Diğer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diğer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2025 Perşembe

Aile Birliği Adına

Dört çocuğum var. Üçü evlenip evden uçtu. Bir tanesi kaldı şimdilik evde. O da giderse koca evde Edi ile Büdü kalacağız.

Halbuki bir zamanlar evde bir ve beraberdik.

Bir düşüncedir aldı beni. Çünkü aile toplumun en temel taşı.

Son sözü söylemeyen ben olmasam da kağıt üzerinde aile reisi benim. Bu durumda evlenip gitseler de aile birliğini sağlamak benim görevim. Şayet ailem parçalanırsa, “aile reisi olarak bir aileni koruyamadın, ne biçim babasın” diye beni suçlayacaklar.

Bu durumda ne yapmalıyım diye kendimi zorladım.

Sonunda çocukları bir gün evde toplamaya karar verdim.

Bir baba olarak onlara sorumluluk vereceğim.

Diyeceğim ki onlara;

Babam! Ben bu ailenin reisiyim. Ailenin birliğinden ben sorumluyum. Sorumluluk varsa yetkim de var.

Şimdi size bir sorumluluk veriyorum. Bu bir emirdir.

Hepiniz bir posterimi bastıracak. Yalnız bu posterler aynı ebat olacak. Posterin altına da “Birliğimizin teminatı ailemizin direği babamız” yazdıracak.

Bastırdığınız bu posterleri evinizin camından sarkıtacaksınız. Bu posterler 7/24-365 gün asılı duracak.

Biriniz bir tane fazla bastırsın. Onu da bizim evin camından sarkıtalım.

Posterim; güneşten, yağmurdan, soğuk ve sıcaktan etkilenebilir. Yıprandıkça posterimi yenileyeceksiniz.

Doğum günüm geldiği zaman sadece bir pencereden değil, evlerinizin tüm pencerelerinden posterimi sarkıtın. Doğum günüme özel olarak “İyi ki doğdun babam” yazdırın.

Akşam karanlığında gelip geçen belki posterimi göremeyebilir. Bunun için posterlerime otomatik ışıklandırma yaptırın.

Gelip geçen benim posterimi gördükçe, “Helal olsun adamın evlatlarına. Ne hayırlı evlatlarmış. Babalarının posterlerini yaptırmışlar. Bunun için hiç masraftan kaçınmamışlar. Ne de çok seviyorlar babalarını. Babalarının posterini baktıkça aile birliğine katkıda bulunuyorlar” desin.

Aile birliği adına astığımız bu posterden alt ve üst komşular rahatsız olabilir. Asla tabi vermeyin. Hemen savcılığa giderek, “Komşumuz aile birliğimizi bozmaya yelteniyor. Çünkü bizi kıskanıyor” diye suç duyurusunda bulunsunlar.

Düşündüğüm bu konuyu hayata geçirmede kararlıyım. İnadım inat. Kim ne derse desin, bu inadımdan beni kimse vazgeçiremez. Belki de çocuklarım, baba, ele güne karşı bizi gülünç duruma düşürme diyecekler. Ama ne derlerse desinler. Zira bana vız gelir. Çünkü aile birliği Anayasal bir hak. Anayasanın bana verdiği bu yetkimi tepe tepe kullanırım. Kime ne?

Bakalım, bu düşünceme çocuklarım ne diyecek? Sizin gibi ben de merak içinde sonucu bekliyorum.

İyi de hangi fotoğrafımı bastırsınlar? Öyle ya bu da bir sorun. En iyisi birlik adına şu fotoğrafımı bastırın diyeyim. 

21 Ekim 2025 Salı

Bazı Kadınların Dünyası

Ne zaman yürüyüşe gitsem, parklarda bulunan kamelyalarda oturup kahvaltı yapan kadınlar görürüm. Oturacak kamelya kalmadığı için evinden masa ve sandalye getirerek çimlerin üzerine kahvaltı sofrası kuranlar bile oluyor.

Gördüklerim, çoluk çocuk, baba ve koca değil. Tüm masalar kadınlarla dolu. Hafta içi olduğuna göre parkta bu saatte olan kadınlar ya emekli ya da ev hanımı olmalı.

Gördüklerimden hareketle izniniz olursa bir senaryo çizmek istiyorum.

Sabah 10 gibi uyandı. İyi de uyumuştu ama hala esniyordu nedense.

Kocası gitmişti işe. Kalkıp çocuğunun odasına baktı. O da gitmişti. Yatağını düzeltmiş mi diye baktı. Oh be! Düzeltmişti. Demek ki o kadar söylediği dikkate alınmıştı. Düzeltmesin de bir göreyim.

Çocuğunu da kocasını da takdir etti. Giderken sessizce giyinip gitmişler. Rahatsız da etmemişlerdi. Kahvaltıyı çocuk okuldan aldığıyla teneffüs arasında, kocası da işe giderken yolda simitçiden aldığıyla iş yerinde yapardı nasılsa.

Evde bir başınaydı. Tek başına evde kahvaltı da yapmak olmazdı. Kahvaltı dediğin şöyle açık havada çok güzel giderdi.

Hava da güzel üstelik. Kardeşlerine haber verip parkta buluşup kahvaltı eşliğinde bir güzel muhabbet iyi giderdi. Bunu da kaç gün önceden planlamıştı.

Aradı kardeşlerini. Haydi yavaş yavaş toplanalım. Ben çıkıyorum dedi.

Kısa zamanda yapacaklarını hazır etti. Zaten bir kısmını akşamdan hazır etmişti. Geriye bir çay kalmıştı. Nevaleyi arabasına koydu. Giderken bir de börekçiye uğradı. Biraz börek aldı. Parkın yolunu tuttu.

Aradıkları gelmişti hemen. Getirilen şeyler masanın üzerine kondu.

Keşke masa biraz daha büyük olsaydı. Çünkü o kadar şeyi masaya sığdırmak zordu. Bir kuş sütü eksikti. Olsa da zaten konacak yer yoktu.

Şimdi sıra yemedeydi. Hem lafladılar hem de yemeye koyuldular. Aceleleri yoktu nasılsa. Akşama kadar yolu vardı. Şöyle sindire sindire yemeliydiler.

Bir de güzel gidiyor. Hem sağı solu seyrediyorlar hem öteden beriden konuşuyorlar hem de getirdiklerinden, “Akşam sizin için yaptım. Bak bakalım tadı nasıl olmuş” diyerek birbirlerine ikram etmekten de geri kalmadılar.

Diğerleri, “aldık canım. Zaten yemeden mis gibi kokusu geldi. Eline sağlık. Ama fazla almayayım. Çünkü kilo yapıyor. Bugünlerde dikkat ediyorum. Haydi, sen de şundan alsana” dedi.

Mide dediğin nedir ki. Birden doydu. Yine de perhizi bir tarafa bırakıp yavaş yavaş götürmeye devam ettiler. Çünkü gün bugün. Perhiz zamanı değildi. Öyle ya her gün parka kahvaltı için geliyor değillerdi. Diğer günler dikkat ederlerdi biraz.

Karnım şişti dedi biri. Öbürü, “Hiç dert edinme. Ben maden suyu getirdim. Al canım iç, şifa olsun” dedi.

Saat 11.00 gibi başlayan kahvaltı bu şekil birbirini ağırlaya ağırlaya iki saat sürdü.

“Üzerine kavun da yiyeceğiz dedi öbürü. Dedim ya kuş sütü dışında her şey vardı. (O kadar da değil demeyin. Kavun da gözüme ilişti bir masada)

Saat üçü bulmuştu muhabbet.

“Yavaş yavaş kalksak mı, akşama yemeğim yok” dedi beriki”. “Şekerim, akşamdan yapsaydın ya daha yeni oturmaya başlayacağız. Benim dünden kalan yemeğim var. Onu yesinler. Her gün yemek mi yapılır” dedi öbürü. Bir diğeri, “Benim de yemeğim yok ama bugün yemek yapasım yok. Telefon edeyim de lokantaya geçeriz” dedi fazla konuşmayanı. Beriki de “Buradan artanları koyacağım önlerine. Bu yaptıklarım boşa mı gitsin. Bundan iyisini mi bulacaklar sonra. Hatta artar bile. Sabah giderken de götürsünler” dedi içlerinde en akıllı geçineni.

Sonrasında lafladılar da lafladılar. “Kimse kadir kıymetimizi bilmiyor ama ev kadınının mesaisi yok. Meccanen çalışıyoruz. Ah bir de görünse. Bizimki pek huysuz” şeklinde oybirliğiyle dertleştiler.

Sonra “Eşin ve çocuğun kahvaltı yapıyorlar mı giderken dedi biri.” İlahi kardeşim, ne kahvaltısı? Bu devirde evde kahvaltı mı kaldı? Gittikleri yerde bir şeyler yiyorlar. Sonra kim kalkıp o saatte sabahın köründe kahvaltı hazırlayacak? Bizden geçti artık. Hem herkes öyle yapıyor. Biz hamal mıyız? Zamanında yaptık, kıymet bilen mi oldu? Artık bundan sonra kendimize vakit ayırma zamanı” dediler yine konsensüsle.

Haydin bu ânı ebedileştirelim. Kalkmadan bir de fotoğraf çekinelim dediler.

“Ah şimdi zamanı mı? O kadar da yedik. Göbek çıktı. Çekinmesek olmaz mı dedi birkaçı birden.

Bu işlerde tecrübeli olan akıl verdi. “Yan durursunuz, olur biter. Tüm kadınlar öyle poz veriyor” dedi.

Geldiklerinde sarıldıkları gibi giderken de sarıldılar. “Ay ne güzel oldu. Bunu fazla uzatmadan bir daha yapalım. Hatta sıcağı sıcağına haftaya perşembe günü yapalım mı? Bu sefer ben getireyim. Siz hiçbir şey getirmeyin” dedi biri. “İyi olurdu ama temizlikçi gelecek perşembeye. Ben müsait değilim” dedi öbürü. Bir diğeri, “Ben de müsait değilim. Çünkü haftaya oturmam var” dedi. Beriki de “Benim de o gün günüm var. Gelemem” dedi.

