem de kaç kişi birden.

Şöhretin Yolunu Kaçırmışım

Hayatım boyunca hangisi ve neresi olursa olsun, bir koltuk peşinde koştuğumu beni bilenler iyi bilir. Zira bu uğurda az çaba sarf etmedim. Tüm bu çabadan maksadım meşhur olmaktı, Türkiye gündemine oturmaktı. Herkes benden bahsetmeliydi. Uğruna yarım asır verdim. Geldiğim noktada üstlendiğim koltuk, bir Yalova Kaymakamlığı mesabesinde bile değil. Üstelik bir şöhretim ve tanınırlığım da yok.  Şansım ve bahtım mı açık değil? Ne münasebet! Hiç olmadığı kadar bahtım açık üstelik. Nerede getirisi olmayan bir iş olduğunda, iş kuraya kaldığında hep bana çıktı. Bu da bahtımın açık olduğuna bir delil.  Durum bu iken acaba bir yerlerde yanlış yapmış olabilir miyim, deyip kendimle yüzleşince gördüm ki bir stratejik hata yaptığım gün gibi aşikar. Hatamın tek ata oynamak olduğunu anladım. Yani hep koltuk peşinde koşmuşum. Sanmışım ki meşhur olmak için koltuk yeterli. Gördüm ki çok sığ düşünmüşüm. Halbuki illa meşhur olmak için bir koltuk sahibi olmam gerekmiyormuş. Üstelik koltuğuna yapışmış nice ko

Bin Bin *

Nedir Bin bin? Binmezseniz nereden bileceksiniz bu Bin bini. Benim gibi ne nedir diye merakınız yoksa zaten bilemezsiniz. Kullanımı Türkiye'de gittikçe yaygınlaşan bu Bin bin nicedir Konya'da da görülür ve kullanılır oldu. Esas adı Elektrikli Scooter imiş bu Bin binin. Bir nevi bisiklet. Elektrikli olduğu için pedalı yok. Bildiğimiz bisikletlere göre yere daha yakın ve binmesi de kolay. Bir de oturağı yok. Sürücüleri ayakta sürmek zorunda. Cadde ve sokaklarda eller direksiyonda, ayaklar ise iki teker üzeri kapatılmış yerde olduğu halde yanından sessiz tayyare gibi bunların geçip gittiğini herhalde görmeyeniniz yoktur. Gördüğünüz bu Bin binler kişilere ait değil. Belediye tarafından temin edilip belirli yerlere konmuş bu Bin binlere binmek isteyenler, ücret karşılığında bunlara binebiliyorlar. Başlangıcı 1,75 TL, dakikası ise 55 kuruş. Bu şekilde kiralanan bu Bin binlere, bindikten sonra geri getirme zorunluluğu yok. İstediğin yerde gördüğün bir direğe, bir ağaca bağlayıp gi

Sanmayın ki Sadece Kadınların Beyanı Esas

Cuma namazını ilahiyat camiinde kıldıktan sonra baktım ki herkes cümbür cemaat dışarıda. Bari biraz yürüyüş yapayım dedim. Kolumda seccade, verdim kendimi caddelerin kaldırımlarına. Yollarda beni tek durduran ne kısmi kapanmalarda ne de adına tam kapanma denilen tam açılmalarda, hareket halindeki araçlardan başkası değildi. Maşallah bayramda da hız kesmedi araç trafiği. Marketler açık. Kimi alışverişe gidiyor kimi kolunda seccade olduğuna göre camiden çıkmış yürüyor kimi de yanında çocuğu ya da arkadaşıyla birlikte parktaki banklara oturmuş nefesleniyor. Bu arada eline külah dondurma almış, yalayanlar da eksik değil. Ara ara aracından anons eden polisin tek yaptığı, parklarda bir başına ve çocuğuyla birlikte oturanları, sokağa çıkma yasağı olduğunu, ikametlerine geçmeleri yoksa ceza yazılacağı uyarısıydı. Doğrusu, ne uyarıya kulak veren vardı ne de gereğini yapan. Parkta iki tur attıktan sonra Çolak Hoca Camiinin önünden Ali Kemal Sivaslı Caddesine çıktım. Dört yolu geçer geçmez

