Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bitirirken *

09.12.2015 tarihinde, gazetemizin bu sayfasında "Başlarken" başlığıyla çıkmıştı ilkyazım. Her başlangıcın bir bitişi olduğu gibi bugün de "Bitirirken" başlığıyla size veda ediyorum. Gazetemizin sahibi Sayın Ahmet Baydar Beyefendinin teklifiyle yazı hayatına gazetemizde başlamıştım. Benim için ilk denemeydi. Acemiliğimi burada attım anlayacağınız. Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım demiştim. Dediğim gibi de yaptım. Kelime dağarcığım ve kapasitem ne kadarına el verdiyse yazmaya çalıştım, hiç ara vermeden. Genelde toplumsal olaylar başta olmak üzere hemen hemen her konuya değindim. Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi günleri çıkan yazılarımdan dolayı gazetemden, "Bu yazıyı yayımlayamayız" şeklinde bir endişe sezmedim. Bir ara dört ay kadar müstear isimle bir başka gazetede yazarken gazete yönetiminin korkusundan yayımlayamadığı yazımı, Anadolu'da Bugün gazetesine gönderdim. Yazım hiç tırpan yemeden yayımlandı. Anlatmak istediğim

“İçkiyi Azalt” *

Camilerdeki saf düzeni, bir boşluktan iki boşluğa çıkartılınca cami birden dolar oldu. Bundan dolayı bir defasında cuma namazını dışarıda kılmak zorunda kaldım. Eski kışlardan eser kalmasa da kış kıştır, işin ucunda üşümek de var deyip yer kapmak için camiye daha erken gitmeye başladım. Girdim camiye. İmam vaaz veriyor. Konu da piyango bileti üzerineydi. “İstanbul’daki meşhur ablanın bayisinden bilet almak için uzun uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Helal paranıza haram karıştırmayın. Bu, dinimizde haramdır…” şeklinde konuştu. O konuştu ben ve cemaat sessizce dinledik. Ezanın ardından ilk sünneti kıldıktan sonra imam hutbe irat etmeye başladı. Elindeki hutbeyi okudu. Hutbe de içki üzerineydi. İçkinin zararları üzerine durdu. Vaazı dinlediğim gibi hutbeyi de dinledim. Dinlerken de Adıyaman Kahta’da birlikte görev yaptığım meslektaşım Mahmut Orman aklıma geldi. Sessiz-sakin, kendi halinde, nur yüzlü meslektaşımın biraz da göbeği vardı. Kulakları çınlasın. Mahmut Hocam, bir ilaç yazd

Süründüren Ücret *

—Yeni açıklanan asgari ücret konusunda bir şey demedin. —Ne diyeyim? Hayırlı olsun. —İyi mi oldu, kötü mü? Yüzde 21,56 zammı nasıl buldun? —Şu anda bir şey diyemiyorum. —Niye? Oran belli. —Oran belli olmaya oldu da. Bu konuda değerlendirme yapmayı kendi açımdan erken buluyorum. —Anlamadım. —İşin ucunda sap gibi ortada kalmak da var. —Ne alaka? —Alakası şu: Bu ekonomik darboğazda bu oran az desem, işveren bana yüklenecek: “O kadar biliyorsan, bir işçiyi çalıştır da göreyim, diyecek. Çok desem, asgari ücretli “Gel bu fiyata sen geçin” diyecek. Çalışma Bakanı, “İşçilerimize enflasyonun üzerinde bir zam verildi. Onları enflasyona ezdirmedik, diyecek. —Doğru, derler. Bu konuda kimseye kendini beğendiremezsin. —Ama bunların ne dediğine ben pek bakmıyorum. Ben esas, bu tarafların dışında asgari ücreti, 2002 öncesi asgari ücretle kıyaslayanlardan çekinirim. Ben desem ki verilen bu zam, bu hayat pahalılığında yeterli değil desem, bu iki kesimin dışında bir kesim daha var k

