8 Haziran 2025 Pazar
Radara Gel Radara!
Sevsinler Bu Tür Demlenmeyi
7 Haziran 2025 Cumartesi
GSM Operatörleri Bildiğiniz Gibi
GSM operatörlerini sormayın. Zira bildiğiniz gibi. Bir istikrar abidesi olarak bir arpa boyu yol almadan gerisin geriye patinaj yapmak suretiyle yerlerinde saymaya devam ediyorlar. Kendilerini geliştirme ve değiştirme gibi bir dertleri yok. Müşteri memnuniyeti ise zaten lügatlerinde olmaz.
Haksızlık yapmayayım. Mevcut müşteriden esirgedikleri memnuniyeti yeni hat alandan ve hattını taşıyandan esirgemiyorlar. Gören de operatörden ziyade yeni hat satma ve hat taşıma görevleri var sanır. Ama öyle. Çünkü GSM operatörlerinin hizmette sınır tanımadığı tek hizmetleri bu. Hepsi tıpkısının, aynısının ta kendisi. İsimleri farklı olsa da yok aslında birbirimizden farkımız modundalar. Yine her depremde alt yapıları çökme yönünden de birbirlerini aratmazlar.
Ne demek istediğimi anladınız ise de yine de kısaca değinmek isterim. Taahhüdü biten eski müşterilerine ne kadar indirim yapıyoruz deseler de yüksek fiyat çekiyorlar. Hattını taşımak isteyenlere de kampanya adı altında düşük ücret veriyorlar. İşleri, güçleri hat taşımak. Nedense "Biz önce mevcut müşterimizi memnun edelim. Onlar vefalı. Onlara normal fiyat verelim. Eski müşteriyi koruyalım. Ardından yeni müşteri gelsin" düşünceleri hiç olmadı.
Hattını taşıyacak yeni müşteriye kolaylık sağlarlarken eski müşteriye sundukları teklifle zorluk üstüne zorluk çıkartıyorlar. Adeta yersen bu. Yemezsen güle güle. Pek de lazım değilsin. Sen bizi beğenmezsin ama elimizi sallasak ellisi" dercesine kapıyı gösteriyorlar.
İstenmediğim yerde durmam. Başka bir GSM'ye geçeyim diyorsun. Taahhüt sürenin bitmesini bekliyorsun. Taahhüdün bitmesine kaç gün kala geçersem, cayma bedeli ödemem diye bir bayiye soruyorsun. "4 gün kala" dedi adı Kadir olan görevli. Delikanlı, emin misin? Beni yakma diyorsun. "Yok amca. İçin rahat olsun" diyerek seni rahatlatıyor. İyi, dört gün kala geçeyim diyorsun. Yeni bir operatör bayiine giderken gördüğün mevcut hat bayii gözüne ilişiyor. Bir de buraya sorayım. Garanti olsun diyorsun. Kızım, taahhüt sürem, 9'unda sona eriyor. Mobil şubede dört gün kaldı bitime yazıyor. Başka bir operatöre geçiş için başvurursam, ceza yer miyim diyorsun. "Amca, bizde sizin faturanız gözükmüyor. Yalnız ceza çıkabilir. En iyisi müşteri hizmetlerini arayarak doğrusunu öğren" diyor.
Haliyle kafan karışıyor. Arayayım bari diyorsun. Aramaya arıyorsun ama müşteri hizmetlerine bağlanmak mesele. Sana otomatik olarak sayıyorlar. Sen de dinliyorsun ve ne zaman sadede gelecekler diye bekliyorsun. İşlem yapmadınız diyor. Sadra şifa bir şey söylemediniz ki işlem yapayım. İstediğim müşteri hizmetleri. Ona da bir türlü sıra gelmiyor.
