Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Diğer etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bu Mevsimde Bu Sıcaklar

Nisanın başından itibaren yaşadığımız sıcaklar başka sıcaklar. Bugüne kadar böyle sıcak ne gördüm ne duydum desem yanlış olmaz. Kavurucu mu? Kavurucu. Yakıcı mı? Yakıcı. Boğucu mu? Boğucu.  Güya ilkbahar ayındayız ama yalancı baharı bile görmeden yazdan günler yaşıyoruz.  Baharı böyle geçenin haziran, temmuz ve ağustos ayları nasıl geçer, şimdiden kestiremiyorum.  İki yıldır doğru dürüst kış da görmedik. Öğrenci ve öğretmenler bu kış kar tatili yapmadı desem, kafi sanırım. Kıt su kaynaklarıyla bu sene yazı geçirip kışa nasıl gireriz bilmem.  Dereler, ırmaklar kurursa hiç şaşırmam. Musluklardan çamur akarsa, su kesintileri artarsa hiç sürpriz olmaz. Her ay katmerli gelen su faturalarının nerede duracağını, nerelere fırlayacağını kestirmek mümkün değil.  Susuzluk kapıda. Susuz ne yaparız bilmem.  Sıcakların şimdiden iyice bastırdığı bugünlerde, okullarda nasıl ders yapılır, öğrenciler sınıflarda nasıl tutulur, bunu da öğretmenler şimdiden düşünmeye başlasa iyi olacak.

Yazma Kesatlığım

Şubat ayını bitiriyoruz. Kış mevsimindeyiz güya. Havalar güllük gülistanlık. Ağaçlar çiçek açtı açacak. Adeta bahar havası yaşıyoruz. Kar görmedik. Yağmuru ise ara ara gördük. Hasılı kesat bir kış mevsimi geçiriyoruz. Bu demektir ki havalar böyle giderse susuzluk kapıda demektir. Kışın kesat geçtiği gibi yazı yönünden de şubat ayı benim için kesat geçiyor. Elim yazmaya varmıyor. Bir iştahsızlık var. Gündemden uzak olunca yazı konusu bulmada da zorluk çekiyorum. Bir konu buluyorum. Başlıyorum yazmaya. Daha bir paragraf yazmadan canım çekmiyor. Boş ver bu konuyu diyorum. Başka bir konuya geçiyorum. Onu da daha baştan bırakıyorum. Bir konuya dair ne içimden bir şey geliyor ne de elim tuşlara gidiyor.  Eskiden böyle miydim halbuki. Aklımda konu çok olur, çoğunun başlığı yazılmış, sırasını bekliyor olurdu. Bir gördüğümden, bir konuşmadan bir konu çıkarır; yolda, çarşı ve pazarda giderken elim klavyede olmasa da zihnimde yazmaya başlardım. Bir boşluk bulsam da şöyle bir döşeyiversem

Gecikmiş Olsam da

Eleştiri oklarını mahalleme döndürmüş olmam en büyük yanlışımdı. Halbuki mahalleye sırtımı dayayarak diğer mahalleleri eleştirmek en akıllıca işmiş. Çünkü mahallenin temizliği diğer mahalleden başlarmış. Mahallenin kirleri de kol kırılıp yen içinde kalması gibi dillendirmemek gerekiyormuş. Öğrendim ama iş işten geçti. Erkek deveye, bu deve erkek değil, dişidir diyenlere, hayır efendim, deve erkektir demem gerekiyormuş. Çünkü önemli olan, devenin erkek veya dişiliği değil, kimin yanında durduğun ve saf tuttuğun önemli olanmış. Öğrendim ama iş işten geçti. Heyhat ki heyhat...  Olgularla değil, algılarla yaşamam gerektiğini öğrendim ama iş işten geçti. Çünkü geçer akçe, olgu değil algı imiş. Öğrendim ama iş işten geçti. Artık benim için olgu değil, algı geçerli. Adım dokuza çıktıktan sonra işe yararsa tabi. Herhangi bir olay olduğunda ilk tepki vermemem gerektiğini anladım. Meğerse önce saflar belirlenip safında yer aldığım kesim hangi görüşü geliştirmişse ben de onu savunmalıymış

