Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cins misin Be Evlat?

Bir oğlum var, dünya harikası bir çocuk. Gerçi herkesin çocuğu böyledir. Namı diğer Hoşçocuk. Öz güveni tam, sosyal mi sosyal. Aynı zamanda hazırcevap. Mizah yeteneği oldukça gelişmiş. Evin en küçüğü ve neşesi. İyidir, hoştur ama biraz üşengeç ve ters. Aksi mi aksi. Çayla pek arası yok. Nasılsa içmiyor dersin, içmeye gelir. İçiyor artık dersin, oralı olmaz. Madem içeceksin, git kendine şeker al-gel. Aramızda başka çay içen yok deriz. "Şimdi şeker almaya kim gidecek, ben de çayı şekersiz içeceğim dedi, başardı. Çayı şekersiz içiyor artık. Daha 16'ında çayı şekersiz içmek, azmin zaferi diyebilirsiniz. Olsa olsa üşengeçliğin zaferi.  Evde ekmek olmaz, haydi ekmek al-gel derim. "Şimdi kim gidecek, ekmeksiz yiyelim" der. Alır gelirsen, bana mısın demez ekmeği götürür. Okuldan gelirken alıp gelseydin desem, ya para yoktu, ya da söyleseydiniz alırdım der. Okuldan gelince acıkır, mutfağa geçer, ekmek yoksa zeytini peynirin içine katık yapar, yine ekmek almaya gitmez

Vira Bismillah! ***

Birkaç defa çay ve kahve içmek suretiyle hukukumuz oluşan bir arkadaşım telefonla aradı: “Hocam! Yeni Haber gazetesinde yazar mısın?” diye. Olabilir dedim gayri ihtiyari.   “Sorumlu kişi ile görüşelim, sizi tanıştırayım” dedi. Bir gün görüşürüz, dedim ise de, “Sıcağı sıcağına konuşup halledelim, yarın seni alırım” diyerek ipe un sermeme fırsat vermedi. Ertesi gün birlikte gazeteye geldik, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni ile görüşüp tanıştık. Çayımızı, kahvemizi yudumlarken haftada iki gün -salı ve perşembe günleri- yazma konusunda görüş birliğine vardık. İlgi-alaka ve ikram dolu kısa bir muhabbetten sonra dostum, “Benden buraya kadar, haydi gidelim” diyerek müsaade aldık, beni gideceğim yere kadar da bırakıverdi sağ olsun. Gazete ile tanışmama aracı olan arkadaşım aradan çekildi. Evli evine, köylü köyüne misali. Aynen öyle oldu. Şimdi ben gazete ile baş başa kaldım. İlk yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Gazetede yazabilirim demiştim ama ne yazacaktım, nasıl başl

Park ve Bahçelerimiz Birilerinin Gönül Eğlendirdiği Yerler Olmamalı! *

Bu sene kışı görmeden bahar geldi. Biraz serin geçse de bahar kendini hissettirmeye başladı iyice. Ağaçlarımız çiçek açtı. Park ve bahçelerimiz rengârenk çiçeklerle dolu. Tabiatın en güzel harikasını yaşıyoruz bugünlerde. Havaların üşütmeyecek bir seviyede olması, ağaçların çiçek açması çoğumuzu park ve bahçelere itti. Amaç seyir zevkimizi gidermek. Oturacak ve güzel bir ortam varsa niçin atmayalım kendimizi. Zira park ve bahçeler bunun için var. Doğru dürüst soğuk ve karını görmediğimiz kışı geride bırakıp bahara merhaba derken bir dostumla karşılaştım geçen gün. Dertli mi dertliydi. Garibimin evi belediyeye ait bir parka bakıyor ve her gün parkın önünden geçmek zorunda. “Gençler, parklara akın etti, sarmaş-dolaşlar. Utanma, sıkılma da yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Yazı konusu yapsan” dedi bana ayaküstü. Birkaç defa bu konuyu yazı konusu edindim desem de “Sen yine yaz” deyince hepimizin ortak derdi olan bu konuyu sipariş de olsa ele almaya karar verdim. Kızın, erkeğe; e