Çavuşesku Termometresi *

Bu tabiri hiç duydunuz mu? Duymadıysanız, çok cahil kalmışsınız demektir. Haliyle sizden bir devlet yöneticisi olmaz. Çünkü zorların adamı olamazsınız ve devlet yönetimine dair bir çözüm de üretemezsiniz. Bir gün beşer şaşar, millet emaneti size verir, devlet yöneticisi yapar ve devlet yönetmeye kalkarsanız, zor zamanlarda ne yapacağınıza dair size bir kopya vermek isterim. Önce Çavuşesku Termometresi nedir, onu bileceksiniz sonra kolları sıvayacaksınız. Umarım bu kıyağımı da unutmazsınız ve beni görürsünüz. Önce termometreyi bileceksiniz ki sonra devlet yönetmeye kalacaksınız.  Neyse şimdi gelelim termometre meselesine…  Romanya'da bir kanun çıkarılır: "Termometreler 10 derecenin altını göstermedikçe kaloriferler yakılmayacak". Evet, kanun bu şekilde. Bir konuda kanun varsa elin mahkum uyacaksın. Gel zaman git zaman, hava sıcaklığı 10 derecenin altına düşünce ülkede kaloriferleri yakacak yakıt yok. Bu durumda ne yapılmalı? Üstelik bu konuda kanun da var. Koskoca

Yerli ve Yabancı Film/Diziler *

Bugün size yerli film/dizi ve yabancı film ve dizilerden bahsedeceğim. Daha doğrusu arasındaki farklardan bahsedeceğim: Yerli film ve diziler hangi sinema ve TV'de yayımlanırsa yayınlansın film ve dizide işlenen konular üç aşağı beş yukarı birbirinin aynısıdır. Gören de bu ülke konu sıkıntısı çekiyor diye düşünür. Yabancı film ve dizilerde ise konular, hayatın içinden, alabildiğine geniş. Bu da bizim senaristlerin ufkunun ne kadar dar olduğunu gösteriyor. Yabancı diziler 40/50, bilemedin bir saatte biterken bizde bir önceki haftanın tekrarı bir, yeni bölüm ise yaklaşık üç saat sürer. Bu üç saatte çok mu konu işleniyor? Ne gezer. İlk bölümlerde konuya hızlı bir giriş yapılır, sonraki haftalar uzatmalara oynanır. Bildik sahneler tekrarlanır durur. Sanırsın ki ağır çekim gösterimi var. Seyrederken birkaç işi birden yaparsın ve film ve diziden bir şey kaçırmazsın. Birkaç hafta bakmayıp durum ne diye o değilden bir bakarsan, dizinin bıraktığın sahnelerinin aynen devam ettiğini görür

Bayram Öpmesi

Bu foto, bayram günü kahvaltı öncesi biraz yürüyüş yaparken 07.10'da yani güneşin doğmasından 1.35 saat sonra Alavardı Mahallesinde çekilmiştir. Sizin için bir tanesini çekebildim. Tüm direklerin ışıkları sanki "Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilal" der gibi bu şekil yanıyordu.  Ne zaman sair zamanlarda gündüz vakti bu şekil yanan lambalardan dert yansam, birileri bakım yapıyorlar der, ben de buna inanırım. Şimdi de öyle olmalı. Bayram, tatil demeden, sokak lambalarında bu şekil bakım çalışmasını görünce ülkeme güvenim hep bir kat daha artmıştır. Ben böyle düşünürken içimizden bazı kötü niyetliler; yok, bakım falan yok. İlgili firmanın işgüzarlığı. Söndürmeyi unuttu. Nasılsa bizim cebimizden çıkıyor diyerek vaveylayı basar. Maalesef eksik değil böyleleri. Ama bayram bayram çekemem bunların kaprisini ve negatif enerji vermesini. Bayram bayram tıpkı bu lamba gibi pozitif enerji vermeliler halbuki. Farz edelim ki firma ışıkları söndürmeyi unuttu. Ne var bunda? İnsan

