Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ne Oldu Sana Be Kardeş!

Kendin gibi az sayıda inanmış kişiyle yola çıktın. Kimsenin küçümsemesine, ayıplamasına, hor görmesine aldırmadan yoluna devam ettin. Ekibin sana ne görev verdiyse bihakkın yerine getirmek için ibadet aşkıyla bıkıp usanmadan didindin, durdun. Aldığın her görevde farkını gösterdin. Kapı kapı dolaştın. Çalmadık hane bırakmadın. Şurası gazino, pavyon demedin. Her nerede bir insan varsa ayağına gidip fikrini, zikrini, ideolojini ve görüşünü anlattın. Hep dobra oldun, dik durdun. Kısa zamanda gönüllerde taht kurdun. Çalışıp didinmenin sonucunda kimseye nasip olmayacak şekilde muhtarlığın dışında tüm makamları Allah sana bahşetti. Her bir makamda yeni dost ve ekipler edindin. İyice piştin. Birileri önüne set çekip takoz olmaya çalışsa da, basamakları tek tek çıktın. Çünkü millet de  seni baş tacı yaptı. Kaç yıllardır zirveye taşıdı. Hala da açık ara öndesin. Sen de ekibinle birlikte milletin teveccühüne karşılık hizmetler verdin. Ülke bir köşeden diğer köşeye şantiye görüntüsü verdi

Kırgınlık ve İncinmişlik

İnsani ilişkiler içerisinde kişiler arasında zaman zaman kırgınlıklar, incinmişlikler, kızgınlıklar ve küskünlükler olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Üçüncü şahıslar araya girerek kızgın ve küskünleri barıştırır. Bazen de düğün ve cenaze bir sebep olur. Zorunlu konuşmanın ardından gelen birliktelik yeniden eski havayı getirebilir. Ya da hiç karşılaşmazlar,  birbirini yok kabul ederek herkes yoluna gider. İncinmişlik ve kırgınlık  ise böyle değildir. Aralarında küskünlük olmasa da aradaki soğukluk belki de ilânihaye devam edebilir. Çünkü kişilerin kırıldığı ve incindiği kişi uzun süre birlikte iş yaptığı, aynı davaya gönül veren kişilerdir. Kırgın ve incinmiş kişilerin arasındaki sorunun büyük olması gerekmez. Çok küçük bir ayrıntı bile dostlar arasını buz gibi yapar. Bir arada yaşamaya devam etseler de birbirlerine karşı saygıda kusur etmese de ölü beden gibidirler. Uzaklaşsalar da olmaz, bir araya gelseler de. Yakınken uzaklar birbirlerine, uzakken de yakınlar. Zira hep o anı y

Ekonomimiz Freni Patlamış Kamyon Gibi

İyice hissedilmeye başladı ki ekonomimiz iyiye gitmiyor. Dövizin ateşi söndürülemezse felaket kapıda demektir. Her şeye gelen ardı ardına zam duracağa benzemiyor. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Altı sıfır attığımız paramız eriyor. Freni patlamış kamyon gibi ekonomimiz. Birçok icraatlara imzasını atan hükümet, çift haneli enflasyona da dur demişti. Güven gelmişti ekonomimize. İç ve dış etkenlerden pek etkilemiyordu. 2009 küresel kriz bile bizi teğet geçmişti. Orta ve dar gelirli vatandaş rahat bir nefes almıştı. 17-25 Aralıkta bile bu kadar etkilenmemişti piyasa. 2000 öncesi birçok ocağı söndüren, esnafa kepenk kapattıran rutin krizler geride kalmıştı. Fiyatlar durmuyor, uçuyor neredeyse. Birçok ürüne son 1,5 yıl içinde yüzde yüzün üzerinde zam geldi. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Hükümetlerin genel politikası olan "Memur ve işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz" politikası 'ezdireceğiz'e dönüştü. Kriz dönemlerinde memurun maaşı verilemeyeb