O zaman hepimize uygun bir zaman ayarlarız. Haberleşiriz. Görüşmek üzere deyip vedalaştılar.
Açık havada bir kahvaltı daha sonra tekrar buluşmak üzere bu şekilde sona erdi. Kahvaltı bittiğine göre benim senaryo da burada sona erdi.

19 Ekim 2025 Pazar

Meram Yeniyol Caddesi

Meram Yeniyol Caddesi, uzun ince, dar ve düz bir cadde. Yeniyol dendiğine bakmayın. Yolun caddeliği çok eski.

90'lı yıllarda öğrenci iken 1989-1995 yılları arasında Meram Belediyesi Başkanlığı yapan Sayın Veysel Candan döneminde bu caddede uzun süren bir çalışma yapılmıştı.

Çalışmayı yerinde görmek için bu yola gelen Veysel Candan'a bir hanımefendinin, "Sayın başkan bu yol çalışması ne zaman bitecek? Bir tarih verebilir misin" diye soru sorduğu, başkanın da "Şu tarihte" dediği, kadının bu tarihte biteceğine dair senet istediği, başkanın da "Senede gerek yok. Benim sözüm senet" dediği öğrenciler arasında konuşulmuştu.

Uzun süren genişletme çalışması sonrasında cadde, gidiş ve geliş olacak şekilde ikişer şeritli bir yol olmuştu. Dökülen asfalt ile birlikte caddenin görünümü daha da güzel olmuştu.

O zamandan bu zamana bu caddede defalarca asfalt çalışması yapılmıştır. Orta refüjdeki ağaçlar zamanla sökülüp dikilse de caddenin bugünkü görünümü 90'lı yıllardan kalma.

Bu caddeden her geçişte hem Veysel Candan'ı hem de başkanın kadına, "Sözüm senet" sözünü hatırlarım.

Sonrasında, bu caddede Veysel Candan'ı unutturacak gözle görülür bir farklılık ve genişletme olmadı. Daha sonra açılan Meram Yaka Caddesi alternatif bir yol olarak açılmasına rağmen Meram Yeniyol Caddesinin araç yoğunluğu hiç azalmadı. Sabahın erken saatinden geç vakte kadar bu yol daima işlek.

Yaya yönünden Cadde Meram'ın açılmasıyla birlikte gözle görülür bir artış olmakla birlikte Meram Devlet Hastanesinden sonra kaldırımda yürüyen pek yaya görmek mümkün değil. Çünkü benim gibi tek tük yürüyen olsa da yayanın yürüyeceği doğru dürüst kaldırım yok. Ortalama bir metre genişliğinde olan kaldırım her yerde bir metre de değil. Bazı yerlerde bir yaya zor yürür. Ya önüne ağaç ya elektrik ve telefon direği ya çöp kovası ya elektrik panosu çıkar. Bazı yerlerde ağacın kök salmasıyla birlikte kaldırım inişli çıkışlı olmuş. Üzerindeki taşlar ise bildiğimiz kaldırım taşları gibi değil. Kimi çukur kimi yüksek kimi yerinden çıkmış kimi kırılmış şekilde. Buraların kaldırımından gitmek için bir yerlere çarpmadan gitmek ya da ayağın takılıp düşmemek için yayanın epey bir ecel terleri dökmesi gerekiyor. Bu kaldırımda gidilmez deyip yolun kenarından yürümeye kalkan yayanın ise yola inmesiyle kaldırıma çıkması bir olur. Çünkü jet hızıyla kaldırıma sıfır gelen araçtan kendini koruması gerekiyor. Hele kaldırımın öyle bölümleri var ki yaya, yola inmek zorunda kalıyor.

İkişer şeritli işlek bu caddeden bisikletli birinin gidip gelmesi de çok zor ve cesaret ister. Çünkü her bir bisikletli iki şerit işleyen yolun birini tıkaması anlamına gelir.

Ne demek istiyorum? Bu dar ve işlek cadde genişletilsin demiyorum. Çünkü bu yolu genişletmek mümkün değil. Keşke mümkün olsaydı. Zaten mümkün olsaydı, şu ana kadar Büyükşehir bu yolu çoktan genişletirdi. Bu caddenin sağlı sollu meskûn mahal sakinlerinden bir karış almak, abartmayalım ama Avrupa'yı hatta Viyana'yı fethetmekten daha zor. Çünkü eski yerleşim yerlerinde yolu düzenlemek çok zor.

Peki, bu işlek cadde belli bir noktadan sonra yaya kaldırımından mahrum olmaya devam mı edecek? Yok mu bunun bir yolu?

Kaç defa gelip geçtiğim bu yolun iki tarafına yapılmış müstakil villaların önünde, nereden bakılsa 8-10 metrelik bir mesafe var. Yani ev yok. Belediye, bu yolun iki taraftaki sakinleriyle görüşse, sizlerin arsasından 1-2 metre alıp bu muhite yakışır, güzel ve evladiyelik bir kaldırım yapacağım. Gelip geçen rahatça yürüsün. Hatta yer müsait olursa bisiklet yolu da yapacağım. Size bir masraf çıkmayacak. İhata duvarlarınızı Belediyemiz yapacak dese, herhalde mahalle sakinleri bir şey demez diye düşünüyorum. Çünkü alınan her bir metre amme için kullanılacak.

Burada gözlemlerimi anlatarak yolun nasıl daha iyi olacağına dair öneri sundum. Belki Belediye bu önerimi mahalle sakinlerine teklif edip sakinlerden kabul görmemiş olabilir. Eğer daha önce bu öneri götürülmedi ise denemeye değer diye düşünüyorum. En azından mahalle sakinlerine böyle bir teklifi götürdük ama kabul görmedi denir.

19 Eylül 2025 Cuma

FB ve GS'ye Kayyum

Her ne olursa olsun, kayyum atanmamalı. Bunun yerine başka yol ve seçenekler değerlendirilmeli.

Biz başka yol ve yordam bilmeyiz. Biz kayyum görevlendiririz. Ölmek var, dönmek yok denirse,

Oldu olacak Süper Lig futbol kulüplerine de kayyum atamak lazım. Özellikle dört büyükler diye bilinen FB, GS, BJK ve TS'ye öncelikli olarak kayyum ataması yapılmalı.

Dördüne birden kayyum dikkat çeker denirse, ilk iki sıraya FB ve GS'yi koymak, bu iki kulübün başına kayyum atamak gerek.

Kayyumluk neyi var bu iki güzide ve köklü kulübün denebilir.

Bir defa kötü yönetiliyor.

Her iki kulüp de transfer zamanı dünyanın parasını harcayarak hoca ve futbolcu transferi yapıyor.

Transfere her yıl dünyanın parası harcanmasına rağmen Şampiyonlar Liginde ve diğer Avrupa kupalarında hiç başarıları yok. Yenilip yenilip geliyorlar. Yenilmelerinden geçtim, rezil olup geliyorlar. Ya Şampiyonlar Ligine kalamıyorlar ya da direk katılıp dünyanın golünü yiyip annelerinin ligine geri dönüyorlar.

Her ikisi de borç batağı içinde.

Her ikisinin de gelir ve gider dengesi yok.

Aldıkları futbolcu ellerinde kalıyor. Çünkü gelecek vadeden genç futbolcu alma yerine jübilesi gelmiş futbolcu transferi yapıyorlar. Aldıklarından çoğu zaman para kazanamıyorlar. Transferden 1 kazanıyorlarsa yüz harcıyorlar.

Bu iki kulübe para nereden geliyor, para nereye gidiyor belli değil.

Her ikisinin de tek amacı var. Süper Lig şampiyonluğu.

Süper Lig bu iki kulübün çiftliği.

Top oynak yerine birbirleriyle didişip dururlar.

Alt yapıda futbolcu yetiştirip milli takıma futbolcu verelim, kendi takımlarının omurgasını yerli oyuncu oluştursun diye bir dertleri yok. İki kulüp de yabancılarla dolu.

Her iki kulübün de yenilgiye, şampiyon olamamaya tahammülleri yok. Yenilgi sonrası açıklamaları, hakeme suç bulmaları kaçınılmaz.

Birbirleriyle Filistin-İsrail gibiler. Birbirlerini hiç çekemezler. Birbirlerinin onmasını istemezler. Aynı kazana konsalar kaynamazlar. Dırdırlarından ve itişip kakışmalarından kazan pes eder. Dünya kuruldu kurulalı, böyle eziyet görmedi der.

Ligde ikisi korunur. Buna rağmen hep mağduriyet edebiyatı yaparlar. Kendilerine ne oynadıklarını bakmazlar. Rakibin korunup korunmadığı takip ederler.

Şımarık mı şımarıklar.

Diğer kulüpler bu ikisini şampiyon yapmak için var.

Kısaca başta FB olmak üzere iki kulüp de her yönüyle kötü yönetiliyor. Özellikle FB daha kötü yönetiliyor.

Süper Ligin birbiriyle rekabet edebilmesi ve ülke futbolunun gelişmesi için bu iki kulübe ayar vermenin zamanı geldi geçti. Bu iki kulübün şımarıklığına son vermek için bu iki kulübe özellikle FB'ye bir süreliğine de olsa kayyum atamada yarar görüyorum. Bu iki kulübe de sizin diğer kulüplerden hiç farkınız ve üstünlüğünüz yok denmeli. Bir hakem bu iki kulübü korur ve tüm pozisyonları bu iki kulüp lehine verirse, hakemliğine son verilmeli.

Kısaca, ülke futbolunun gelişmesi, bu iki kulübe haddini bildirmekten geçiyor.

Bu Esnafların İnsafı Yok

Fi tarihinde 9 m² kare bir halı ihtiyaç oldu. Şu mağazada bulabilirsiniz dediler. Biz de o mağazaya gittik.