MSB: Milli Seminer Bakanlığı

Sene başından beri görevli izinli sayılarak gittiğim seminerlerin sayısını unuttum. Bir de dersim yokken zorunlu gittiklerimi sayarsam epey bir yekûn tutar. Ben yine şanslı olanlardanım. Çünkü emsallerimin gittiği seminer, kurs, eylem planı ve sunumların haddi hesabı yok. Yani bilgi, birikim ve donanım yönünden benden fersah fersah ilerideler. Merak edip ne zaman gidiyorsunuz bu seminerlere derseniz, eğitim ve öğretimin içindeyken, dersler boşaltılarak yapılmaktadır derim. Siz seminerler dışında ne yaparsınız derseniz yine derim ki, yaptığımız seminerlerden arta kalan zaman diliminde fırsat bulabilirsek derse girmektir. Milli Eğitim kendini aştı, tek felsefesi var: Eğitim ve öğretim boyunca güne gün, olmazsa gün aşırı seminer düzenlemektir. Yani hayat boyu eğitim felsefesi gibi hayat boyu semineri kendisine misyon edinmiş durumda. Oldu olacak adını da Milli Seminer Bakanlığı şeklinde değiştirse daha iyi olacak. Eğer bu yeni ismin MSB ile karıştırılacağı iddia edilirse çok proble

Seminerler Arasında Eğitim veya Şeytan Taşlamaktan Tavafa Vakit Bulamamak

—Sayın müdürüm! Nereden böyle? —Toplantıdan. —Ne toplantısı bu saatte? —Eksik olmaz bizde toplantı. —Faydalı mı bari? —Nerde? Eften-püften şeyler, ardı arkası kesilmeyen gündem... —Kim yapar toplantıyı, amiriniz mi? —Evet. —Tüm toplantıları o mu yapar? —Bizde amir çok, yedi kocalı hürmüz gibiyiz. Kafası esen yapar. —Geçmiş olsun! * —Müdürüm, nereye böyle acele acele? —Toplantı var da...onun için. —Daha geçen gün yapmadınız mı? —Yaptık, bu başka. —Bu sefer konu ne? —Varınca öğreneceğim. —İnsan gündemi bilmez mi? —Toplantıları kovalamaktan gündemi takip edemiyorum artık. * —Müdürüm, seni bir ziyarete geleceğin, yarın okulda mısın? —Çok iyi olurdu ama okulda olamayacağım. —Niçin, bir manin mi var? —Toplantım var. —Yine mi? —Maalesef! —Sahi siz okula ne zaman gidersiniz? —Toplantılardan fırsat buldukça... *** —Öğretmenim, hayırdır dersi yok mu bugün? —Vaar. —Niçin okulda değilsin? —Seminer varmış, ona geldim. —Okuldaki de

Bu Gidişle Kimseyi Hayırla Yâd Edemeyeceğiz *

Siyaset, bilim veya hayatın herhangi bir alanında fikri, zikri, duruşu ile gıpta ettiğimiz insanlar vardır. Çoğu, derdimize tercüman olur, göğsümüze su serper. İyi ki böyleleri var dedirtir insana. Kimi ekiple ön plana çıkar, kimi de kendisi tek başına bir ekiptir. Kiminin işi yaver gider, her türlü itibarı görür, makam-mevki edinir. Kimi de sevilmekle beraber tek gelir, tek gider. Çoğu zaman sevgiden öte karşılığını görmez. Dünya dediğimiz; kiminin nasiplendiği, kiminin nasibini teptiği, kiminin de nasibinin ötelendiği bir yer olsa gerek. Kimi gücünü para-puldan, kimi makam-mevkiden alır. Kimi de karşılığını almasa da kişilik ve duruşuyla bir değer ifade eder. Gönüllerde taht kurar. Gözünü budaktan esirgemez böyleleri. Söylenmesi gerekeni usturuplu bir şekilde söyler, gerekirse vücudunu ve ruhunu ortaya koyar. Bedel ödenecekse en önde yer alır. Kınayanın kınamasına aldırmaz. Kendisinin gösteremediği cesareti böylelerinde görür insan. Takdirdir hep aldıkları bunların. Ülkesi