Nihayet müşteri hizmetlerini telaffuz ediyor. Tuşlayınca müşteri hizmetlerine bağlanacaksınız diyor. Ama gel de bağlan. Onca işinin arasında müzik dinliyorsun. TC numaranı giriyorsun. Gün, ay, yıl olarak doğum gününü istiyorlar. Ardından "Annenizin baş harfini söylemek için ilk harfi kodlayın diyor. Yani A ile başlıyorsa soyadı, Adana diye kodlatıyor. Çankırı diyorsun, o ise Çanakkale aşığı çıkıyor. Çanakkale'nin "Ç"si teyidi yapıyor. Derdini anlatıyorsun. Seni taahhüt birimine aktarıyor. Bu arada yine bekletiliyorsun müzik eşliğinde. Taahhüt birimi ise "9'unda gece 00.00 itibariyle fatura kesilir. O zamana kadar GSM değiştirdiğin takdirde cayma bedeli ödersiniz" diyor. Gece 00.00'da başka GSM'ye nasıl geçebilirim" diyorsun. "Birkaç gün sonra geçebilirsiniz. Sadece kullanmanıza bağlı olarak taahhütsüz fiyattan cüzi bir miktar ücret ödersiniz" diyor. İyi de ben ne anladım bu işten diyorsun. "Durum böyle" diyor. Ardından "Efendim, niye GSM değiştirmek istiyorsunuz" sorusuna, doğru dürüst telefon konuşmam yok. İnterneti ise fazla kullanmıyorum. Sizin taahhüt sonrası verdiğiniz rakamlar yüksek. Nedense kendi müşterinizden indirimi esirgiyorsunuz. Başka GSM'ler de aynı sizin yaptığınızı yapıyor. Kısaca onların kampanyaları daha cazip. Sizin bana önerebileceğiniz bir teklifiniz var mı dedim. "Beyefendi! Telefon ve İnterneti fazla kullanmadığınız görülüyor. Haklısınız. Niye fazla ödeyeceksiniz? Başka GSM'ye geçmektense bizde faturasız uygun kampanyalar var. İsterseniz, arkadaşlar teklif versin. Sizi o birime aktarayım" diyor. İyi olur dedim. Yine müzik ve bekleme. Sonrasında bir kızımız muhatabım oldu. Ona, 9'unda taahhüdüm bitiyor. Şu anda faturasıza geçersem cayma bedeli alınıyor mu dedim. "Evet alınıyor" dedi. İyi de başka bir operatöre geçmiyorum. Yine sizde kalıyorum dedim ise de "Efendim, sözünüzde durmamış olacağınızdan yine cayma bedeli alınır" demez mi. Peki, ayın 9'u kurban bayramının 4. gününe tekabül ediyor. Resmi tatilde faturasıza geçmek için muhatap bulabilecek miyim diyorsun. "Elbette bulursunuz. Bizi arayabilirsiniz" dedi. Sonrasında herhangi bir işlem yapmadan iyi günler diyerek telefonları karşılıklı olarak sonlandırıyorsunuz.
Bir sonuç alamadığım, bekleme, müzik, kampanyaları dinleme, şunun için buna, bunun için şu rakama basma, üç ayrı birimin temsilcisi ile görüşme toplamı, 19 dakika 22 saniye sürmüş.
Sözün özü taahhüdümün sonuna kadar beklemezsen, cayma bedeli çıkacak. Taahhüt bitimi başka bir GSM'ye veya mevcut operatörümün faturasına geçersem cüzi bir miktar ödeme yapacağım. Yani rahat durmadığım için her halükarda operatörüm benden para alacak. Taahhüt bitimi son faturanın 00.00'da bitimi ile birlikte gece gece faturasıza geçeceğim diye müşteri hizmetlerine bağlansam, "Amca, sabahı bekleyemedin mi? Gece gece yatamadın mı” cevabı alırsam hiç şaşırmayacağım.
Kısaca faturalı hattın mı var. Derdin var. Çıkmak istiyorsun, çıkamıyorsun. Çünkü cayma bedeli var deniyor. Kalayım diyorsun, yüksek fatura öneriliyor. Faturasıza geçeyim desem, bu da sözümde durmama anlamına geliyormuş.