Üst kata çıkıp bir rengi beğendik. Daha doğrusu hanım beğendi. Bense şu halı beğenme işi bitse, borcumu öğrenip ödemeyi yapıp bir çıksam diye yanında durdum.

Beğendiğimiz halının fiyatını sordum. Dur bir hesap makinesi getireyim dedi çalışan. Al cep telefonunu hesap numarasından yap diye cep telefonunu uzattım.

Yanlış hatırlamıyorsam, "1502 lira. Ama 1250 lira olur" dedi. Sen bunu 1000 yaparsın dedim. "Olur, yaparım" dedi.

Ödeme için aşağıya indik. Kasaya yöneldim. Şuradan bin lira çekeceksin. Yalnız bize halı gösteren elemanının cezası var. Ne çay söyledi ne otur amca şuraya, yorulma" diye altıma bir sandalye verdi dedim. Kasada duran, "Bir 50 lira daha almayalım, dedi. 1502 liralık halıyı 950 liraya almış oldum.

1502 lira nere, 950 lira nere?

*

Market ve baharatçıdan alışveriş yapmak için hanımla evden çıktım. Önce markete uğradık. Alacağımız ürünlerden bir tanesi de nar ekşisi. Markette 119 lira imiş alacağımız nar ekşisi. Bunu buradan mı alalım, baharatçıdan mı ikilemi yaşadık. İyi, buradan al dedim.

Ödemeyi yapıp aldıklarımızı arabaya koydum. Markete 300 metre mesafedeki baharatçıya geçtik. Buradan da alacaklarımızı aldık. Eşyalarımız poşete konurken hanımın gözüne az önce marketten aldığı nar ekşisi çarpmış. Fiyatını sordu. "Abla, nar ekşisi yüzde yüz doğal. Fiyatı 250 lira olması lazım. Yine de bir bakayım" dedi. Bakar bakmaz "Evet, 250 imiş" dedi.

Ödemeyi yapıp çıktık. Yolda hanıma, marketteki nar ekşisi ile buradaki farklı mı dedim. "Aynı marka aynı ebat aynı ambalaj" dedi. Ama buradaki yüzde yüz doğalmış dedim. "Marketteki de doğal hem de yüzde yüz" dedi.

119 lira nere, 250 nere?

*

Bir arkadaş anlattı. "Oğlanın düğününde oğlan ile gelin mobilya bakmaya gitti. Beğenmişler. 17500 demiş mağaza sahibi. 'Ben gittim arkalarından. Pazarlık yaptım. '16500 olur' dedi. 'Ödeyemem. Tek maaşlı biriyim. Fiyat yüksek' dedim. '6500 lira" demiş.

17500 TL nere, 6500 lira nere?

*

Bir arkadaş kamelyada kullanmak üzere aynı mobilyacıya gider. 28 bine bırakır. Elinde olmadığı için evine sonra göndermek üzere anlaşırlar.

Siparişin gelmesini beklerken bir başka arkadaşın pahalı demesiyle aynı mobilyanın fiyat araştırmasını yaparlar. 18-19 bine bulurlar.

Sonunda siparişi iptal ettirip bir başka yerden daha iyisini 23500’e alır arkadaş.

*

Bir esnafın yanında otururken, müşterinin biri, dükkanın önündeki tezgahtan aynı üründen renkleri farklı birkaç parça getirdi. Dükkan sahibine "Bunlar kaça" dedi. "90 lira" dedi. "Bunları hayır için falan yere alacağım. Kaç olur" dedi. "Toptan fiyatına yazayım. 40 lira" dedi.

Ürünün toptan fiyatı ile perakende fiyatı arasındaki fark dikkat çekici. 90 lira nere, 40 lira nere?

*

Bir esnaf arkadaş iki arkadaşının yanında bir esnafın yanına giderek tanışır. Çaylarını yudumlarken evine lazım olan bir şey almak ister. 150 lira öder çıkar.

Aynı ürünü oğlu, bir başka yerden 50 liraya aldığını öğrenen esnafın, bu fiyat farklılığından kafası karışır. Rastgele iki yere sorar. Birinde 50 TL, diğerinde 70 TL imiş.

50 nere, 150 nere? Bu alışverişin adı tanıdık kazığı olsa gerek.

*

Yine iki tanıdık oturup kalktığı esnaf arkadaşa giderken alacakları şeyin fiyatını iki farklı esnafa sorar. Biri 170 lira, diğeri iki yüz demiş. Ardından tanıdıklarına gelmişler. Tanıdık 250 lira demiş. Tanıdığa sorunca almazlık yapamazsın. Eli mahkum almış.

*

Radyatör vanası bozulmuş. Yan taraftaki komşuya tadilat için gelen çeşmeciye, bizim vanayı da değiştiriversen dedim. “Üç çeyrek vana al, hazır olsun. Müsait olunca gelirim. Bu vanayı her yerde bulamazsın. Falan tesisatçıya git” dedi.

Birkaç kişiye sordum. Yoktu. Dediği firmaya gittim. “Üç yüz lira” dedi. İkramımız olur mu dedim. “Biz toptancıyız. Toptan fiyatına verdik” dedi.

Tesisat öğrencilerine üç çeyrek vananın fiyatı ne kadardır dedim. Baktılar. 200 lira dediler.

İyi ki toptancısından almışım. Bir de perakendeciden alsaymışım, yanmıştım. 300 nere, 200 nere?

Çeşmeci, “kaça aldın” dedi. 300 lira imiş dedim. 5 dakikada vanayı değiştirdi. 250 lira işçilik aldı.

İkidir, tamir için aldığım malzemenin fiyatını ustalar soruyor. Meraktan soruyorlar sandım. Malzeme kadar işçilik aldıklarına göre zannedersem, malzeme kadar işçilik alıyorlar. Bir zamanlar işçilik malzemenin yarısı idi sanırım.

*

Alavere yapan herkesin farklı farklı hikayesi vardır. Bu kadar örnekle yetiniyorum. Anlattığım yaşanmışlıklardan benim anladığım, çoğu esnafta oturmuş bir fiyat ve kâr marjı yok. Hiç insafları da yok. Çoğu tutturabildiğine satıyor. Sanırım, parolaları, “Mal müşteriye satılır” anlayışı. Gözün kapalı ise hele gittiğin bir tanıdık ise ya da bir tanıdık vasıtasıyla alavereye gelmişsen, bil ki bu mal sana satılacaktır. Hiç kaçarın yoktur.

Hele bir de ben çok cömertim. Yedirir içiririm demeleri yok mu?

Doğrudur. Çok cömertler. Bu kadar kâra ben de çok cömert olurum be esnaf kardeş. Nasılsa müşteriden çıkıyor izzet ve ikramlarda.

Ha her esnaf böyle fahiş fiyata mı satar? Sanmıyorum. İçlerinde mutlaka insaf sahibi olanları da vardır. 

17 Eylül 2025 Çarşamba

Çin İşi Yerli Mal

Yazın ayağımı serin tutacak, kışın da su geçirmeyecek, yürüyüş yaparken ayağımı yormayacak yazlık ve kışlık spor ayakkabısına baktım bugünlerde.

Girdiğim mağazada, birden fazla seçenek arasında kararsız kaldığım zaman beni yönlendirsin diye çalışanlardan destek aldığım da oldu.

Sağ olsunlar destek oldular. Şu mu, bu mu dediğimde, “Şu olsun. Çünkü bu yerli. Böylece yerli üretime destek olmuş olursunuz” diyen de oldu.

İşin içine yerli üretim girince akan sular durur. Çünkü yerli üretim memleket meselesi. Hemen elimi yerli üretime uzatıp tamam bunu alıyorum dedim farklı zamanlarda aldığım yazlık ve kışlık ayakkabılar için.

Ödemeyi yapıp çıktıktan sonra evimin yolunu tutarken, iyi de bu sporun neresi yerli? Çünkü ismi hiç yerli bir isme benzemiyor dedim kendi kendime. Belki de satılsın diye yabancı bir isim tercih edilmiş olmalı deyip kendimi ikna ettim.

Eve geldikten sonra sporları elime alıp bir kez daha göz gezdirdim. Gözüm "Made in Turkey" etiketini aradı. Öyle ya yerli diye aldım. Fakat bulamadım. Yaşlılıktan görememiş olabilir dedim her ne kadar okumak için daha yakın gözlüğü kullanmaya ihtiyaç hissetmeme rağmen.

Sonra göz gezdirmeyi bırakıp daha titiz baktım. Aldığım her iki sporda da "Made in Chine" yazıyordu.

Şaşırdım. Nasıl olur dedim. Güya yerli spor dedi çalışanlar. Onlara güvenerek yerli üretime destek olsun diye yerliyi tercih ettim ama ayakkabı markası yabancı kelime. Üreten yer de başka ülke. Anladıysam harap olayım.

Ne anlama geldiğini bilmeme rağmen Google'a "Çin'de üretilmiştir" yazarak İngilizceye çevirttim. Karşıma "Made in Chine" çıktı. Nerede bir 'made' ve ülke ismi görsem, şu ülkenin malı imiş derdim. 'Made'ye üretilmiş anlamı da verildiğine göre demek ki bu fiil hem o ülkenin malı hem de o ülkede üretilmiş anlamına geliyor.

Anlayacağınız yerli denen ayakkabının ismi yabancı, üretim yeri yabancı. Yerli bunun neresinde derseniz, aman neyse ne. Yerlilikten kastedilen, zannedersem, benim ayak olmalı. Öyle ya ayak benim, bastığım yer benim ülkemin toprağı. Çin'de üretilmiş ne fark eder. Bunu, üzerine basa basa eskiteceğim Çin düşünsün.

Sonra tekrar bir bilen ve tek bilen Google'a başvurdum. Aldığım ayakkabı markasını yazıp, nerede üretildiğini sordum. “İstanbul, İzmir ve Gaziantep'teki modern üretim tesislerinde yüksek kalite standartlarında üretiliyor” yazıyor.

