Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Laiklik tartışmaları üzerine *

Bir laiklik furyasıdır gidiyor; kalsın mı, kalksın mı diye. Yeter ki kuyuya biri taş atsın, tüm milletçe peşindeyiz o taşın. Hemen cepheler yerlerini aldı. Cephenin biri laikliğin faziletlerinden bahsede dursun, diğer cephe ise laikliğin bu ülkeye ve bu ülke insanına ne kadar zarar verdiğini söylemeye devam etsin. Yine her zaman ki gibi hiçbir konu bizde soğukkanlı tartışılmaz. Ülke  olarak her konuyu bitirdik laikliği tartışıyoruz. Kalsa ne olur, gitse ne olur; artısı nedir, eksisi nedir üzerine konuşulmaz bizde. Birileri laiklik elden gidiyor nakaratını ağızlarına aldı bile. Osmanlı’nın son dönemlerinde de “Şeriat elden gidiyor” deniyordu. Daha düne kadar bu ülkede dindar-mütedeyyin insanların yaptığı her şey laikliğe aykırı idi. Kamusal alanlarımız belli giyim-kuşamlara kapatılmıştı, ikna odaları kurulmuştu, kürsülere çıkartılmamıştı birinciler, ödülleri verilmemişti dereceye girenlerin. Bir zamanlar 163.maddemiz vardı her tarafa çekilebilen. Yeter ki gücü elinde bulunduran

Adam sabrederse Cennetlik

MEB'in yaptığı ortak sınavlarda öğrenciler ter dökerken sınav komisyonu da bazen sınava tabi tutulur sınav görevine gelenler tarafından: 08.00'de görev yerinde olması gereken 3 görevliyi bekledik. Toplantı başlayacak gelen giden yok. 08.10'da telefondan arandı. Yolda olduklarını 10 dakikaya kadar gelebileceklerini söylediler. Biz toplantıya başladık. Nihayet 08.23'de teşrif ettiler. İkisi geçip boş bir yere olurdu. Diğeri toplantıya aldırmadan kendisini arayan birisine telefondan cevap vermeye devam ediyordu. Bir elinde çantası, diğer kolunda sınav esnasında okuyacağı kitapları. Sanki sınava değil de derse,  ya da ders çalışmaya gelmiş gibi. Hayret ve ibret içerisinde manidar bir bakışla konuşmasını sonlandırmasını bekledik. Ama nafile. Gür sesiyle konuşmasına devam etti. Komisyon başkanı: Lütfen telefon görüşmenizi sonlandırır mısınız, demesiyle birlikte toplantı salonunu terk ederek salona çıktı. Sonuna kadar konuşmasını sürdürdü. Son cümleleri söylerken salona gird

İt taşlamak

Beraber okuduğunuz bir arkadaşınızın babasıyla karşılaştığınız zaman laf lafı açar: Ne yapar bizim arkadaş dersin. Babası: "Ne yapacak it taşlar" cevabı verir. İt taşlamak: Boş işler peşinde koşan, haytalık yapan, okumayan kişiler için söylenir. Bu konuyu nereden açtınız derseniz anlatayım efendim: Malumunuz dün 2015-2016 öğretim yılı 2. TEOG sınavı yapıldı. Bir öğrencimiz sınava gelmedi. Annesini aradık, işte olduğunu söyledi. Babasını aradık cevap vermedi. Sınıf arkadaşlarından öğrencinin evini öğrendik. Son çare okuldan bir hizmetli arkadaşı çocuğun evine gönderdik getirmesi için. Hizmetlimiz öğrenciyi evinde bulamaz. Evin kenarında çocuğu bulur getirir. Çocuk sınava girdi. Hizmetliye neredeymiş diye sorduk: Köpeğini kaybetmiş, üç gündür bulamamış, bu gün de onu aryormuş, ben o şekilde buldum, dedi. İçinizden sanane gelmezse sınava dediğinizi duyar gibiyim. Banane olur mu, ceremesi beni bulacaktı? Sonradan telafi sınavına girecek, işin gücün yoksa uğraş dur. Köpeğini

Sana göre dünyada senden başka iyi bir insan var mı?