İşinin Zırcahili Bir Adam

2014 yılında bir ilimizde okul yöneticiliğinden elendikten sonra okulunda öğretmen olarak görevlendirilen bir eski müdür, hiç de uygun olmayan bir zamanda (eğitim ve öğretimin açık olduğu bir dönemde) iki aylık yıllık iznini kullanır. İzni bitmeden bir başka okula öğretmen olarak verilmesi için il milli eğitim müdürlüğüne dilekçe verir. Dilekçesine bir türlü cevap verilmez, herhangi bir yere de ataması yapılmaz. Atama durumunun akıbetini öğrenmek ve durumunu anlatmak il milli eğitim müdürlüğünde atama işlerine bakan şube müdürü/müdür yardımcısının kapısını çalar. Kendisini tanıtır, ardından bir yere öğretmen olarak verilmesini ister. Yetkili kişi: “Hocam okullarda boş yer yok.” cevabı verir. Sabık müdür: “Hocam falan okulun ... derslerine ücretliler giriyor, nasıl boş yer olmaz” der. Yetkili, “Senin dediğin okul, Anadolu Lisesi mi?  diye sorar. Sabık müdür kendisiyle ilgilenildiğini ve işinin olacağını düşünerek sevinir ve cevap verir: -Evet hocam Anadolu Lisesi. Yetkili:

Ben Ettim, Sen Etme Öğrencim!

Sevgili öğrencim! Dersi dinlemediğin zaman uyardım, geç geldiğin zaman hesap sordum, veli toplantılarında “Ders çalışmıyor” diye seni ailene şikayet ettim. Sana not verirken cevap anahtarına göre okudum. Performansını değerlendirirken derse katılımını ve sınıf içi davranışını göz önünde bulundurdum. Tüm öğretmenlerin verdiği notlarla senin karnen ortaya çıktı. Alışmıştım böylesi duruma. Ne bilirdim işlerin tersine dönüp rüzgarın ters edeceğini. Görüyorum ki sen de bana not vereceksin bundan sonra. Yani benim performansımı bundan sonra sen değerlendireceksin. Bakanlık zaman zaman diyordu böyle bir sistemi getireceğini. Ama şaka yapıyor sandım. Gördüm ki Bakanlık ciddi mi ciddi! Hasılı ocağına düştüm. Ben seni terbiye etmek için uğraşırken Bakanlık beni seninle terbiye edecek. Yılsonunda senin verdiğin notla boyumun ölçüsünü alacağım. Bu işler parayla değil, sırayla imiş meğer. İpim senin elinde anlayacağın. Bileydim sana gramla puan verir miydim? Bol kepçe dağıtırdım. Sana

Elime Düştün Öğretmenim! *

Öğretmenim! Duydum ki bundan sonra sana ben not verecekmişim. Hiç beklemiyordum böylesini. Ama sevinmedim değil. Hayat böyle bir şey olsa gerek. Nihayet ocağıma düştün… Derse geç geldim, sorguladın. Derste konuştum, hemen uyardın. Uyudum; hemen başımda ekşidin. Kitabım yoktu, ödev yapmadım; hesap sordun. Veli toplantılarına katılan velime; çalışmıyor, dersi dinlemiyor, derse katılmıyor dedin. Sınav tarihi belirledin; önceden soru vermedin, beylik sorular sorma yerine ayrıntı sorular sordun. Gramla puan verdin. Performansımı değerlendirirken yazılı notumu, sınıf içi davranışımı dikkate alarak not verdin. Not verirken cebinden verir gibi değerlendirdin. Teşekkür ve takdir almam için puan istedim; burun kıvırdın, yüzüme bakmadın, hiç oralı olmadın. Hâsılı benim performansımı hiç beğenmedin. Şimdi keser döndü, sap döndü, hesap zamanı. Bundan sonra senin beni değerlendirdiğin gibi seni de ben değerlendireceğim. Sakın ola ki vereceğin puan ne kadar diye düşünme! Evet, benim pu

Adamlar Sağlamcı Maşallah!

