Sosyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2025 Cuma

Adalet Her Zaman Herkese Lazım

Bir ülkenin;

Eksik çok şeyi olabilir.

Çözüm bekleyen sorunları olabilir.

İnsanları arasında anlaşmazlık çıkabilir.

Suçlar işlenebilir.

İnsanları mağdur olabilir.

Her türlü anlaşmazlıkların çözümünde başvuracağımız son merci adalettir.

Adalet varsa kimse başka yollara tevessül etmez.
Gel arkadaş, aramızdaki anlaşmazlığı ve sorunu adalet çözsün. Zira adaletin kestiği parmak acımaz. Adalete boynumuz kıldan ince demelidir.

Çünkü ince çizgi olan adalet bunun için vardır.

Adalet son kararını verdiği zaman herkes adaletin verdiği karara saygı duymalıdır.

Bunun olması için o ülkenin adaleti tam olmalıdır. Çünkü adalet varsa orada huzur ve güven vardır.

Yalnız köprüden son çıkış olan adalet, topluma, insanına güven vermelidir. Adalet mekanizması tüm bileşenleriyle adalet dağıtmayı temel felsefe kabul etmelidir.

Adalet kimsenin tapulu malı olmamalıdır.

Birilerinin aparatı ve süfli emellerine alet olmamalıdır.

Yansız ve tarafsız olmalıdır. Kimsenin adamı olmamalıdır.

Millet adına karar vermelidir.

Doğru ve yansız karar vermesi için halim ve savcılara açık çek verilmelidir.

Adaleti verdiği karar mahşerin vicdanda makes bulmalıdır.

Herkes hak ettiği cezayı aldı. Mağdurun hakkı verildi denmelidir.

Şayet böyle olmaz da kutuplaşmadan yargı da nasibini alırsa, senin yargın, benim yargım olursa, o adalet mekanizması doğru karar verse bile o adalet mekanizmasının verdiği karar tartışılmaya ve eleştirilmeye devam eder. Böylesi adalet de adalet dağıtmış olmaz. Ancak mağdur üretir.

O yüzden yargıyı rahat bırakmak lazım. İhsası reyden kaçınmak lazım. Baskıdan uzak durmak lazım. Olur olmaz her şeyde yargıya gitmek suretiyle yargıyı ayağa düşürmemek lazım.

Başka gidecek merci olmadığına göre hepimiz yargıyı gözümüz gibi korumalıyız ve el üstünde tutmalıyız.

Böyle bir yargı ancak itibar kazanır. Kendi itibarını kendi elde eden bir mekanizmanın itibarını da kimse düşüremez.

27 Mart 2025 Perşembe

Kişilik ve Kimliğini Başkasında Bulanlar

Kendinden bir cacık olmayacağını iyi bilen insanoğlu kendini değersiz hisseder.

Hayatta en kötü şey insanın kendisini önemsiz ve değersiz hissetmesidir.

İnsanoğlu bu psikoloji içinde iken imdadına kendisini değersiz gösterenleri değerli gören birileri peyda olur.

İnsanlara umut olan bu tipleri bu değersiz tipler sahiplenir. Niye sahiplenmesin ki? Kişinin kendisinde göremediği değeri birileri tespit etmişti.

Değerliyim ve önemliyim demeye başlar. Bir başına bulamadığı kişilik ve kimliğini bu tür kişilerin peşine takılmak suretiyle kişilik ve kimlik edinmeye çalışır.

İsimsiz birine isim vermek gibi bir şey bu.

Peşini bırakmamalıydı bu yerden bitmelerin. Çünkü kurtarıcıydı onlar. Hazır kendisine moral de gelmişti.

Bu durumda bu kişileri kim tutar? Bir bakmışsın kurtarıcılarının ensesinde saf tutuvermişler.

Çok bir şey yapmasına gerek yok. Tek yapacağı kurtarıcısına sıkı sıkıya bağlı olmak, her halükarda onun peşinden gitmek, ona ölümüne destek vermek, onun cambaza bak sözüne kulak vermek.

Kurtarıcının vaatleri de fena değildi. Dürüstlük vadediyor, huzur ve mutluluk dağıtıyor, refah ve rahatlık dağıtıyor.

Dürüstlük sahte olsa da vaat edilen huzur, mutluluk ve refah geçici bahar olsa da son kertede iş fakirliğe dayansa da değerdi buna.

Bu uykudan ve hayal aleminden uyanmamak gerekiyordu. Acaba şüphesi olmamalıydı. Çünkü böyle düşünmek kendini inkar ve verilen nimetlere nankörlük demekti.

Yapılması gereken her şartta destek olmaktır. Ötesinden sorumlu değildi. Onun hedef gösterdiği düşmanı düşman bellemek çok önemliydi.

Milyonlarca sessiz yığınının haletiruhiyesi böyle olsa gerek. Bu yüzden takılırlar birilerinin peşine. Bizi bir gün kurtaracak umuduyla yaşarlar.

Sonu hep hayal kırıklığı olsa da elden bir şey gelmezdi. Çünkü daha iyisi yoktu. Kazara diğerleri gelirse hayat felaket demekti. Korkularla yüzleşmektense korkulara teslim olmada selamet vardı.

Halbuki esas önemli olanın kurtarıcılardan kurtulmak olduğunu bilmek, başkasından bir şey beklememek, ayağını yere sağlam basmak, tırnağı varsa başını kaşımak belki de hayatın en güzel tarafı. Çünkü kurtuluşun reçetesidir budur. Hatayla yüzleşmektir bunun adı. 

Attığımız Taş Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmeli

Mahfi Eğilmez’in dört günün ekonomiye maliyeti ile ilgili çıkardığı fatura:

Borsadaki şirketlerin piyasa değeri kabaca 2 trilyon lira düştü.

Piyasadan yabancı çıkışları oldu.

Yerli yatırımcılardan dövize geçişler hızlandı.

Gösterge faizinin oranı yüzde 37,09’dan yüzde 44,60’a yükseldi, dolayısıyla Hazine’nin borçlanma maliyeti 7,51 puan arttı.

Türkiye’nin risk primi (CDS primi) 250 baz puandan 328 baz puana yükseldi. Bu artış, dış borçlanma maliyetimizi ciddi şekilde artırmış oldu.

TCMB, bu türbülansta kurun fırlayıp gitmesini önlemek için piyasaya sürekli döviz satışı yaptı ve bu nedenle rezervlerinde 25 milyar dolara yakın azalma oldu”. (Fehmi Koru, Karar gazetesi)

Yapılan operasyon ya da yolsuzluk ve terör yargılamasının neresindesiniz bilmiyorum. İster içinde ister dışında ister tarafı ister karşısında olun. Sonuç bu ekonomik tabloyu hep birlikte biz çekeceğiz.

Ekonomiye maliyeti oluyor diye yolsuzluğun üzerine gidilmesin mi?

Elbette gidilsin hem de ucu kime değerse değsin, yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Çünkü yolsuzluğun savunulacak bir tarafı olamaz.

Yalnız belli zamanlarda belli kişilere değil, zihniyeti ne olursa olsun, her türlü yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Bunun hesabı amme adına sorulmalı.

Yolsuzluğun üzerine gidilirken de bu ülkede olup biten her şeyin sonucu göz önüne alınmalı.

Yumuşak karnımız ekonominin kırılganlığı dikkate alınmalı.

Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmeli.
Pirince giderken evdeki bulgurdan olmamalı.

Ekonomiyi derinleştirecek onulmaz yaralara imkan verilmemeli.

