Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ahlak etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Seçimin Ardından (1)

Mahalli seçimde sandık kurulunda görev yaptım.  Mahalli seçimler zaten zor ve meşakkatli olur. Bu mahalli seçim daha bir zor oldu.  Sabahın erken saatinde başlayan mesai geç vakte kadar sürdü. Oruç oruç gitmedi.  Üzerine kaçak güreşen, akşama kadar gevezelik yaparak kafa şişiren partili üye emekli öğretmenin iş yükümüzü almasından geçtim. İlaveten üzerimize yük oldu. Biz iş yaptık. O ise kafa ütüledi. Kendisine aşık bu öğretmen akşama kadar hep iyi okullarda çalıştığını, hiç kötü okullarda çalışmadığını anlattı durdu. Bilmediği ve anlamadığı da yoktu. Her konuya itirazı ve her şeye önerisi vardı. Çünkü çok yapmıştı zamanında bu işi başkan olarak. Varlığı külfet olan bu acınası varlığın yokluğu benim için nimet olurdu. Ama nimet kim, ben kim. Akşam iftarını suyla açıp bir tıkım ekmekle iftar edip sayım, döküm yaptık. Tutanakları hazırladık. Sandık kurullarını iftarda bir başına bırakıp arazi olan muhtar adaylarına, siyasi partilerimize bu vesileyle teşekkürü bir borç bilirim

Dayıoğlu Devrede

Önce İsrail ile ticaret yok dendi. Nice sonra ihraç edilen bazı ürünlere kısıtlama getirildiği açıklandı. Şimdi de tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurma kararı verildi. Bu konuda ne dersin? Ne diyeyim, hayırlı olsun.  Pek sevinmemişe benzemiyorsun.  Ne yapayım? Kalkıp oynayayım mı? Oynama. Ama iyi oldu falan de.  Bir şey deme yerine sana fıkra gibi bir anekdot anlatayım. Anekdota göre iyi mi oldu, kötü mü oldu? Bunun değerlendirmesini yaparsın.  Dinliyorum.  Eyüp ile Mehmet, dayıoğlu ve halaoğlu. Birbirlerini pek sever pek sayar bu akran kuzenler. Yedikleri, içtikleri ayrı gitmez bu ikilinin. Bir gün birlikte beldenin dışına çıkarlar. Bunları burada -daha doğrusu halaoğlu Mehmet’i- bekleyen bir tehlike vardır. Çünkü karşı beldenin gençleriyle Mehmet’in arasında daha önceden kalan paylaşılacak bir kozları var. Beldenin gençleri, Mehmet’i yaka-paça yere indirir. Tekme, tokat bir güzel döverler. Ardından çekip giderler. Halaoğlu Mehmet, kafa-göz ve kan bere içerisin

Tuhaf Rüya Gören Görene

" Tuhaf bir rüya gördüm bu gece: Bir ülke varmış,  20 sene çalışan biri, 42 yaşında emekli oluyor. 30 sene emekli maaşı alıyor,  72 yaşında ölüyor, 10 sene de karısı emekli maaşını devam alıyor  82 yaşında o da ölüyor. 40 yaşındaki kızı da bu arada "yalandan boşanıp", babanın emekli maaşını devam alıyor. 80 yaşına kadar da o alıyor, yani 40 sene daha Ne yaptı? 20 sene prim öde, 30+10+40 = 80 sene maaş al !!! 80 sene! Uyandım, böyle rüya mı olur ya diye, su içtim geri yattım,   Sonra ek rüya gördüm: "Yalandan boşanan bir genç kadın, 40 yıl babasının maaşını alırken, annesine baktığını için, bakım maaşı da alıyormuş, kendi eşi öldüğü için onun maaşını da alarak, 3 maaş alıyormuş. Hatta 1.5 milyon kadın yalandan boşandı bu yüzden diye dedikodu bile çıkıyormuş..." Bir ekonomist için kâbus gibi rüya,  Allah'tan sadece rüya,  çünkü gerçekte bunu ekonomik olarak kaldıracak bir ülke yok, olamaz da... Yoksa var mı sizce?"  Bu tuhaf rüyayı Zeki İbrahimoğlu diye