Anlaşılan Biz Bu İleri-Geri Saatten Daha Çok Çekeceğiz! **

Pazar günü uyandığımda saatin kaçı olmuş diye cep telefonuma baktım. Saatler 11.00’i gösteriyordu. Nasıl yatmışım bu saate kadar dedim. Yarı uykulu halimden kurtulmak için gözlerimi biraz daha açtım. Gözlerimde sorun yoktu. Nasıl bu saate kadar yattım, bir anormallik var yine diyerek kolumdaki saatime baktım. Bu sefer saatim 10.00’u gösteriyordu. Uyku semesi saatleri yanlış okuyorum galiba dedim; tekrardan bir kolumdakine, bir de masamdaki cep telefonuma baktım. Aradaki fark bir saatti. Yatağın içinde bu sefer saatin kaç olduğunu bıraktım, aylardan hangi aydayız dedim kendi kendime. Martın sonlarındayız. Saatler ileri alınmış olmalı dedim. Sanal âleme girerek teyidini yaptım, ileri olan saatlerimiz bir daha ilerlemişti. Eskiden bir ileri yaparken bu sefer benim akıllı telefonum iki ileri yapmıştı. Biz ülke olarak bundan sonra bir ileri, bir geri yapmayacağız, saat ikilemi yaşamayacağız diyerek saatlerimizi hep ileri saati kullanacak şekilde sabitlesek de anlaşılan senede iki defa

MEB Personelinin BİMER ve CİMER Müracaatları

Vatandaş; bilgi edinmek, birisini veya bir kurumu şikayet etmek amacıyla yetkili mercilere ulaştırılmak üzere dilekçe hakkının yanında, Bimer veya Cimer gibi yolları kullanmaktadır. Her başvuruya süresi içerisinde cevap verilmektedir. Şikayet, öneri, mağduriyet vb. nedenlerle kullanılan bu hak, sorunları ne kadar çözüyor konusu ayrı bir konu. Sivil vatandaş bu hakkı istediği şekilde rahat bir şekilde kullanmaktadır. Devlet memurları bu yöntemlerden herhangi birini kullanmaya kalksa karşısına hemen mevzuat çıkar. Kendisine cevap olarak "Bu konuyu çalıştığınız kurum amirine dilekçe vermek suretiyle çözmeniz gerekmektedir." denir. Çünkü dilekçe vermek için silsile takip edilmesi gerekir. Hatta bazı zamanlarda kamu personeline silsile atladığından dolayı inceleme ve soruşturma da açılabiliyor. Daha doğrusu soruşturma açılabiliyordu. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin imzalı gönderilen yazıya göre memurların da Bimer, Cimer gibi bilgi edinme yollarını kullanabilecek

İnsan Gönül Koymaya Görsün!

İnsanoğlu boy-pos, kılık-kıyafet, tip yönünden farklı olduğu gibi duygu-düşünce, hissetme, incelik ve zerafet bakımından da farklıdır. Bilim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin bir insanı çözmek için tüm dünya bir araya gelse çözebildiği, buz dağının görünen kısmı kadardır. Bu da insanın onda birine tekabül eder. Daha görünmeyen kısmı vardır. Çünkü onca şeffaflığına rağmen insan gizemli bir varlıktır. Olaylara, zamana, ortama, psikolojisine göre değişiklik gösterir insanoğlu. Hele bir de içe dönük biri ise insan, çöz çözebilirsen. Ne gülen yüzler vardır; içi kan ağlar, ne sakin insanlar vardır; içinde fırtınalar kopar, ne kızgın ve sinirli insanlar vardır; içi merhamet doludur. Ne insanlar vardır ki içi duygu yüklüdür, ne insanlar vardır ki kendini olduğundan farklı gösterir. Biz aysbergin görünen yüzünü biliyoruz. Sadece görünüşüne göre tanıyor ve tanımlıyoruz insanı. Mesela kırgınlığı, alınmayı, içe kapanmayı nereye koyacağız? Çünkü insanın ne zaman, neye alınacağını kesti