2005-2006 yılında öğretim yılında Fen Lisesini kazanan çocuğumun kaydını yaptırmak için ilgili okul müdürlüğünü aradım. E-posta adresimi isteyerek istenen evrakı e-mail adresime gönderdi müdür yardımcısı. Bir sayfa kadar vardı istenen evrak. Neler yoktu ki istenenler arasında. 4 mektup zarfı, bir kayıt zarfı, diplomanın aslı, nüfus cüzdanının aslı ve fotokopisi, iadeli taahhütlü -bilmem ne kadar- pul, 6 adet vesikalık fotoğraf, ikametgah adresi ve belgesi, matematik ve fen derslerinin dördün altında olmadığına dair okuldan onaylı belge, fen lisesini kazandığına dair kazandı belgesinin aslı, okula yardım... Aklımda kalanlar bunlar. Telefonda ne kadar yardım alıyorsunuz dediğimde 50 liranızı alırım demişti yardımcı. Kayıt tarihinin ya son günü, ya da bir öncesi gün çocuğumu kayıt yaptırmak için hazırladığım evrakla birlikte okula uğradım. Komisyon tek tek evrakı inceledi, ardından evrakı müdüre gösterdi. Komisyonun onca incelemesine değdi. Çünkü bir evrak eksikti. Çocuğun fen ve mate

Velime

Evlilik ve düğün hazırlıkları tatlı telaş olarak isimlendirilir bizde. İçerisinde mutluluk ve heyecanı, stres ve telaşeyi, meşakkat ve maliyeti barındırır. Evlenenle, ev yapana Allah yardım eder misali bu hayırlı işe kalkıldı mı arkası geliyor. Karşılıklı anlayış çerçevesinde mutlu sonla bitiyor evliliğe atılan ilk adım. Çocuklar mutlu olursa aileler de mutlu olur. Geçim olmazsa taraflar yatsın-kalksın, ağlasın-dursun. Evlilik ve düğün başlı başına bir maliyettir. Borçla da olsa altından kalkılır. İş düğün aşamasına geldi mi sırada davetiye listesi hazırlama vardır. Düğün aşamasında yapılan hesap-kitap liste hazırlamada da yapılır. Çünkü düğün demek, yemek demektir aynı zamanda. Çünkü çocuklar gençliğe adım atar atmaz eş-dost 'Pilavını ne zaman yiyeceğiz' diyerek şaka yollu dokundurur. Gelen davetiyede ilk önce yemek var mı, yok mu diye göz atılır. Bulunduğun şehirde herkese ve tüm tanıdıklara yemek verilemeyeceğinden tutulan salonun kapasitesi, yemeğin maliyeti gözönünde

Sünnet-Hadis Meselesi *

Ne zamandır ateşi düşmeyen bir gündemimiz var: Sünnet-hadis konusu. Yazılı-görsel medyada ve sosyal medyada epey bir yer işgal ediyor. Merak ediyorum, sünnet-hadis tartışması da olmasa bu mütedeyyin insanlar ne yapacaklardı? İşin garibi bu tartışmanın galibi de olmayacak. Çünkü tarafların birbirini dinleme, sonlandırma ve hakikati öğrenme gibi bir niyetlerinin olmadığı da görünüyor. Üstelik bu tartışmanın İslam'a ve Müslümanlara zarar vermesinden öte bir faydası da yoktur. Çünkü nafile ve beyhude bir çabadır bu gündem. Kıyamet saatine kadar da devam eder. İşin garibi konu hadis mi, sünnet mi o da belli değil. Zira çoğu zaman bu iki terim birbirine karıştırılıyor. Sünnet-hadis konusunun en kısa zamanda gündemden düşmesi gerekiyor. Bu tartışma gündemde kaldıkça yaramız iyileşmediği gibi derinleşecektir iyice. Çünkü kimse kimseyi ikna edemiyor, suçlamanın ötesine gidilmiyor. Bir kesim diğerini 'Sünnet ve hadisi kabul etmiyor' diye itham ederken diğer kesim 'Sünnet ve