Tekrar markayı yazarak Türk malı mı diye yazdım. Bu sefer de karşıma, "2012 yılında İtalya'nın ikonik markalarından birini bünyemize katarak Türk markasına dönüştürdük" yazıyor.

Bu arada Türk firmayı da tebrik ederim. Genelde biz satardık. Bu firma ise İtalyanlardan satın almış. Hep böyle olsun inşallah.

Yalnız ikonik ne demek bilmem. Öğrenmek için tekrar Google'a soracağım ama şu demekmiş diye buraya yazmayacağım. Merak ederseniz, lütfen Google'a müracaat. Zira babanızın hamalı yok burada. (Kolay kolay parantez içi ünlem kullanmam. Size ev ödevi. Siz olsanız bu cümlenin neresine (!) işareti koyarsınız?).

Şimdi anlaşıldı bu yerli markanın niye yabancı isim olduğu. İyi de benim aldığım sporların etiketinde niye Çin yazıyor? Acaba firma bana özel Çin'e mi yaptırdı? Yoksa Çin'e yaptırarak daha mı ucuza mal ediyor firma? Ne de olsa bizde işçilik maliyeti yüksek. Belki de hem burada yapılıyor hem de Çin’de.

İşin yoksa düşünüp durayım. Hele durun, buldum galiba. Bir ara döviz fırlamıştı da sonra bir gece operasyonuyla döviz tepetaklak inmişti. (Hoş, sonra kaç kaçı fırladı.) Gece gece bir açıklama yapılmıştı. Yeni ekonomik modelimiz Çin olmak denmişti. Galiba Çin olmak bu imiş. Yani yerli de olsa yabancı da olsa herkes Çin'e yaptırıyor, biz de Çin'e yaptıracağız. Öyle ya bizim başka ülke ve firmalardan neyimiz eksik. Şaka maka gördüğünüz gibi Çin olmuşuz da haberim yokmuş. Vah kafam vah. Bir de yıllar yılı, "Çin İşi, Japon işi. Bunu yapan iki kişi" deyip durmuşuz. Halbuki Çin tek başına tüm dünyanın işini yapıyormuş.

Bu arada Çin'e yaptırılan Türk malı spor ayakkabıdan memnunum. Kıskanmayın. Herkes halinden memnun ise ben niye memnun olmayayım, öyle değil mi?

15 Eylül 2025 Pazartesi

Teşekkürler 12 Dev Adam

EuroBasket 2025'te A grubunda 5'te 5 yaparak grubunu lider tamamlayan, son 16 turunda İsveç'i, çeyrek finalde Polonya'yı, yarı finalde de Yunanistan'ı yenerek Almanya ile final oynayan Basketbol Milli Takımımız, Alman Milli Takımına 87-83 yenilerek şampiyonayı ikinci tamamladı ve ülkemize gümüş madalyayı kazandırmış oldu.

İkidir böyle. 2001 yılında da yine Avrupa ikincisi olmuştu gururumuz 12 Dev Adam.

İkincilik de bir başarı. Ama gönlümüz şampiyon olmada idi. O yüzden buruk bir sevinç yaşıyoruz.

Halbuki millet olarak ekranların karşısına oturmuştuk. Onca ayrışmaya rağmen yek vücut olmuştuk. Bu sefer olsun istedik ama olmayınca olmadı.

İçimiz buruk olsa da 12 Dev Adam gururumuz oldu.

Aldıkları helali hoş olsun. Zira fazlasıyla verdiler.

Tebrikler onlara. Zira hak ettiler.

Teşekkürler onlara. Çünkü bizim için ter döktüler.

Aynı teşekkür ve tebriki Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası finalinde İtalya’ya yenilerek ikinci olan A Milli Kadın Voleybol Takımımız hak etti. Filenin Sultanları olduklarını bir kez daha göstermiş oldular.

Basketbol ve Voleybol Milli Takımımızın bu küçümsenemez başarısı ve sarf ettikleri eforu diğer spor dallarında da görmek istiyoruz. Özellikle futbol alanında ne kulüplerimiz ne de milli takımda bir başarı durumu söz konusu. Şampiyonlar Liginde yokuz, Avrupa Liginde yokuz. Milli Takım da tel tel dökülüyor.

Futbolda gözle görülür bir başarı gösteremediğimiz gibi makul bile yenilmiyoruz. Rezil oluyoruz. Bunun en son örneği de Futbol Milli Takımımızın sahasında İspanya’dan 6 gol yemesi. İspanya biraz daha yüklense maçın 10-0 bitmemesi hiçten değildi.

Futbol Milli Takımın İspanya karşısında tel tel dökülmesi ve bu kadar gol yemesi, 80’li yıllarda İngiltere’den yediğimiz 8-0’lı maçları hatırlattı.

Görünen o ki voleybol ve basketbol dallarında üzerine koyarak bugüne gelinirken futbolda gerisin geri gidiyoruz.

Başımızı öne eğdiren 6-0’lık bu skor ümit ediyorum ki yol kazası olsun. Değilse, bu milli takım bizi utandırmaya devam eder.

3 Eylül 2025 Çarşamba

R'nin Zorluğu

Çarşıya geliyorum. Kaldırımda yürüyorum. Bir resmi dairenin önünde bir başkasını bekleyen bir kadın gördüm. Telefonla konuşuyordu. Birine bulunduğu yeri tarif ediyordu. O tanıdığına yer tarif ede dursun. Ben yoluma devam ettim.

Yalnız kadının "geliyo musun", yürüyo musun" telaffuzları dikkatimi çekti.

Çoğu kadının sonu "r" ile biten kelimelerdeki ya da sonu "r" ile biten hecelerdeki "r" harfini konuşurken bypass ettikleri bilinen bir gerçek.

Belki zorluğundan belki başka bir sebeple, çoğu kadın "r" harfini çıkarma sorununu kendi içinde çözmüş. Sonu "r" ile biten kelimelerdeki "r" yi söylemeyerek ya da tutarak meramını anlatıyor. Bence iyi de yapıyorlar.

Buraya kadar yazdığımı okuyanlardan, kimi muzipliğinden kimi de bilinçaltını ortaya koymak suretiyle "Ben kadınların" r" harfini çıkarıp çıkarmadığına hiç dikkat etmedim. Sen iyi dikkatlisin" bile diyebilir. Muzipliğe eyvallah ama ben hiç farkına varmadım diyenleri anlamak zor. Hemen en yakın bir kulak burun boğaz uzmanına kulaklarını göstermelerinde fayda var.

Kadınlar "r" harfini niçin yutuyorlar? Değişik konuşma olsun diye mi? Sanmıyorum. Öyle zannediyorum, "r" harfini telaffuz etmenin zorluğundan olsa gerek.

Bu harf, telaffuz etmenin zorluğunun yanında telaffuzu kulak da tırmalıyor ve rahatsız ediyor. Muhatap o kadar kelime söylüyor. O kadar kelimelerin içindeki "r" ler ben buradayım diye sırıtıyor. 

Herkese mi öyle ama bana göre "r" harfini çıkarmak zor mu zor.

"R" harfini çıkarma zorluğu yaşayanlardan biri de benim. Konuşurken "r" yı yutmuyorum. Başta, ortada ve sonda çıkarıyorum ama buna çıkarma denirse tabi. Bana sonu "r" ile biten bir kelimeyi söyle dense, bu harfi çıkarmaktansa saatlerce yürümeyi yeğlerim. Çünkü bana bu harfi çıkarmak Çin işkencesi gibi geliyor.

Bunu da nereden biliyorum? Telefonumun sonu bir ile biter. Bir yerde iletişim numaram istense, son rakamı telaffuz etmede zorlanırım. Muhatabım da tam anlayamadığı için tekrar tekrar sorar. Ben de tekrar tekrar söylerim.

Şu ele aldığın ve sorun gördüğüne bak demeyin. Bunu en iyi çeken bilir. Bilin ki yemeden, içmeden zor. Hatta deveye hendek atlatmak da zor.

Bu "r" harfini çıkarmanın zorluğuna geç vardım. Zamanında farkına varsaydım, ilk ve tek hat alacağımda hangi numarayı istiyorsun dediklerinde, hiç sonu bir ile biten bir numarayı seçer miydim?

Hasılı, pişmanım. Telefon numaramı değiştirme gibi bir düşüncem yok. Ama bir gün değiştirirsem, lütfen karşılaştığımızda telefon numaranı niye değiştirdin demeyin. Bilin ki sebep sonu bir ile yani "r" ile biten harften dolayıdır.

Siz siz olun, çocuğunuza yeni bir hat alacaksanız, lütfen sonu "r" ile biten bir rakamı tercih etmeyin. Gerekirse çocuğunuz telefonsuz kalsın ama sakın buna he demeyin. Bu uyarım "r" çıkarmada zorlanıyorsanız tabi.

Mübarek, “r” harfi de kelimeler içinde bolca kullanılıyor. Yemeğin tuzu gibi her yerde var. Benim ismimin baş harfi de “r” ile başlıyor. Ramazanda doğmuşum. Vermişler “r” ile başlayan bu ismi. Bu ismi verirken bu çocuk ileride bu harfi çıkarmada zorlanır dememişler. En büyük yükü daha doğarken yüklemişler sırtıma.

Ecdat, zamanında Ramazan derken başına İramazan diyerek "r" nin başına boşuna "i" eklememiş. O gariplerim de demek ki zamanında çok çekti bu harften. Onlar bu şekil çözmüş bu sorunu. Gördüğünüz gibi ben hâlâ çözebilmiş değilim. 

Ne yapıp ne edeyim şimdi ben? Acaba diyorum, kadınlar gibi “r” leri yutsam mı diyorum. Ah becerebilsem, inan yakışıp yakışmadığına bakmayacağım. Hepsinden geçtim. Sonu bir ile biten numaramı söylerken “r” yi yutarak “bi” desem, muhatabım ne der bana. Bu arada bir derken “r” yi yutan kadın görmedim. Hepsi de şimdiki zaman eki “yor” un, “r”sini yutuyor.

