Ana içeriğe atla

Kayıtlar

hikaye etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sorunlara Kulak Tıkayanlara Gelsin

Kasabanın birinde, kilisede pazar ayini sırasında kilisenin içinde olduğu kasabayı su basar. Sular kiliseye doğru ilerlemeye başlar. Herkes panik içinde koşuştururken papazın yerinde durduğunu gören insanlar papaza gelmesini söylerler. Papaz onu Tanrı'nın koruyacağını söyler. O anda sular yükselmeye başlar. Sular kiliseye girer. Rahip canını kurtarmak için 2. kata çıkar. Bir yandan da papaza kaçmasını söylerler. Papaz inadını devam ettirir. Sular 2.kata çıktığında, pencerenin önünden bir kayık geçer. İçinde halktan bazı kişiler vardır. Papaza gelmesini söylerler ama papaz yine inadını sürdürür ve ‘Tanrı beni korur’ der. Sular çatıya çıktığında yine bir kayık geçer ve yine halktan bazıları kayığın içindedir papaza gelmesini söylerler ama papaz, 'Tanrı beni korur’ demeye devam eder. Sular çatıyı da aşınca papaz çatıdaki direğe tutunur. Bu sefer tepeden bir helikopter geçer. İçinde yine halktan bazı kişiler vardır. Papaza, gelmesini söylerler. Papaz yine &#

Annenin Taksimatı

Bir anne çocukları için sabah kahvaltısına yumurta haşlamış. Yumurtayı gören çocuklar bir sevinmiş bir sevinmiş. Anneciğim, yaşa var ol, bir tanesin. Bizim için kendini heder ediyorsun. Hangi bir anne yapar bu yaptığını. Bulunmaz annesin. Hint kumaşı ne ise sen osun demişler. Tüm bu tespiti gören anne, benim biricik çocuklarımsınız. Sizin için yaşıyorum. Size yumurta pişirmeyip de kime pişireyim. Size hizmet, sizin karnınızı doyurmak bir nevi ibadettir. Annelerindeki bu ibadet aşkına çocuklarının gözü dolar. İçleri kıpır kıpır olur. Bu konuşmanın ardından, anne pişirdiği yumurtaların her birini teker teker çocuklarına verir. Yiyin çocuklar, afiyet olsun der. Ama çocuklar yemeye başlayamazlar. Çünkü bir gariplik var. Annelerine yumurta kalmamıştır. Anne, hani sana hani sana demişler. Anne, evet bana kalmadı. Ama sorun yok. Bunu çözeriz. Yeter ki adaletime güvenin demiş. Adaletinden ne şüphe anne. Söyle şu çözümünü demişler. Yavrularım, şimdi her biriniz yumurtasını ort

Tilki ve Horozlar Alemi

Demişler ki, şu tilki var ya şu tilki. Harika bir hayvan, kurnaz mı kurnaz. Baksana zeka fışkırıyor. Nereden belli zekası? Başkasının bir planı bile yokken bunun 100 planı varmış. Neymiş onlar? Söyleyin de biz de plan yapalım. 99 tanesini söyleyebilirim. Neymiş onlar? Horozu haklamakmış 99'u da. Üstelik bunun için geceleri de mesai yapıyormuş. Bu gece mesaisinden dolayı durmadan çalışıyor, hiç dinlenmiyor diye takdir de alıyormuş.  Hepsi mi horoz üzerine? Evet.  Ya diğeri? Onu kendisi de bilmiyor. Düz hesap yüze tamamlamış sanırım. Ama bu 99 plan, plan değil ki. Düpedüz hile. Tilkinin planı hiledir. Ötesi işlemez. Aklı başkasına basmaz. Ama bu zekasının yanında bayıldığım bir yönü daha var. İnatçıdır. Bugüne kadar 99 planından hiç ödün vermemiş. Vurucu darbesiyle her defasında karnını doyurmuş. Ya horozlar. Bu planın parçası olmaktan, tilkiye yem olmaktan dolayı kendileri hiç plan yapıp kurtulamıyor muymuş? Onlar da bunu kanıksamış. Vardır bir hikmeti diyorlarmış. Hayatlarına mal o