Zina ve Fuhuş İsnadı *

Zina ve fuhuş isnadına geçmeden önce halvet konusunu kısaca açıklamak istiyorum. Sözlükte “Bir yerin boş olması, o yerde hiç kimsenin, hiçbir şeyin bulunmaması; yalnız kalma veya biriyle baş başa kalma” anlamlarına gelen halvet kelimesi dinî literatürde, aralarında nikâh bağı ve devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle -bir- kadının baş başa kalmasını, fıkıh terimi olarak sahih bir nikâhtan sonra karı kocanın, üçüncü bir kişinin izinsiz muttali (bir durum üzerine bilgi edinmek) o lamayacağından emin bulundukları bir yerde cinsî birleşme olmaksızın baş başa kalmalarını ifade eder. (TDV An. Halvet, Orhan Çeker) Kısaca, evliliğinde sakınca olmayan iki karşıt cinsin, başkasının giremeyeceği bir yerde baş başa kalması demektir. “ İzinsiz girilemeyen ev, oda, kapıları kapalı bahçe, çadır gibi yerler halvete mahal teşkil edebilir. Ancak mescitler, kapıları kapalı olmayan yerler, başkalarının geçebileceği açık alanlar, yollar, etrafı açık damlar halvete mahal olamaz . (TDV An. Halvet, Orh

Zina ve Fuhuş *

Bu yazımda zina ve fuhşa yer vereceğim. Zira zina ve fuhuş   insanlığın baş belası, toplumların kanayan yarasıdır. Toplumun en küçük yapıtaşı olan aile kavramının köküne dinamit koyan, onların dağılmasına sebebiyet veren, nesillerin sağlıklı gelmesinin ve gelişmesinin önündeki en büyük engeldir. Kökeni insanlık tarihi kadar eski olan, halen devam etmekte olan ve bundan sonra da hız kesmeden kah kapalı kapılar ardında kah alenen devam edecek olan fuhuş ve zina ile mücadelede, hangi yollar denenirse denensin, ne devletler ne toplumlar başarılı olabilmişlerdir. Zinayla ilgili din, bırakın zina yapmayı, “Zinaya yaklaşmayın. Zira o fuhşiyattır (hayasızlıktır) ve çok kötü bir yoldur” derken zinaya giden/götüren yolların bile yasaklanmasını ister. Yine Nahl, 90.ayet mealinde Allah, “…fuhşiyatı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar” buyurmaktadır. Kaynağını dinden alan ahlak da tasvip etmez fuhuş ve zinayı. Hakeza toplumun örf ve değerleri de fuhuş ve zinaya geçit vermez. Buna rağmen fuhuş ve zina

Allah'ın Boyası *

Yüz, boy, ten ve saç rengi gibi özelliklerimiz, fiziki yönden bizi bir başkasından ayırt eden yönlerimizdir. Bunlar insanın tanınırlığına dair alametifarikasıdır. Bazen tanıdığımız bir kişiyi, onun tanımadığı birine tanıtırken “Uzun/kısa boylu, sarışın-kumral-esmer, beyaz tenli…” gibi tanıtırız. Beni de birileri başkasına tanıtırken “kırmızı saçlı, kızıl saç, turuncu kafa, havuç rengi, sarışın” şeklinde tanıtıyor.  Zira benim saç rengim, kahir ekseriyete göre havuç renginde. Şimdi saçlarım ağarıp havuçluktan pek eser kalmasa da beni tanıyanlar böyle tanır. Bu yönümle, kalabalıklar içerisine girince hemen dikkat çekerim. İsterdim ki benim de saç rengim çoğunluğun saç rengi gibi olsun. Ama her şey benim istediğime göre olmuyor. Allah böyle takdir etmiş. Allah’ın boyası benim bu taşıdığım. Nitekim herkesinki de öyle. Bu farklı saç rengim, askerde içtima ve talim sırasını bulmakta zorlananlara çok hizmet etti. Beni gören, “Ha, ben bu arkadaştan iki öndeyim, üç arkadayım” deyip yerini şaşır