Duydum ki hızlı bir şekilde tırmandığın makamda yaptıklarının karşılığını almış, semeresini görmüşsün. Vekaleten yürüttüğün görev için asaletin gelmiş. Seni tebrik ederim. Hak ettin ama. Az mı mücadele ettin bu makamda, gücünü makamdan alarak. Aslında sen bir aracı idin. Biliyorsun "Bir hayra sebep olan o hayrı yapan gibidir."  Senin ki bu değerli sözle tam örtüşmüyor. Burada hayra sebep olan öbür dünyada karşılığını alır. Senin ki daha iyi. Sen işini öbür dünyaya bırakmadın.  Sebep olduğun iyiliğin karşılığını bu dünyada iken aldın. Artık ayaklarını yere basabilirsin, tapu gibi asalet belgen var elinde. Dün ayaklarını yere sağlam basamıyordun. Çünkü burnunun önünü göremediğin gibi yarınının ne olacağını da bilmiyordun. Dün kendini ispatlamak ve sana gösterilen makamda kalıcı olmak için çok çalıştın çok.  Büyük bir operasyon yaptın. Çok kelle aldın. Kimin ayağını kaydır dedilerse "Eyvallah! Baş üstüne" dedin yaptın. Çünkü emir eri olmak böyle bir şey.  O günlerd

Derdimiz Matematik*

27/04/2016 Çarşamba günü 8.sınıfta okuyan öğrenciler Türkçe, Matematik ve Din Kültürü derslerinden sınava girdiler lisede daha iyi bir okulda okumak için. Sınavdan çıkan öğrencilere nasıl gitti diye sordum: " Matematik zordu hocam" dediler. Her çocuğun korkulu rüyası  bu Matematik. Bu güne kadar bu dersle ilgili, "Kolaydı" sözünü hiç duymadım.  Matematik=problem, problem=Matematik dense yeridir. Hiçbir konuda birleşemiyoruz ama Matematiğin zorluğunda biriz ve beraberiz. Bu ülkenin ortak bir derdi var. Hele şükür! Sorun; dersin kendisinde mi, hocasında mı, müfredatta mı?  Bilemedim gitti. 2015-2016 yıllarında yapılan sınavlardan Matematik net ortalamalarına bir bakalım: 2015 TEOG sınavında öğrenciler 20 Matematik sorusundan ortalama 7,6 net,  2016 YGS Matematik sınavında öğrenciler 40 sorudan  7,9 net,  2015 LYS Matematikte  9,72 net,  2015 LYS Geometride ise  3,78 net yapabilmişlerdir. 2012 PISA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Progr.) sonuçlarına göre T

Ağırcanlı

Çevrenizde belki de en yakınınızda ağırcanlı kişilere rastlamış olabilirsiniz. Böyleleriyle iş yaptığınızda, bir arada bulunduğunuzda kendinizi nasıl hissettiniz? Siz nasılsınız, canı tez mi, ağırcanlı mı? Eğer siz de ağırcanlı iseniz problem yoktur sanırım. Körler, sağırlar birbirini ağırlar misali. Eğer kendiniz canı tez birisi, iş yaptığın ağırcanlı ise psikolojinizde bir bozulma oldu mu?  Ağırcanlı; adı üzerinde canı tez olmayan, işini ağır ağır yapan, çevik olmayan  kişi demektir. En nefret ettikleri şey hızlı iş yapmaktır. İşlerini aheste aheste yaparlar. Bir yere gidecekleri zaman kolay kolay hazırlanamazlar, Yaptıkları işi bitirmezler. Ağır ağır çalışırlar. Asla istiflerini, rahatlarını bozmazlar. Ardından düşman geliyor desen ölmeyi göze alırlar yine hızlanmazlar. Top atsan, silah atsan yine harekete geçmezler. Asla rahatlarından ödün vermezler. Beraber oldukları, birlikte çalıştıklarının ömrü bu tipleri beklemekle geçer. Her yolu deneseler de asla bir arpa boyu yol alama