Seyir Zevki Yüksek Bir Maç

Nisanın son akşamı evde misafir vardı. Yemek ve çayın ardından misafiri uğurladık. Odaya geçtim. Şöyle bir uzanayım derken oğlan televizyonu açmış. Maç izliyor. Maçın bir on dakikası geçmiş. Kimin maçı diye ekrana göz attım. Bayern Münih ile Real Madrid kulüplerinin maçı imiş. Ne maçı bu evlat dedim. Yarı final maçı baba dedi.  O değilden bakmaya başladım.  Normal şartlarda maç izlemem. Genelde Türkiye Süper Ligini skor olarak takip ederim. Kimler şampiyonluğa oynuyor, kimler de küme düşecek diye zaman zaman puan sıralamasına bakarım. Neyse bakayım biraz bu maça. Az sonra elime telefonu alır bir şeyler karalarım dedim. Ama hesabım tutmadı. İlgim olmayan bu yarı finale kaptırdım kendimi. Elime de telefonu almadım. Bir ara bizim GS'yi yenen takım değil mi bu Bayern evlat dedim. Evet baba, iki maçta da yendi bizi dedi. İlk yarıyı bitireyim bari. Sonra işime bakayım dedim. Bırakmak ne mümkün. Maçı sonuna kadar bir solukta izledim.  Bir maç bu kadar güzel olur muydu? Bir maç, bir düello

Yatalak Hastaların Bakımı

Bakıma muhtaç hastalar var. Yatağa bağlı yaşıyorlar. Kendi başlarına hayatını idame ettirme durumları yok. İyileşip ayağa kalkma durumları zaten yok. Bu tip hastalar başkasının bakımına muhtaç olarak hayatın geri kalanını yatakta tamamlayacaklar. Böyle hastalar için hayat çekilmez. Dört duvar arasında nefes alıp duracaklar. Böyle hastalara bakan için de hayat zor.  Bu tip hastalara çocukları arasında sıraya konup bakılıyor ya da evi varsa evinde sırayla bakılıyor. Bakan kimseler sıra kendisine gelince yemesini, içmesini, gezmesini, dolaşmasını, işini ve gücünü bırakıyor, hastasına bakıyor. Bu durumdaki hastalar için özel bakımevleri var. Buralara her ailenin gücü yetmez. Çünkü hastane masrafı, yatak ücreti dünyanın parası.  Devlete ait bazı hastanelerde palyatif odalar var. Bura için de refakatçi lazım. Bakıcı bulsan, çoğu ailenin gücü yetmez. Ayrıca her hastayı da palyatif odaya almazlar. Yatağa bağlı hastaların bakımı, çoğu evlerde çocukları tarafından yapılıyor. Bu d

Muhtarlıkları Kaldırma Zamanı Gelmedi mi?

Mahalli seçimlerle birlikte seçimi yapılan ve seçimle iş başına gelen köy ve mahalle muhtarları üzerine geçmişte birkaç yazı yazdım. Geçmişte önemli bir görev ifa eden muhtarlığın, günümüzde devletin sırtında bir kambur olduğunu, sembolik anlamı dışında bir işlevi kalmadığını ve kaldırılması gerektiğini ifade ettim.  Başta muhtarlar olmak üzere bazıları bu görüşüme tepki gösterse de halkın çoğunluğu muhtarlığın kaldırılması gerektiğine dair görüşümü destekledi.  Yeni bir seçim arifesinde muhtar adaylarının boy boy resimlerinin paylaşıldığı bir dönemde hemen hemen halkın çoğunun muhtarlıkların kaldırılması yönündeki görüşlerini görünce, bu konuda giderek bir konsensüsün oluştuğunu görüyorum. Bu da sevindirici.  Halkın bu önerisine kulaklarını tıkayan tek devlet kaldı. Bakalım devlet bu konuda ne zaman son noktayı koyacak ve muhtarlıklar da tarihteki yerini alacak.  Bir zamanlar devletin taşra teşkilatında, devletin eli, ayağı olan nahiye ve bucaklar ve buralarda görev yapan na