Esnek Çalışma mı Dediniz? *

Malumunuz bugünlerde kamu kurum ve kuruluşları, detaylarını valiliklerin belirlediği “Esnek çalışma”ya göre mesai yapıyorlar. Yasal dayanağı, yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genelgesi olan bu çalışma şekliyle, “Kovid-19 salgınının yayılmasının en az indirilmesi, bu salgınla mücadeleyi ve salgının etkilerinin azaltılmasına yönelik faaliyetleri zafiyete uğratmama amaçlanmaktadır. Bu Genelgeye göre kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar, 10.00-16.00 saatleri arasında bir mesaiye tabiler. Genelge ayrıca çalıştırılma biçimlerine bakılmaksızın çalışanlara uzaktan çalışma ve dönüşümlü çalışma gibi imkanlar sunulmaktadır. Çalışanlar bu esnek çalışmadan yararlanırken özlük hakları aynen korunduğu gibi kuruma gitmedikleri günlerde de idari izinli sayılmaktadırlar. Kamu kurum ve kuruluşları esnek çalışmaya geçerken Genelgenin onlardan istediği tek şey, kamu hizmetlerinin aksatılmamasıdır. Özel sektöre de önerilen bu esnek çalışmayı kaç özel sektör dikkate alıyor? Araştırmaya değer. Ki kamuda

Mina *

Bilir misiniz, kimdir Mina? Nereden bileceksiniz. Bilseniz bilseniz şeytan taşlanan yer gelir aklınıza. Hakkınız var. O zaman aklınıza gelen Mina'dan bahsedeyim önce. Sonra bizim Mina’ya geleyim. 2000 öncesi bir genel seçim arifesiydi. Güneydoğu’nun bir ilinde çalışıyorum. Siyasi partiler adaylarını belirlemiş, seçim kazanmak için tüm kozlarını ortaya koymuşlardı. Kutuplaşma ve gerilim had safhada. Rakibi nasıl alt ederiz düşüncesiyle her şey mubahtı. Birlikte görev yaptığımız bir Kürt arkadaş yanıma geldi. "Bundan sonra sizinle kardeş değiliz, tamam mı?" dedi. Hayırdır demeye kalmadan önüme bir gazete koydu. "Şurayı oku" dedi. Ömrünü tetikçiliğe adamış bir gazete, milliyetçi bir partiden Gaziantep listesinde vekil adayı olan birini, sekiz sütuna manşet olacak şekilde gazetenin ilk sayfasına taşımıştı. Yazar ve akademisyen olan bu aday, fi tarihinde bir kitap yazmış. Kitabında "Kürtlerin şeytan soyundan" geldiğine dair bir mitolojiye de yer vermiş.

Dilimize En Büyük Kötülüğü Kim Yapıyor? *

Türk Dil Kurumunun sözlüğüne bakıyorum. İçerisinde binlerce kelime, kavram ve deyimlerin olduğu birkaç cilt olabilecek, kalın ebatlı kocaman bir kitap çıkıyor karşıma. Diyorum ki zengin bir dilimiz var. Yazarken ve konuşurken kullandığımız kelimelere bakıyorum. Kelime yönünden fakir bir dilimiz var diyorum. Çünkü birkaç yüz kelime ile konuşuyoruz. Konuştuğumuz kelime ve kavramları da çoğu zaman yerli yerinde kullanmıyoruz. Konuştuğumuz kelimelerin çoğunun anlamını da bilmeden konuşuyoruz. Öyle kelimelerimiz var ki anlamları farklı olmasına rağmen birbirinin yerine kullanıyoruz. Gündelik hayatta ağzımızdan düşürmediğimiz birçok kelimeyi, yazmaya kalktığımız zaman kelimenin doğru yazılışıyla ilgili zaman zaman tereddüt yaşar ve sözlüğe bakma ihtiyacı hissediyoruz. Bir kelimenin birleşik mi, ayrı mı ya da doğru yazıldığını bir Türkçe veya Edebiyat öğretmenine sorsanız, onların çoğunun da TDK sözlüğüne bakarak bilgi verdiklerini görürüz. İyi ki TDK, sözlüğü dijital ortama yükledi de sıkışt