Bu durumda en iyisi bir daha faturalı olmamak. Paketini peşin ödersin. Başka GSM'ye geçersen de "Sakın ha cayma bedeli ödersin" tehdidi olmaz. Bakalım günler ne gösterecek.
Yalnız GSM operatörlerine elini kaptırdın mı kurtulamıyorsun. Beni bırak diyorsun. Ne mümkün. Ben sizi bırakıyorum desen, onlar seni bırakmıyor. Hırsız misali. Hani oğul hırsızı yakalamış. Baba, buraya getir demiş. Ama hırsız gelmiyor demiş oğul babasına. O zaman bırak gitsin demiş baba. Gitmiyor demiş evlat. O hesap ne seni kendi haline bırakıyor ne de kendisi çekip gidiyor.
Yazım uzadı biliyorum. Ama kısa kısa birkaç hususa daha değinmek isterim. GSM operatörleri kayıt altına aldıkları görüşmelerde güvenlik için anamın kılık soyadını sormaktan hiç vazgeçmedi. Varsa yoksa anamın kızlık soyadı. Anam öldü gitti. Ama kızlık soyadı baki. Bayatladı artık bu kızlık soyadı. Büyüyün ve geliştirin kendinizi. Anamı da bu işe karıştırmayın. Bırakın da anam mezarında rahat uyusun. Bir de bu soru eskiden bir anlam ifade ederdi. Çünkü adınlar evlendikleri zaman ailesinin soyadını almazlardı. Şimdi kocasının soyadı ile birlikte aile soyadını da alenen kullanıyor kadınlar. Buna rağmen kılık soyadı güvenlik yönünden bir anlam ifade etmiyor.
Hülasa GSM operatörleri kırk dereden su getirme yönüyle büyümek istemeyen küçük esnaflara çok benziyor. Bu tür küçük esnafın küçük kalmasında çoğunun müşteri memnuniyetini esas almaması yatıyor. Hani küçük esnaf dükkanının görünür yerine "Satılan mal geri alınmaz, değiştirilmez" yazdırıp asar ya. bizim GSM operatörleri de öyle.
Büyüyüp gelişmek istemeyen bizim GSM operatörleri, küçük esnaf olarak kalmaya devam edecek. Ne diyeyim, Allah topunu bildiği gibi yapsın.
4 Haziran 2025 Çarşamba
İyi ki Belediye Başkanı Olmamışım
Allah Arapları Bildiği gibi Yapsın!
3 Haziran 2025 Salı
Rolünü İyi Oynayan Artist ve Aktrisler
Trafik Cezalarında Rekor Artış
2 Haziran 2025 Pazartesi
Bazı Meallere Yasak Gelebilir mi?
Torba yasada yapılan değişiklikle Diyanet İşler Başkanlığına yeni görev verildi.
Kanunun verdiği yetkiye dayanarak Diyanet, yazılan mealler hakkında, özel kişi ve kurumların talebi üzerine ya da Başkanlık olarak resen inceleme başlatabilecek veya başkasına incelettirebilecek. Eğer bir mealin İslam dininin temel niteliklerine aykırı olduğu kurul tarafından tespit edilirse, Başkanlık mahkemeye müracaat etmek suretiyle mealin yasaklanmasını, toplanmasını, imha edilmesini, şayet meal dijital ortamda ise yayının durdurulmasını isteyebilecek.
Meal sahibi mahkemeye 15 gün içinde itiraz edebilecek. Ama bu itiraz mealin toplanmasını engellemeyecek.
Bazılarımız meallerin Diyanet tarafından incelenmesini savunabilir ise de bu torba yasa ile yapılan değişikliği ben yasakçı zihniyet olarak görürüm. İslam'ın temel nitelikleri ifadesi sübjektiftir. Bunun sonucunda birçok meale yasak getirilebilir. Çünkü bizler mealden ziyade mealin kim tarafından yazıldığına bakarız. Kişiye ya da kişinin İslami görüşü içimize sinmiyorsa pekala onun mealini de sakıncalı görebiliyoruz. Bir görüşünden dolayı kişiyi İslam dairesinden çıkarabiliyoruz.