İşim zor anlayacağınız. Kaderiim kaderim! Başka da bir şey demem. 

Tek Kazanan Mourinho Oldu

Her yıl şampiyonluğa oynayan ama nasibine hep ikincilik çıkan FB şampiyonluk hasretini gideremedi.

Bu hasret 11 sezondur devam ediyor.

Yönetim her sezon kolları sıvıyor. Bu sezon olacak diyor. Para harcamaktan kaçınmıyor. Önce teknik direktörü değiştiriyor. Ardından teknik heyetin istediği futbolcuları transfer ediyor. Bu sezon şampiyona uygun bir takım kurduk. Bu sefer olacak diyor.

Yönetim istikrarı olan kulübün pek teknik direktör ve futbolcu istikrarı yok. Kulübü zenginler yönetir. Bu yönüyle kulübe zenginler kulübü dense yanlış olmaz.

İstikrar abidesi yönetim öyle bir takım kuracağız ki ülke futbolundaki yapı ve sistemi de yıkacağız. Ayrıca şampiyonluk sözü vermemize gerek kalmayacak dedi.

Kulüp başkanı kolları sıvadı. Bir seçim öncesi dünyaca ünlü bir teknik direktörle anlaştı. Başkan bununla da kalmadı. Teknik direktörün istediği her futbolcuyu aldı. Bununla özlenen şampiyonluk gelecekti. Çünkü adam değişik kulüplerde almadık kupa bırakmamış. Adeta silmiş süpürmüş. Gerçi teknik direktörleri kupa ve şampiyonlukların yanında aldığı tazminatlarla da meşhurdu ama olsun. Buraya nasılsa şampiyonluk yaşatmak için geliyordu.

Takımı ve baştaki teknik direktörü gören eski FB kaptanı bir öngörüde bulundu. Sezonun en erken şampiyonluğuna hazır olun. GS teknik direktörü Okan’ı donunda sallar. Herkesle kedinin fare ile oynadığı gibi oynar dedi.

Dünyaca ünlü teknik direktör ve istenen futbolcular alındığına göre işte şimdi özlenen başarı gelecekti.

Lig başladı. FB şampiyonlar ligine gidemedi. Ardından Avrupa ligine de havlu attı. Tamamen lige yöneldi. Ligde de işler istenildiği gibi gitmedi.

Şampiyonluğu getirecek teknik direktör dağ fare doğurur misali fos çıkmıştı. Şampiyon olmak için takımını maçlara hazırlayacağı yerde maç dışı olaylarla adından hep söz ettirdi. Yaptığı açıklamalar, bulduğu mazeretler, maçlarda takımı nasıl oluşturduğu, rakip teknik direktöre fiziki saldırısı kulübü tarafından desteklendi.

Destek gördükçe şımardı.

Sonunda şampiyonluk parolasıyla lige başlayan takım, şampiyonun 11 puan gerisinde ligi tamamladı. Teknik direktör özeleştiri yapacağı yerde, “şampiyon sezon başında belliydi” dedi.
Büyük umutlarla yüksek transfer ücreti ile transfer edilen, bir dediği iki edilmeyen bu teknik direktörle olmayacağı belleklere yerleşti. Gönderilmesi ve bir yılın daha kaybedilmemesi gerekiyor ama yüklü tazminat kulübü düşündürdü de düşündürdü.

Aradaki güven ortamı ve başarıya güven kaybolmasına rağmen gitti gidiyor denilen teknik direktör kaldı. Yeni sezona bismillah derken takım şampiyonlar ligine yine gidemedi.

Sonunda kulüp, teknik direktör tarafından oklar kendine çevrilince yeni sezonun ilk üç haftasında teknik direktörle yolları ayırdı.

Uzatmayayım. Fenerbahçe’de işler istenildiği gibi gitmedi. Konan hiçbir hedef gerçekleşmedi. Kaybeden FB kulübü oldu. Kazananı ise Mourinho oldu. Çünkü tazminatını alıp gitti. Kulüpte hedefi gerçekleşen tek kişi yine Mourinho oldu. Çünkü geldiği andan itibaren kovulmak için elinden geleni ardına koymadı. Kulüp hocayı kovmada biraz geç kaldı ama kulübün gelmiş geçmiş kazananı Mourinho oldu. Diğer kulüplerden aldığı tazminata, FB’den aldığı tazminatı da ekledi. Çekti gitti.

25 Ağustos 2025 Pazartesi

Sirke Dediğin Kükreyecek

Üzüm ya da elma veya başka bir sirke ne işe yarar, nerede kullanılır bilmem. Sanki turşu kurmada kullanılıyor gibi. Çünkü her sene turşu kurma mevsimi gelince, alınacaklar listesinin baş sırasında sirke olur. Bir de şaşıp dönüp yanlış marka almayasın diye özellikle markası yazılır.

Ne derece işe yarar, bunu diyen sirke içip de mi gelir bilmem ama biri bir ziyafete gideceği zaman akşamdan sirke içip geldim esprisi yapar. Yani mideyi boşalttım. Ziyafette çok yiyeceğim demektir. Eğer bu doğruysa belli ki sirkenin mideyi boşaltma özelliği de var.

Şu var ki ben bilmesem de sirke çoğu zaman mutfaklarda kullanılıyor, mutfakların vazgeçilmezidir.

Sirke alınacak ama hangi marka sirke olacak? Ne marka olması ne fark eder demeyin. Kadınlar için bir marka var ki o marka olmazsa olmazdır. Kadınların vazgeçemediği bu sirke çok iyi olduğundan mı bilmem. Bildiğim, kadınlar turşu muhabbeti yaparken şu marka sirkeyi kullandım demesi yeterli. Yani dilden dile, kulaktan kulağa bu sirke markası dolaşınca sirke sahibinin ayrıca reklam yapmasına, masraf etmesine, sirkem elde kalacak diye endişelenmesine gerek kalmıyor. Her mevsimde ve özellikle turşu mevsiminde bu sirke kapış kapış gidiyor.

Kazara o markayı bulamadım, onun yerine şu markayı aldım diyen hane reisinin çekeceği var. En azından ağzının tadı kaçar. Gerekirse evde sirke olduğu halde bu marka sirkeyi bulup gelecek. Bu işin hiç kaçar göçeri yok. Bunu size söylüyorum erkekler.

Bana hangi markadan bahsediyorsun demeyin. Yanı başınızdaki eşinize soruverin bir zahmet. Çünkü eşiniz bilir. Hoş, kadınlar sadece sirkenin değil, her şeyin iyisini bilir. Eskidenmiş, ben bilmem, eşim bilir dendiği. Şimdi devir değişti, kadınlar bir bilendir. Bu devirde hâlâ eşim bilir diyen kadın varsa, bilsin ki çağın ruhuna uygun yaşamıyor ya da çağa uygun davranmıyor.

Hasılı, sirke dediğin:

Bu marka olacak.

Marka aklına gelmediyse, market reyonunda fiyatı en yüksek olan sirke hangisiyse, aradığın sirke odur.

Gerçi dendiğine göre fiyatının yüksek olması değil kadınları bu sirkeye cezbeden. Sirke dediğin öyle böyle değil, kükreyecek.

Kükreyen bir isim buldun mu? İşte sana en kalite sirke.

Kükreyen bir isim olunca bir de sirke kükrüyorsa fiyatı pahalı demeyip alacaksın.

Bu sirkeye o kadar para verdikçe, zamanında niye sirkeci olmadım. Bir sirke de ben üretseydim, paraya para demezdim. Yanlış meslek seçmişim. Heyhat ki heyhat dersin.

Bu arada İstanbul'da Sirkeci diye bir semt var değil mi? Belki de zamanında sirkeler bu semtte satıldığı için semtin adı Sirkeci kalmış ya da konmuş olmalı.

Siz siz olun, eğer bir mesleğiniz yoksa sirke işine yönelin. Ama öyle böyle değil, marka sirke olsun ki yaptığınız sirke kükresin. Kükreyen meşhur sirke ile yarışsın. Tanınmak ve piyasada iş yapabilmek için kadınların kadın kadına reklam yapmasını ihmal etmeyin. İnan, yok satarsınız. Yok, sıradan bir sirkeci olacaksanız, oturun oturduğunuz yerde. 

Gerçi sadece sirke de değil, her şeyde kaliteyi yakalayan marka değeri olan şeylere imza atmak gerek. 

Not: İsmiyle müsemma böyle kalite ve aranan bir sirkeye imza attığı için firma sahibini tebrik etmek lazım. 

5 Ağustos 2025 Salı

Blog Forum ve Kahve

Blogta yazdığım yazıları takip eden, yorumlar yazarak yazılarıma katkı sunan, zaman zaman yaptığım yazım ve imla hatalarımı düzelten, acemisi olduğum blogumun sayfa düzeni için uzaktan yardımcı olan, aynı zamanda https://degirmendenmektupvar.blogspot.com/?m=1 sayfasının sahibi, yazarı ve düzenleyici olan Recep Altun isimli kardeşimiz sayesinde, https://www.blogforum.net/ Web sayfasından haberdar oldum.

Bir yazısında, "Hocam, izniniz olursa yazılarınız 'Blog Forum' yazısında da yayımlansın. Bu Forum'da blog yazıları yayımlanıyor" dedi. Olur dedim.

Belirttiği adrese girerek Blog Forum hakkında bilgi sahibi oldum. 170 kadar birbirinden değerli blog yazarının yazılarına yer vermiş Blog Forum.

Kimdir, necidir diye sayfalara göz attım. Blog Forum, Hakkımızda bölümünde kendisini şöyle ifade etmiş: "Bünyesinde birden fazla yazarın bulunduğu blogumuz, geniş çaplı konulara değinen bir platformdur. Sohbet, tartışma, röportaj, önemli günler, blogger ipuçları, kodlama rehberleri, windows tüyoları, kitap incelemeleri, gezi yazıları, dizi ve film eleştirileri gibi pek çok farklı konuya yer veriyoruz. Her bir yazarımız, kendi uzmanlık alanında özgün ve faydalı içerikler sunarak, okuyucularımıza zengin bir bilgi ve eğlence kaynağı sunmayı hedeflemektedir."