Bu Ülkede Eğitim ve Öğretim Kötü de...

İster içinde olsun, ister hiç alakası olmasın bu ülkede herkesin ağzında eğitim ve öğretim var. Bilsin, bilmesin herkes konuşuyor ve eleştiriyor. “Ne olacak bu Milli Eğitimin hali?” diye söze başlıyor. “Ben devletin yerinde olsam, ah bir Milli Eğitim Bakanı olsam! Bak Milli Eğitimi nasıl yola getiririm…” diye devam ettiriyor. Eğitim ve öğretime eleştiri getiren, öneri sunan, eğitimi beğenmeyen kim varsa hepsi haklı. Gerçekten eğitim ve öğretimimiz adına yetkililer ne yaparsa yapsın, mevcut maarifimiz beklentilere cevap vermiyor. Tarafların beklentisi gerçekleşmeyince herkes hıncını ya sistemden, ya yöneticilerden ya da öğretmenlerden alıyor. Vurun abalıya diyerek yerden yere vuruyor. Sorumlulara yüklenelim yüklenmesine. Ama biraz da olaya başka açıdan bakalım. Bu ülkede eğitim ve öğretim kötü de başka kurumlar çok mu iyi? Eğer çok iyi diye düşünüyorsanız baştan söyleyeyim, kendimizi kandırıyoruz. Niçin mi? Eğer bir toplumda bir kurumda çürümüşlük varsa diğer kurumların bundan a

Yola çıktıklarımızı bir bir kaybetmek

Bir dava, bir fikir, bir hareket yola çıktığı kişilerle anlamlıdır. Çünkü neredeyse sıfırdan doğan hareketlerde dava arkadaşları omuz omuza verirler. Hareket yoluna devam ederken davaya güç katacak ve yeni bir vizyon getirecek kişilerle takviye yapılır.  Harekette zaman zaman yol kazası diyebileceğimiz ayrılıklar olur. Çoğunluğun içinde bu ayrılıkların fazla esamesi okunmaz. Zira suç, ayrılan kişide görülür. Ama bir hareket düşünün ki doğduğu andan bugüne ölüm, hastalık vb. nedenler dışında anlaşmazlıklar nedeniyle yüzde yüze yakın değişmişse işte burada oturup düşünmek gerekir. Hata ya da suç kimde? Suçu tamamen bir tarafa atmak haksızlık olur. Taraflar arasında suçun oranı olur, az veya çok muhatapların sorumluluğu vardır. Önemli-önemsiz bir mesele veya meselelerde ortaya çıkan kırgınlıklar, küskünlükler bir araya gelip giderilmezse orta yerdeki küçücük problem dağ gibi olur, birbirinden uzaklaştıkça uzaklaşılır.  Kırgınlıklar bazen dava arkadaşlarını bir araya getirmez. Böy