Dilenciliği Meslek Edinenleri Ne Yapalım? *

İhtiyaçlarım için 10-15 dakikalık yürüyüş mesafesindeki bir markete giderim. Zaten salgın dolayısıyla daha öteye gitme imkanım yok. Ardımdan ödeme yapacakları bekletmemek için aldıklarımı alışveriş arabasına koyarak yeterince satın aldığım poşetle birlikte marketin dışına atarım kendimi. Aldıklarımı dışarıda poşete koyarken yanıma bir kadın yaklaştı. "Yağım yok. Bir yağ alıver" dedi. Biraz para versem mi diye düşündüm. Müsait değilim dedimse de bu yaptığım içime sinmedi. Acaba kadın gerçek ihtiyaç sahibi mi idi yoksa bu işi meslek haline getiren biri miydi? Of neyse... Cebimde yağ alacak kadar para da yoktu üstelik. İçeriye girip yağ almaya kalksam, eşyalarım dışarıda kalacak. Bir an için teyze, gir içeriye. Alacağın yağı al gel, ödemesini ben kasadan yapayım şeklinde içimden geçirdim. Ben böyle içimden geçirmeye devam edeyim. Teyze beni bıraktı. Marketten çıkan diğerlerine yöneldi. Onlardan da aynı şekilde yağım yok. Yağ alıverin dedi. Kimi biraz para verdi kimi de benim

Ekonominin Şakası Yoktur *

Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalip ile ilgili hepimizin bildiği bir anekdot anlatılır: Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin kolluk kuvvetleri, Mekkelilere ait çevrede ne varsa yağmalayıp Ebrehe’ye getirirler. 100 devesine el konulan Abdulmuttalip, Ebrehe ile görüşür ve develerinin geri verilmesini ister. Ebrehe, “Ben sandım ki Kabe’yi yıkma, ricasıyla geldin. Görüyorum ki sen, develerinin derdindesin” deyince Abdulmuttalip, “Ben develerin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kabe’nin sahibi başkadır. Orayı da o sahibi koruyacaktır” cevabını verir. Bu anekdotu anlatan ve bilen herkes, Abdulmuttalip’in verdiği cevaba dair övgülerini dile getirir. Çünkü o, develerin sahibidir. Yani Abdulmuttalip maişet derdindedir. Üstelik el konulan develeri, bugün için bile bir servet mesabesindedir. Bu develer tüm Abdulmuttalipoğullarının geçim kaynağıdır. Develer gitti mi tüm aile aç be aç kalacak demektir. Açlık ve maişet sıkıntısı çekmek kimsenin istediği bir imtihan değildir. Üstelik develerinin peşind

Berberimle Başım Dertte*

Bir berberim var. Salgın dönemi hariç tüm saç tıraşımı ona oldum. Biraz da başka berbere gideyim demedim. Huyumdur, tuttuğumu kolay kolay bırakmam. Bu sadece benim değil, milletimizin bir özelliği. Bir yamukluğunu görünceye kadar bizi dükkanından kovsa bile ona gitmeye devam ederiz. Bir de Allah var, berberim çok iyi. Hem işinin ehli hem de ilgi ve alakası çok güzel. Tıraş olmaya kendim gitmeye devam ettiğim gibi başka tanıdıklarıma da bu berberimi tavsiye ettim. Birçok berber kıt kanaat geçinirken hatta tüm berberlerin kazancı kendisinin yarısı bile etmezken benim berber, müşterisini artırmaya devam etti. Müşteriye cevap vermek için yanında kendisi gibi çalışanlara da yer verdi. Usta, kalfa, çırak arasında muhteşem bir uyum vardı.  Gel zaman git zaman, berberime gitmeye devam ediyorum ama berberim eskisi gibi değil. Ben aynı yerdeyim ama o çok değişti. Gerçi değişmedim diyor ama belli ki değişti. Bunu müşteri kaybetmeye başlamasından da anlayabiliriz. Niçin müşteri kaybediyor? Çünkü

İsrail’i Yola Getirmenin Yolu *

İsrail, her ramazan ayında Filistinlilere ve Mescidi Aksa'ya yaptığı saldırıların bir yenisini daha ekledi. Filistinliler ne yapmış olmalı ki yeni bir saldırıya daha maruz kaldılar? İşgal altındaki topraklarında ölüm kalım mücadelesi veren Filistinlilerin bu saldırı için bir suç işlemelerine gerek yok. Zira bir terör devleti olan İsrail'in suyunu bulandırması kâfi. Güvenlikçi politika izleyen ve bir Filistinli kaldığı müddetçe huzur bulamayacağına, kendisini inandırmış bir devlet aklından da başkası beklenmez. Bunu da dünyanın gözünün önünde göstere göstere yapıyor. Bazı devletler bu saldırıyı kınıyormuş. Başta Türkiye olmak üzere halkların kahrol paylaşımları hiç umurlarında değil. Nasılsa karşısında kendisinden başka kimseye hayrı olmayan, kendine Müslüman bir İslam dünyasının cılız sesi var. Bu ses İsrail için çok da tın. Bu, o devleti ancak motive eder. Değil mi ki arkasında ABD var, değil mi ki arkasında dünya sermayesi var değil mi ki arkasında kendi aleyhine tüm kararlar