Gönüllü İkinci Fil İstemek

Nasrettin Hoca'nın Timur'la arasında geçen fil hikayesini bilirsiniz. Bilmeyenler için kısaca anlatayım. Bilenlere de hatırlatmış olayım. Timur'un bir fili var. Bu fili Timur salmış alana. Kimin neyi varsa yiyip için telef ediyor. Vatandaş illallah demiş ama Timur'un korkusundan gidip şu filini çek diyemiyor. Sonunda epey bir kalabalık bir araya gelmiş. Önlerine de Nasrettin Hoca'yı almışlar. Hep birlikte Timur'a filini şikayet edecekler. Yollanmışlar Timur'a doğru. Tam huzura varacaklarında Nasrettin Hoca sağına soluna ve arkasına bakmış. Kalabalıktan eser kalmamış. Yolunu bulan tüymüş. Bu durumu gören Hoca görürsünüz siz demiş ve Timur'un yanına girmiş. Timur'a "Efendim, sizin filinizden çok memnunuz. Yalnız filiniz yalnızlıktan sıkılıyor. Yanına ikinci bir fil daha istiyoruz" demiş. Halkın memnuniyetini esas alan Timur bu isteği memnuniyetle yerine getirir ve ikinci fili verir. Dışarı çıkınca sevinçli haberi bekleyen ahali ne oldu

Gölge Etmesinler!

“Küçük bir karınca, her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı. Çok çalışır çok üretir. İşini keyif içinde yapardı. Patronu aslan, karıncanın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı. Bunun üzerine müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceğini işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece karıncanın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle, hem telefon trafiğini yönetmek hem de arşiv işlerini yapmak için örümceği işe aldı. Aslan gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceğinin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı

Dirisi ve Ölüsü

“ Efendisini çok seven bir ayı, onun etrafından hiç ayrılmaz. Onu esen rüzgardan bile kıskanmaktadır. Sevgisi  o kadar aşırı ki aşkı, gözünün önünü göremeyecek şekilde kör etmişti. Onun sevgisi efendisinin de hoşuna gidiyordu. Yine bir gün  efendisi, dinlenmek için ağacın altında istirahat etmeye çekilmişken onu rahatsız eden karasineği, ayı eliyle kovalar. Sinek bu. Kovaladıkça tekrar tekrar gelir. Sonunda sinek, gözü gibi koruduğu efendisinin alnına konar. Ayı, efendisini bir daha rahatsız etmesin diye eline koca bir kaya parçasını alır, sineği öldürmek için efendisinin alnındaki sineği hedefler ve taşı atar. Sonuç mu? Tam isabet, sinek ölür. Tabii efendisi de..." Burada ayının efendisini ne çok sevdiği, bu konuda çok samimi olduğu, efendisinin çok çalıştığını kimse inkar edemez. Bir yerde samimiyet varsa, başka bir şey düşünülemez. Sonunda ölüm hatta katliam bile olsa. Hele ayıya  suçlu diye kızamaz. Çünkü sevgi bu. Sevgisi gözünü kör etmiş, aklını tam kullanamamışs