Kan Bağışı, Vücudumuzun Sadakasıdır/Zekatıdır *

Zaman zaman televizyonlarda kan vermenin önemine işaret eden kamu spotları görürüz. Yine Konya’nın değişik bölgelerinde gezici kan ekipleri tarafından gönüllülük esasına dayalı olarak halkımızdan kan alındığına şahit oluyoruz. Ayrıca TV ve sosyal medyada, “Tıp Fakültesinde yatmakta olan bir hastamız için acil …Rh (+), (-) kana ihtiyaç vardır.” duyurularını sık sık duyarız. Cep telefonumuza “Acil kana ihtiyaç var” mesajları alırız.  Bu alanda ihtiyaç olmalı ki her sıkıntılı anımızda imdadımıza koşan Kızılay; yaz-kış, soğuk-sıcak demeden vatandaşlarımızdan kan toplamaya devam etmektedir. Değişik yollarla kan bağışı teşvikinin yapılmasından ve kan aranmasından, yeterince kan bağışı yapılmadığını anlıyorum. Başımıza gelmeyince ihtiyaç olarak mı görmüyoruz? Vücudumuzda yeterince kan yok diye mi düşünüyoruz, yoksa benim bilmediğim başka bir sebep mi var? Kanımız eksilirse masadan kalkamayız diye mi düşünüyoruz? Herhalde kimse, kan vermenin faydasını bilmiyor değildir. Kan vermenin f

Nedir Şivlilik?

* Regaib Kandili günü yapılan Konya'ya mahsus bir etkinlik günüdür. * Gün dolayısıyla bakkal ve marketlerde özel stand açılarak adı-sanı, markası duyulmamış ürünlerin satıldığı gündür. * Okulların boşaldığı gündür. * Ailelerin çocuklarını okula gönderemediği gündür. * Öğretmenlerin sınav yapamadığı tek gündür. * Öğrencilerin ellerine poşet aldığı gündür. * Öğrenci ve çocukların, tanısın-tanımasın gruplar halinde ev ev dolaşarak zile basıp şivlilik topladığı gündür. * Bayramlarda akrabasını, komşusunu bayramlamaya gitmeyen öğrencilerin bayramlık elbiselerini giyerek yakın-uzak ev ziyaretleri yaptığı gündür. * Okullarda öğrenci olmamasına rağmen öğretmenin okullarda beklediği gündür. * Okullarda öğrenci olmamasına rağmen giriş ve çıkış zilinin azim ve gayretle çalmaya devam ettiği gündür. * Zil sesinden başka okulların sessizliğe büründüğü gündür. * Okula gelen bir-iki öğrencinin sınıfa gelen öğretmene "Öğretmenim! Yoksa ders mi işleyeceksiniz? Kimse yok!&

Had Bildirmede Ölçü

Toplumda kimse yeknesak değildir. Hayata bakışı, düşünce ve kanaati, olayları değerlendirmesi farklı farklıdır. Bu da normaldir. Çünkü tüm kanaatleri bir potada eritmek insanın ve tabiatın doğasına aykırıdır. Herkesin aynı minval üzere olması mümkün olmadığına göre ortak yaşamın etik ve ahlaki kurallarını oluşturmamızda fayda var diye düşünüyorum. Yine herkesin bu toplumda yaşayan her bir fert, ülkeyi kendisinin malı, herkesi düzelteceğim, herkes benim gibi düşünecek, benim dediğim kesin doğrudur, bakış açısını terk ederek işe başlamalıdır. Toplum içinde ne zaman, nerede, ne konuşacağını bilmeyen, pot üzerine pot kıran, ortamı geren, kişileri küçük düşüren insanlar vardır. Zaman zaman böylelerin anlayacağı dilden konuşmakta fayda vardır. Bazıları bu tiplere haddini bildirince çoğu zaman “haddini bildirdin, ağzının payını verdin, bir daha karşına çıkamaz, nicedir çizmeyi aşıyordu, ağzına sağlık” diyerek destek veririz. Evet, bazılarına nerede, ne şekilde durması gerektiği birileri