Blog Forum, blog yazısı yayımlanan kişilerden herhangi bir ücret talep etmiyor. Kimseden bir beklentisi yok. Kendi yağıyla kavruluyor.

Kendi yağıyla kavrulduğu gibi Blog Forum, takipçilerini hareketlendirmek için herhangi bir konuda yorum sayfası da açıyor. Ödüllü kampanya da düzenliyor.

Mayıs ayı idi sanırım. "Mayıs ayı içerisinde 10 ve üzeri yorum yapanlardan, '1 kişiye Karaca marka blender seti, 1 kişiye Karaca marka Türk kahve makinesi, 1 kişiye bir aylık Premium Netflix aboneliği" kampanyası başlattı.

Kahve makinesini görür görmez, bu makineye talibim diyerek ilk yorumumu yazdım. Üzerine bir de şiir yazdım. 

On yorumu geçmiş olmalıyım ki İnstagram üzerinden yapılan çekiliş sonucu hediye almaya kazanan ikinci kişi oldum.

Hediye kazandım ama hediye ne idi? Acaba kahve makinesi olabilir miydi? Bunu da soramadım.

Ardı sıra bayram, cenaze derken evde olmadığım bir zaman hediyem geldi. Göz kırptığım kahve makinesi idi gelen.

Nasıl kullanılacağına dair kılavuzu okudum. Eşimin yardımıyla ilk kahveyi pişirdik. Afiyetle içtik. 

Makineden olsa gerek, kahve yapması çok kolay ve pratik. Bu işi yapacağıma güven ve cesaretim geldi. Şimdi bu makine sayesinde hiç üşenmeden seve seve kendi kahvemi kendim yapıyorum. Bundan, haliyle tekne kazıntısı oğlum ile hanım da nasipleniyor. Hiç içmediğim kadar kahve içtim Blog Forum'un hediyesi bu makine sayesinde. 

Eşe, dosta da gelin, elimden bir kahve için diyorum. Zira Karaca Türk kahvesi makinesi sayesinde kahve yapmak benim için çocuk oyuncağı. 

Kahve yapmak bu kadar kolaydı da ev kadınları kahveden niye uzak dururlar bilmem. Belki de çay gibi ayağa düşmesin, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı güdülsün diye sanırım. 

Benim için gecikmiş bir yazı oldu bu. Şu ana kadar bu konuda duygu ve düşüncelerimi terennüm etmeliydim. Belki de kahve yapmaktan ihmal ettim. 

Kahve makinesini adresime ulaştırmada emek sarf eden Blog Forum'un kurucusu ve yöneticisi Sinan Bey'e, aynı zamanda ekibine çok teşekkür ediyorum. Bir kahvenin kırk yıl hatırı olduğu gibi yaşadığım müddetçe bu hediyenin hatırını güdeceğim. Her kahve içişimde hatırlayacağım. Zira benim için bu makinenin manevi değeri büyük. Hem emeğine sağlık hem de kesesine. 

Bu arada blog yazarlarını da unutmayacağım. Fazla yorum yapmayarak bir nevi kahve makinesini almamda emekleri var. Zira bana torpil geçtiler. Sağ olsunlar, var olsunlar. 

Yine bu Blog Forum'u tanımamda Recep Altun Bey'in hakkını da unutamam. Çünkü beni bu grupla Recep Bey tanıştırdı. Kahve makinesinde payı büyük. Çok sağ olsun. 

Konya'ya yolu düşenleri kahve içmeye beklerim. 

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Şaşırmıyorum Artık

Geçmişten günümüze olup biten olumsuzluklara hep şaşırdım. Nicedir ve şu aşamadan itibaren olup biten hiçbir şeye şaşırmıyorum artık.

Bendeki duyarlılık mı kayboldu? Hayır. Aynı duyarlılığımı taşıyorum.

Niçin bu noktaya geldim?

Ülkede olup biten yolsuzluklara olamaz bu kadar deyip tepki gösterdim. Yapanım yanına kâr kalmaz dedim. Baktım ki yapanın yanına kâr kaldığı gibi yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyor. Düzen böyle kurulmuş. En iyisi şaşırmayı bırakayım dedim ve bıraktım.

Şu kimse ihaleye fesat karıştırmış, malı götürmüş deniyor. Çok da umursamıyorum.

Atamalarda ehliyet ve liyakat rafa kalkmış deniyor. Kılımı kıpırdatmıyorum.

Sınavlarda kopya çekiliyormuş. Hiç umursamıyorum.

Biri haksız kazanç mı elde etmiş. Yüzümü çevirip bakmıyorum.

Sahte diploma, sahte akademisyen haberleri yazılıp çiziliyor. Kimmiş bunlar demiyorum.

Hayat pahalılığı varmış, esnaf fahiş fiyata satıyor demiyorum.

Boşanmalar artmış, ahlaksızlık diz boyu olmuş, toplumda ve kurumlarda kokuşma varmış... Hiçbirini umursamıyorum.

Bu noktaya nasıl geldim? Buna şaşıra şaşıra şaşırmamayı öğrendim, tepkisiz biri oldum diyelim.

Artık bu ülkede olumsuzluk adına her ne varsa hiçbirine şaşırmıyorum. Daha pisliği ortaya çıkmamış neler var diyorum.

Yanlışı savunanlara da şaşırmıyorum.

Şaşkınlığım tümden gitti mi? Gitmedi. Nedir seni şaşkınlığı sevk eden derseniz? Olsa olsa olumlu şeyler beni şaşkınlığı uğratır. Var mıymış, kaldı mı daha böyleleri diyorum. Bu da çok ender olur. Buna da şaşırma denmez.

Ne faydası var şaşırmamanın derseniz? Hayattan hiç beklentiniz kalmıyor. Kimseye bel bağlamıyorsun. Beklentinizin olmaması hayal kırıklığına uğratmıyor.

Başka ne yapıyorum? İç geçiriyorum sadece. O da içime zarar veriyor ama o kadar da olsun.

Bulursam kafa yapıma uygun birini. Onunla dertleşip içimi boşaltıyorum.

Mevcut durumları savunan ya da sessiz kalan kimseleri gördüm mü, ortam müsait ise birkaç kelam ediyorum.

Olmadı. Buraya içimi döküyorum. Bundan, şundan hoşnut değilim diyorum. Sağ olsun. Yeter, nedir senden çektiğim, ben senin dert ortağın mıyım demiyor. En vefalı dost bu sayfa.

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Bu Trafik Canavarı Başka

80 model bir araba vermişler altına. Gez, dolaş, bin demişler. Üzümünü ye, bağını sorma. Aracın bakımı, yakıtı vs. bizden. Karnını vs. diğer ihtiyaçlarını da biz karşılayacağız demişler.

Karşılığında ne istersiniz benden. Çünkü babam yapmaz bu yaptıklarınızı demiş bizimki.

Bu arabayla önüne geleni biçeceksin. Öldüreceksin. Korku yayacaksın. Senin geldiğini gören kaçacak delik arayacak. Terör estireceksin demiyoruz. Bildiğin terör yapacaksın bununla. Ünün her yeri kaplayacak.

Bunlar kolay benim için. Bu durumda beni kim koruyacak?

Sen yeter ki he de. Senin burnunun kanamasına izin vermeyiz. Zira arkanda biz varız. Yediğin önünde, yemediğin arkanda olacak.

Bu durumda bana düşen he demek. Bilin ki ölümler benden sorulacak. Kimsenin gözünün yaşına bakmayacağım. Siz yeter ki benden desteğinizi esirgemeyin. Bir kör kurşuna kurban gitmeyeyim. Zira ben ölümden pek korkarım.

Uzatmayayım. Altına araba verilen beyni yıkanmış kişi ilk cinayetini 1984 yılında yaparak adından söz ettirir. Arkası gelir ondan sonra. Adeta önüne geleni biçer. 41 senede 50 binden fazla can alır. Mal kaybını ve yaralı sayısını saymıyorum bile.

Bu süreçte çevre ülkeler olan Irak, Suriye ve İran’da da çok miktarda arabası olur. Avrupa’da da etkin.

Gel zaman git zaman 80 model arabası iyice eskir. Eskisi gibi iyi çalışmaz, verimden de düşmüştür. Bu eski modeli hurdaya ayırma zamanı gelmiştir.

Peki, eskisi gibi öldüremeyecek miydi? Öldürmeden yaşayamazdı zira. Nasılsa komşu ülkelerde sıfır km sayılan araçları vardı. Zamanı gelince onları devreye sokardı.

Bir dizi görüşmenin ardından ülkedeki eski model aracı ıskartaya çıkarmaya karar verir. Ama o kadar emek boşa mı gitsin. Hurdasının da para etmesini ve ses getirmesini ister.

Nihayet “amacıma ulaşmış bulunmaktayım. Bu aracı elden çıkarıyorum” açıklaması yapar.

Bu çağrıyı duyan, cinayetsiz ülke naraları atarak büyük sevinç yaşar. Eski düşmanlar kardeş olur.
Ülkede bir sevinç havası hakim şimdi.

Ne diyelim, sonu hayır olsun. Sevincimiz daim olsun. İnşallah yeni bir oyun kurulmuyordur. Yine kandırıldık demeyiz. 

Bir Yiğit Öldü Diyeler

Ekonominin başdanışmanı öldü diyeler. 

Üstelik ekonomi politikaları kurul üyesiymiş. 

Desene ekonomi başsız kaldı.

Desene ekonomi öksüz kaldı. 


Bugünkü ekonominin baş mimarı idi.

Yürek mi dayanır buna. 

Bundan sonra ne yapar ne ederiz? 

Yeri doldurulamaz bilirim.


Pek de erken yaşta gitti. 

Halbuki daha çok kurul üyeliği yapacaktı. 

Daha ne hedefler koyacaktı. 