Bu Ülkede Yaşamanın Bedeli

Efendim, otelinize iki kişilik rezervasyon yaptırmıştık. Niçin tercih ettiniz otelimizi? Fiyatı çok uygundu da ondan.  Aksanın pek İngiliz’e benzemiyor. İngiliz değilim ama İngilizcem çok iyi. Belli. İngiliz sitesinden rezervasyon yaptırdığına göre. Bu arada nereden geliyorsunuz? Türkiye'den efendim. Milliyetiniz nedir? Anlamadım.  Uyruğunuz? Ne alaka? Nüfus müdürlüğü mü burası? Nüfus müdürlüğü değil ama milliyet önemli burada. Hele bu paraya bu otelde kalmak... Türk'üm Türk. Öz ve Öz Türk'üm. Tıpkı sizin gibi. O zaman sizden fark alacağız.  Ne farkı? Milliyet farkı? İngiliz ile aynı otelde kalmanın farkı. Ne alaka? İngiliz olsanız ne âlâ. Bu ülkede Türk olmanın bir bedeli var. Niçin? Senin rezervasyon yaptırdığın site İngilizce site. Bu kampanya da İngilizlere mahsus bir kampanya idi. İngiliz olmadığınıza göre bu farkı almak zorundayız. Ne kadar fark? 120 euro kadar. Ama bu bir çuval fark demek. Bir çuval da rezervasyonda yazıl

Kırmızı Işık Fobimiz

Yazır'dan, Abdülhamit Caddesi üzerinden, Meram Tıp Fakültesine doğru yol alıyorsunuz. En son ışıklar olan dörtlü bir kavşağa geldiniz. Geçtiniz geçeceksiniz. Ama kırmızı ışık yandı. Işığı gören durdu. Bu durumda sen ne yapacaksın? Kaderim kaderim deyip herkes gibi duracak mısın? Unutma ki sen kırmızı ışıkta bekleyecek, kurallara uyacak adam değilsin. Ayrıca kurallar aciz insanlar içindir. Hem senin acelen var. Acelen olmasa da kurallar çiğnenmek için vardır. Bir de kırmızı ışığa boyun eğmek senin lügatinde yok. Sonra senin bu ışığa karşı alerjin var. Üstelik akıl küpü bir zekan var.  Bu durumda ne yapacaksın? Saksıyı çalıştıracaksın. Hemen yolun sağından Sarayköy istikametine giden kontrollü yolu kontrol edeceksin. Baktın ki bu yol bölünmemiş yol. Tamam, yırttın. Işıkta beklemeyeceksin. Sağ, sol sağ yapıp ışıkta hiç beklemeden yoluna devam edeceksin. Ardından ışığın yanmasını bekleyenler sendeki bu zekayı görünce sana şapka çıkaracaklar. Onlar bekleye dursun ve sendeki zeka

Milliyet Farkı

Yabancı bir site üzerinden Antalya'daki bir otele rezervasyon yaptıran bir kişinin Türk olduğu anlaşılınca, kendisinden "milliyet farkı" adı altında 120 euro ilave para alınması sosyal medya üzerinden paylaşıldı. Bu paylaşımın ardından Kültür Bakanlığı haber üzerine bir kontrolör görevlendirdiğini, olayın aslı çıkarsa ilgili otele müeyyide uygulanacağını duyurdu.  Bakanlık harekete geçtiğine göre olayın aslı var sanırım. Ümit ediyorum ki bu haber asparagas çıkar. Aksi çok vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlamına gelir.  Yazıma böyle devam ederken ilgili otel grubunun bu konuya dair bir açıklaması var mı, ona göre yazayım. Şayet aslı yoksa boşu boşuna kalem oynatmayayım. Belki yalanlamıştır diye sanal aleme baktım. Bir açıklamaya yer verilmiş. Rezervasyon yaptıranın yanıltıcı bilgi verdiği, Romanya vatandaşı olduğunun anlaşıldığı, bölgesel ve dönemsel kampanyalardan kaynaklı farkın oluşabildiği, fiyat farkının milliyet farkı şeklinde yazıldığı, bu ifadenin dikkat