4444

4444 sayısını duyar duymaz bizde ne gibi bir çağrışım yapar? Öyle zannediyorum, ilk aklınıza gelen, hasta ve dertlilerin dertlerine şifa bulmak ve sıkıntılardan kurtulmak amacıyla okudukları ya da çok kişinin yardımıyla okuttukları “Salatı tefriciye” veya “Salatı nariye” adı verilen duadır. Kur’an’da ve hadislerde yer almayan bu dua kültürümüzde yer almakta. Okunduğu takdirde dert ve hastalıklardan kurtulma ümit edilmektedir. Ne kadar fayda sağladığı bilinmese de toplumumuzda okunmaya devam eder. Arapçası okunan duanın Türkçe anlamı şudur: “ Allah’ım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehli beytine,

Hasan Peker'in Ardından (2)

Pikniğe davet etmişler rahmetliyi. Kalabalık bir davetli topluluğu var. Yenmiş, içilmiş. Muhabbet yapılmış. Kalkıp dağılacakları zaman, kesenize bereket, ziyade olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin diyecek Hasan Hocam. Sorar bu ikram kimden diye. Ses çıkmaz kimseden.  İkramı yaptığına kanaat getirdiği birine, x hocam, ziyade olsun der. O kimse de ikram sahibi ben değilim deyince, Hasan Hocam işkillenir. Peşine düşer. Kimden o zaman der. Malzemeleri y kişisinin aldığını söylerler. Oklar ikram sahibini gösterince, morali bozulur Hasan Hocanın. Eyvah, ben ne yaptım der ama iş işten geçmiştir. Çünkü o kişinin, kendi cebinden ziyade, çalıştığı kurumun market hesabına yazdırıp yiyip içtiğini bilen birisidir. Geldiğine geleceğine, yiyip içtiğine pişman olur. Bir daha da o kimselerden oluşan piknik ve yemek davetlerine, usulünce reddederek katılmaz.  Bunu bana anlattığında, pişmanlığı her halinden okunurdu. Rahmetliye, geçmiş pişmanlıkları sorulsa, ikram sahibini bilmeden yediği

Fotoğraflarla Hasan Peker

Sosyal medyanın hiçbir türünü kullanmazdı. Çünkü prensipleri arasında sosyal medya kullanma yoktu. Ne hesabı oldu ne de buna yeltendi. Arkadaşlarından biri birlikte çekindikleri fotoğrafı sosyal medyada paylaşsa ya da bu alemde ismine yer verse, paylaşımcıya ulaşır. O resmi de ismini de kaldırtırdı. Ani ve erken vefatının ardından, ölüm haberini duyan sevenleri, buldukları resimleriyle taziye paylaşımı yapınca, Hasan Peker ilk defa sosyal medyada yer almış oldu.  Bulabildiğim kadarıyla farklı zamanlara ait dört resmine ulaşabildim. Ağırlıklı olarak kullanılan bir resmi de öyle zannediyorum, üniversitenin resmi sayfasındaki profiline ait. Seveni ve ardından hayırla yadedeni, ölümüne üzülen sayısı da saymakla bitmez. Paylaşan paylaşana. Amma seveni varmış mübareğin. Allah herkese böyle ardından dostlar bırakmayı nasip etsin. Bugün mezarından kalkıp gelse, başta benim paylaştığım bu resimler olmak üzere sosyal medyada yer alan tüm fotoğraflarını kaldırtırdı. Bu kadar eminim bundan. Çünkü