Alınması gereken tedbirler zamanında jet hızıyla alınmalı.

Yapılacak yolsuzluk operasyonu adliye koridorlarında yürütülmeli.

Piyasayı ürkütecek söz ve eylemlerden kaçınılmalı.

Etkili ve yetkili kişiler mahkemeyi etkileyecek beyanlardan uzak durmalı. İşi bağımsız yargıya bırakmalı.

Daha yargılama başlamadan, iddianame hazırlanmadan önce bu konuda basının kalem oynatmasına izin verilmemeli. Basın aracılığıyla yargılama yapılmamalı.

Süreç şeffaf yürütülmeli.

Çamur at, izi kalsın felsefesi kamuoyunda oluşmamalı.

Rakibi alt etme, had bildirme imajı verilmemeli.
Hakim ve savcıların görevlerini rahat yapabilmesi için yetkili makamlar rahatlatıcı destek açıklaması yapmalı.

Yüksek şüphe olsa bile kimse yargı son kararını vermeden suçlu ilan edilmemeli. Beraatı zimmet asıl olmalı.

Suçun bireyselliği esas olmalı. Tüm bir kesimi lekeleyecek ve töhmet altında bırakacak toptancı yaklaşımlardan uzak durmalı.

Yargılamayı bahane ederek meydanları yakıp yıkmamalı. Demokratik hak kullanılırken tarafların ailelerine her türlü hakaret yapılmamalı. Aileler aziz bilinmeli. 

Burada zaten süreç böyle yürüyor diyenimiz çıkabilir. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemem. Yalnız süreç normal bir yargılama şeklinde işlemiş olsa yani herkes yargıya tam güvenmiş olsa piyasa bu şekil olumsuz tepki vermez. Çünkü yargının kararı aleyhimize bile olsa şeriatın kestiği parmak acımaz misali, yargılamanın yansız ve tarafsız olduğuna kamuoyu kani olmalı. Görünen o ki kamuoyunun hepsi yargılama konusunda hemfikir değil.

26 Mart 2025 Çarşamba

Süfli Emellerden Ulvi Emellere

"Herkesin kerameti kendinden menkul doğruları var artık ve yazık ki çoğu zaman ahlaki olmak gibi bir mecburiyeti yok bütün bu doğruların.

Ancak kendilerini kandırabilenler başkalarını da kandırmayı başarabilir".

Bu alıntı, Yenişafak yazarı Gökhan Özcan'a ait. 26.03.2015 tarihli yazısından not alıp sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesi gelince bu alıntı tekrar önüme düştü.

Aradan on yıl geçse de Sayın yazarın bu tespiti hala geçerliliğini koruduğu için yazı konusu edinmek istedim.

Evet, kutuplaşan ve alabildiğine tarafgirliğin arttığı günümüzde her kesimin kendinden menkul doğruları var. Önceliğimiz ahlak olsa da bu doğruların maalesef ahlaki olma gibi bir görüntüsü bile yok.

Çünkü ortalık toz duman. Rakip ya da rakiplere nasıl belden aşağı vurup komaya yatırabiliriz mücadelesi veriliyor.

Ben haklıyım, ben doğru yoldayım mücadelesinde ne etik var ne de ahlak.

Empatiyi zaten ara ki bulasın.

İnsanların ve kesimlerin itibarını koruma gibi bir derdimiz ve hassasiyetimiz zaten yok.

Tüm mücadelemiz, birilerinin mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kurabiliriz, nasıl birbirimizin cesedinin üzerine basarak galebe çalarız mücadelesi.

Bu rakipleri alt etme ve bu konuda bir algı oluşturma mücadelesinden asla bir fazilet ve erdem ortaya çıkmaz. Doğru ve hakikate ulaşma zaten çıkmaz.

Çünkü ortalık, ortaya saçılanlara kanan büyük kitlelerle dolu.

Belli ki birileri kendi doğrusuna kendini inandırmış. İnanmakla kalmamış, geniş kitleleri de ikna etmiş durumda.

Minarenin eğriliğine inandırılmaya teşne milyonlara, bu aşamadan sonra apaçık deliller ortaya koysan, yok bunun aslı, aslı şudur desen, zerre faydası olmaz bu aşamadan sonra.

Süfli emelleri için milyonlara zerk edilen bu zehirden sonra birilerinin kendileriyle ne kadar gurur duysalar azdır. Çünkü başarılı olmuşlardır.

Yalnız belden aşağı vurmak suretiyle elde edilen bu başarı birilerinin ikbaline büyük katkısı olsa da bu memlekete onulmaz yaralar açmaktan başka zerre katkısı yoktur.

Unutmayalım ki bu memleketin topyekûn kalkınması ancak bir fazilet ve erdem yarışması ile mümkündür. Değilse yerlerde sürünmeye devam ederiz.

Ne olur bu memlekete kötülük yapmayalım. Biz bu memleketi torunlarımıza bırakmak için dedelerimizden emanet aldık. Lütfen emanete ihanet etmeyelim. Çocuklarımıza bizimle gurur duyabileceği yaşanabilir bir memleket bırakalım.

Birbirimizi yaralayan, töhmet altında bırakan ucuz söz ve eylemlerden kaçınalım.

Süfli emeklerimiz için harcadığımız eforu ulvi emeller için harcayalım.

Şeytanların zincire vurulduğu bu ramazan ikliminde, başımıza tebelleş olmuş şeytanlarımızdan kurtulalım. Şeytanların ekmeğine yağ sürmeyelim. Kendimize Müslüman olmayı bırakalım. 

Seyirlik Bayram Şekerleri

Az önce bayram alışverişi için gittiğim markette bayram şekerlerine göz attım. En ucuzu beş yüz, en pahalısı bin liralık şekerler dikkatimi çekti. Ortalama şeker fiyatları 750-950 arasında yoğunlaşmış.

En dikkatimi çeken de geçen kurban bayramında 460 liraya aldığım şekerin fiyatını 760 TL olarak gördüm. Bu fiyat değişkenliği bile enflasyonun hız kesmeden devam ettiğini gösteriyor.

Görünen o ki şeker alma ve bayramlarda şeker ikram etmek lüks hale gelmiş.

Ağzı tatlandıran bu şekerler bu yüksek fiyatlarıyla ağzımızın tadını kaçırmaya yeter de artar bile.

Bayram ziyaretlerinde ikram edilecek şeker tadımlıktan öteye geçmeyecek. Hatta tadımlıktan ziyade olsa olsa bakımlık hale gelmiş.

Gelen misafire şeker ikram ederken haydi bir daha al dönemi de geride kaldı.

Böyle giderse, düğünlerde çeyrek altın hediye dönemi lüks hale geldiği gibi şeker de lüks hale geldi. Enflasyon dizginlenmez ve düşürülmezse bayramlarda şeker ikramı da eski zamanlara ait bir gelenek olarak kalacak.

Şeker satıcıları, pandemiden beri satışa sunduğu şekerlere el dokundurmamak ve tattırmamak suretiyle tedbiri çoktan almış durumda. Halbuki bir zamanlar "Şu şeker nasılmış" dediğinde, "tadına bakıver" derlerdi. Geldiğimiz nokta itibariyle şekere dokunamadığın gibi baktığın şekeri almak zorunda kalıyorsun.

Şeker reyonunda görev yapanlara sıkı sıkıya tembih edilmiş olmalı ki reyona yaklaşır yaklaşmaz görevli teyakkuza geçiyor. Şekeri eline alır almaz yüzüne bakıyor. Zaten her bir market, reyonun görünen yerine "Şeker ve lokumun tadına bakmak yasaktır" yazısını yazıp asmış bile.