Düğün Dediğin Ses Getirmeli

İnternethaber'in verdiği bilgiye göre Samsun'un İlkadım ilçesinde yapılan bir düğün merasiminde takılan takıların kız evi tarafından 'Takılar kız evinde kalacak demesi üzerine kız ve oğlan evi arasında çıkan kavgada aralarında gelinin de olduğu 12 kişi yaralanmış. Yapılan meydan savaşı ölüm/lere sebebiyet vermeden güvenlik güçleri tarafından engellenmiş. Kavgayla ilgili taraflardan çok kişi gözaltına alınmış. Düğün devam etti mi, kavgaya sebep olan takının yekûnü ne kadardı, takı savaşını kim kazandı, kavgaya değdi mi, gözaltına alındıktan sonra kavga nezarethanede devam etti mi, yaralılardan kaç tanesi oğlan evinden, kaç tanesi de kız evinden bilmiyorum. Çünkü başka bilgiye ulaşamadım. Ama heyecanlı bir düğünmüş, hoşuma gitmedi değil hani. Düğün dediğin böyle olmalı. Türkiye'de haber olmalı, gündem oluşturmalı. Akılda kalmalı,  taraflar hayatları boyunca unutmamalı, kız tarafı; 'Takılar bizde kalacak' cesaretinde bulunmamalı, bu düğün herkesin kulağına küpe o

İşte Bu da Bir Eğitimci!

Ders işlerken bir yardımcı kaynaktan test çözmeye çalışan bir öğrenciyi birkaç kez yaptığının doğru olmadığını izah ettim. Dersi de dinlediğini söyledi. Nasıl ki bir insanda iki kalp olmazsa yine insan aynı anda hem test çözüp hem de dersi dinleyemez, ben de böyle bir yetenek yok, siz de varsa bilmiyorum, dersi de dinlemiş olsan testi evinde çözmelisin. Ayrıca bu tür davranış doğru değil, bir şeyi yaparken diğerini yıkmayalım. İstersen biraz empati yap. Farz edelim ki ileride öğretmen oldun. Ders işlerken bir bakmışsın ki bir öğrenci test çözüyor. Bu durumda ne yaparsın dedim. Kızarım dedi. Ardından kaldığımız yerden derse devam ettik. Ertesi hafta yine aynı sınıfa derse geldim. Derse başlamadan öğrenci söz istedi. 'Öğretmenim diz geçen dersinizde ders esnasında test çözmenin uygun olmadığını söylediniz. Ama etütteki öğretmenimiz dedi ki "Haftada 1200 soru çözeceksiniz. Yetiştirebilmek için okulda din kültürü, görsel sanatlar, teknoloji ve tasarım derslerinde de test çöz&#

Okullar Yeniden Dilenciliğin Merkezi Olmaya Doğru Gidiyor

Bir zaman okullar 'kömür parası, yakıt parası, yakacak parası' ile anılır olmuştu. Zira okul yöneticileri, öğrencileri üşütmemek için çözümü öğrenciden para istemekte bulmuştu. Çünkü devlet ya yakacak göndermiyor, ya da gönderilen yakıt yeterli değildi. Son yıllarda devlet, okulların hemen hemen her türlü ihtiyacını karşılar oldu. Öğrencilerden pek para toplanmaz olmuştu. Çünkü MEB, ardı arkasına gönderdiği yazılarda her ne ad altında olursa olsun öğrenci ve velilerin para toplanmaması istedi. Son bir iki yıldır ne olduysa okullar yine para toplamaya koyuldu. Üstelik okul yönetimi bir ayrı istiyor, öğretmen ise bir ayrı. İstenen para da yüklü bir para olsa bari. Okul yönetimi kırtasiye ve kazanım değerlendirme sınavı adı altında para isteme yoluna giderken öğretmenler de ders notları vereceğim diyerek öğrencilerden para isteme yoluna gidiyor. Sınavlar başladığında sınav kağıdı adı altında yine bir başka para isteme ortaya çıkacak.  Toplanan paraya sözüm olmaz. İhti

03.02'de Beni Uyandıran Densiz!