Yol yakınken Meclisten geçen bu yasa değişikliğine neşter vurmada fayda var. Değilse meal yasağı ile anılır bu ülke. Üstelik meal yasağının kimseye ve bu ülkeye faydası olmaz. Ayrıca yasakların cezbedici yönü vardır. İnsanımız yasaklanan meali elde edip okumak bile ister.
Meal yasağından ziyade İslam'ın ve toplumun hoşgörüsü ve özgürlük ön planda tutulmalı.
Ki mealler Kur'an'ın aslı değildir. Tercümesidir. Hiçbir meal de Kur'an'ı yerini tutamaz. Mealdeki yanlışlık yazarı bağlar.
İnsanımız meal okuyacaksa rastgele meal alıp okumaz. Bilene sorup hangisini alayım diye danışır.
Çoğu insanımız da tek meal ile yetinmez. Bir ayetin anlamını farklı meallere bakarak test eder. Bu yönüyle çok sayıdaki meali zenginlik olarak görmek gerekir.
Diyanet yine mealler incelesin, inceletsin. Yanlışlıklar varsa meal sahibini ve kamuoyunu bilgilendirsin. "Bu mealin şurasına, burasına, şu kısmına katılmıyoruz. Bu meali tavsiye etmiyoruz. Buradaki yanlışlık veya görüş meal sahibi bağlar" desin. Meal sahibini yanlışından dönmek için ikna edici bir yol ve üslup kullanılsın.
Diyanetin bir başka yapacağı, mealin yanında orijinal sayfaya da yer verilmesini sağlamak olmalı. Ötesi, dediğim gibi yasakçı zihniyettir, işgüzarlıktır.
GS ve FETÖ
Sıra Sıra Yardım Kuruluşları
28 Mayıs 2025 Çarşamba
Bu Branş Her Yerde Olmak Zorunda mı?
26 Mayıs 2025 Pazartesi
0850 Numaralı Hatlar
Cebimin istenmeyenlerinin başında 0850 numaralı hatlar gelir. Günde birkaç defa ararlar. Kimdir, necidir, ne yaparlar, amaçları rahatsız etmenin dışında nedir, pek anlamış değilim.
Kimi çaldırıp kapatıyor kimi defalarca uzun uzadıya çaldırıyor.
Bu numaraları güya kurumsal firmalar kullanıyormuş.
Bu kadar arama maliyetinin altından nasıl kalkarlar diye düşünürdüm. Gördüm ki bu hatlar ücretsiz tahsis ediliyormuş.
Ücretsiz tahsisten ki bu hatları engelleye engelleye bitiremedim.
Bu şekil herkesi araya araya bugüne kadar kaç kişiden kaç kuruş elde ettiler, bilmiyorum ama rahatsız etmenin dışında bir kazanç elde ettiklerini sanmıyorum.
Anlamadığım, olur olmaz, tanıdık tanımadık herkesi rahatsız eden bu hatları güya kurumsal firmalar kullanıyor. Bu yaptıkları kurumsal bir firmaya yakışmaz. Çünkü kurumsal denince, kurallarıyla marka olmuş, kurumsallaşmış yerler akla gelir. Bu yaptıklarıyla kurumsal adını da ayaklar altına aldıkları su götürmez bir gerçektir.
Olur olmaz insanları rahatsız eden bu 0850 numaralı hatların hiçbirini açmıyorum. Belki de bu yüzden görüşme yapmam gereken, ihtiyacım olan firmayı da engellemek suretiyle bazı imkanları kaçırıyor olabilirim.
Merak ettiğim, herkesin muzdarip olduğu bu numaralara devletin ilgili kurumu niye el koyup bir planlama yapmaz? Devlet niçin pazarlamacı, reklamcı, çoğu da sahtekar olan bu hat sahiplerine bir düzenleme getirmez? Çok mu zor devletin bunları hale yola koyması? Yoksa devletin bu kurumsal firmalara gücü yetmiyor da vatandaşa ne haliniz varsa görün mü diyor?