Olmadı Enerya

15/04/2016 günü telefonuma "...no'lu doğal gaz aboneliğinize ait vadesi geçmiş 180 TL borcunuz bulunmaktadır. Otomatik ödeme talimatınızı lütfen kontrol ediniz." mesajı gelince doğal gaz faturamın son ödemesine  baktım: 14/04/2016 tarihiymiş. Bu durum daha önce de başıma gelmişti. 31/12/2015 tarihi itibariyle TÜİK istatistiklerinde kamuda çalışan personel sayısı 3.339.086 kişidir. Özel sektörde çalışanlar, asgari ücretle çalışanları hesaba kattığımız zaman bu ülkenin büyük bir çoğunluğu bordro mahkumu. Geneli maaşını her ayın 15’inde alır. Çoğunun 16’ında parası kalmaz. Değişik bankalardan maaşını alan bu kişilerin fatura ödemeleri genelde otomatik ödeme talimatı ile ödenmektedir. Maaşı 15’inde yatan bir kimsenin ödemesini banka nasıl yapsın. Benim de otomatik ödeme talimatlı. Hesabımda 14’ünde paranın olması mümkün değil. Bankaya talimat verip son ödeme tarihlerine hiç bakmıyorum bile. Ben nereden bilebilirim Konya Enerya firmasının hesabını, kitabını. Anladığım kad

Turgutreis pazarı

20-24 Nisan tarihleri arasında Muğla-Bodrum’a bağlı Turgutreis beldesindeydim.  Bu ismi nereden almış diye  internet alemine bir göz attım. Osmanlı Döneminde donanmada amirallik yapmış ve Trablusgarp fatihi olarak bilinen bir komutanımız. O zamanlar adı Kara Toprak olan beldede dünyaya gelmiş bir denizcimiz. İsmiyle müsemma bir yer. Adı da yakışmış beldeye. İsmi hiç eğreti durmuyor. Cuk oturmuş. Hatta ismi tüm bir Bodrum’a verilebilirdi. İsmi bedavadan bir yere verilenlere duyurulur. Daha doğrusu ismi verenlere… Turgutreis Bodrum’a 20 KM’lik bir mesafede küçük bir sahil beldesi. Denizi ve havası güzel. Tabiatla iç içe şirin bir yer. Bir arkadaşın teklifiyle kaldığımız otelden çıkıp kurulmuş pazar yerlerine gittik. Pazardaki düzen, ahenk dikkatimi çekti:  Kalabalık olmasına rağmen rahatsız edici bir ses yok. Karşılıklı açılmış tezgahlar aynı hizada, aynı büyüklükte, gelip geçen birbirini rahatsız etmiyor. Karşılıklı çarpışma yok, pazarcının bağırması yok. Müşteri gelip istediği

Ne gölgen ne de ihsanın... Bugün sana, seni anlatacağım yine!

Değerli  İlçe MEM, ortaokullar ve İHO whatsapp grubu üyeleri! Paylaşımlarınızı depolamak için telefonumun 16 GB  belleği dolduktan sonra 35 TL vererek aldığım 32 GB hafıza da mermi gibi gelen paylaşımlarınıza dayanamadı. O da doldu. Çalışma hızınıza teknolojinin yetişmesi mümkün değil. Sizdeki bu hizmet aşkına hangi bellek dayanabilir ki. Sizin çalışmanıza benim hayallerim bile yetişemiyor. Telefonumun öbür dünyada benden şikayetçi olmaması için  bundan sonra gelen paylaşımlarınızı ve önceki gönderdiğiniz etkinlik görüntülerini sileceğim. İnşaallah yanlışlıkla isminizi silmem. Hazine değerindeki paylaşımlarınızı silince zaman zaman bakıp duygulanamayacağım ama ne yaparsınız. Bize protokol kurallarını anlatırken sabah 09.00'dan önce  ve akşam 18.00'den sonra resmi görüşme için telefonla aranılmaz denirdi. Onlardan mı öğreneceğiz bu nezaket kurallarını. Onlar sizi kıskanıyor. Bir defa sizin mesainiz paylaşımlarınızı göndermeye yetmiyor. Hele sabahın 07.00'sinde başlay