Salı akşamı gece 01.00 sularında uyumak için yatağa girdim. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum. Acı acı çalan telefon sesiyle uyandım. Ne zaman sabah oldu, daha uykumu da alamadım diye düşünürken eşimin, "Kim o arayan, telefonuna bakar mısın" demesiyle telefonu elime aldım. Baktım arayan 'özel numara' idi. Telefonu meşgule aldım. Tekrar yattım. Çünkü daha gecenin 03.02'i idi. Çalan alarm değil, kendini bilmez birinin yediği halttan ibaretti. Uyku bölündükten sonra yat yatabilirsen, uyu, uyuyabilirsen. Sağa dön, sola dön derken canım geçmiş,  06.20'ye kurduğum alarm çalmaya başladı. Şimdi kalk kalkabilirsen. Ah şu 03.02'de beni arayan adını, sanını bilmediğim davetsiz misafirimi bir elime geçirsem! Neler yapmazdım ona. Alırdım elime sopayı, 'Neren ağrıyor, şurası mı, burası mı' der. Vücudunun her bir yerine vurdukça vururdum. Sopayı bırakır, boğazını sıkar, 'Öldüreyim mi seni' diyerek ellerimi boğazına doğru götürür, gecenin üçünde derdin n

Vücudun Bağışıklık Sistemi ve Antibiyotik Kullanımımız *

Evren yasalarından biyolojik yasa gereğince Allah, vücudumuzda 'Bağışıklık sistemini de yaratmıştır. Bildiğiniz gibi "Bağışıklık sistemi, bir canlıdaki hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden koruyan karmaşık bir sistemdir." Gördüğünüz gibi bize mükemmel bir vücut veren Allah, vücudu kendi haline bırakmamış, aynı zamanda vücudumuzu hastalıklara karşı koruyacak bir mekanizmayı da var etmiştir. Pekiyi bağışıklık sistemi olmasına rağmen bu kadar hastalık nedir diye bir soru aklımıza gelebilir. Vücut yapımız hastalıklara karşı dayanıklıdır, zayıf düşünceye kadar korumasını devam ettirir bağışıklık sistemimiz. Sağlıktan anlamam, zira hekim değilim. Bu konudaki görüşlerim tamamen kişisel görüşlerimdir. Geçen hafta haberleri izlerken bir haber dikkatimi çekti. Türkiye antibiyotik kullanımında dünyada birinci sıradaymış. Şükürler olsun! Her alanda gerilerdeyiz ama h

Başına Buyruk Minibüs Şoförleri *

Şehirlerde kendi aracıyla yolculuk yapmayanlar bunun yerine toplu ulaşım vasıtalarını kullanır. Kimi belediyeye ait otobüsleri, kimi de bir hatta bağlı olarak yolcu taşıyan dolmuş veya minibüsleri tercih eder. Her ikisi de amme adına iş yapar. Kendi rızkını temin etmek için direksiyon başında dirsek çürütür. Burada konu edineceğim dolmuşçulardır. Baştan söyleyeyim, niyetim tüm dolmuşçular değil. İçlerinde işini düzgün yapanlar vardır. Onları istisna tutuyorum. Ama bir kısmı var ki,  başına buyruktur bu dolmuş taşımacılığı yapanların. Dolmuşların durak yeri olmasına rağmen durak harici de olsa istediği yerde durur, istediği yerde durmaz. İşine geldi mi dolmuşta kendisine sesleneni duyar, işine gelmeyince duymaz. Almak istediği yolcuyu alır, beğenmedi mi durmaz, istediği zaman gözüne bakarak basar geçer. Binmek istemesen de ya korna çalar, ya da gelir yanına durur. Yeri geldiğinde kağnı gibi yavaş gider, bazı yerlerde beklemeye koyulur. Bazen de tabakhaneye gider gibi sürer. Dol