Bu ülkenin etkili, yetkili ve de sorumlu olmaları gereken yetkililerinin, suni gündemleri bir tarafa bırakıp bu enflasyon canavarına dur demek için canla başla mücadele etmeleri gerekir. Enflasyonu azdıracak, piyasayı gerilime sevk edecek söz ve eylemlerden alabildiğine uzak durmak zorundalar. Çünkü cep yakan bu fiyatlarla mücadele etmek farzı ayn hale gelmiştir. Her şeyden elzemdir.

Enflasyonla mücadele için ekonomiye yön verenler alınması gereken her türlü tedbiri almalı. Alınan onca tedbirin bir çırpıda berhava edilmesine imkan vermemeli.

Piyasayı felç edecek her türlü söz ve eylemden kaçınmak her vatandaşın birincil görevi olmalı.
İktidarı, muhalefeti piyasayı kaosa sürükleyecek beyanlardan kaçınmalı.

Herkes enflasyonla mücadele için elbirliği etmeli, taşın altına elini koymalı.

Enflasyonla mücadeleyi memleket meselesi görmeli. Mesele memleketse gerisi teferruat denmeli.

Hülasa, bu ülke enflasyonu bizi dünyaya rezil etmeye devam ediyor. Bu rezillikten en hızlı şekilde kurtulmamız gerekir.

Herkese iyi bayramlar...

25 Mart 2025 Salı

Algılara Teslim Olmayalım

Gündem sürekli değişiyor. Bir gündemi daha değerlendirmeden bir bakmışsın, yeni bir gündem ajanslara düşüyor.

Gündeme dair herkes bir şeyler yazıp çiziyor, değerlendirmede bulunuyor. Ama tüm değerlendirmeler yanlı olduğu için işin aslı astarı tam öğrenilmiyor.

Aslında işin aslını öğrenilmesi de pek istenmiyor sanki. Çünkü doğruların ortaya çıkması istenmiyor. Hoş, doğru istense de kimse doğru istemiyor. İstiyoruz ki benim savunduğum doğru, doğru çıksın.

Hele basına düşen her şeyin aynı zamanda sosyal medyada da yer alması, önüne gelenin bu alemde doğru yanlış demeden paylaşım yapması, doğrunun ortaya çıkmasını engelliyor. Çünkü basmakalıp paylaşımların amacı, gerçeğin ortaya çıkmasından ziyade algı oluşturmaktır.

Haliyle bir algı ortamında yaşıyoruz. Sapla saman harmanlanarak önümüze servis ediliyor.
Suçlama ve savunma amacı güden, bir algı oluşturmaya yönelik yazı, çizi, paylaşım ve değerlendirmelerde doğruyu ara ki bulasın.

Algılarda amaç gerçeği örtbas etmek, rakibi yaralamak, bunu temcit pilavı gibi ilanihaye kullanma ve rakibi devamlı savunmada bırakma amacı güdüldüğü için gerçeğin ortaya çıkması asla istenmez.

Böylesi durumlarda her türlü paylaşıma;

Temkinli yaklaşmada fayda var.

Olaylara tarafgir gözüyle bakmamak gerekir.

Acele görüş ve değerlendirme yapmamak lazım.

Parçadan hareketle tümevarım yöntemi kullanmak suretiyle, bu şunu yapmıştır. Bunların hepsi böyledir gibi bir toptancı yaklaşımının vebal ve kul hakkı olduğunu, suçun bireysel olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Masumiyet karinesini çiğnememek, kişilerin itibarını zedelememek esas olmalıdır.

Oluşturulmak istenen algıya teslim olmamak genel prensibimiz olmalıdır.

Zaman her şeyin ilacı deyip zamana bırakmak gerek.

İlla bir değerlendirmede bulunulacaksa, saldıran ve savunan kesimin görüşlerini, iddia ve delillerini analiz edip ikisinin ortasında durmak sanki gerçeğe en uygun yer olsa gerek. Çünkü iki tarafın kesiştiği nokta bu işin tam ortasıdır.

Oluşturulmak istenen algıya hemen sarılmak ve taraftar olmak, algı oluşturmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer. Çünkü istedikleri budur.

23 Mart 2025 Pazar

Sosyal Medya Gediklileri

Sosyal medya hayatımıza girdi gireli bu sanal alemde boy gösteren hatırı sayılır insanımız var.

Kimi bu alemi yerinde ve zamanında kullanmakta iken kimi bir girdi bir daha çıkamadı. Bu alemin gediklisi haline geldi. Sabah-akşam, gece-gündüz bu alemin içindeler. WhatsApp'talar, X'teler, Facebook'talar...

Bunlardan kimi kendi özgün paylaşımlarını yapmakta. Yorum yazıp görüş bildiriyorlar.

Kimi de başkasına ait yazılıp çizilenleri paylaşıyor.

Burada sosyal medyada yazılıp çizilenlerden bahsedecek değilim. Yalnız bu alemin sürekli müdavimlerine dair bir şeyler söylemek istiyorum. Sürekli bu alemin içindekilerinin iç hallerini bilmiyorum. Verdikleri görüntü itibariyle ele alacağım:

Sanırım yalnızlara oynuyorlar. Eşlerine, dostlarına ayıracak vakitlerini bu aleme vermişler.

Zannedersem, hiçbir işleri ve meşaleleri yok. İşleri varsa da işleri koltukta oturmaktan ibaret. Mesaiyi sosyal medyaya girerek dolduruyorlar.

Zannımca bu alem içki, kumar ve uyuşturucu gibi kendileri için bir bağımlılık yapmış. Bırakmak isteseler de bırakamıyorlar.

Sanırım bir doyumsuzluk yaşıyorlar. İçlerindeki açlığı bu alemden gideriyorlar.

Belli ki uyku tutmuyor gözlerini. Uyku ve istirahate ayıracakları vakti bu aleme ayırıyorlar.

Paylaşımlarına bakıyorum. Hepsi olmasa da önemli bir kısmı objektif gibi değerlendirme yaptıkları imajını verse de basbayağı trollük yapıyorlar. Zihniyetleri ne ise onu ortaya koyuyorlar. Oluşturulmak istenen algıya teslim oluyorlar. Algıyı gerçek gösterip savunmaya ve saldırıya geçiyorlar. Buna dervişin fikri ne ise zikri de o denir.

Böyleleri başka görüşe de açık değiller. Çünkü içinde buldukları algı onları teslim almış durumda.

İnanın, acıyorum bu kimselere. Bence kabul etmeseler de bir hastalık halini yaşıyorlar. Tedavisi var mı bilmiyorum. Belki bu alemden uzaklaşmak onlara ilaç gibi gelir. Belki bir meşgale bulmaları kendileri için çok iyi olur. Değilse bu alemin gediklisi olmaya devam edecekler. Bunun belki bir yolu daha olabilir. O da bu aleme girip çıkanlardan az veya çok bir ücret alınması. Belki işin içine ücret girince bu alemde girmekten vazgeçerler.

Bunları sosyal medyadan vazgeçirmek için bir yol daha denenebilir: Hani adamın biri bir caddede bir eve oturmuş. Mahallenin çocukları durmadan bunun evinin önünde oyun oynayıp gürültü yapıyorlar. Bir böyle beş böyle. Adam çocukların yanına varıyor. “Çocuklar, gürültüyü çok severim. Bu gürültüyü her gün yapın, size şu kadar para vereyim” diyor. Çocuklar, “Tamam amca” deyip günlük gürültü yapıyorlar. Adam her akşam çocuklara vadettiği parayı veriyor. Çocuklar bu durumdan çok memnun. Çünkü hem gürültü yapıyorlar hem de para kazanıyorlar.