Sanrı Hastalığı

"Bir çiftçi Romalı bir filozofu evinde ziyaret eder. Ev sahibinin yemek ısrarı üzerine çiftçi sofraya oturur. Önüne konan bir tas çorbayı içmeye başlar. Çorbayı içerken gözüne küçük bir yılan görünür. Filozofa ayıp olur düşüncesiyle bunu söyleyemez. Bir tas çorbayı içer.  Çiftçi evine vardıktan sonra gece karın ağrısından uyuyamaz. Zehrin etkisi olmalı deyip şifa için filozofun kapısını çalar ve durumu anlatır. Filozof tabakta yılan olmadığını, bu tabağın tavanındaki çizimin yansıması olduğunu, masaya koyduğu bir tabak üzerinden gösterir. İyi bak, yılan var mı der. Çiftçi yok der. Filozof bununla da yetinmez. Çizimin altındaki tabağı tavana koyar. Üzerine yılan görüntüsü yansır. Gördükleri karşısında rahatlayan çiftçinin karın ağrısı birden geçer." İbni Sina, sanrı* hastalığının yarısı güvence, yarısı ilaçtır. İlk adımı ise sabırdır der.  Belli ki bu çiftçi bir halüsinasyon hali yaşıyor ve gerçekte var olmayan bu algı, kendisini karın ağrısına duçar ediyor. Bereket fi

Huzuru Yok Eden Serüvenimiz

Bu yazımda, kime ait olduğunu tespit edemediğim bir alıntıya yer vermek istiyorum. Alıntı biraz uzun ama bir solukta okuyacaksınız. Belki de başlarını okuyup bu benim hikayem deyip gerisini okumayacaksınız. Çünkü hikaye çoğumuz tanıdık gelir. Zira çoğumuz bu  delikten kaç defa girdik, bu cendereden geçtik. Kaçımız aradığı huzuru buldu, kaçımız kaybetti. İşte burası muamma. Eşya, ev, araba, mal, mülkün huzur vermediğini belki de hepsini elde ettikten sonra fark ettik ama bu fark ediş geç oldu ve çok pahalıya mal oldu. Öyle ya nerede görülmüştü bu serüvenin huzur getirdiği. Ancak götürmüştür. Şimdi sizi hikayenizle baş başa bırakıyorum:  “Evlenmeye karar verdik. Anlaştık. Eşya, düğün masrafı, düğün salonu, şaşalı bir düğün falan olmasın dedik. Üç odalı bir eve girdik. Sadece temel ihtiyaçlar aldık. Buzdolabı, ütü, ocak, halı, perde vb. mobilya yoktu. Bir iki tane sandalye almıştık. Yatak odası, oturma odası, yemek odası, misafir salon takımı, gümüşlük gibi mobilya almamıştık. Koc

Seçme Fıkralar (24)

Hürriyet ve Zürriyet Osman Yüksel Serdengeçti İsmet İnönü zamanında epey hapis yatarak hürriyetten yoksun kalmış. Hiç çocuğu da olmamış rahmetlinin. Hanımının adı da İsmet’miş. Onca sıkıntı ve derdin arasında nüktedanlığı da terk etmemiş. Bir gün “İki İsmet’ten çok çektim. Biri hürriyetinden, diğeri de zürriyetimden etti” demiş. Öyle zannediyorum, Serdengeçti aynı zamanda çok zeki biri olmalı. Değilse böyle ince espri yapmak her kişinin harcı değil. Çünkü espriyi zeki insan yapar, espriden de zeki insan anlar. Esprinin en güzeli de aslı olan şeyler üzerine yapılanıdır. Ümmü’nün İmamlığı Tansu Çiller başbakan olduğu zaman Türkiye’de bir ilk gerçekleşir. Çünkü ilk Türk başbakanı oldu. Bunun üzerine bir köşe yazarı köşesine şöyle bir fıkra taşıdı: Haccın karayolu ile yapıldığı eski zamanlarda, köyün cami hocası hacca gitmeye karar verir. Muhtarın başkanlığında hoca yolcu edilir. Hocayı uğurladıktan sonra haccın uzun süreceği aklına gelen muhtar adamına, “Koş, hocaya sor. Yer

Seçme Fıkralar (23)