Değerlerimizi Yok Etmenin Bedeli

Giderekten hiçbir mesleğin saygınlığı kalmayacak. Çünkü hepsinin tek tek ipini çekiyor, haddini bildiriyoruz. Alkışlayanımız da çok nasılsa. Bu iş böyle giderse saygınlığı olan meslek ve meslek erbabı ara ki bulasın. Saygınlığı sıfırlanan, yerlerde sürünen meslek erbabı başarılı biri de olsa, gecesini gündüzüne katıp çabalasa da veriminden bahsetmek mümkün değil. Hiçbir kişi, zümre kendi itibarının zedelenmesini istemez. Ama en fazla da meslek erbabı itibarını kendisi düşürür. Bir de buna dış etkenler katıldı mı itibar denen şeyi bulamazsın. Mesleklerde mesleki etik oturmaz, uygulanmaz veya önemsenmezse başlayan kokuşmuşluk dış etkenlerle ayyuka çıkar ve meslekler yerlerde sürünür. Son yıllarda bir furya başladı. İnsanların emeğine saygı kalmadı. İki kişi bir araya gelse başka meslek mensuplarını konuşuyor. Keşke başkalarını eleştirmeye ve kınamaya bulduğumuz vaktin milyonda birini de kendimizle ilgili öz eleştiri yapmaya ayırsak. Ama öyle değil. Kimse kendi üzerine toz kondur

Ne İş TÜBİTAK? **

16 Mart 2018 günü bir Tv kanalında: "İzmir'de özel bir lisede okuyan iki öğrencinin, kimya öğretmenleri nezaretinde 4 aylık bir çalışma sonucunda atık maddelerden çimento ürettikleri, bu durumu bir proje haline getirip destek almak amacıyla TÜBİTAK'a başvurdukları, Kurumun projeyi reddettiği, bunun üzerine projenin İngilizceye çevrilerek yurtdışındaki ilgili kuruluşlara başvurdukları, ABD'den Harvard Üniversitesi başta olmak üzere Fransa ve Kanada'dan sunumlarını gerçekleştirmek için davet aldıkları" şeklinde bir haber izledim. Ağzım açık dinlediğim bu haberin aslı-astarı var mı diye sanal aleme bir göz attım. Fazla yer kaplamasa da haber medyada küçük de olsa yer almıştı. Anlaşılan TÜBİTAK'ın uygun proje görmeyip reddettiği gibi basınımız da bu olayda bir haber değeri görmemişti. Liseli gençlerin atık maddelerden çimento ürettikleri proje TÜBİTAK'tan niçin geçmedi, niçin kayda değer görülmedi, gençler boşa kürek mi çekiyor, TÜBİTAK dediğimiz kur

Mekanın Cennet Olsun "Enayi" Adam! *

Türk devlet ve siyaset tarihinde çalışkanlığı, dobralığı, dürüstlüğü, sevecenliği, bilgi ve birikimi, kişilik ve duruşuyla farklı bir yeri olduğuna inandığım, kendisini dinlemekten hep zevk aldığım nevi şahsına münhasır bir değeri Türkiye,  üç ayların ilk gününde kaybetti. Hem devlet adamı, hem bilim adamı, hem siyasetçi, hem de köşe yazarlığı yaparak bilgi, birikim ve tecrübesini halkla bütünleşerek paylaşan bu şahsiyetin darı bekaya göçmesi,  ülke adına bir kayıp gerçekten. Hasan Celal Güzel’den bahsediyorum. Namı diğer, Tank Hasan’dan. Adıyla, soyadıyla güzel bir insan olan Hasan Celal GÜZEL'i, Özal döneminde Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı iken Tv’lerde gördüm. Her konuşmasında bir samimiyet, bir içtenlik gördüm, hoşsohbet birisiydi. Vekillik ve Bakanlığı fazla uzun ömürlü olmasa da siyasi hayatımızda hep var oldu; her duruşu, her konuşması dopdolu idi ve hep ses getirdi. Kimseden çekinmedi, gözünü budaktan esirgemedi. Bürokrasinin zirvesinde yer aldı. Türkiye'

Afrin'e Selam!