Belli bir süre geçtikten sonra bey amca, “Çocuklar, maddi sıkıntıya girdim. Gürültünüze karşılık bundan sonra şu kadar verebileceğim. Bilmem kabul edebilecek misiniz” der. Çocuklar, olur amca deyip yine gürültüye devam ederler.
Gürültü yapmalarına karşılık çocuklara para ödeyen ev sahibi, belli periyotlarla çocuklara verdiği parayı düşürüyor. Çocuklar, hepsine de eyvallah demişler. 

Bir gün bey amca, üzüntülü bir şekilde çocukların yanına gelir. “Çocuklar, iyice maddi sıkıntı içine girdim. Bundan sonra size para veremeyeceğim. Parasız gürültü yapar mısınız” deyince, çocuklar, “Kusura bakma amca. Para yoksa gürültü de yok” deyip adamın evinin önünü terk ediyorlar.

Bu hikayede olduğu gibi bu sosyal medya müdavimlerine bu aleme girmeleri karşılığında para verilse, bir müddet sonra bu para kesilse, belki de parasız iş yapmayız deyip bu alemi terk edebilirler.

Allah bu sosyal medya Gediklileri in yardımcısı olsun.

Bir Ülkenin Çivisi Çıkmışsa Eğer

O ülkede ülke ve vatandaş menfaati değil, kayıkçı kavgası yapan güçlerin ikbal kavgası olur.

Siyasi, ekonomik, sosyal vs. krizleri eksik olmaz.

Bol sıfırlı bastırılmış enflasyonu olur.

Hayat pahalılığı alır başını gider.

Her şeye zam hayatın bir parçası olur.

Vergiler adaletsiz ve yüksek olur.

Faizler yüksek olur.

Borsası yüz güldürmez.

Ekonomisi, dar ve orta gelirlinin belini bükmeye devam eder.

Siyasi çalkantı bitmez.

Bizans ve ayak oyunları, algı, iftira, çamur hiç eksik olmaz.

Kazanmak için her yol mubah olur.

Gerilim had safhada olur. Gerilimden beslenilir.
Tarafların trolleri çok olur. Ölümüne desteklerler.

Oturmuş bir devlet teamülleri yoktur.

Kurtarıcı olarak karizma liderlere bel bağlanır.

Kurtarıcıları vazgeçilmezdir.

Beşikten mezara kadar siyaset yapılır. Bulunmaz Hint kumaşı kabul edildiklerinden cenazeleri koltuktan kaldırılır.

Kırıp dökseler de yerleri doldurulamaz.

Kimse onlara hesap sormaz. Onlar hesap sorar.

Asla bedel ödemezler. Bedeli halka ödetirler.

Güçler birbirine had bildirir.

Milliyetçilik duyguları yüksektir.

Âna dair söylenecek sözleri olmasa da geçmişle övünmeyi çok severler.

Kurtarıcılarının gizli ajandasında halka fakirlik vaadi vardır. Tek başardıkları da budur.

Yani yok yok bu gibi ülkelerde.

Ne edersin ki alan razı, satan razı.

Alan ve satan razı olduktan sonra o memleketin çivisi çıkmış, ne fark eder. Yeter ki mutlu azınlık, beyaz yakalıları mutlu olsun. Zaten onların mutluluğu için yaşamıyor mu bu tip ülkelerin insanı.

Bu Ülke İnsanının Dramatik Hikayesi

"Eskiden İstanbul’da Eminönü - Karaköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar, müşteri beklerken kendi aralarında kavgaya tutuşurmuş.

Durup dururken çıkan kavgada sesler yükselir, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş.

Kavga çıkınca, etraflarında toplanan halktan bazılarının kafasına kürekler iner, ama kürekler ne hikmet ise kavga eden kürekçilerin hiçbirinin başına değmezmiş.

Bu kavga daha sonra denizden karaya taşınmış ve yankesiciler, cami önünde kayıkçı kavgası benzeri düzmece kavgalar ile halkı çevrelerine toplayıp soymayı adet edinmiş". (Oğuz Örnek, Habertürk)

Kayıkçı kavgasının hikayesi bu. Bu hikaye aslında bu ülke insanının hikayesi.

Bir nevi "Filler tepişir, çimenler ezilir" misali. Öyle ya fillere ne olsun. Altta kalanların canı çıksın.

Kavgada dayağı aracılar yer misali bizim insanımız vatandaş Rıza'dır. Onlar ortamı gererek taraftar bulmaya ve güç olmaya çalışır. Vatandaş Rıza da buna teşne olduğu için hemen saf tutar. Ölümüne tarafını savunur. Sonuç, kaybeden yine vatandaş Rıza olur.

İster siyasi ister dini ister ekonomi olsun, belli bir gücü temsil eden tarafların, aralarında yaptıkları rekabet, kavga, atışma ve sataşma bir nevi kayıkçı kavgasıdır. Bunlar kavgayı başlatır. Ama kendilerinin burnu bile kanamaz. Fatura, tıpkı kayıkçı kavgasında olduğu gibi kayıkçılara çıkmaz, halka çıkar. Devalüasyon, enflasyon, hayat pahalılığı olarak ceremesini hep halk çeker.

Geçmişten günümüze bu ülkede belli güç mahfilleri tarafından yapılan veya başlatılan tüm kavgaların kaybedeni hep halk olmuştur.

Belli köşe başlarını tutanları umut olarak gördüğü müddetçe halk yine kaybetmeye devam edecektir.

Bunun yani kayıkçı kavgasına teşnelik bizde olduğu müddetçe vatandaşın kaybetmemesi için hiçbir sebep yok.

Bunun için birilerinin illa yolcu taşıyan kayıkçı olması gerekmiyor. Baksanıza, bakmışlar ki bu işte ekmek var. Denizdeki kavgayı karaya yani cami önlerine taşıyarak toplanan halkı bir güzel soymuşlar.

Yine soyulmaya devam ediyoruz. Üstelik ne tekne var orta yerde ne de cami önündeyiz.

Birileri aralarındaki kavgayı adalete taşıyor. Eldeki deliller ve iddialara göre savcılar harekete geçiyor. Gözaltı yapılıyor. Bir bakmışsın borsa çökmüş, döviz fırlamış. Dövizin ateşini söndürmek için Merkez Bankası bir yıldır yüksek faiz yoluyla biriktirdiği MB rezervinden 26 milyar doları üç gün içinde satıvermiş. On yıllık devlet tahvil faizleri tüm zamanların rekorunu kırmış. Üstelik MB bu süreçte faizleri de yükseltmek suretiyle bu tablo ortaya çıktı.

Satılan 26 milyar doları vatandaş Rıza mı aldı? Keşke öyle olsa. Ticari sır olduğu için bu dövizi satın alanlar da öğrenilemeyecek. Öyle zannediyorum, kayıkçı kavgasının tarafları satın aldı. Çünkü operasyon olacağını ancak onlar bilir. Vatandaş nereden bilsin. Hoş, bilse ne olur. O kadar döviz için para nerede ayrıca.

Bu ağır tablo daha halka yansımadı. Ama girdilere yansıdıkça bize yani vatandaş Rıza’ya zam olarak yansıyacak. Enflasyon hedefi tutmayacak, enflasyon azacak. Yeni rezerv için vergi artırımı ve yeni vergiler demektir.