Nasıl Tanıyamazsın?  18 yıl önce lise üçüncü sınıfta bir saatlik ahlak dersine giren Mehmet adında bir öğretmenimiz vardı. Öğretmenevine takılırdı hep. Yaz dönemi ara ara biz de takılırdık. Bir saatlik derste o bizde, biz onda bir iz bırakmasak da hocamızdı. O bizi tanıyamasa da görünce, hocam, lise üçte ahlak dersimize girmiştiniz. Nasılsınız der, halini hatırını sorardık. Yine bir gün birkaç arkadaş öğretmenevine buluştuk. Hocamız bizi görünce yanımıza gelip oturdu. Hoşbeş derken bizi bize bırakmadı. Sigara içeceğiz, öğretmenimiz ne de olsa içemiyoruz. Bu esnada yanımıza bir sınıf arkadaşımız geldi. Öğle aralarında Fuar kapısının arka tarafına gelir, gizliden gizliye sigara tüttürürdü. Yani iyi sigara içerdi. Hatta asansörde bile içmişliği vardır. Bu arkadaş bir gün sigarayı attı. Bir daha da ağzına almadı. İçenlere de ne pis kokuyor diye hep rahatsızlığını söyledi ve herkese Allah kurtarsın dedi. Aramıza katılan bu arkadaşa, sigara içmediğini bildiğim halde ha sigaraya kap

Seçme Fıkralar (22)

Belli oluyor mu abi?   Kürtlerin olduğu bir Güneydoğu ilinde çalışıyorum. Öğretmenlerin hemen hemen hepsi de Kürt. Dersten çıkıp biraz soluklanmak için öğretmenler odasına girdim. Girdim ama herkes televizyonun önünde ve ayakta televizyonda yayımlanan bir görüntüye bakıyordu. Baktım, Apo Türkiye’ye getirilmiş, gözleri bantlı bir şekilde uçaktan indiriliyor. Mesele anlaşılmıştı. Onlar bakadursunlar. Geçip arka koltuğa oturdum. Onların duyacağı şekilde içiniz kan ağlıyor değil mi diye seslendim. Sesimi duyan öbür köşede oturan kendisi de bir Kürt olan öğretmen, yerinden kalkıp yanıma oturdu. Nüktedan biri idi. Taşı gediğine koyardı. Üstat, fıkra sever misin dedi? Kim sevmez dedim. O zaman anlatayım, söyleyeceğimi en son söyleyeyim dedi: Adamın biri basur olmuş. Doktor doktor dolaşmış. Hepsi bu derdin çaresi ameliyat demişler. Ameliyat olmaya olacak ama namus elden gider diye ameliyata pek yanaşmak istemez. Ağrılar iyice artınca sonunda operasyona razı olur. Ameliyat olmuş ve ta

Seçme Fıkralar (21)

Kürtler şeytan soyundan mı? Her seçim olduğu gibi 1995 seçimleri de çok çekişmeli geçer. Akademisyen ve yazar olan biri de milliyetçi bir partiden Gaziantep birinci sıra vekil adayı gösterilir. Bu yazarın yazdığı bir eserinde “Kürtlerin şeytan soyundan olduğuna” dair bir efsaneye yer verir. Kitabı ne zaman yazdı bilmiyorum ama propaganda döneminde tetikçi bir gazete, “Kürtler şeytan soyundan mı” manşetiyle bu kitabı ve yazarını sürmanşetten verdi. Bu seçim zamanında Güneydoğu’da Kürtlerin yaşadığı bir ilçede çalışıyorum. 60 kadar öğretmenin 50-55 kadarı Kürt menşeli. O gazeteye abone olan bir Kürt öğretmen, öğretmenler odasında otururken gazeteyi önüme koydu. “Bundan sonra sizinle kardeş değiliz” dedi. Beklemediğim bu tavra şaşırdım. Ne oldu, ne yaptık dedim. Manşeti oku dedi. Okuyunca meseleyi anlamış oldum. O yıllarda Hac’da şeytan taşlamak isteyenlerin sıkışması sonucunda ezilmeler meydana geliyor, her yıl epey kişi ölüyordu. Öğretmen arkadaşa senin okuduğun gazete böyledi

Seçme Fıkralar (20)