Kuru Soğan

Mutfakta en bakmak istemediğim yer, alışveriş listesinin yazılıp konduğu yer. Bu listeyi birkaç gün görmezden gelirim. Nasıl bakarsın ki... Fiyatların uçtuğu bugünlerde ha listeye bakmışsın ha hakkında yazılmış idam fermanına bakmışsın. Ama ne çare ki mutfakta tencerenin kaynaması için o listenin gereği er-geç yapılacak. İdam fermanına pardon alışveriş listesine üstünkörü göz attım. Elime dokunmadan fotoğrafını çektim. Bir bayram öncesi cumartesi günü düştüm yola. Ayaklarım, fiyatı diğer marketlere göre makul olana götürdü beni. Zira devir hesap devriydi. Kafama koyduğum markete doğru giderken bazı kalemleri karşılaştırmak için yolum üzerindeki bir markete dışarıdan baktım. Dışarıda sebze seçenlerin yanında markete girişte sıra ile içeriye alınanları gördüm. İçeri girmekten vazgeçtim. Dedim, diğer günlerde sinek avlayan market böyle ise benim makul satış yapan market nasıldır? Yolda giderken eline pazar arabasını alıp yola düşen kadınlar gördüm. Bir tanesi hem arabayı sürüyor hem

Yüzleşme *

"Bir hususta söylenenleri veya olanları yüz yüze gelip birbirine tekrarlamaya" yüzleşme deniyor. Aslında pek hoşumuza gitmese de insanın hayatı boyunca yaşadığı, kırıp döktüğü, yaptığı, yapma imkanı olduğu halde yapmadığı veya yapamadığı, yaşadığı inancı, siyasi görüşü, hâsılı yaşadığı hayatın her anı ile yani geçmişi ile yüzleşmesi gerekir ki yaşamakta olduğu geri kalan hayatına ışık olsun. Çünkü geçmiş hatasıyla sevabıyla geçmiştir ve hepsi birer tecrübedir. Bu tecrübe ile yüzleşilmeli ki yaşayacağımız geri kalan hayatta ayaklarımız yere sağlam bassın. Geçmişle yüzleşmek demek, tüm geçmiş hata ve yanlışlarla dolu anlamına gelmez. Bu yüzleşmede hatalar varsa yeni yol haritasında bu hatalardan vazgeçilir, doğru yapılmışsa bu yolda devam etmeliyim hatta bunu daha da geliştirmeliyim denir. Bu şekil bir yüzleşme ayıp bir şey değil hatta erdemlice bir harekettir. Kişiyi hayatın geri kalan kısmında iyice pişirir, daha da geliştirir ve olgunlaştırır. Kişinin cesaretini ve kendisi

Hayatı Siyaset ve İşi Siyaset Olanlar *

—Seninle ülkemizde siyasetçi tiplerinden konuşalım biraz. —Neyini öğrenmek istiyorsun? —Kaç tür siyasetçi var?  —Çok da iki türle sınırlayabiliriz. İşi siyaset olanlar: Bunlar, bir partinin en alttan en üstüne kadar teşkilatlarında görev almış profesyonel kişilerdir. Partisinin hangi kademesinde olursa olsun, ister seçilmiş ister atanmış olsun, yaptıkları görev karşılığında ücret ya da maaş alan kişilerdir. Bunlar ülke siyasetinde söz sahibi olmak, söz sahibi olurken siyasetin şöhret ve imkanlarından yararlanmak, siyasette yükselmek, yükseldiği yerde kalıcı olmak isterler. Bunların işi, partilerinin başarılı olması için partilerinin verdiği her görevi yapmaktır. Bir parti, ihtiyacı kadarına görev verir. Sayıları fazla değildir. Bir de ömrünü siyaset yapmakla geçiren kişiler vardır ki bunların sayısı saymakla bitmez. Bunların esas işi siyaset değildir. Kimi esnaf kimi memur kimi işçi kimi emekli kimi çiftçi kimi aktif siyaseti bırakmış kişilerdir. Bunlar, partileri lehine, rakip p