Esas yakıcı ve yıkıcı tabloyu şayet bir tutuklama olursa o zaman göreceğiz. 

Halkın yararını ve ülke menfaatini düşünmeyenlerin, aralarında yaptığı kayıkçı kavgasının ceremesini hep vatandaş Rıza çekecek. Tuzu kuru beyaz yakalılara bir şey olmayacak. Çünkü onlar krizlerden beslenir. Beyaz Türkler şu ya da bu şekilde bize hayatı zindan etmeye, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmeye devam edecek. Kısaca “Alavere, dalavere, Kürt Memet nöbete” meselesi bu. Yani soyulduk bir kere daha.

Durum bu iken vatandaş Rıza olarak hala bu kayıkçı kavgasına teşne olmaya devam edecek miyiz? Unutmayalım ki bizdeki bu teşnelik onlara ekmek yediriyor bu ülkede. Yüz verilmezse ya çeker giderler ya da adam olurlar.

22 Mart 2025 Cumartesi

FETÖ Ne Zaman Öğretmenimiz Oldu?

İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik başlatılan yolsuzluk ve terör davası, Adalet Bakanlığına bir ara hakim olan hakim ve savcıların yürüttüğü 17-25 Aralık ve Ergenekon soruşturmalarını aklıma getirdi:

Zanlıların sabaha yakın evlerinden alınması,

Zanlılar daha ne ile suçlandığını bilmeden basının bir kesiminde iddiaların yayımlanması,

Tapelerin ortaya saçılması,

Zanlıların ifadelerinin basında yazılıp çizilmesi,

Gizli sanıktan bahsedilmesi gibi durumlar 17-25 Aralık ve Ergenekon sürecinde başta Zaman ve Taraf gazetelerinde çarşaf çarşaf yayımlandı. Bu gazeteler zanlıların hedef gösterdi. Arkasından yeni tutuklamalar geldi. Daha iddianame hazırlanmadan ve mahkeme safhası başlamadan kişiler suçlu ilan edildi.

Hem Ergenekon hem 17-25 Aralık sürecinde adaletimiz iyi bir sınav vermedi. Çünkü davanın gizliliğine riayet edilmedi. Kişiler itibar suikastına maruz bırakıldı. Halbuki iddianame hazırlandıktan sonra basının bir şey söylemeye hakkı vardı. Öncesinde gizliliğe riayet şart idi.

Son İstanbul operasyonunda da aynı durum söz konusu.

Diyelim ki 17-25 ve Ergenekon sürecinde Adalet Bakanlığına FETÖ'cü yargı hakimdi. Onlar bunu yaptılar.

Bildiğim kadarıyla FETÖ'cü yargı kalmadı. Çünkü o hakim ve savcılar görevden el çektirildi.

Şimdi sıfır km hakim ve savcılarımız var. Yani FETÖ'yle bağı olmayan bir adalet sistemimiz var.

Aynı ifade tutanakları da şimdi yayımlanmaya devam ettiğine göre yani gizliliğe riayet edilmediğine göre görünen o ki biz yargılamadaki usul, yol ve yordamı FETÖ'cü yargıdan öğrenmişiz. Onlardan öğrendiğimizi bugün biz uygulamaya koyuyoruz.

Burada ne alakası var demeyelim. İçeriden bilgi sızmazsa hiçbir ifade basında yer almaz. Belli ki içeriden bilgi sızdırılıyor.

Yakışıyor mu bu bize? Ne ara biz FETÖ'cü yargıyı kendimize örnek alır olduk? Ne ara nefret ettiğimiz bu FETÖ'cü hakim ve savcıları öğretmenimiz kabul ettik?

Unutmayalım ki o kadar vaveylanın ardından Ergenekon diye bir örgüt yok kararı verdi mahkeme. Kumpasa getirilmişiz dendi.

17-25 Aralık yolsuzluk davasından bildiğim kadarıyla ceza alan olmadı. Suçlanan dört bakan Yüce Divan’a gönderilmedi.

Hem Ergenekon hem de 17-25 davası kapandı gitti. Ceza alanlar, yeniden yargılanarak temize çıktı.

Bence bu iki dava bize, yargımıza örnek olmalıydı. Çünkü o zamanki yargı bu konuda iyi sınav vermedi.

Yolsuzluk varsa gizliliğe riayet edilerek yürütülmeli. Aksi karar verilmediği müddetçe Zanlılar suçlu ilan edilip itibar suikastına maruz bırakılmamalı.

Adaleti verdiği karar ucu nereye, kime dayanırsa dayansın hepimizi tatmin etmeli, karara herkes saygı duymalı, kestiği parmak kimseyi acıtmamalı. Bu davanın siyasi bir dava olduğu algısına kamuoyu kapılmamalı. Herkes yargıya güvenmeli. Başka da bir yolumuz yok.

Vatandaş olarak da kutuplaşmaya ne kadar teşneyiz. Bir taraf yolsuzluk var derken diğer kesim bu bir siyasi dava diyor. Adaletin görevi, kamuoyunda oluşan bu algıyı yok etmek olmalı. “Bizim siyasi yargılamamız yoktur” demeli. Bağımsızlığına halel getirmemeli.

Ne olur tuzu kokutmayalım. Çünkü tuz kokarsa yandık demektir.

Yine de tüm eksikliğimize rağmen Yüce Türk adaletine güvenmek istiyorum.

Bir Garip Ülke

Bir İstanbul operasyonu TL'yi bir günde pul etti, altın uçtu, borsa çöktü.

Merkez Bankası yüksek olan politika faizini tekrar yükseltmek zorunda kaldı.

TL'nin daha da pul olmaması için Merkez Bankası bir günde yüklü miktarda döviz satmak zorunda kaldı.

Herkes de dövizin bu fırlamasının bugünkü yerinde durmayacağı endişesini taşıyor.

Görünen o ki iki yıldır sabit tutulan döviz yerinde durmayacak. Daha da fakirleşeceğiz. MB'nin yıl sonu enflasyon oranı da tutmayacak.

Bu demektir ki yıllardır cebelleştiğimiz enflasyon yine başımızı ağrıtmaya devam edecek.

Bu durumda şunu sormak lazım.

Bir ülkede yolsuzluk ve terör soruşturması açıldı diye borsa niye çöker, altın niye fırlar, TL niye pul olur?

Halbuki adalet bir şeye el koymuşsa, akan sular durmalıydı. Çünkü son sözü adalet söyleyecekti.

Adalet el koymuşsa ülke yolsuzluktan temizlenecek diye piyasa rahatlaması gerekirdi. Hatta borsayı coşturarak olumlu tepki vermeliydi. Döviz ve altında kıpırdanma olmamalıydı. MB ne döviz satacaktı ne de faizi yükseltecekti.

Bir soruşturma ile halk birçok şehirde meydana inmişse, borsa komaya girmişse, dövizin ateşi sönmemişse bu demektir ki piyasa adalete güvenmiyor. Adaletin siyasi karar vereceğini düşünüyor. Kısaca adaletin adalet dağıtmayacağına inanıyor.

Burada düşünmemek elde değil. Bir yolsuzluk ve terör operasyonunda ülkenin ekonomisi ve mali durumu böyle felç olur muydu? Ekonomik sistemimiz bu kadar bozuk mu?

Böyle bir ekonomimiz varken, adalete önemli bir kesimin inanmadığı bu ortamda ne diye operasyona kalkıyoruz?