Şehit Fethi Sekin MTAL'den Örnek Bir Sosyal Sorumluluk Projesi

Muhittin Güzelkılınç Anadolu Lisesinin ek binasında Hadimi Ticaret Meslek Lisesi olarak 2011-2012 öğretim yılında öğretime başlamış. 2019-2020 öğretim yılından itibaren Meram ilçesi Alakova mahallesinde yapılan yeni binaya taşınmış. Yeni binayla birlikte okulun adı da değişmiş. Okula, İzmir Adliyesinde menfur cinayete kurban giderek şehit olan polis memuru Fethi Sekin'in adı verilmiştir. Okulun adı Konya Şehit Fethi Sekin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olmuştur. Şehir merkezine 13 km mesafedeki okula, çiçeği burnunda okul dense yeridir. Okulda 23 derslik ve 8 atölye bulunmaktadır. 29 öğretmen, 5 idareci, 1 teknisyen görev yapmaktadır. 513 öğrencinin okuduğu okulda üç ayrı statüde öğrenci eğitim ve öğretim yapmaktadır. Bunlar: Bilişim teknolojileri, muhasebe ve finansman ve gıda teknolojileri bölümlerinde normal eğitim yapan öğrenciler. Kuyumcu, takı imalatı, vitrin kuyumculuğu, satış elemanlığı, bilgisayar teknik servisi, muhasebe, şekerleme, emlak komisyonculuğu gibi dal

Sadaka Ülkesiyiz Vesselam

Ne zaman bir camiye gitsem, çıkışta para isteyen bir veya birden fazla dilenciyle karşılaşırım. Ne zaman bir cumaya gitsem, Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlileri eliyle hutbede yardım talebinde bulunduğunu ve çıkışta sergi açıldığını görürüm.  Ne zaman bir esnafın yanına gitsem, otururken kapıdan Allah rızası için diyerek yardım talebinde bulunan dilencinin kapıda belirdiğine şahit olurum. Ne zaman bir çay ocağına otursam, hemen birinin veya birden fazlasının geldiği ve yardım talebinde bulunduğu olur. Ne zaman bir markete girsem, marketin çıkışında ve elimde alışveriş poşetiyle ilerlerken ha bana da bir şeyler alıver diyene rastlarım. Esnafın kasasının önünde, fırında, marketlerde kasiyerin ön tarafında yardım isteyen olmasa da değişik yardım kuruluşlarına ait yardım kutusu eksik değil. Caminin içinde her daim sabit yardım sandığı zaten var.  İnşaat halindeki camilerin görünür tarafında yardım levhası dikkat çeker.  Okullarda farklı yardım kuruluşlarına ait y

Savunma ve Suç Bastırma Psikolojisi

"Kendi cenahımızdan birilerinin, savunulamayacak bazı yaptıklarını örtbas etmek adına, karşı cenahın yaptıklarını gündeme getirmek, bir savunma ve suç bastırma psikolojisidir. Biz onlara göre daha iyiyiz ya da bizim bu yaptığımızı herkes yapıyor. Eğer bu kötü bir şey ise niçin onlara bir şey demiyorsun demektir. Bu savunma psikolojisinin maalesef bir tedavisi yoktur." Yukarıdaki yazıyı yazıp yıllar öncesi sosyal medyada paylaşmıştım. Yazım, anılar bölümünde karşıma çıkınca, baktım bu yazı güncelliğini koruyor. Sosyal medyada yeniden paylaştım. Beğeni ve olumlu tepkilerin yanında şöyle bir yorum da yazıldı: "Karşı tarafa şirin görünmek için ha bire bu tarafın eksiğini, yanlışını dile getirmek de bir yanlıştır. Biz zannediyoruz ki böyle yapınca onlar yola gelecek".  Bu yorum bile yazdığım yazının doğruluğunu ispatlıyor. Tipik bir savunma refleksi. Bu kişiye “ Herkes kendi evinin önünü temizlemekle yükümlü” yazdım. Öyle ya her camianın içinde aklı selim insan

Yapmazdım (2)

Bir zamanlar eleştirdiklerimi fazlasıyla bir bir yapmazdım. Sözümde dururdum.  Ülkeyi bankamatik memurlarıyla doldurmazdım. Hepsini faydalı olabileceği bir yerde istihdam ederek onlardan faydalanırdım.  Diplomaside diplomatik bir dil kullanır, dilime kemik koyar, devletler arası ilişkilerde gerilimi yükseltmez, kazan kazan politikası uygulardım.  Rakiplerimi hor görmez, onları eleştirirken güzel ve nazik bir üslup kullanırdım.  Bu can, bu ten türü en son söylemem gereken sözleri ilk başta söylemezdim.  Yol yürürken dini söylemlerden özellikle kaçınırdım. Nassı emellerime alet etmezdim.  Kazanmak için her yolu, her kişiyle yol yürümeyi mubah görmezdim.  İyiyken söz söylemediklerim, yolunu ayırdığında geçmiş hukuku gözetirdim. Karşıma rakip çıksa dahi onları eleştirirken saygıyı elden bırakmazdım. Öküz öldükten sonra ortaklık bozulur sözünü boşa çıkarırdım.  Kaybettikten sonra nerede hata yaptık arayışına girmekten ziyade hata ve yanlışı ilk kendimde arardım. Önce kendi