Devletin ne yapıp ne edip insanımızı olur olmaz rahatsız eden ve vatandaşa güven vermeyen bu hat sahiplerine bir düzenleme getirmeli. Önüne gelen kişi ve kurumlara bu hat verilmemeli.
Hep Pişmanlık Niye Olmasın!
21 Mayıs 2025 Çarşamba
Konjonktüre Teslim
Küçüklüğümden beri yokluktan mıdır bilinmez, çaya karşı aşırı bir özlemim var. Çay varsa başka bir şey aramam. Bir çaydanlık çay olsa yeter bu kadar demem. Bir çaydanlık çayı bir başıma bitiririm.
Gündüz işte içtiğim çayın haddi hesabı yok. Akşam ise bir başına da olsam, gündüz çok içtim demem. Mutlaka çayımı koyar, içerim.
Herhalde benim kadar çay içen yoktur. Bu yönümle çaykolik biriyim desem yeridir. Gerçi benim dışında çay içen insanımız da çoktur. Bundandır ki çay içiminde dünya sıralamasında 3,16 kg ile dünyada birinci sıradayız. Adeta sudan çok çay içiyoruz. Bize en yakın ülke olarak İrlanda'ya 1 kilo fark atıyoruz.
Markete her gidişimde listede yazılı ihtiyaç listesine göre alışverişimi yaparken listede çay olmasa da marketlerin çay reyonuna uğrar, çay alırım. Evde her şey ihtiyaç kadar varken çay paketleri fazlaca olur. Nasılsa miadı geçmez, kokmaz, bozulmaz.
Geçen gün önüme Türkiye'de en fazla çay içen 20 ilin sıralaması geldi. Ben çok içtiğime göre Konya ilk sırada olur diye merakla listeyi açtım. Nedense ilk 20 şehir arasında Konya yoktu. Demek ki özgül ağırlığım yokmuş. Ben de kendi kendime gelin güvey oluyormuşum da haberim yokmuş.
Çay konusunu açmamın sebebi, bir hassasiyeti dile getirmekti. Gördüğünüz gibi konu çay içmeye gitti.
Çay içiyordum ama HDP ne zamanki partisinin adını DEM diye değiştirince, vatanını seven bir vatandaş olarak ağzıma dem demeyi almaz oldum. Halbuki çay demek dem demekti. Hanıma, çay demlendi mi bile diyemez oldum. Bunun yerine bina yıkılması ya da depremde evin çökmesi anlamına gelse de "Hanım, çay çöktü mü" demeye başladım. Bazen alışkanlık gereği "Çay demlendi mi" der demez sağıma soluma baktım. Acaba bir duyan oldu mu diye. Her ne kadar evde yabancı yoksa da yerin kulağı var diye bir şey var değil mi? Ondan sonra da birileri “terör sevici, iyi demlenmeler, maşallah, iyi demleniyorsun” desin. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Çekemezdim bunu. Hele terörist muamelesi görmeyi bu yaşımda kaldıramazdım.
Bu çekincem ya da hassasiyetim bugünlerde kalmadı. Artık ağzımı doldura doldura ve göğsümü gere gere "Hanım, çay demlendi mi" diye yüksek sesle seslenebiliyorum. Ne değişti demeyin. Dün bir DEM'li televizyona çıkamaz, çıkmak istese de hiçbir kanal onları ekrana çıkarmaya cesaret edemezdi. Hiçbir siyasi onlarla kolay kolay görüşemezdi. Kimse onlarla ittifak yapmaya yeltenemezdi bile. Çünkü vebalı idiler. Terörle aralarına mesafe koymamışlardı. Herkes onlara yok muamelesi yapıyordu.
Artık her ne değişti ise şimdi her kanalda bir DEM'li vekili konuşmacı olarak yerini almış görüyorum. Her bir siyasi onlarla görüşmek için can atmaya başladı. Kimse DEM'lilerle görüştüğü için terörist, terör sevici damgası yemiyor artık.
Anlaşılan konjonktür değişti. Birileri düğmeye bastı. DEM'lisi de demsizi de iyilik ve barış havarisi kesildi.