En ufak bir operasyonda enflasyonla mücadele felç olacaksa, Merkez Bankası rezervlerini eksiden kurtarmak ve güçlendirmek için biz bir yıldır niye yüksek faiz uyguladık? Yüksek faizle elde edilen rezerv bir günde böyle heba mı olmalıydı? O zaman ne anladık biz bu işten?

Şimdi bu faturanın ceremesini her zaman olduğu gibi yine halk çekecek. Utanılası enflasyon ve faiz oranı ile yine yaşamaya devam edecek. Az sayıdaki faizden ekmek yiyenler paralarını faize yatırarak paradan para kazanmaya devam edecek. Halk daha da fakirleşecek.

Filler tepinecek, ceremesini çimenler ezilmek suretiyle çekecek.

Ne yapıp ne edip siyasi iradelerin rakiplerine had bildirme aracı olarak kullanmasından yargıyı kurtarmak lazım. Tuzu kokutmamak gerek. Senin, benim adaleti olmaz. Adalet herkesin olur. Herkes adalete güvenmeli. Son sözü ona bırakmalı.

Maalesef kaç gündür devam eden ifade alma ortamındaki sokağa inmeler adalete güvenin olmadığının bir göstergesi.

Yazık bu ülkeye.

Kimsenin bu ülkeye bunu yaşatmaya hakkı yoktur.

Ne zamanki adalet, önündeki mevzuata göre hükmünü verir. Herkes sonuca razı olur. Bu ülke düze çıkar. Yoksa garip ülke olmaya devam ederiz.

İnsan Olmak Neyimize Yetmez

Ömrüm boyunca, kork Allah'tan korkmayandan sözünü düstur edindim. Nerede Allah'tan korkmayan varsa sözlerine ve yaptıklarına mesafeli oldum.

Hiç işim olmadı onlarla.

Yaptıklarına hep burun kıvırdım.

İyi bir şey yapsalar bile var bu işte bir hinlik dedim.

Öyle ya Allah korkusu olmayanda ne hayır olurdu.

Her türlü kötülük beklenirdi.

İyi olmak için bir defa Allah korkusu olmalıydı.

Allah korkusu varsa bir insanda. Ondan zarar gelmezdi.

Karıncayı incitmezdi çünkü.

İşlerini düzgün yaparlardı zira.

Allah korkusu olanlar her bir yerde görev yapmalıydı.

Böyle yetiştim ya da yetiştirildim.

Bir elli yılımı aldı bu yetişmem.

Hamurumu iyi yoğurmuşlar belli ki.

Elli sonrası acaba demeye başladım.

Bu acaba beni sorgulamaya itti.

Sorguladıkça arkası çorap söküğü gibi geldi.

Geldiğim nokta itibariyle, gördüm, yaşadım:

Allah korkusu olanlardan da korkulması gerektiğini geç de olsa anladım.

Çünkü derviş hırkası giymiş kişiler de çok korkunç olabiliyormuş.

Hepsi olmasa da en azından azımsanmayacak önemli bir kısmı çok tehlikeli imiş.

Geçmiş güven vermeleri yokluktanmış.

Dürüstlükleri de güç ellerinde olmadığındanmış.

Tanıyamıyorum onları. Çünkü hiç omurgaları ve prensipleri yokmuş.

Onları esas güç ellerinde olunca tanımak gerekiyormuş.

Allah'tan korkanın zararının, korkmayanından verdiği zarardan daha büyük olduğunu görmüş oldum.

Geldiğim nokta itibariyle Allah'tan korkmayandan da korkuyorum, korkanından da.

İnsan olmak için bu kriterin yeterli olmadığını anladım.

Allah korkusundan önce insan olmak gerekiyormuş.

Güç Zehirlenmesi

Yasama, yürütme ve yargı

Toplanmış ise bir elde.

O ülkede demokrasi olmaz. 

Tek kişinin iktidarı olur. 


Tüm yetkiler toplanmışsa bir elde, 

Yaşanır orada güç zehirlenmesi. 

Karşısına çıkan bir güç olursa, 

Tüm zehrini zerk eder.


Nasılsa yasama da onun, yargı da

Devreye sokar hepsini bir bir

Emellerine alet eder, 

Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarını.


Nasılsa dur diyen yok.

Ne yapıyorsun diyen yok. 

Bu durumda durur mu hiç? 

Elinde tüm yetkileri bulunduran. 

21 Mart 2025 Cuma

Yenilgiyi Tatmak

Hep kazanmaya alışmışsa bir insan, 

Bir zaman sonra yenilgiyi tadarsa, 

Bu yenilgi bilinçaltına iyice yerleşir. 

Bir türlü üzerinden atamaz. 


Tüm makam ve mevkiler onun olsa da

Yenilgi hep aklının bir köşesinde olur. 

Fırsat kollar rakibini alt etmek için

Ama öyle ama böyle hıncını alır mutlaka. 


Bu uğurda her yolu mubah görür, 

Cümle alem görsün, yenmek neymiş, 

Yenilgiyi tattıranlara hayatı zindan eder, 

Böyledir hep kazananın adaleti. 

Benimsin İstanbul

Taşın toprağın altın senin, 

Benimsin İstanbul.

Yar etmem başkasına,

Benimsin İstanbul. 


Kem gözlerden sakınırım seni,

Benimsin İstanbul. 

Biri göz dikerse sana, 

Oyarım o gözü İstanbul. 


Benden uzaklaşırsan İstanbul, 

Başkasına yar etmem seni. 

Ya benimsin ya da kara toprağın, 

Aklın varsa gitme başkasına. 


Benim olmazsan şayet, 

İnadım inattır. 

Kimseye yar etmem seni, 

Ne huzur bırakırım ne de mutluluk. 


Taşını da toprağını da

Ancak ben kullanırım. 

Başkası kullanmaya kalkarsa

Hayatı zindan ederim onlara. 


İnadım inat deme. 

Benden uzaklaşma. 

Bil ki kimseye yar etmem. 

Çünkü tüm gücümü kullanırım. 


Beni kazanırken değil, 

Kaybedince göreceksin. 

Acımam kimseye. 

Bunu da yazın bir kenara. 


Sen bize Bizans'ın emanetisin. 

Bizim payitahtımızsın. 

Gözüm gibi korumak isterim. 

Şayet benim olursan. 


Değilse tüm Bizans oyunlarını, 

Bir bir devreye sokarım. 

Bu uğurda şakam olmadığını, 

Umarım görmüşsündür. 

20 Mart 2025 Perşembe

Devletin Sistemine Güven Problemimiz

Turhan Çömez bir TV konuşmasında şunları söyledi: "Bir kadın geldi muayeneye. Daha önce ameliyat olmak için Fransa'ya gidip ameliyat olmuş. Doktoru pek beğenmediği için kontrol için Turhan Çömez'e gelmiş. Çömez kadına 'beni nereden duydun? Fransız doktora güvenmezken bana niçin güveniyorsun' diye sormuş. Kadın, 'Sana değil, devletimin sistemine güveniyorum' demiş."

Uzun süre İngiltere'de doktorluk yapan Sayın Çömez'in bu anlattığı beni çok etkiledi. Özellikle ”Devletimin sistemine güveniyorum" cümlesi.

Bu cümlenin üzerine düşünmek ve konuşmak lazım. İngiliz kadındaki devletine güven bizde de olsun isterdim.

Buradan 90'lı yıllarda usulsüz geçiş yapan ve ortaya çıkınca iptal edilen 28 fakülte diplomalarına gelmek istiyorum.