Zeytin Dalı 18 Mart'ta Afrin'e uzandı. * Selam olsun Afrin'e! Selam olsun Mehmetçiğe! Selam olsun inisiyatif alan iradeye! Selam olsun Çanakkale, Afrin ve tüm şehitlerimize! Selam olsun terörden canı yanmış, bedel ödemiş Anadolu insanına! Selam olsun ülkenin geleceğine!.. * Canı cehenneme bu ülkeye silah doğrultanların! Canı cehenneme bu ülkede emelleri olanların! Canı cehenneme Batı'nın ve ABD'nin taşeronluğunu yapanların! Canı cehenneme terörü üzerimize salan emperyalist güçlerin! Canı cehenneme teröre destek verenlerin! Canı cehenneme yıllardır anamızı ağlatanların! Canı cehenneme Mehmetçiğe Afrin'e giderken hop oturup hop kalkanların! Allah'ın laneti ve lanetçilerin laneti terörden ekmek yiyen, terörden beslenen, terörden medet bekleyen, terörü destekleyenlerin üzerine olsun!.. 18.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

Yetmişinden Sonra Evlenen Erkeklerin Dramı *

Kadınlar erkeklere göre daha uzun ömürlü olduğu bilinen bir gerçek. Oranı ne kadar bilmiyorum ama hanımı ölüp de tek başına kalan erkekler çok aramızda. Bu durumda olup hanımı ölür ölmez kıran kırana eş arayan erkeklerin durumu, içler acısı hikayeleri filmlere konu olacak düzeyde. Çoluğu-çocuğu, "Baba olmaz, geçti artık" dese de erkek dullarda kadın arayışı hız kesmeden devam eder bu ülkede. Erkek arar, kadınlar olmaz, der. Hangi kapıyı çalsa kapılar yüzüne kapanır. Çünkü kadınların çoğunun ya sosyal güvencesi vardır, ya dul, ya da yaşlılık maaşı alır, bu yaştan sonra erkek kahrı çekemem, der. Sağlığı doğru dürüst el vermeyen, yürümekte ve nefes almakta zorlanan çoğu yetmişlik/seksenlik torun ve torunun torunu sahibi ihtiyar delikanlılar, araya araya bulurlar kendilerinden 20-30 yaş küçük bir eş adayını. Kadını evlenmeye ikna etmek için kesenin ağzını açar: Evse ev, arabaysa araba, paraysa para, bilezikse bilezik...mehir bedeli olarak kadına verilir. Çiçeği burnundaki y

Ödünç Alınan Kitabın Turşusunu mu Kuruyor Bazıları? *

Bugün Kültürpark'ta bulunan Konya İl Halk Kütüphanesine uğradım. Açıldığı andan bugüne üçüncü gidişim. Konya'nın en işlek ve gözde yerinde bulunan bu kütüphane, güzel bir işlevi yerine getiriyor. İçeride temiz, sessiz ve müreffeh bir ortamda kitap okuma, ders çalışma, ödünç kitap alma imkanı sağlıyor insanımıza.  Geleceğimiz adına sevindirici bir durum göze çarpıyor, kütüphanenin salon ve koridorlarında gördüğümüz kişilerin kahir ekseriyetinin öğrenci ve genç oluşu. Emsallerinin Zafer alanında ve Kültürpark'ta adımladığı saatlerde bu gençlerimiz, kendilerini kapalı yerdeki kütüphane salonlarına hapsetmiş. Bu kütüphaneyi şehrimize kazandıran Konya Büyükşehir Belediyesini, içini kitapla donatan ve işleten Kültür ve Turizm Müdürlüğünü ve buradaki imkanlardan faydalanan gençlerimizi tebrik ediyorum. Özellikle buradan faydalanan gençlerimizin sayısının artmasını canı gönülden arzu ediyorum. Allah emeklerini yağlı etsin, okuduklarıyla yaşamayı, bu ülkeye hizmet etmeyi