Bu Pasaport Başıma İş Açmasa Bari

Pek istemesem de ayaklarım öbür dünyaya doğru giderken 60'ına merdiven dayadığımda, ilk pasaportum oldu. Hem de yeşilinden. Namı diğer hususi. Bu dünyadan giderken öbür aleme dair hazırlık yapmam, o dünyaya dair pasaport almam gerekirken, daha kefenimi bile almamışken pasaport aldım.  Güya yurtdışına çıkarsam diye tüm bu hazırlık.  Ufukta yurtdışı var mı? Halihazırda ufukta öyle bir şey görünmüyor.  Türkiye'nin çoğu illerini görmemiş, daha uçağa binmemiş biri olarak, yabancı dile dair tüm bildiğim, what is your name iken, yol yolak bilmeyen biri olarak yurtdışına çıkabilir miyim, çıkarsam geri dönebilir miyim, bunu hiç bilmiyorum. Hepsinden geçtim. Yurtdışına gitmek para demektir. Bu ise semtime pek uğramaz. Uğrasa da yurtdışı, önceliklerim arasında değildir. Neyse, gidemesem de dursun şimdilik bir tarafta. Zaten bu pasaport işine de oğlan dolayısıyla kalkıştık. Bize yaramasa da belki oğlana yarar.  Pasaport için üç kişi adına yatırdığım pasaport defter bedeli toplamı 1503,00 T

Dupuytren Kontraktürü (1)

Bu yazımda “elin bağ dokusu bozukluğu anlama gelen Dupuytren Kontraktürü hakkında bilgi vermek istiyorum: Dupuytren Kontraktürü, avuç içinin cilt ve cilt altı dokusunun hastalığına denir. Elde, parmak eklemlerinde meydana gelen sertlik ve parmakların açılmaması halidir. Nadir görülen bağ dokusu bozukluğudur. Avuç içi derisi altında yer alan lifli dokunun kalınlaşması ve kısalması ile sertleşmiş bir nodül oluşur. Akabinde burada çok sertleşmiş bir doku bandı görülür. Dolayısıyla etkilenen parmak birkaç ay veya daha uzun bir süre boyunca avuç içine doğru çekilmeye başlar. Sonra sabit bir pozisyonda kalır ve geri çekilmez. Kalın ve sert bir doku şeklini alan cilt ve cilt altı dokusu, parmakları avuç içine doğru çeker ve elin hareketlerini kısıtlar. Genellikle 4. veya 5. parmaklarda sık görüldüğü gözlemlenmiştir. Genellikle orta yaş (40 yaş ve üstü) erkeklerde ortaya çıkar. Şeker hastaları, elini çok kullanan ağır işte çalışanlarda daha sık olmakla birlikte bu hastalığın nedeni net

Baldan Tatlı Sirkenin Şimşek Hızıyla Alınması

Yıl 2005-2006 öğretim yılı. İngilizce öğretmenim yanıma geldi. "Hocam MEB’in bastırdığı ders kitabı iyi değil. Yayınevi, 130 lira olan bu kitabı bizim okula özel; tüm öğrenciler aldığı takdirde 90 liraya verecek. Ne dersin, aldıralım mı?" dedi. Hocam illa bu kitap olacaksa bak elinde bir kitap var. Öğrencilere fotokopi yap, ver dedimse de kitabın dışarıdan geldiğini, fotokopi ile çoğaltmanın yasak olduğunu söyledi. Hangi kitapçılarda satıldığını sordum. "Hocam tek kitapçıda satılıyor, falan yayınevi dedi. Ben bir görüşeyim dedim ayrıldım. Çocuğum da 9. sınıf öğrencisi. Ondan da aynı kitabı istemiş öğretmeni. Bir öğretmen kendi çocuğu için aynı kitapçıdan   60 liraya almış aynı kitabı.  Girdim kitapçıya. Fiyatına 125 lira dedi. Ardımdan giren birisine 130 TL dendi. Kitapçı az tenhalaşınca bir arkadaş 60'a almış sizden. Bana da bu fiyata verin dedim. "Olmaz" dediler. Az sonra hangi okulda çalıştığımı sordular. ... Anadolu Lisesinde dedim. "O okuldaki