Ama ölüm onu bizden ayırdı. 


Döviz, hedeflediğinden biraz şaştı ama olsun. 

Hangimiz bugüne kadar hedefi tam tutturdu?

Bu kadar hata kadı kızında bile olur. 

Bilin ki ölümü ülke için büyük kayıp. 


Gerçi ekonominin kitabını yazan varken

Ayrıca baş mimara ve kurul üyesine gerek yoktu. 

Yine de yokluğunda yeri doldurulamayacak

Cümle alem bunu böyle bilsin. 


Yaşasaydı, ekonomist olmasaydın. 

Ne olurdun diye sorardım. 

Ama cevap veremez artık. 

Bence artistlik ona çok yakışırdı. 

22 Haziran 2025 Pazar

Soğan ve Patatesin Saltanatı

Pul olmuş paramıza rağmen geçen yıldan bu yana soğan ve patates fiyatları diğer sebze ve meyveye göre dip yapmış durumda. Soğan bu günlerde 8-11 lira fiyat aralığında. Patates ise 12-19 arasında inip çıkıyor.

Soğan ve patates önceki yıllara göre az mı yetişiyor? Soğanı bilmem ama önceki yıllara göre patatesin rokeltosu yüzde elli azalmasına rağmen patatesin fiyatlarında bir yükselme durumu söz konusu değil.

Merak ettiğim, diğer ürünlerdeki maliyet ve girdi fiyatları patates ve soğana niçin yansımıyor?

Bu iki ürünün çok düşük miktarda seyretmeyi, tüketici olarak benim hoşuma gidiyor. Yalnız tek başına tüketicinin yüzünün gülmesi bir şey ifade etmiyor. Aynı zamanda üreticinin de yüzünün gülmesi gerekiyor.

Hasılı patates ve soğanın fiyatlanmasında bir gariplik olduğu besbelli. Bu durumu da anlamak mümkün değil. Hele rekoltesu düşmesine rağmen bu fiyat normal değil.

Halbuki kaç yıl boyunca bu ülkede patates ve soğan zam şampiyonu idi. Ne patatesin ne de soğanın yanına varılabiliyordu. Cep yakıyordu adeta. Ülke gündemine oturmuş, siyasetin konusu olmuştu. Bu iki ürün stoklanıyor diye çoğu yerlere baskın bile yapılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam ihtiyacı karşılamak için patates ve soğan bile ithal edilmişti.

Soğan ve patatesin zam şampiyonluğu sadece bir yıldan ibaret değildi. Kaç yıl devam etti bu şampiyonluk.

Öyle zannediyorum bu iki ürün zam şampiyonu olunca zevkten dört köşe olmuştur yıllar yılı. Uzun yıllar zirvede olmanın ardından, iki yıldır yerlerde sürünen patates ve soğanın dili olsa biz bu duruma düşecek biri miydik derdi.

Patates ve soğanın uzun yıllar zirvede olup ardından düşmesi hali sadece bu iki ürüne mahsus değil. Firmalarda da oluyor, insanlarda da oluyor. Bir bakmışsın zirvedeler. Bu saltanat sona ermez havası oluşur. Sonra bir bakmışsın diplere inmiş. Ne idik ne olduk denir bu duruma.

Soğan ve patatesin inişi çıkışı neyse de firmaların ve insanların zirveden sonra inişi pek tasvip edilmez. Çünkü zor bir durum.

12 Mart 2025 Çarşamba

Bebek Katilinden, Kurucu Öndere

Ortaokulda çalışırken bir 7.sınıfın dersine giriyorum.

Bir gün o sınıfın dersine gireceğimde, kapıda bir anne vardı. İkinci kişi giremeyecek şekilde kapıyı kaplamıştı.

Çekilir mi diye bekledim. Nafile.

Hanımefendi, müsaade eder misin dedim. Lütfedip kenara çekildi. Çekilirken kızımın yanına gelmeyeceksin gibi bir şeyler söyledi anne.

Sınıfa girdim. Her zamanki şen şakrak sınıftan eser yoktu. Bir fırtına estiği belliydi.

Ağlayanlar, sızlayanlar...

İki kız öğrencinin etrafında kümelenmişti arkadaşları. Onları teskin etmeye çalışıyorlardı. Öğrenciler barut fıçısı gibi oldukları için teskin olacak durumda değillerdi.

Az sonra rehber öğretmen aralarına kara kediler giren iki öğrenciyi çağırdı. Nice sonra sınıfa geldiler. Ama ağlama sızlama devam ediyordu. Görünen o ki rehber öğretmen de bunların derdine derman olamamıştı.

Sınıfa girmelerinin ve yerlerine oturmalarının ardından fazla geçmedi ki lavabo için izin istedi biri. İzin verdim. O geldi, diğeri izin istedi. Ona da izin verdim.

Az sonra rehber öğretmenle görüşmek için izin istedi biri. Haydi git dedim.

Dersim oldu izin verme dersi. Kah nöbetçi öğrenci geliyor kah rehber öğretmen. Benim sınıfın kapısı oldu bir mahkeme kapısı.

Nedir mesele dedim bu öğrenciler derste yok iken.

Başladı biri anlatmaya. "Öğretmenim, bu iki arkadaş, falan ilkokuldan bu okula geldiler. Bu okulda ayrı sınıfa verilmişler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki öğrenci aynı sınıfta olacağız ısrarı ile okul bunları bu sınıfta birleştirdi. Aynı sırada oturdular, teneffüsleri bile birlikteydi hep. Biz onsuz yapamayız, biz birbirimizi çok seviyoruz, hiç ayrılmayacağız diyorlardı. Bunların arası açıldı. Şimdi de birbirlerini görmek istemiyorlar. Sınıf değişikliği istiyorlar. Aynı sınıfta okumak istemiyorlar." türünden bir şeyler söyledi. Aralarındaki sorunu da şu buna şunu, bu buna bunu yaptı gibi bir şeyler söyledi.

Rehber öğretmeninin kaçıncı görüşmesinden de bir sonuç çıkmamış. Barışmamış iki öğrenci de. Yine ağlaya sızlaya sınıfa geldiler.

Sonunda, kızım, sizin derdiniz ne dedim. Burunlarını çeke çeke bir şeyler söylemeye kalktılar. Susun, dinlemek istemiyorum. Dersimi de günümüzü de zehir ettiniz. İşimiz yok da sizin bu eften püften sorununuzla mı uğraşacağız şeklinde sert çıktım. Sesimi yükselttim.

Sınıf da o ikisi de susuktu.

Az sonra gelin ikiniz de tahtaya dedim.

Nazlana nazlana tahtaya çıktılar.

Haklıyım, haksız demeden birbirinizden özür dileyin sınıfın huzurunda. Ardından sarılacaksınız dedim.

Pek tınmadılar beni. Başları öne eğik durdular.

Bana bakın. Ben rehber öğretmene benzemem, annenize hiç benzemem. Hemen özür dileyip sarılmazsanız elimden çekeceğiniz var. Sinirlenirsem fena olacak. Sizi kimse elimden alamaz. Bu saatte sizin kaprisinizi çekemem dedim.

Bendeki gürlemeyi gören iki öğrenci, ağızlarının içiyle birbirinden özür dilediler.

Olmadı. Tane tane özür dileyeceksiniz dedim.
Bunu da yaptılar.

Sınıftan da özür diyen dedim. Sınıfa da özür dilediler.

Şimdi sarılım bakalım birbirinize dedim.

Sarıldılar. Öyle sarıldılar ki ayırabilene aşk olsun. Epey bir sürdü bu sarılma faslı.

Aferin size. Tebrik ediyorum sınıfın huzurunda. Yalnız bu barışmanız bu kadarla kalmayacak. Şimdi yan yana oturacaksınız. Akşama kadar tüm teneffüslerde sizi yan yana göreceğim. Haydi bir arada olmayın da göreyim. Kızlar, sizler de bunları takip edeceksiniz. Ayrı gezerlerse haberim olacak dedim. Tamam dediler.

Akşama kadar tüm teneffüslerde gözlemledim bunları. Kah yan yana kah kol kola idiler. Ayrılmaz ikili oldular.

Arkadaşlarına dedim ki kızlar, ben bu işten bir şey anlamadım. Az önce sınıf değiştiriyorlardı, birbirlerinden nefret ediyorlardı. Şimdi ise daha olayın sıcaklığı gitmeden kumrular gibi oldular. Ama sonuç tatlıya bağlandı ya önemli olan da bu dedim. Ne diyeyim, Allah muhabbetlerini daim eylesin. 

İki çocuk arasında cereyan eden, işin içine aile ve rehber öğretmenin de girdiği bu problemde ve problemin çözümünde baştan sona bir ifrat ve tefrit durumu söz konusuydu. Zaten tüm çektiğimiz de bu iki yönlü aşırılıklar değil mi?

Yıllar önce başımdan geçen bu anekdot, dün birinin yıllar yılı bebek katili, terörist başı dediği kimseye, bugün "PKK'nin kurucu önderi" demesiyle aklıma geldi. Ne diyeyim. Bana bu anekdotu yazmama sebep olduğu için Sayın büyüğümüze çok teşekkür ediyorum. Bir de Allah muhabbetlerini artırsın diyeyim.

Bu arada kurucu Önder derken hep Türkiye Cumhuriyeti kurucu önderi Atatürk aklımıza gelirdi. Bundan sonra ikinci bir kurucu önderimiz daha oldu. 

8 Mart 2025 Cumartesi

Keşke Her Ay Şubat Gibi Kısa Çekse!

Aşağıdaki yazıyı 08.03.2022 yılında sosyal medyada paylaşmışım. Yazı, senesinde önüme düşünce, bloğumda yerini alsın istedim:

Yorgun argın işten geldim. Gözüme doğal gaz faturası ilişti. 

Oyalanmadan miktarına baktım. 710 lira okudum. 

Yanlış görmüş olabilirim diye bir daha baktım.

Bedelden emin olunca içimi bir sevinç kapladı. Çünkü beklediğimden ve geçen aydan düşüktü miktar. 