Benim neyim eksik bundan. Konjonktür neyi gerektiriyorsa onu yaparım. Dün DEM'liler kötü denmişse kötülerim. Bugün DEM'liler göründüğü kadar kötü değilmiş, hatta Sünni imişler denmişse, ben de onları iyi görürüm. Çünkü konjonktüre teslim olmada huzur ve mutluluk vardır. Dün dündür, bugün de bugün der, yoluma devam ederim. Size de tavsiye ederim. Konjonktür neyi gerektiriyorsa onu yapın ki hiç başınız ağrımasın. Başınız ağrımadığı gibi uyumlu ve uysal biri olursunuz. Hatta milliyetçi ve vatansever bile olursunuz. Bunun için tek yapacağınız, tekrar ediyorum, konjonktüre teslim olacaksınız. Yok, ben konjonktüre teslim olmam diyorsanız, başınız ağrır. Demedi demeyin. Üç günlük dünya için başınızı ağrıtmaya gerek var mı?
Bu arada çay ocağına gidip “Çaycı! Bir tane demli çay bile diyemiyordum. Şimdi artık kim tutar beni. “Çaycı, gönder oradan bir demli çay. İmamın abdest suyu gibi olmasın!”
Burada Erzurumlu Naim Hocayı da anmadan geçemeyeceğim. Gülme garantili vaazlarıyla meşhur bir Hoca. Bir vaazında maçlarda futbolcular avret mahalline dikkat etmiyor. Hepsi cıbıldak. Maça gitmek caiz değil demiş.
Gel zaman git zaman Erzurum valisi, halkın Erzurumsporun maçlarına ilgisizliğinden dem yanmış. Halkı stada nasıl çekeriz demiş. Yanındakiler, halk Naim Hocayı sever. Onun dediğini yapar. Yeter ki vaazında bu konuya değinsin derler.
Valinin ricası Naim Hocaya ulaştırılır.
Naim Hoca ertesi hafta vaaz kürsüsüne çıkar. Her zamanki gibi cemaati tıklım tıklım.
Vaazını yaptıktan sonra "Cemaati Müslimin! Geçen haftaki vaazımda maça gitmek caiz değil demiştim. Validen emir geldi. Ulu'l emre itaat farz. Bundan sonra Erzurumsporun maçlarına gideceğiz" der.
Erzurumsporun maçına seyirciler gider. Valinin davetlisi olarak Naim Hoca da protokoldeki yerini alır.
Maç başlayınca, yanındakine Erzurumspor hangisi diye sorar. Mavi-beyaz olduğunu öğrenince, Erzurumspor her ceza sahası içinde gol kaçırdıkça, yanındakinin dizine elini vurarak, ah olmadı, olmadı der. Hoca maça kendini kaptırdıkça yanındakinin dizi de şaplaktan nasibi alır.
Vali bir sonraki Erzurumspor maçı geldiğinde, yardımcılarına "Hocayı maça çağırın. Mutlaka gelsin. Yalnız onunla benim aramda bir koltuk boş bırakılsın" talimatını verir.
20 Mayıs 2025 Salı
Mavi Vatan Doktrini
Suriye'nin Biz Neresindeyiz?
“Suriye hükümet kaynaklarınca yapılan açıklamada, Suriye’nin Kara ve Deniz Limanları Kurumu ile Fransız denizcilik şirketi CMA CGM arasında, Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın huzurunda bir yatırım anlaşması imzaladığını bildirdi.
Suriye Limanlar İdaresi ile Fransız şirketi CMA CGM arasında imzalanan sözleşmenin en önemli maddeleri:
Sözleşme 30 yıl sürecek; anlaşma, 230 milyon avro maliyetle Lazkiye Limanı’nın geliştirilmesi ve işletilmesini kapsıyor.
İlk yıl şirket 30 milyon avro ödeyecek, takip eden dört yılda ise 200 milyon avro daha ödenecek.