Üçüncü Meşgalem

Emekli olup olmayacağımı sordu geçen gün bir yönetici. Ne emekliliği? 65 yaş ve iki polis zoruyla, dedim. * Zaman zaman emeklisin değil mi diyorlar. Hayır, hala çalışıyorum diyorum.  Beni şaşırtan biraz da kendisi şaşırsın. * Çalışmayı düşünüyor musun hala diyen eksik olmuyor.  Daha düşünmüyorum, şimdilik çalışıyorum. Emekli olup da ne yapacağım. Zira bir meşgalem yok diyorum. Bulursun bir şey. Yok mu tarla, bağ diyor. Sanki alıverdi de olmaz dedim. * Geçen gün biri daha sordu ne zaman emekli olacağımı.  Emekli olayım olmaya da ne iş yapacağım dedim.  Ayıp oluyor ama senin işin var zaten dedi.  Ne işi dedim.  Yürüyüş yapıyorsun boşluk buldukça. Bol bol yürürsün. Bir de zaten yazıyorsun durmadan. Daha ne iş ararsın? Akşam birden olur dedi. Ben de emeklilikte sonra iş verecek diye sevinmiştim. * Birbirini tanımamasına rağmen her gördüğüm çalışıp çalışmadığımı soruyor. İlk zamanlarda beni düşünüyorlar diye düşündüm. Eksik olmasınlar dedim.  Sonra

Yaz Kışı

2002-2005 yılları arasında Adana'da yaşarken ocak ve şubat ayında bile üşütmeyecek şekilde hafif serin bir hava olurdu. Biz de fırsat bu fırsat deyip Baraj kenarına giderek ailecek mangal keyfi yapardık. Konya'da yetişip büyüyen biri olarak niçin böyle hava Konya'da olmaz derdim. Çünkü Konya ocak aylarında hep kara kışı yaşar. Kar olmasa bile buz kesen ayazı eksik olmazdı.  Yıl 2023 ve ocağın 23'ü gelmiş. Hava güllük gülistanlık ve güneşli. Konya oldu bir Adana. Ne yağmur ne kar ne kuru ayaz. Üstelik çoğu günler yakıcı güneşli, yaz günlerinden kalmış havaları yaşıyoruz. Daha doğru dürüst üzerimize kaban almadık, kışlıkları giymedik.  Sıcak ve güneşli hava nefsimize hoş gelse de havaların bu şekil gitmesi hayra alamet değil. Kuraklık kapıda. Susuzluk bizi bekliyor ve tehlike çanları çalıyor.  2021-2022 kışı ise 2022-2023'ün aksine eski kışlardan bir kış idi. Aşağı yukarı kış boyunca hep kar gördük. Hatta kar üzerine kar yağdı.  Bu sene ne oldu böyle? Ve aci

Kişilik ve Karakter Bozukluğu (1)

Kişilik, "bir kimseye özgü belirgin özellik; manevi ve ruhi niteliklerinin bütünü, şahsiyet" . "İnsanlara yakışacak durum ve davranış".  Karakter, "Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı, seciye".  "Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü".  Tanımlarda görüleceği üzere kişilik ve karakter aynı anlamda kullanılıyor. Yazımda kişilik ve karakter bozukluğuna ve özelliklerine alıntılarla yer vermek istiyorum: "Kişilik özellikleri esneklikten yoksun ve uyum bozucu, işlevsellikte belirgin bir bozulma ya da öznel bir sıkıntıya neden oluyorsa kişilik bozuklukları düşünülebilir." (memorial.com.tr.) "Bazı hastalar, kişilik bozukluğunun olduğunun farkında olamayabilir, çünkü düşünme ve davranış tarz

Bamyanın Faydaları *

Bugünlerde yazı yazma şevkim pek kalmadı. Gündemi zaten nicedir takip etmiyorum. Yazdığım her yazı bir tarafa çekiliyor, birileri nem kapıyor. Kendi kendime, ne yazsam ucu kimseye dokunmaz, fincancı katırlarını ürkütmem dedim ve aklıma bamyanın fazileti geldi. Hah dedim, buna kimse bir şey demez. Böylece bayram seyran ve Konya düğünlerinin vazgeçilmez menüsü bamyanın faydalarını da öğrenmiş olurum. Bamyaya dair tek bildiğim, sıcak içilmesi, boşta bulunan kimselerin ağzını yakması. Sizler için “haberturk.com” sitesinden derledim. “Bamya yaz mevsiminin en besleyici ve lezzetli sebzelerinden biridir. Kalorisi oldukça düşük olması sebebiyle diyet listelerinin de vazgeçilmez yemeklerinden biridir. A vitamini bakımından zengindir. Fa ydaları: 1.Mide Problemlerini Önler:  Bamya suyu emmeye yardımcı olur ve aşırı kolesterol, metabolik toksinler ve aşırı safrayı yakalayıp dışkı yoluyla dışarı atar. İçeriğindeki büyük su yüzdesi kabızlık, gaz, şişkinlik ve mide problemlerini önler. 2.Diyab