İnsanlığın sınıfta kaldığı yerdeydim *

20-24 Nisan tarihleri arasında bir vesileyle Bodrum ilçemizde bulundum. Bize mihmandarlık yapan otel  görevlisi Ferhat bizi sahile götürdü. Masmavi denizin ötesindeki adaları göstermeye başladı: “ Şu adalar bizim, şu ileride gördükleriniz Yunanistan’ın. Mülteciler genelde karşıya geçmeye çalışırlar. Mülteci gördü mü Yunanlılar hemen ateş ediyor. Bizimkiler de kurtarmaya çalışıyor. Çok botlar battı buralarda… Bir zamanlar bizimmiş oralar. Hatta Almanlar 1940’lı yıllarda bize adaları teklif etmişler ama bizimkiler ‘Ne alırız ne de veririz’ demişler... Şu gördüğünüz ve yerleşim olan yer ise 12 Adalardan Kos Adası, yani İstanköy Adası. Hani geçen yıl cesedi kıyıya vuran çocuk cesedi, işte bu İstanköy Adasından botla gelen gelenler içinden ve ceset işte şurada bulundu” dedi… Bizim o zaman ki hükümet böyle bir şey dedi mi demedi mi bilinmez. Haberin doğru sonucuna zaten varılmaz. Çünkü sanal aleme bile baksanız, dediydi demediydi haberlerine ulaşmanız mümkün. Her şeyimiz karanlık ol

Bu kadar şeffaflık fazla değil mi?**

Dijital kameralar, akıllı cep telefonları çıktı. Her şeyimiz şeffaflaştı artık. Ânı yaşar olduk. Her ânımızı kameraya, fotoğraf karesine almaya başladık. Neredeyse dışımız içimize, içimiz de dışımıza çıktı. Her yaptığımız, her yediğimiz telefonlarımızda kayıtlı… Tüm derdimiz yaşadığımız o ânı ölümsüzleştirmek.  Mahşerde hesaba çekilirken her yaptığımızın ortaya çıkacağına inanır ama bu nasıl olacak demeyi de içimizden geçirirdik. Şimdi hemen hemen herkesin her ânı telefonların objektifinde. Kendimiz kayda alıyoruz. Herhalde öbür dünyada kendi kendimizi kendimiz ele vereceğiz. Ebedi alemde sadece samimiyet testimiz emin elde. Her objektife verdiğimiz pozun samimiyet, niyet açıklaması orada olacak. Sanal alemi takip ediyorsanız ne demek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum. Sanal alem bugün; dünün magazin, paparazzi görevini görüyor. Üşenmeyip bir bakalım. Bütün yediğimiz içtiğimiz, yaptığımız orada. Ameliyat öncesi bir poz, ameliyat sonrası bir poz, yatakta yatarken bir gör

Alaturka mı tercih edersiniz, yoksa alafranga mı?