Rıhtım 1,5 kilometre uzunluğunda ve 17 metre derinliğinde olacak.
Yeni ekipmanlar sayesinde limana büyük gemiler girebilecek ve yapılan gelişmelerle çok sayıda konteynerin kabulü mümkün olacak.
Sözleşmeden doğan avantajlar, altyapı hazırlıkları ve limanın yeniden yapılandırılmasının ardından beş yıl içinde yürürlüğe girecek.
Yeni Suriye hükümeti, tamamen farklı detaylara sahip olan eski sözleşmeyi iptal etti".
Yazıyı Halil Ülker'den aldım. Yazısının sonuna not olarak şunları ilave etmiş Halil Ülker.
"Not: Para basım işini Rusya kabul etmedi, Avrupa'da matbaa arıyorlar.
Petrolü ABD-PKK ittifakı çıkartıyor.
Hava limanları için Kuveyt-Katar-Mısır arasında gidip geliyorlar.
Deniz limanları ve doğal olarak deniz ticaretini Fransızlara devrediyorlar.
Biz de Emevi Camiinin halılarının bir kısmını yeniliyoruz.
Evet sanırım Suriye’de biz ne dersek o oluyor".
Halil Bey bu yazısına bir de Emevi Camiinde namaz kıldık eklese, daha iyi olurmuş.
Nereden bakarsak bakalım. İlginç, garip bir o kadar manidar ve her yönüyle üzücü bir anlaşma.
Güya Suriye'yi biz fethetmiştik. Adına fetih hutbesi bile okuttuk. Ta neredeki Fransa gelmiş, yanı başımızdaki Suriye ile liman anlaşması yapıyor. Diğer anlaşmalarda da başka ülkeler var, biz yine yokuz.
Öyle görünüyor ki bizim Suriye'deki varlığımız her konuda olduğu gibi hamasetten öteye geçmiyor. Şayet hamasetten öteye geçmiş olsaydı, bugün Suriye ile bu anlaşmayı Fransa değil, biz yapmış olurduk. Görünen o ki bize Emevi Camiinde namaz kılmanın ötesinde bir amorti bile yok. Hakkını yemeyelim. Bir de Trump’tan bol bol övgü alıyoruz.
Belki de hiç kazancımız olmadığından olsa gerek, haberlerde eskisi gibi Suriye pek gündemde yok. İlerleyen yıllarda en uzun sınırlı komşumuz Suriye adı altında, temenni etmem ama belki de İsrail olur, belki de Suriye askeri görünümlü YPG/PYD olur.
Düşmanla Ayakta Kalmak
Bir zamanlar bu ülke, laik-seküler ve mürteci diye kutuplaştırıldı. Siyasette ve basında sürekli irtica korkusu pompalandı. Başörtüsü siyasi simge kabul edildi. Başörtülülere okullar ve kamusal alan dar edildi. Seçimlere bu gerilimle gidildi. Birkaç dönem seçimler bu atmosferde yapıldı.
Bir ara kutuplaştırmanın adresi Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) idi. Televizyonlar günlerce Ergenekon'dan bahsetti. Çoğu kimse Ergenekoncu diye içeri atıldı.
Bu süreçte asker darbe yapacak korkusu pompalandı. Yapılan operasyonlarla birçok üst düzey subay Ergenekoncu diye tutuklandı.
Ergenekoncu diye içeri alınanların davaları uzun süre devam etti. Çoğu yargılanıp mahkumiyet aldı. Konuşan askerler susturuldu. Askeri vesayet geriletildi. Seçimler bu atmosferde yapıldı.
Bu süreçte başta Zaman gazetesi olmak üzere gazetelerde çarşaf çarşaf isimler ve ne yaptıkları yayımlandı. Silahların nerelere gömüldüğü işlendi. Darbe hazırlık safhalarına yer verildi. STV ise hem haberlerinde hem tartışma programlarında Ergenekon'u işledi.