Bu diploma iptali devlette sistemin olmadığının bariz bir örneğidir. Maalesef oturmuş bir sistemimiz yok. Kişiler hata yapabilir, yanlış yola girebilir, alavere dalavere ile işini çıkarmak isteyebilir. Hak etmediği halde araya birilerini koyarak, para vererek yatay geçiş yapmak isteyebilir. Tüm bunlar devletin sistemine takılması lazım.

Devletin sistemi de oturmuş kurumlarıyla yürür. Bu usulsüz başvuru yapanlardan ziyade en eski köklü üniversitemiz böyle bir usulsüzlüğü nasıl yapar? O kadar kişinin yani bir komisyonun önünden geçiyor evraklar. Haydi diyelim ki evrakta sahtecilik yapılsa gözlerinden kaçabilir. Burada böyle bir durum da yok. Çünkü devletin denklik vermediği bir üniversiteden geçiş yapmak için müracaat var. Komisyon başvuruyu görür görmez, "Başvuru yaptığınız üniversitenin denkliği yok. Bu yüzden başvurunuz reddedilmiştir" demeliydi. Ama görünen o ki insanımızdaki kokuşmuşluk ve çürümüşlük maalesef kurumlarımıza da sirayet etmiş. Köklü üniversitemiz bu bariz yanlışı yaparsa diğer yeni üniversitelere ne diyebiliriz?

Bir diğer husus, bu tür usulsüz geçişin olduğu 35 yıl sonra ortaya çıkarılması da vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun göstergesi. Hak edilmeyen bir geçişin hatası 35 yıl sonra ortaya çıkarılmamalıydı. Bu kişiler geçiş yaptıkları fakülteyi bitirmeden pardon deyip geldikleri üniversiteye gönderilmeliydiler.

35 yıl sonra gelen adalet, gecikmiş adalet, adalet değildir sözü gereği adalet olmasa gerek.

35 yıl önce yapılan bu yanlışa zamanında dur denmediği için insanlar üzerini okumak suretiyle akademisyen olmuş. Ondan sonra da pardon deyip diploma iptaline gidiyoruz. Bu durumda lise mezunu birisi profesör unvanıyla öğrenci yetiştirmiş. Görünen o ki telafisi mümkün olmayan hata ve yanlışlar içerisindeyiz.

Başka ülkelerde bunun örneği var mı bilmiyorum ama bizim ülkede böyle şeylerin olması bana hiç garip gelmiyor. Çünkü oturmuş bir sistemimiz yok. Vatandaş tencere ise kurumlarımız da kapak mesabesinde.

Şikayet üzerine bu diplomalar iptal edildi. Şikayet olmasa yapanın yanına kâr kalacaktı. Belki de bu diplomalar buz dağının daha görünen kısmıdır. Araştırılsa ne usulsüzlüklerimiz ortaya çıkar.

Usulsüz yatay geçişe müracaat edenler bir hatalı ise bunların usulsüz başvurusuna kılıf uyduran fakülte yönetimi iki suçludur ve bunun affı yoktur. Ceza verilecekse, bir bedel ödetilecekse bu usulsüz geçişe imza koyanlar cezalandırılmalı bence.

Mevzuatı bilmiyorum ama diploma iptalinden ziyade başka müeyyide uygulanabilirdi. Çünkü adı geçen yani usulsüz geçiş yapanlar geldikleri bölümü okumuşlar. Okuyan, sınıf geçen ve diploma almaya hak kazananların diplomalarının iptali yoluna gidilmemeliydi. Ha bu kişiler hiç okumadan sahte diploma alırlar, o zaman iptale kimse bir şey diyemez. Çünkü bu şekil iptal telafisi mümkün olmayan yaralar açar. Bu durumda akademik unvanıyla binlerce mezun veren akademisyenin okuttuğu öğrencilerin aldığı bu ders de su götürür.

Velhasılıkelam bu ülkenin adam olması, düzelmesi, telafisi mümkün olmayan hatalar yapmaması, devletin ve kurumlarının güven veren oturmuş bir sistemine sahip olmasından geçer. Öyle ya bizim İngiliz kadından neyimiz eksik. Niye biz de göğsümüzü gere gere "Devletimin sistemine güveniyorum" noktasına gelmeyelim.

19 Mart 2025 Çarşamba

Entrika Bizim İşimiz

Orta Asya'dan gelip Anadolu'nun kapılarına dayanmışız. Gemileri yakıp gelmişiz oradan. Çünkü susuzluk başa belaydı.

Burası bize yurt olur demişiz.

Yalnız onca medeniyete beşiklik eden bu toprakların sahibi vardı: Bizans.

Bir deprem ülkesi olsa da susuzluktan kırılmaktan iyiydi.

Bunun için Bizans'la savaşmamız gerekirdi. Üflesen giderdi zaten. Çünkü adı üzerinde entrika ve oyunları boldu Bizans'ın.

Asker doğan bir millete Bizans dayanır mıydı? Çekip aldık Anadolu topraklarını Bizans'ın elinden.

Yurt edindik Anadolu topraklarını. Adeta hazır mirasa konduk.

Her şey iyi, hoştu. Yalnız üzerine konduğumuz bu toprakların oyunları vardı. Aman neyse ne dedik. Bizans'ı aldık, oyunlarını almayız, olur biter dedik.

1071'den beri bu toprakların sahibi de hakimi de biziz.

Yalnız olup bitenleri gördükçe endişe yersiz değilmiş. Meğerse farkına varmadan Bizans'ın toprakları ile birlikte her türlü entrika ve oyunlarını da almışız. Kısaca Bizans gitmiş ama oyunları bize tevarüs etmiş.

O zamandan beri bu topraklarda hiç entrika ve ayak oyunları bitmedi.

Birbirimizi yiyoruz durmadan.

Birbirimize had bildiriyoruz.

Mağdur oluyoruz. Sonra bir bakmışsın mağrur olmuşuz.

İncinmişiz ama incitmeyi öğrenmişiz.

Başkasına değil, birbirimize oynadığımız ayak oyunları ile 1071'den beri yıkılmadık, dimdik ayaktayız.

Bizans oyunlarını oynaya oynaya her birimiz bu konuda çok tecrübe edindik.

Bu tecrübeyi uygulamaya koymak için gücü ele geçirmek yeterliydi.

Güç bize geçmişse kim tutardı bizi.

Ayak oyunlarına dair tüm hünerlerimizi bir bir devreye sokuyoruz.

Maşa kullanmayı da iyi biliyoruz.

Kurumları harekete geçiriyoruz.

Algılar oluşturuyoruz.

Belden aşağı vuruyoruz.

Rakibi çökertmek için her şeyi mubah görüyoruz.

Sonuç aldıkça peşi sıra öldürücü yumruğu hazırlıyoruz.

Kısaca bu ayak oyunları bu Bizans oyunları bu belden aşağı vurmalar bizde varken kim bizimle başa çıkabilir?

Düşünüyorum da iyi ki Bizans'tan sadece topraklarını almamışız. Bizans'ın oyununu da almışız. Değilse yol yordam bilmez, rakiplerimize nasıl had bildirebilirdik?

Ey Bizans! Belki devlet olarak kalmadın. Tarihteki yerini aldın. Ama gözün arkada kalmasın. Bıraktığın oyun ve entrikalar bizim elimizde aynen devam ediyor. Çok da geliştirdik kendimizi. Bil ki boynuz kulağı geçti. Bugün gelip baksan, bizi görsen, emanetime bizden iyi sahip çıkmışsınız, sizi tebrik ederim derdin.