Beceremediklerim *

Allah'ın verdiği yetenek nimetinin hepsini kullanamadım. Çünkü yetenekli biri değilim. Pek becerikli olmasam da beceri nimetinin tümünü kullanan maharetlilere gıpta ederek geçirdim ömrümü. Bazen de bunlar bende niye yok diye kah haset ettim kah isyanlara oynadım.  Bu yaşıma gelinceye kadar deneme yanılma yoluyla bazı beceriler kazanmış olsam da şu konularda hiç yetenek geliştiremedim: Nabza göre şerbet veremedim.  Politik davranamadım. Gücün ve güçlünün yanında yer alamadım. Güzsüzün yanında yer aldım. Tek yaptığım, güçsüzlerin arasına bir güçsüz ilavesi yapmak oldu. Yararıma olacak şeyler için burnum iyi koku almadı. Basiretim hep bağlandı.  Kendimi anlatmak için başkasını kötüleyemedim.  Belden aşağı vuranlara prim veremedim.  İçime sinmeyen bir görüşe eyvallah diyemediğim gibi pasif kabul anlamında sessiz bile kalamadım. Ucunda mimlenme bile olsa bir yerde görüşümü açıklamazlık yapamadım ve mimlenme konusunda çok başarılı olduğumu söyleyebilirim. Belki de tek b

İp Öncesi, İp Sonrası

Yeni vizyonum bu. İlave bir ip var demeyin sakın. Hele hele ipi küçümsemeyin. O beğenmediğiniz, bir aksesuar gibi gördüğünüz o ip nelere kadir bir bilseniz. Ki bunun kıymetini bilmek için benim gibi kaç defa eşekten düşmeniz gerekir. İsterseniz, ip öncesi ve ip sonrasını bir anlatayım ki ne badireler atlattığımı ve nasıl bir nimete konduğumu kıyaslayabilesiniz.  Bir şey okumak ve yakını görmek istediğimde uzak için kullandığım bu gözlüğe ihtiyaç duymuyorum. İhtiyaç olmayınca gözden çıkarıp bir kenara koyuyorum. Oturduğum yerde durup kalmıyorum. Kalkıp başka odaya geçiyorum. Bir zaman sonra dışarı çıkacağımda, lise 1'den beri benden bir parça olan şu gözlüğümü de alayım dediğimde, benim için maraton o zaman başlıyor. Tüm odalara, masalara, sehpalara, oturduğum ve oturma ihtimalim olan yerlere dönüp dönüp bir daha bakıyorum. Adeta dört dönüyorum. Hele gözlüğün rengine uygun bir yere koymuşsam, gözlük yere uyum sağlamış olur. Bakar bir kör edasıyla bakarım ama gözlük namına bir şey gö

Dil Nimeti ya da Dil Belası *

Allah’ın bahşettiği her şey bir nimettir. Dil de bu nimetlerden bir tanesidir. Yeter ki yerinde kullanmasını bilelim. Yerinde kullanmazsak ne olur? Nimet olur bela. Dil ile ilgili Kristal Kelebekler isimli kitaptan istifade edilerek hazırlanıp sosyal medyada paylaşılan bir yazıyı sizler için kısaltarak derledim. Dil ile ilgili hangi kelime, kavram ve deyimleri üretmişiz, bir bakalım: ·         Saygısızca karşılık verenler için dili bir karış , ·         Alay etmek istediklerimiz için dil çıkardık , ·         İnandırmak istediklerimiz için dil döktük , ·         Bir şeyi kötülemek için dil uzattık , ·         Sevdiklerimiz için dilden düşürmedik , ·         Kızdıklarımız için dile düşürdük , ·         Konuşmak istediklerimiz için dile getirdik , ·         Sırlarını ifşa ettiklerimiz için dile verdik , ·         Çok konuştuğumuzda dilimiz çözüldü , ·         Hastalandığımızda dilimiz ağırlaştı , ·         Gevezelik yaptığımızda dilimiz uzadı , ·         Çok yoruld