Kanan Kanana Bu Ülkede *

Yaşım elli beş. 80 öncesini pek bilmem. 80 sonrasına bugünden geriye doğru hafızamı bir yokladığımda bu milletin kanında veya genlerinde kendinden ayrılmaz bir şekilde babadan okula tevarüs eden kanma hastalığı var sanki. Çünkü kanan kanana. Çok mu safız, kandıranlar mı çok zeki? Sanmam. Bizim saflığımız salaklık derecesinde, üstelik müzmin. Kimler kandırmadı ki bizi! Banker Kastelli'sinden Parsadan'ına,  holdinglerden Jet Fazıl'ına, kontör dolandırıcılığından terörle mücadele adına kredi çektirmeler/para kaptırmalar... Şimdi de sıcağı sıcağına Çiftlik Bank olayı var. İç edilen para 550 milyondan bahsediliyor. Bu son olayın içerik ve tokatlanma şeklini çok bilmiyorum. Doğrusu çok da merak etmedim. Çünkü vakayı adiden oldu artık, kanıksadık. İşin garibi kananları ayıplamaya gelmiyor, ilkokul mezunundan prof'una varıncaya kadar herkes kandırılıyor. Bugün başkası kanıyor, yarın biz. Yetkililerin onca uyarısına rağmen bu kanma ve kandırılma niçin oluyor? Ya da mi

Ömrünü Yemeye Adamış

Şeker hastalığı günümüzde yaygın olan hastalıklardan biridir. Yediden yetmişe çoğu kimsede görünmekte ve doktor raporuna bağlı olarak insanımızı hayatı boyunca ilaç kullanmaya mahkum ediyor.  Şeker hastalığının kendi içinde tipleri ve dereceleri olmakla beraber bazı şeker hastalarının durumları bana garip geliyor. Tanıdığım bir şeker hastası var, ileri derecede şeker hastası. Hep aç, hiç tok olduğunu görmedim. Kıvranıyor açlıktan. Kendini bir yere gücün atar. Yerken de hızlı ve fazlaca yediği için yedikten sonra hazmetme sorunu yaşıyor. Küçük çocuklar vardır öğün takip etmez. Tam öğün öncesi kırıntı yer. Az sonra yemek yenecek dense de basar ağlamayı. Mutlaka dediği olur. Benim tanıdığım şeker hastası da tıpkı laftan ve sözden anlamayan küçük çocuk gibi. Küçük çocuğun nazı çekilir de büyüğün nazı çekilmez. Tamam vücudu istiyordur. Vücut gıdasını alacak. Ama yerinde ve zamanında olmalı. Madem vücudu istiyor. O zaman çantasında atıştırmalık kırıntı bulundurmasında fayda var. Ama

Dikkat! Bu Araç, "Ağır Kusurlu" *

Araç muayenesi için bugünlerde yolunuz TÜVTÜRK'e düşmüşse aracınız "ağır kusur" yerse hiç şaşırmayın. “Ağır Kusur” olunca aracınızın muayeneden geçmesi mümkün değil. Nereden mi biliyorum? Gittim, gördüm, hakk’a'l yakîn başıma geldi de ondan biliyorum. Ağır kusura maruz kalmak insanın hoşuna gitmiyor. O kadar beklediğin de işin cabası.  Üç ağır kusur birden yedim. Aracımın birinci kusuru, "Plaka, Yönetmelikte belirtilen özelliklere uygun değil"miş. Sorun, plakanın kenarında düşmesin diye vidalanan iki vidaymış, görevlinin dediğine göre. Vidaları söksen de olmazmış, değişmesi gerekiyormuş, şoförler odası bakıyormuş bu işe. Bu şekilde vidalı iken bu araba 2014, 2016'da geçti, hiç sorun yok. 2018'e gelince sorunumuz “ağır kusur” oldu. Belli ki Yönetmelik değişmiş. Aracımın ikinci ağır kusuru, "Yakıt-/gaz boruları: uygun olarak serilmemiş." Bu da ağır kusura giriyormuş. Bu kusuru yedikten sonra aldığım darbeyle evin yolunu unutuyorsun. Ç