Müslüman ve Müslüman Olmanın Kıstaslarını Yeniden Belirleyelim

Somali'de bomba yüklü kamyonetin patlatılması sonucunda 300'den fazla ölü, bir o kadar da yaralı haberi ajanslara düştü. Saldırıyı üstlenen olmadı ama el-Kaide bağlantılı Şebab örgütünden şüpheleniliyor. Güya Müslüman bir örgüt. Müslümanları öldürüyor. Gücü sadece kendi insanına yetiyor. Sapı bizden olmasaydı şaşardım zaten. Adı ister Şebab, ister el-Kaide, ister DAİŞ, ister Boko Haram, ister PKK olsun hepsi istisnasız Batı'nın ve ABD'nin paralı askerleridir, maşalarıdır. Değişmeyen tek hedefleri Müslüman mahallelerini kana bulamak. Çünkü efendileri bunu emrediyor. Ağızlarından Allah-peygamber düşmeyen, kanları beş para etmeyen, aklını kullanmayan, kişiliksiz kişiliktir bunlar.  Pirincin içindeki bu beyaz taşlar, Müslüman görünümlü münafıklar sürüsüdür. İslam diye, İslam kardeşi diye bir dertleri yok. Yeter ki efendileri emir versin. Kıtır kıtır keser Müslüman'ı. Tek gayeleri efendilerinin gözüne girerek onları memnun etmektir. İçimizdeki bu kişiliksiz

Kariyer mi, mutluluk mu?

Hiç bitmeyen ve çözülemeyen sorunlarımızdan biridir eğitim ve öğretim. Kim çözmeye kalkarsa elinde kalır, iyice kördüğüm yapar. Cadı kazanı gibidir. İçine giren ne kadar emek sarf ederse etsin, terlemekten öte bir şey yapamaz. Dünyada başarılı olmuş en iyi sistemi getirsek de çare olmaz bize. Çünkü hiçbir sistem bizi memnun etmez. Zira bu ülkede eğitim ve öğretimden anlaşılan iyi bir kariyer yapmaktır. İşin garibi kariyer yapan da mutlu değil, yapmayan da. Eğitim ve öğretimin bize çare olmasını istiyorsak önce beklentilerimizi törpülemek zorundayız. Anne-babaların, eğitimcilerin ve toplumun eğitim ve öğretimden beklediği sınava odaklı başarıdır. Bu yüzden var gücümüzle çocuğunuzun/öğrencimizin sınavlarda başarılı olmasını, emsallerine fark atmasını ve Türkiye derecesi yapmasını beklemektir. Bunun için okul derslerinin yanında her türlü ilave ders aldırma yoluna gidiyoruz. Sosyal hayattan çocuğu koparıyoruz, varsa-yoksa ders diyoruz. Her türlü imkanı sunduğumuz çocuğumuz için tabir ye

Tükettikçe Tükeniyoruz

İsraf denince hepimizin aklına gelen ilk örnek ekmek israfıdır. Doğrudur, çöpe atılan ekmeğin haddi hesabı yoktur. Fakat gündelik hayatta ekmeğin dışında öyle israflarımız var ki ekmek israfına rahmet okutur. Elbise, eşya, araba vb. israflarımız had safhaya ulaştı. Çılgınlar gibi harcıyoruz. Bazen ihtiyaçtan, bazen modayı takip etmek suretiyle ömrümüzü almaya adıyoruz. Nedense bir türlü doyuma da ulaşmadık. Çoğu zaman da ihtiyaç olmadan alım yapıyoruz. Evlerimiz elbise dolu. Giyinmeyi bekliyor. Bazen bir giyimlik aldığımız elbiseler var. İndirim varsa koşuyoruz almaya. Alırken de giyeriz diye almıyoruz. Çoğu zaman moda rüzgârına kapılıyoruz. Birkaç giyimden sonra giymemek üzere gardıroptaki yerini alıyor. İhtiyaçtan öte olan bu harcama bir tutku halini aldı. Harcamanın esiri olduk. Yarışıyoruz  adeta. Birbirimizin tüketimine bakarak tetikliyoruz kendi kendimizi. O almış ben de alırım. O arabasını yenilemiş ben de yenilerim. O yeni ve geniş bir eve çıkmış, ben de çıkarım. O y