Sağ olasın, var olasın Bizans. Biz bu topraklarda oldukça, emanetiniz emanetimizdir. Oyunların oyunumuz, entrikaların entrikamızdır. Gözün arkada kalmasın.

Ha unutmadan söyleyeyim. Sizin adınıza baktı ki bu işi çok iyi yapıyoruz. Bana ihtiyaç yok deyip şeytan da terk etti bizi. Zira biz bize yeteriz, biz bizi yok ederiz. Şeytanın da gözü arkada kalmasın. 

18 Mart 2025 Salı

Tanıdık Senaryo

Bir tek su uyur, düşman uyumaz bilirdim. Görüyorum ki bir de devlet uyumuyor. Her şeyi arşivliyormuş. Sanırsın ki devlet uyudu. Değilmiş meğer. Sadece zamanı varmış bazı şeyleri arşivlerden çıkarmak için. Uyur taklidi yapıyormuş.

Tüm olup bitenlerden anlıyorum ki devlet bizden çok merhametli. Kişinin diplomasını kurumlar eliyle iptal ettirirken üniversite diplomasıyla yetiniyor. Bir de bu iptali çok önceden yapıyor ki mağdur olanlar ya da kendini mağdur sayanlar tedbirini alsın. Süresi içinde herkese açık olan üniversiteyi okusun diye.

Ya bir de ilk, orta veya lise diplomasını iptal etse, bu durumda insanımız ne yapardı? Ana, baba olduktan sonra bir de ilkokul çocuklarının arasında okumak vardı. Yani uzun iş.

Tüm bu olup bitenlerden edindiğim tecrübe şudur ki:

Devlete ve devlet ricaline meydan okumayacaksın.

Kimsenin özellikle etkili ve yetkili kişilerin suyunu bulandırmayacaksın.

Aşık atacaksan, kiminle aşık atacağını iyi bileceksin.

Kimsenin tavuğuna kış demeyeceksin.

Uslu çocuk olacaksın.

Söz dinleyeceksin.

Gözünü yukarılara dikmeyeceksin.

Yerini ve haddini iyi bileceksin.

Üniversite okurken kazandığın üniversiteye razı olacaksın. Yatay geçişle başka üniversiteye geçmeye kalkmayacaksın.

Etim ne budum ne diyeceksin.

Dağdan gelip bayırdakini kovmaya kalkmayacaksın.

Herkesin okuduğu şiiri okumaya kalkmayacaksın.

Böyle yapmayıp da bir yerlere çomak sokmaya kalkarsan, bil ki devletin o şefkatli tokadı karşısında muhtar bile olamayacak duruma düşersin.

Düşünce de bir süre yanında kimseyi bulamazsın.

Sonra mağdur sayılıp önün açılırmış, tüm makamlar önüne serilirmiş. Bu kadarını bilmem.

Yalnız bilmen gereken bir şey var. Hazırlanan senaryonun dışına çıkmayacaksın. Sabredeceksin. Ben bu senaryoyu bir yerden hatırlıyorum diyeceksin. Çünkü bu tür senaryoların sonu hep mutlu biter.

Yeter ki sabretmesini bilesin.

Sana biçilen senaryoya razı gelmezsen, bir kaşık suda boğarlar. Bu durumda seni ben bile kurtaramam.

Ben de Yatay Geçiş Yapmıştım

Dostlar!

Bir düşüncedir aldı beni.

Moralim bozuk.

Benim moralim bozuk olmasın da kimin morali bozuk olsun.

Derdin ne derseniz?

Şu diploma iptali iyi olmadı. Zira bu iptal şu ya da bu şekilde beni de ilgilendiriyor. Çünkü 1988 yılında ben de Erciyes Üniversitesinden Selçuk Üniversitesine yatay geçişle gelmiştim.

Devlet 90 yıllarındaki yatay geçişleri didik didik incelediğine göre öyle zannediyorum, 90 öncesi diplomaları da inceleyecek.

Acaba bu incelemede benim yatay geçişte de bir usulsüzlük tespit edilebilir mi?

Eğer öyle olursa bilin ki yandım demektir. Çünkü 91 yılında aldığım ve 34 yıldır kullandığım diplomam çöpe gidecek demektir.

Diyelim ki eğitim ve öğretimin düze çıkması ve eğitimin şahlanması için bu tür yanlışlıklardan kurtulmamız gerekiyor. Bunun için değer diyelim.

Yalnız diplomam iptal edilince görevimi yapamayacağım. Buna da şeriatın kestiği parmak acımaz diyelim.

Ya benden, bu diplomadan yediğim ekmeğim parası yasal faizi ile birlikte istenirse işte o zaman ben ne yapacağım? Kendimi satsam ödeyemem devlete olan borcumu.

Devlete borçlu da gitmek istemiyorum.

Çocuklarımın hepsi bir araya gelse onlar da bu borcu ödeyemez.

Büyük ihtimalle çocuklarım reddi mirasa başvururlar. Yani borcumu üstlenmezler.

Bu şekil diplomasız ve borçlu ölürsem, eş dost bunun devlete borcu vardı. Bunun cenaze namazı kılınmaz derse bilin ki cenazem ortada kalır.

Bir de yıllar yılı sahte diploma ile öğretmenlik yapmış diye ardımdan konuşacaklar.

Ya bir de devlet "Bunun okuttuğu ve verdiği notları da iptal edeceğim” derse, okuttuğum öğrenciler de mağdur olacak.

Çocuklarım sahte diplomalı bir babanın evladı oldukları için milletin yüzüne bakamayacak. Hele bir de başkalarının babası gibi miras bırakacağı yerde bizim babamız bize borç bıraktı derlerse mezarda da rahat yatamam.

Gördüğünüz gibi durum bildiğiniz gibi değil. Çok vahim çok. Çünkü bunun zararı sadece beni değil, herkesi etkileyecek.

17 Mart 2025 Pazartesi

Hayata Dair Sözler

Hayatın Bana Öğrettiklerinden *

Bir kimse iki kuşu birden yakalayayım derse her ikisini de kaybeder.

Çalışmaktan kaçan kimse rahatını kaçırır.

Aceleyle cevap veren kimse doğru cevap veremez.

Fikirlerin senin içindir, sözlerin ise başkaları için.

Mütekebbir adam, yüksek bir dağın zirvesinde oturan gibidir. Kendisi insanları, insanlar da onu küçük görür.

Biriyle olan alakanı kestiysen, onun hakkında konuşmayı da kes.

Hikmet ehlinden sözler

* Söz ilaç gibidir. Az kullanırsan fayda sağlar. Çok kullandın mı ya öldürür veya ağır hasta eder.

* İştahın olunca sofraya otur. Ve hâlâ iştahın varken yemeyi bırak.

* Dostun; sana sadık kalandır, her yaptığını onaylayıp kafa sallayan değildir.

*Bazen faydalı bir öğüt bir mecnunun diliyle de gelebilir.

* Suyunu içtiğin kuyuya taş atma.

*Müflis; malını değil, edebini kaybeden kişidir.

 
Hz İmam Ali'den

İnsanın cevheri şu üç şeyde saklıdır:

*Fakirliğini öyle bir saklar ki insanlar onu zengin sanır.

* Öfkesini öyle saklar ki insanlar onu neşeli sanır.

*Yaşadığı zorlukları öyle bir saklar ki görenler onun nimetler içinde yüzdüğünü sanır.

*Bu alıntılar Mehmet Cömert’e ait. Kendisi Arapçası iyi bir din görevlisi. Zaman zaman Arapçadan çeviriler yaparak WhatsAppındaki kayıtlı bazı numaralara gönderir.