Sonra bir sabah kalktık ki "Kandırıldık. Kahraman ordumuza kumpas kurulmuş" dendi. Ergenekonla mücadele bitti. Yıllarını Ergenekon yargılamasına veren mahkeme, "Ergenekon diye bir örgütün varlığı tespit edilememiştir" demek suretiyle yargılamaya son noktayı koydu. Bu davadan mahkumiyet alanlar yeniden yargılanmak suretiyle beraat ettiler. İçeride yatanlar belki de devletten tazminat aldılar. Suçsuz yere yatmışlarsa tazminat almak haklarıdır.
Ergenekon diye bir örgütün olmadığı anlaşılınca, bir zamanlar Ergenokon operasyonlarını devlet adına yapan "Hizmet Hareketi" 17-25 Aralık operasyonunu başlattı. Zaman ve Taraf gazetelerde ve STV'de "Yolsuzluk var" konusu işlendi. Tapeler havada uçuştu. Üç bakanın adı yolsuzlukla anıldı. Hele bir bakanın hediye dediği pahalı saat çok konuşuldu. Üç bakan Yüce Divana gitmekten oy çokluğuyla kurtuldu. Ülke, "Yolsuzluk var/yolsuzluk yok, hükümete yargı darbesi var" diye ikiye bölündü. O süreçte 17-25 Aralık, "17-25 haftası" olarak anıldı.
17-25 Aralık öncesi bu ülke 2013 yılında "Gezi olaylarına/Gezi kalkışmasına şahit oldu. Taksim merkezli sokak hareketleri büyükşehirlere sıçradı. Güç bela sokağa hakim olundu. Çok kişi tutuklanıp yargılandı. Uzun bir yargılamanın ardından çoğu berat etti. Bildiğim kadarıyla bir kişi var Gezi olaylarından mahkumiyet alan.
15 Temmuz 2016 yılında bir zamanlar "Hizmet Hareketi/Paralel Devlet Yapılanması diye bilinen örgüt darbeye kalkıştı. TBMM bombalandı. Asker askerle, polis polisle karşı karşıya geldi. 251 insanımızın vefatıyla sonuçlandı bu darbe teşebbüsü.
1970'lerden beri Türkiye'yi uğraştıran terör örgütü PKK'yi söylemeye gerek yok.
Yine 1938 ile 1950 yılları arasında ülkeyi yöneten zihniyeti de burada eklemek lazım.
Alevilik-Sünnilik, Türk-Kürt konusu da bir zamanlar epey gündemimizde kaldı.
Yakın bir zamanda ülkede yabancılar meselesi patlak verirse sürpriz olmaz.
Kısaca bu ülkede ezeli ve ebedi düşmanlar eksik değil. Gücü ele geçirmek veya bir güç olmak ya da gücü elde tutmak isteyenler düşmanla yaşarlar. Bir yerde düşman varsa orada kutuplaştırma eksik olmaz. Kutuplaşılan bir yerde oylar banko olur. Çünkü korku siyaseti hakim olur. Korkan da birilerinin şemsiyesi altına sığınır.
Bu korkulan düşmandan birileri daima ekmek yer. Korkutulan düşman Ergenekon, Gezi, FETÖ gibi konjonktürel olabilir ya da 1938-1950 dönemi zihniyeti ve PKK olabilir. Her ne kadar PKK şimdi tehdit olmaktan çıkmak üzere ise de terör örgütü üzerinden birileri çok ekmek yedi. Şu var ki 1938-1950 dönemi ekmek yemek isteyenler için bitek bir tarla. Bu dönemde yapılanları sürekli gündemde tutmak suretiyle birileri ekmek yemeye devam etmekte.
Bugün Ergenekon ve Gezi tehdidi kalmadı. Ama FETÖ tehdidi devam ediyor. Bu tehdit ne zamana kadar devam eder? Bir başka tehdit ortaya çıkıncaya kadar devam eder.
Kısaca bu ülkede düşman bulmak, birilerini düşman göstermek suretiyle birileri korku pompalar. Bu pompalanan korku onları ayakta tutar. Düşman yoksa yaşama şansları yoktur. Hiç düşman kalmasa mutlaka bir düşman bulunur.