Tuvalet ihtiyacınızı gidermek için alafranga mı tercih edersiniz, yoksa alaturka mı? Sizin tercihinizi bilmem ama çoğunluğun tercihinin alaturkadan yana olduğunu görüyorum koşuşturma ve bir arayış içerisine girmelerinden. Otellerin hemen hemen hepsinde wc'lerde hep alafranga tuvalet var. WC'ye girmesiyle çıkması bir oluyor bazılarının. Hayırdır dediğimde "Klozetmiş WC. Ben normal WC arıyorum diyenlerin sayısı az değil. Araya araya bir tane normal WC bulanların sıraya girdiklerini görebilirsiniz. Şayet bulamadıysa normalini, mecburiyetten klozete oturanların derdi büyük tabii halden anlayanlar için. Bir tanıdığım misafirlikte olduğu bir yerde def-i hacet için WC'ye gider. Hiç oturmadığı ve görmediği bir WC ile karşılaşır. Geri dönse olmaz, eli mahkumdur... Nice sonra gürültüye ev sahibi tuvalete gelir. Bakar ki misafiri uzanmış yatıyor. İşin hikmeti az sonra anlaşılır. Çünkü misafir klozetin üstüne ayağıyla çıkar, bildiği tuvalet oturuşuyla çömelir. Dengesini kaybet

Eleştiri ve tenkit yoksunları

Kapalı toplumlar, öz güveni gelişmemiş olanlar, kendi kendine kritik yapmayanlar, kendiyle barışık olmayanlar genelde eleştiriye açık olmaz, asla eleştiriye gelmezler. Bu tiplerde savunma ve saldırı yeteneği müthiş gelişmiştir. Eleştiri ve tenkit özellikle yapıcı olanı mükemmelliğe götürür: Almasını bilenler için. Kişi kendin biliyorsa Rabbini de bilir zaten. Edep haddini bilmektir. Haddini bilmeyenin elinde tek sermayesi vardır: saldırı. Amerikan büyükelçisi bir dizi ikili görüşme için Rusya'ya gelir. Görüşme sonrası büyükelçiye Rus metrosu gösterilir. " Bu metro belirlenen vakitte gelir. Gecikmez. Olsa olsa en fazla 3 dakika gecikir" açıklaması yapılır. Beklenen tren süresinden 5 dakika sonra gelir. Amerikan Büyükelçisi, "5 dakika gecikti" deyince Rus Büyükelçi, " Ama efendim, siz de Kızılderilileri öldürdünüz" der. Evet Amerikalılar Kızılderilileri öldürdü. Ama konu bu değil. Mesele Rusların kendilerinin reklamlarını yaptıkları trenin gecikmesi ol

Kendisini dev aynasında gören kompleksli kişiler

Bazıları hiç tenkit ve eleştiriye gelmez. Çünkü kendilerini dev aynasında mükemmel olarak görür. Hep övülmeyi ve methedilmeyi ister. Kafalarını kuma  gömen devekuşu gibidir bunlar. Kazara içlerinden birini bir eksikliğinden dolayı eleştirmeye kalksan meslek dayanışması kendini gösterir. Hemen bir savunma ve saldırı refleksi ortaya çıkar.  Her meslekte mesleğini iyi icra edemeyen kişiler olsa da bunlara anlatamazsın. Beyefendi görünümüyle kazma küreğin arkasındaki sap gibidir bunlar. Nasıl yapıldıysa öyle olur. Ne eğebilirsin ne de kırabilirsin. Ancak insanı kırar, incitir ve üzer. İletişim nedir bilmezler. Orman Eski Bakanı Mustafa Taşar kendisini kızdıran kişilere "Hala  bıraktığımız yerde otluyorsunuz" demişti.  Bunlar da kazma olarak gelir, kazma olarak giderler. Kendilerini asla yetiştirmezler. Yarım yamalak zekalarıyla başkasını kandırdım sanır. Bilseler ki, ancak kendilerini kandırabilirler. Zekası ve anlayışı kıt olur. Sen falan şöyle yaptı de. O hemen saldırı va