Kadılarda hutbe içeriği   Eskiden hutbeleri devlet başkanları irat edermiş. İçerik olarak dini, siyasi, ekonomik, sosyal vb. her konuda hutbede açıklama yapılırmış. Abbasilerle birlikte hutbe irat etme görevi kadılara tevdi edilmiş. Konu olarak da sadece dini içeriğe yer verilmeye başlanmış. Bu konuyu Adıyaman’da çalışırken Hitabet dersinde vurgulayarak işledim. Bunu sınavda şu şekilde sordum: Daha önce okunan hutbelerde her konu hutbelerde ele alınırken Abbasiler zamanında hutbe okuma görevinin kadılara bırakılmasından sonra hutbelerde içerik yönünden nasıl bir değişiklik olmuştur? Yani hutbeler nasıl bir hüviyet kazandı? Bu konuyu işlerken konuya ve vurguya Fransız kalan bir öğrencim, sorudaki kadıyı da kadın diye okur ve cevap olarak şunu yazar: “Hocam, kadınlar hutbe okumaz ki hutbenin hüviyeti değişsin”. Nasıl faziletli olunur? Adana’da bir lisede görev yaparken 10.sınıflarda     “Nasıl faziletli olunur?” başlıklı bir konu vardı. Faziletin ne demek olduğunu açıklad

Seçme Fıkralar (19)

Yellenmenin Miladı Köyün birinde bir papaz köylüye vaaz verirken sesli bir şekilde yellenir. Papaz bu durumdan çok utanır ve köyü terk eder. 10-15 yıl geçtikten sonra köylü olanı unutmuştur diyerek köye dönmeye karar verir. Köyün girişinde 12 yaşlarında bir çocuğa rastlar. “Çocuğum, adın ne, kimin oğlusun, kaç yaşındasın” gibi sorular sorar. Çocuk: “Adım John. Bakkalın oğluyum. Papazın yellenmesinden 2 yıl sonra doğmuşum.” cevabını verir. Türk polisi Adana’da yaşarken evimin önünde dikdörtgen şeklinde büyükçe bir tarla vardı. Tarla her yıl ekilir, biçerdöver tarlaya girdikten sonra anızı yakılırmış. Eşim duymuş bunu. Bir düşüncedir aldı beni. Çünkü Adana’da yaşayanlar bilir. Kapı, pencere yaz günü hep açık olmalıydı. Burayı bir yakarlarsa, isi, sisi, uçuşan siyahlıklar eve doluşurdu. Kapı ve pencereyi kapatsan, sıcaktan bunalırsın. Bir vatandaşlık görevi olarak bu durumu polise bildirmeliydim. Onlar da tedbir almalıydı. Aradım 155’i. Çıkan görevliye durumu izah ettim.

Seçme Fıkralar (18)

Konya’da kaybolsa Kendimin ve çocuklarımdan iki tanesinin saç rengi havuç rengidir. Emsallerimizden farklı olan bu renk bizim alametifarikamızdır. 2000 öncesi il dışında görev yaparken yaz tatilini geçirmek için memleketim Konya’ya gelmiştim. Dönüş yaklaşırken 8-9 yaşlarındaki çocuğumun gözünde sivilceye benzer bir kızarıklık ve şişlik oluştu. Göz bu. Şakaya gelmez. Bir hastaneye göstereyim istedim. Sevk almam gerekiyor. Çünkü o yıllarda memurun kendisi ve yakını direk hastaneye gidemiyor. İl dışında çalıştığım için de dış kadro sevki il veya ilçe milli eğitimden almam gerekiyor. Yine o yıllarda kırtasiyeciden alıp bilgileri doldurduktan sonra çalıştığımız okulun müdürüne imza ve onay yaptırdığımız defter şeklinde sağlık karneleri vardı. Bu karnelere her yıl, “Falan halen okulumuzda öğretmen olarak görev yapmaktadır” yazıldıktan sonra tekrar onaylanırdı. Büyüklerde fotoğraf yapıştırılır, küçüklerde yapıştırılmazdı. Bildiğim kadarıyla hastanelerde bu karnelerin yüzüne bakan da olmazdı