Yapmazdım (1)

Herhangi bir olumsuzlukta, ben olsam şöyle yapardım, böyle yapmazdım der durur birileri. Bu tipler için "Bekara avrat boşamak kolaydır" sözü söylenir. Bu söz ise sorumlu bir makamda olmayan kişilerin herhangi bir olumsuz durumda olur olmaz şeyler söylemesi üzerine kullanılan bir deyimdir. Normalde bir konuda işin uzmanları konuşması gerekirken millet olarak her konuda söz söyleriz. Ben de bu milletin bir ferdi olarak bu yazımda bekarlık kontenjanımı kullanacağım. Başlıyorum.  Ben olsam; 17-25 Aralıkta adı yolsuzlukla anılan bakanları Yüce divana gönderirdim. Şeriatın kestiği parmak acımaz derdim. Ucu kime dokunsun deyip sonucun takipçisi olurdum. Bunun için kendime güvenirdim. Siyasi hayatıma mal olsa da EYT'yi çıkarmazdım. Bugün bir anlamı kalmayan ve devletin sırtına büyük bir yük olan muhtarlık müessesesini kaldırırdım.  2-3 dönem görev yaptıktan sonra yaptığım işi tadında ve zirvede bırakırdım. Tökezleyinceye kadar devam etmezdim. Kazandıkça hubris sendr

Çuvalla Para Dönemi

"Bir eşek yükü kadar para verdim",  "Dünyanın parasını harcadım/verdim",  "Kendini satsan, ödeyemezsin/alamazsın",  "Bir çuval para verdim/döktüm", "Çuvalla para verdim", "Bir çuval dolusu para verdim" gibi ifadeler kullanılırdı eskiden. Bu ifadeler abartı olsa da dökülen ve saçılan paranın çok olduğu anlaşılırdı. Geçmişte abartılı söylenen bu cümleler, günümüzde gerçek oldu. Hayaldi, gerçek oldu da diyebiliriz buna. Artık abartı yok. Hayatın acı gerçeği var. Yine eskiden birinin veya bir şeyin değersiz olduğunu ifade etmek için "Gavur parasıyla beş para etmez" deyimi kullanılırdı. Bu deyim de öyle zannediyorum, yabancı paraların çok değersiz olduğu zamanlara binaen söylenmiş olmalı. Bugün bu deyimin de bir anlamı kalmadı. Çünkü tersi bir durum söz konusu. Buna, nereden nereye diyebiliriz. Bu deyimden hareketle, ülkemizde TL gibi tedavülde olan dövizlere bir bakalım. Bakalım diyorum ama yazdığım anda

Çeyreğimizi Getirin!

Zamanın behrinde iki çocuğumun düğününe bir arkadaş, teşrif etmiş. Hediye olarak da her birine birer çeyrek getirmişti. Gel zaman git zaman düğün yapma sırası o arkadaştaydı. Davet etti gideceğim. Giderken de bir çeyrek değil, iki çeyrek götüreceğim. Çünkü garibimin tek çocuğu var. Piyasanın durumu malum. Çeyreğin de. Uzatmayacağım. Çünkü bu durumu “Yandığımın Resmidir” başlıklı yazımla mizahi bir tarzda yazı konusu edindim. https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/04/yandgmn-resmidir.html  Bu yazımın altına, yazılarımın çoğunun altına yazdığı yorumlarla yazıma katkıda bulunan ve yorumlarıyla ufkumu açan Ra55 rumuzlu takipçim, başından geçen bir anekdotunu yorum olarak yazmış. İbretlik olduğu için bu yorumunu aynen alıyorum: “ Maalesef çeyrek altın ile ilgili durumlar böyle. Sayın hocam çocuğunuza yaptığınız düğün davetiyesinin altına, NOT: Takı getirilmemesi rica olunur!" yazdırsaydınız, düğününüze takı getirmezlerdi ve siz de şimdi rahat ederdiniz. Ancak, düğünlere götürül