Hikmetinden sual olunamayan sözlü mülakatları**

Dünya bir sınav yeridir. Ahiretin tarlasıdır. Dünyaya imtihan için geldik. İmtihan süresi bir ömürle sınırlı. Ömür içerisinde telafi edilirse edilir, edilemezse öbür dünyaya  gideriz. Öteki alemde ise bu dünyada yaptıklarımızın  hesabını veririz.. Hayat bir imtihandır. İmtihan içinde sınav yani. Okumak istiyorsak, okuyup bir yere gelmek istiyorsak mutlaka sınavlara girmemiz lazım. Kolay gibi görünse de işin içinde sınav varsa zor oğlu zordur: En kolay sınav bile insanı terletir. Her sınav zordur. Ama en zor sınavlar sözlü sınavlardır. Hababam filmlerinde de kendini gösterir bu sözlü sınavlar... 70-80-90'lı yıllarda okuyan öğrencilerin korkulu rüyasıdır tahtaya çıkıp imtihan olmak. Bakanlık bu sözlü sınavları kaldırdı. Bunun yerine öğrencinin  sınıf içi davranış ve derse katılım vb durumunu değerlendiren bir değerlendirme sistemi getirdi. Tüm bir dönemi içine alan bu sürece de performans adını verdi. Tahtaya kaldırılıp sözlü olma yöntemi okul hayatı boyunca kaldırıldı.

Beğendin mi Müftü Bey yaptığını?

Nisan ayı dendi mi ‘Kutlu nebiyi’ anma haftası akla gelir. Kurum, kuruluş, vakıf, dernek, okullarımız vb herkes bu anmalarda çorbada tuzum olsun mesabesinde ,  karınca kararınca çaba sarf ediyor. İnşallah yapılan anmalar amacına ulaşır, birlik ve beraberliğimizin tesisine katkıda bulunur. Bugün size  katıldığım bir  ‘Kutlu Doğum’ programındaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum: Program öncesinde tüm misafirlere yemek ikram edildi. Programın içeriğine bir göz attım: K. Kerim okuma, protokol konuşmaları, sinevizyon, müftünün birlik vurgusu yapan konuşması, profesyonel ilahi grubu, umre çekilişi, bisiklet çekilişi, veda hutbesinin okunması, aralara serpiştirilmiş hadisler (üçerli öğrenci grubunun  her birinin bir hadis okuması, diğerinin anlamını vermesi, öbürü de hadisten anladıklarımızı okuması) yarışma ödüllerinin verilmesi ve dua. Gördüğüm kadarıyla dolu dolu bir program hazırlanmış. Program öncesi müftü bey gelir, içeriğe bir bakar. Hemen görevlileri çağırır ve “Hadisleri ve V

Cebimin istenmeyen yüzsüzleri*

Bazı misafir tipler vardır kapıdan kovsan pencereden girer, oradan kovsan bacadan girer. Böyle misafirler düşman başına. Son yılların misafir tipi ise, cep telefonuna vakitli vakitsiz gelen bildirimler. Mesajlaşma ve görüşmeme yetecek şekilde cebime sığan küçük bir telefonum vardı. Başkası elinde telefon, kulağında kulaklık ile sürekli meşgul olurken benim telefonum cebimdeydi. Mutlu mu mutlu idim. 1987 yılından beri görüşmediğim bir arkadaşımla bir yerde karşılaştım. Birbirimize telefonlarımızı verip ayrıldık. Fakat o da ne? Telefonuma gelen bir bildirim. Bakıyorum dostum kes-kopyala-yapıştır mesajları gönderiyor. Telefonumu verdim vereli günde 2-3 mesaj gelmeye başladı. Telefon açıp gönderme de diyemedim alınmasın diye. Çocuğuma: Şu numarayı engellenenler listesine alıver  dedim. Az sonra çocuğum geldi: Baba, bu telefonun engelleme özelliği yok dedi. O zaman engelleyen bir telefon alayım dedim. Kullanılır ve işimi gören telefonu bırakarak cebime sığmayan akıllı bir telefon