Belediyeler Yağma Hasan'ın Böreği mi? *

Hafta sonu tatilinde ajanslara bir göz attım. En borçlu belediyelerin isimlerini ve ne kadar borçlu oldukları haberleri verildi. Borçlu belediyelerin başında terör örgütüyle özdeşlemiş belediyeler başı çekiyor. İşin garibi büyük bir kısmı da büyükşehir statüsünde olan ilçe belediyeleri. Devletin belini büken, devleti borç batağına sürükleyen kurumların başında maalesef belediyelerimiz geliyor. Nasıl beceriyorlar bilmiyorum. Görüntü 'Yağma Hasan'ın Böreği'ni andırıyor. Bu kurumlar özel sektöre ait bir firma olsa çoktan iflas bayrağını çekerlerdi. Ne edersin ki kamu kuruluşu bunlar. Bütçe nedir, nasıl yönetilir, nasıl tasarruf edilir hesabı yapılmıyor anlaşılan buralarda. Görünen o ki hesap soran bir merci de yok. Kimseye neyi, nereye, niçin harcadın hesabı sorulmadığına göre harcanmış da harcanmış. Orta yerde bir eser varsa helâli hoş olsun borçlar. Birçok belediye enine-boyuna incelense yüzünün akıyla sınıfı geçen kaç belediye çıkar? Öyle zannediyorum hepsi sınıfta kal

Bereketiyle Geldiler Hep

Sosyal güvencesi olmayan yedi çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak tek odalı bir evde dünyaya geldim. İlkokula geç başlamışım. İlkokulu bitirdikten sonra üç yıl hafızlık eğitimi aldım. Ardından gurbet yolculuğu başladı benim için. İHO’ya kayıt oldum Konya’da. Tek odalı evden, çok odalı ve çok katlı yurtlar meskenim oldu. Harçlığımı kazanmak ve aile bütçesine katkıda bulunmak üzere orta birin yaz tatilinde inşaatlarda çalışmaya başladım. Her yaz bazıları için bir tatil ifade ederken benim için bir ayını hıfzımı sağlama, diğer geri kalanı ise inşaatlarda çalışmak idi. İlk maaşımı Lise 3 ve 4.sınıf yaz döneminde Uluırmak Nuraniye Kuran Kursunda belletmenlik ve yaz dönemi gelen çocukları okutarak aldım. Aylığım 20 lira idi. İki ay çalışarak  40 lira kazanmıştım. Lise son sınıfta iken ileride “girmedim” demeyeyim diye girmiş olmak için üniversite sınavına müracaat ettim. Zira yükseğini okuma gibi bir niyetim yoktu. Bir an evvel imamlık alıp muhtaç durumdaki aileme yardımcı olma

Üniversiteye Giriş Sistemi Sil Baştan*

Cumhurbaşkanının kaldırılmalıdır sözünün ardından TEOG adı verilen sınav sistemi kaldırıldı. Yerine ne konacağı konusunda MEB’de hummalı bir çalışma var. Zaman zaman kısa açıklamalarla kamuoyu bilgilendirilse de liseye geçişte ne uygulanacağı netleşmiş değil. MEB hala yerine bir kriter koy-a-madığına göre sanırım MEB’in kafası karışık. MEB düşünedursun, YÖK atağa geçti bile. 12/10/2017 günü YÖK Başkanı basının karşısına çıkarak 2018 yılında uygulanacak olan yüksek öğretime geçiş sisteminin yenisini açıkladı. Yeni sınav sisteminin adı tam telaffuz edilmese de kamuoyu şimdiden YKS adını verdi bile. Artık mart ayında yapılan YGS ve haziran ayında yapılan YGS sınavları tarih oldu. Sayın başkanın açıkladığına göre yüksek öğretimde okumak isteyen gençlerimiz aynı günde iki ayrı oturuma girerek ter dökecek. Sabah ki oturumda Türkçe ve Matematik yetenekleri, iki saat aranın ardından Türk Dili ve Edebiyatı, Coğrafya/Sosyal Bilimler/Matematik ve Fen Bilimleri dersleri olmak üzere dört bölüm