Usul mü, Asıl mı? *

Bu ülkede, ne zaman infiale sebebiyet verecek bir olay patlak verdiğinde, netameli bir konu ısıtılıp ısıtılıp önümüze konduğunda; bir konuşmacı, maksadını aşan bir cümle sarf ettiğinde; biri, alışılmışın dışında yeni ve aykırı bir şey söylediğinde veya bir gaf yaptığında ya da bir kesimin yumuşak karnına dair bir imada bulunulduğunda; konu, soğukkanlı bir şekilde konu, anlaşılmaya çalışılmaz, bu olayla ne murat ediliyor, önümüze konan bu sorunu, yeni sorunlara yol açmadan nasıl çözeriz denmez; taraflar, freni patlamış bir araç gibi harekete çeker. Ortalığı toz duman kaplar. Artık haklı haksız meselesi değildir konu. Mahalleden birine yapılan bu saldırı, mahalleye yapılmış kabul edilir ve suç bastırırcasına karşı mahallenin tüm kirli çamaşırları ortaya dökülmeye çalışılır. Kim sesini nasıl duyurabilecekse o yolu dener. Bu yolları denerken sakinlikten eser olmaz. Sesler alabildiğine yüksek çıkar. Çünkü samimiyetin, mahalleyi korumanın, haklı davalarına arka çıkmanın, karşı tarafı susturm

Çok mu Zor Orta Yolu Tutmak? *

Yazılarımda zaman zaman hutbe içeriklerine değinirim. Kah eleştirdim kah hutbe dediğin böyle olur dedim. 18 Aralık tarihli hutbeyi de cumaya gidenler dinlemiştir. Gitmeyen veya gidemeyenler de sanal alemden bu hutbeyi okuyabilirler. “Mümin Her İşinde Mutedildir” başlığıyla okunan bu hutbe, kangren olmuş bir yaramıza parmak basan bir hutbeydi. Hutbede,   ✓ “İslam dininin; a lışverişte, eğlencede, yeme-içmede, giyim-kuşamda, konuşmada, yazmada, dini konularda ve hayatın her alanında itidali yani orta yolu tutmayı, ölçülü olmayı ve dengeli hareket etmeyi emrettiği, ✓ Aşırı uçlara savrulmanın ve aşırılıklar içinde boğulmanın insana da topluma da zarar vereceği, ✓  Kederde ve sevinçte, öfkede ve mutlulukta ifrat ve tefrite kaçmadan orta yolu izlemenin, İslam’ın emri olduğu” hususları işlendi. Sanırım bu hutbe, son zamanlarda Kur’an lafzına dair yapılan tartışmalar ve üniversitelerin neredeyse fuhuş yuvası olduğu şeklindeki iddialar üzerine, kopan fırtınanın ardından, kaleme alınmış

Müstakil Evin mi Var, Derdin Var *

Yürüyüş yaparken genellikle insan ve araç trafiği yönünden ıssız ve tenha yolları seçerim. Özellikle tek veya iki katlı müstakil evlerin bulunduğu mahaller, yürümek için birebir. Ne yürüyüşümü kesen var ne önüme çıkan var ne de güneşimi engelleyen. Kendi halimde yürüyorum. Yürürken de kimseyi rahatsız etmiyorum. Ne ben başkasını ne de bir başkası beni. Hem önümü görüyorum hem de sağ ve solumdaki müstakil evleri seyrediyorum. Bir müstakil evim olmasa da en azından aralarından geçmek ve seyretmekle müstakil eve olan hasretimi gidermiş oluyorum. Bu gidişle müstakil evim, 1x1 ebadında, penceresi ve kapısı olmayan, çatısı zemin kata paralel olan, dört tarafı açık, bodrum kattan ibaret olacak. Orada ışığa hasret kalsam da en azından çatıma düşen güneşime hiçbir ev engel olamayacak. Sabahtan akşama güneşimi alacağım. Beni ebedi istirahatgahımda belki de rahatsız edecek tek şey, çatısına görkemli mermer yaptıranlar olacaktır. Yüksek katlı binalara göre bu rahatsızlığa da katlanılır. Neyse bu s