Bir düşüncedir aldı beni. 

Acaba neden düşük geldi?

1. Bu ay acaba tasarruf etmiş olabilir miyiz dedim. Mümkün değil. Zira itibarımdan ne ödün veririm ne de tasarruf ederim.

2. Cemre bereketi olabilir mi dedim. Değil. Çünkü cemreler de bereketli geçen kıştan yana tavır aldı.

3. Acaba devlet yüzde 18 olan KDV'yi bana söylemeden sıfırlayarak sürpriz yapmış olabilir mi dedim. İhbarnameye yeniden baktım. Gazı bedava veririm ama yüzde 18'den vazgeçmem dercesine KDV oranı yine 18 idi.

4. Kombi bana acıyıp insafa geldi de yavaş mı döndü bu ay diye hiç düşünmedim. Zira insanda kalmayan insaf kombide niye olsun dedim.

5. Tüm bunlar değilse o zaman ne derken, aklıma acaba Enerya ayı doldurmadan bu ay erken mi okudu dedim ve jeton düştü. Tabi ya. Bu ay şubat ayıydı ve şubat 28 çekmişti.

Hasılı, doğal gazın bu ay beklediğimden düşük gelmesi, şubat ayından kaynaklı olduğunu sonunda buldum. Ama bu buluş, yorgunluğumun üzerine beni daha yordu. Çünkü zihin yorgunluğu beden yorgunluğundan daha ağırdır. Ama tüm yorgunluk böyle olsun ve keşke her ay şubat gibi az çeksin. Ben yorulmaya razıyım dedim. 08.03.2022

Not: Bu yazının üzerinden üç yıl geçmiş. Doğru dürüst görmediğimiz kışın doğal gaz faturası 3000-3500 TL dolaylarında. Nereden baksak, beş katı artmış doğal gaz masrafı. Bu miktarın içinde mutfak ve sıcak su faturası dahil değil. 

14 Şubat 2025 Cuma

Meğer Hava ve Civaymış!

Hava,

Civa,

Balon,

Boş transfer,

Haybeye para harcayan,

Büyük borç batağı içinde olan,

Hovarda oyun,

Kişilik ve kimliksiz oyun,

Rezil oyun,

Şımarıklık,

Oyunu okuyamayan ve kötü gidişe çözüm üretemeyen bir teknik direktör,

Ruhsuz futbol,

Acziyet,

Hayal kırıklığı,

Gözde büyütülen,

Koyunun olmadığı yerde keçi rolüne giren...

Bu özelliklere haiz bir takım mı arıyorsunuz?

Sakın bu hangi takım demeyin.

Hiç düşünmeden Az Alkmaar karşısındaki Galatasaray deyin.

Futbolcusundan teknik heyetine ve yönetime koca bir sıfır.  

4 Şubat 2025 Salı

Çay Parası

Bakanlık müfettişleri rehberlik ve denetim, inceleme ve soruşturma için gruplar halinde tüm Türkiye’ye dağılırlar.

Ankara’dan bölgelerine gittikleri zaman okulları denetlerler. Bu denetimleri de iki, üç hafta falan sürer.

Konya’nın bir ilçesinin büyük bir beldesindeki endüstri meslek lisesine de denetim için bakanlık müfettişleri gelir.

Müfettişler çalışma odası olarak okul müdürünün odasını kullanırlar.

İncelenecek evrakları okul müdüründen isterler.

Okul müdürü, çay, kahve ne içersiniz diye sorar.

Derler ki “bizim prensibimizdir. Biz teftişe gittiğimiz kurumdan yemeyiz, içmeyiz”.

“Siz bilirsiniz” der okul müdürü.

Onlar hummalı bir şekilde çalışırken, okul müdürü ara sıra hizmetlisinden çay ister ve yanlarında içer.

Bir böyle iki böyle. Müdür içiyor ama kendileri çay içmiyor. Çünkü prensipleri bu.

Yalnız bu okuldaki teftiş bir hafta sürecek. Beş gün boyunca çaysız ne yapacaklar?

İçlerinden bir tanesi, “Müdür bey, çayı kendi başına içiyor. Bize söylemiyor” diyerek okul müdürüne laf dokundurur.

Müdür de “Efendim, içmeyiz dediniz. Bu durumda ne yapabilirim, siz söyleyin” şeklinde cevap verir.

“Çay içeriz ama parasını vermek şartıyla” derler.

Okul müdürü de tamam der. Çaylarını söyler. Çayları getiren hizmetliye, “Gidinceye kadar müfettişler istedikçe çay getireceksin. Kaç çay içtiklerini yazacaksın. Giderken içtikleri çayın parasını verecekler. Tamam mı” diye tembihler.

Bu tembihi koridora çıkıp tekrar söyler. Çünkü anlattığına göre hizmetlisinin kafası biraz kalınmış. Bir lafı hadi deyince birden anlamazmış.

Müfettişler denetimi bitirip öğretmenlerle toplantı yaparlar.

Ardından ayrılmak için bahçeye inerler. Okul müdürü de uğurlamak için onlara refakat eder.

Müfettişler arabaya binip tam giderlerken, müfettişlere çay getiren hizmetli, durun diye bağırır ve koşarak yanlarına gelir.

Hizmetlinin koşarak geldiğini gören müfettişler bekler.

Hizmetli, “Hani siz çay parasını vereceğidiniz. Vermeden nere gidiyoruz? Şu kadar çay borcunuz var” der.

Hizmetlinin bu yaptığına hepsi hem güler hem şaşırır. Başmüfettiş hiç bozuntuya vermeden, “Müdür bey, bu hizmetlinin kıymetini bil” der ve çay borçlarını kuruşu kuruşuna ödeyip ayrılırlar.

24 Ocak 2025 Cuma

Basit Horlamaymış Bendeki (3)

Ertesi günü uyku testiniz çıkmıştır. Randevu alıp doktorunuza gösterebilirsiniz mesajı geldi. E devletten, e nabıza girdim. Raporu görmeden heyecanlandım. Doğrusu merak ettim. Nedir durumum diye.

İyi de rapor baştan sona İngilizce idi. Yarım yamalak İngilizcem ile bir şeyler anlamaya çalıştım. En alta doğru gözümü kaydırdım. “Basit Horlama” yazıyordu sonuç. Hasılı çıka çıka "Basit Horlama" çıktı benim horlama sonucu.

Bu sonuca üzülmeli miydim yoksa sevinmeli miydim?

Üzüldüm. Çünkü basit horlama sonucu yerine “Kaliteli Horlama” çıksın isterdim sonucun. Hoş, ömrü basit geçen birinden kalite beklemek beyhude çabaydı. Çünkü kalite kim, ben kim. Sonra kim kaybetmiş de ben bulacağım kaliteyi.

Sevindim. Çünkü önemsenmeyecek kadar küçük anlamı da çıkar bu basit horlama sonucundan. Tamam, horluyorum ama çok o kadar rahatsız eden türden bir horlama değil bendeki.

Uyku testine girince sana maske verirler. Gece uyumadan önce takman için demişti bir arkadaş. Maske denince, bu sezon Galatasaray’da top koşturan Osimen geldi gözümün önüne. O da maçlarda maske takıyor. Görüntüsü haliyle korkutuyor. Beni uyurken gören birinin de korkma ihtimali vardı. Bundan geçtim. Bir de bir yere gezip dolaşmaya gitsem, orada yatılı kalacak olsam, onca eşyanın arasında bir de maske taşıyacaktım yanımda. Sonucu doktora göstermedim ama sanırım maske önermez benim bu basit horlamaya. Bu da bir başka sevindirici yanı.

İnsan görmeyince neyin ne olduğunu bilmiyor. Bu vesileyle uyku testine girince, tam anlamasam da uyku testinin ne olduğunu genel hatlarıyla biliyorum. Bu da benim için bir tecrübe oldu. Bilgi bilgidir ve her bilgi değerlidir zira.

Üzülüp sevinmekle kalmadım. Aynı zamanda kızdım da. Çünkü oturup kalktılar; horluyorsun, amma horluyorsun, iyi horluyorsun dediler. Hem ev dedi hem yurtta kalırken hem hizmet içi seminerlerde. Ortalığı o kadar velveleye verdiler ki Sanırsın ki horlamamdan hiçbiri uyumamış. Şimdi onlara bu sonucu göstermek lazım. Buyurun uyku testi sonucum. Toru topu önemsiz basit bir horlama. Değdi mi bu kadar konu edinmeye demek lazım.

Hayıflandım. Ah vah ettim. Bir yerde yatarken önceden uyumayayım da horlamamdan başkası rahatsız olmasın diye en geç uyudum. Topluluk içerisine girmekten kaçındım. Bu sonuçtan sonra düşünüyorum da boşuna evhama girip kendimi rahatsız etmişim.

Bundan sonra horluyorsun diyenlere, elimdeki sonucu göstereceğim. Bu kadar velveleye ve abartıya gerek yok. Önemsiz ve basit horlama için bu kadar konuşmanın gereği yok. Aha bu da belgesi diyeceğim.

Hatta toplu yerlerde uyumadan önce yatağımın başına, “Dikkat, bu yatakta uyumakta olan basit horlamaktadır. Basit horlamaya katlanan bu odada yatabilir. Rahatsız olan varsa, lütfen odayı terk edip kendine horlama ortamı olmayan bir oda bulsun” şeklinde bir not yazıp iliştirmek lazım. Bundan sonrasını ben değil, yanımdakiler düşünsün.

Görevlinin, vücudunda ne hastalık varsa tespit eder bu uyku testi demişti. Çıka çıka basit horlamanın dışında bir şey çıkmayınca sağlamım diye sevinmem lazım. Bir diğer husus, dağ fare doğurdu dense yeridir. Çünkü bu testten beklentim yüksekti. Mesela uyku aparatı takıldıktan sonra telefonla oynamam testte çıkmadı. Demek ki test her şeyi ortaya koymuyormuş.