Birlik zamanı: Hem de şimdi **

Anma ve hatırlamada  çok mahiriz biliyorsunuz. Hiçbir toplum elimize su dökemez.  Nasıl yaptığımızı merak eden diğer ülkeler bizden kurs alsa yeridir.. Kendimi bildim bileli ömrüm hep anma  vb etkinliklerle geçti. Herhangi bir kimseyi anmaktan onun gibi olmaya, onun gibi yaşamaya vaktimiz kalmadı neredeyse. Konuşma, hatırlama, program yapma konusunda  yani teoride 10 numarayız.  Pratikte ise yıllardır geçer not alamadık; hep sınıf tekrarı maalesef bizimkisi. 14-20 Nisan haftası malumunuz üzere ‘Kutlu Doğum Haftası.’ Okullarda, kurumlarda, vakıf ve derneklerde yarışma etkinlikleri, konuşma programları, yemek ikramları, ilahi etkinlikleri hız kesmeden devam ediyor. Yapılan bu faaliyetlerde harcanan meblağın miktarının az olduğunu düşünmüyorum. Yarışmalarda verilen ödüller manevi değeri yüksek sembolik olmaktan çıktı. Dudak uçuklatır cinsten. Nisan ayındaki Kutlu Doğum Haftasına yetişecek şekilde yapılan bu yarışmaların hedef kitlesi genelde öğrenciler. Gelen yarışmaları öğrencile

Milli meselemiz: Giyim kuşam*

Sabah 07.29'da telefonum çaldı. Baktım kayıtlı bir velimin telefonu. Açtım telefonu. Alo demeye kalmadan: " Hocam yarışmaya serbest kıyafetle mi geleyim, yoksa okul kıyafetiyle mi?" Sorusuyla karşılaştım.  Cevabım tekti tabii: Okul kıyafetiyle kızım dedim. Telefonu kapattım. Baktım bir cevapsız çağrı daha. Aynı öğrenci 07.21'de bir daha aramış. Anlaşılan kıyafeti dert edinmiş, gece yatamamış, Güneş'in doğmasını gücün beklemiş. Sarılmış hemen telefona bir umutla, acaba serbest kıyafetle gelebilirsin cevabı alabilir miyim diye. Aslında istediği cevabı verseydim çocuğun mutluluğuna diyecek yoktu. O hazzı verir miydim ona. Vermedim tabii. Çünkü devletin eski soğuk yüzünü temsil ediyorduk ne de olsa. Şimdi de mahalle baskısı, veli baskısı, çevre baskısı, firma baskısı, öğretmen baskısıyla bastırabildiğimiz kadar bastırıyoruz o serbestlik özlemlerini. Baskıyı yapanlar geri planda, idareciler ise Erol TAŞ rolüyle en önde... Hafta başında veya hafta sonunda yapıl

Pazar yerleri: Savaştan çıkmış gibi

Siz akşam dağıldıktan sonra semt pazarlarının son halini hiç gördünüz mü? Özel olarak bakmaya ve görmeye gitmesem de zaman zaman pazar yerlerinin son halini maalesef gözlemledim. Savaş alanından farksız gerçekten. Pazarcımız nerede ise elindeki her şeyi bırakıp gitmiş, devreye belediyenin elemanları temizlemek için seferber olmuş. Hele bazen esen rüzgarla birlikte mahallenin tümüne çöplerin dağıldığını görürsünüz. İşin garibi çevremdeki bazı insanlarla bu görüntüyü paylaştığım zaman herhangi bir rahatsızlık emaresi görmedim. Rahatsız olan varsa da ben rastlamadım. Kendi kendime sanırım bende bir anormallik var diye düşünmeye başladım. Belediyelerimiz, vatandaşımız pazar ihtiyacını gidersin diye semt pazarları düzenlemiş. Güzel bir hizmet. Pazarcı kardeşimiz, yaptığı satıştan dolayı işgal ettiği yere –adını tam bilemesem de- belediyelerimize işgaliye parası ödemektedir. Alışveriş sonrası ortaya çıkan görüntünün kaldırılması için belediye çalışanlarının sarf ettikleri efor, yan