Önce Üslup *

  Küçük bir ilçede görev yaparken lise 2 veya lise 3.sınıf bir kız öğrencinin “okul dışında uygunsuz şekilde, ipsiz-sapsız biriyle gezdiği, bir erkekle beraber metruk bir eve girip çıktığı” bilgisini bir öğretmenim bana iletti. Müdür yardımcısından, bu öğrencinin annesine telefon açıp okula davet etmesini istedim. Yardımcım bana “Hiç tavsiye etmem. Çünkü ben bu aileyi tanıyorum. Siz daha bu aileyi tanımıyorsunuz. Bu kızın ablasını biz, sizden önce mezun ettik. Onun da bu tür ilişkileri hatta daha fazlası vardı. Annesine söylediğimizde ‘Siz ne karışırsınız benim çocuğuma’ dediğini, kendisine epey laf saydığını, bu ailenin çok modern bir aile olduğunu ve bu tür ilişkilere sıcak baktığını ” söyledi. Hocam, anneyi çağıralım. Biz ona durumu izah edelim. Laf sayacaksa varsın yine laf saysın. Ailenin bilgisi olsun. Sıcak bakıp bakmaması ona kalmış. Biz görevimizi yapalım,” dedim. Anneyi çağırmıştım ama ne diyecektim. Beni bir düşüncedir aldı. Çünkü yardımcımın söyledikleri de malum. Anne

Sessiz Tayyareler *

Neydi o eski mobilet, motosiklet ve diğer iki tekerlekli binekler öyle... Km'lerce öteden ben geliyorum derdi sesiyle. Bazıları susturucu da takmazdı. Kulaklarını patlatırdı. Bazı gençler inadına bağırtırdı durmadan. Yanından geçerken konuşmayı keser, bu bağırgaçların çekip gitmesini beklerdin. Bakışınla rahatsız olduğunu hissederlerse az sonra geri dönüp yanından yine geçerlerdi, hem de defalarca. Zevk alırdı gençler bundan. Son yıllarda sesleriyle bizi rahatsız eden benzinle çalışan bu bağırgaçların sayısı her geçen gün azalıyor. Çünkü bunların yerini yavaş yavaş elektrikli bisikletler almaya başladı. Yeni nesil bu bisikletlere ben sessiz tayyare diyorum. O kadar sessiz ki yanından geçerken haberin bile olmuyor. Hayran kaldım bu sessiz tayyarelere. Çünkü selefleri gibi sesleriyle rahatsız etmiyor artık. Sayıları her geçen gün artan elektrikli bisikletlere hayran kalmakla beraber pek sevindiğim söylenemez. Sevincimi kursağımda bırakan da bazı elektrikli bisiklet sürücüleri. Çü

Öküz Altında Buzağı Aramanın Âlemi Yok! *

Pazartesi günkü “Sünnetullah ve Rahmet” başlıklı yazımda, cuma hutbesinde bahsedilen “Suyun önemi, kuraklık nedeniyle su kaynaklarının tükenmeye yüz tuttuğu, israf edilmemesi gerektiği ve namazdan sonra topyekûn yağmur duası yapılacağı” içeriği üzerine bir yazı kaleme almıştım. Yazımı da “ Gelelim yağmur duasına. Cumanın farzından sonra tüm Türkiye'de yapılan dualara amin dedik. İnşallah dualarımız kabul olur da bol bol rahmet görürüz. Ama yağmurun yağması için dua, tek başına yeterli mi? Yağmurun yağması için sebepleri yerine getirdik mi? Sebepleri yerine getirmemişiz ki yağmur yağmıyor. Unutmayalım ki yağmur ve kar, dua ile yağmaz. Çünkü yağmur ve karın yağması, sebep-sonuç ilişkisine bağlı olan, Allah'ın koyduğu evrensel yasalardan fiziksel yasaların bir gereğidir. Biz buna sünnetullah veya âdetullah diyoruz ve bu yasalar asla değişmez. Hasılı, Allah kulunu susuz bırakmaz. Yeter ki rahmetin sebepleri oluşsun ya da sebepleri oluşturalım. Tüm sebepleri yerine getirdikten son