Ana içeriğe atla

Beğendin mi Müftü Bey yaptığını?

Nisan ayı dendi mi ‘Kutlu nebiyi’ anma haftası akla gelir. Kurum, kuruluş, vakıf, dernek, okullarımız vb herkes bu anmalarda çorbada tuzum olsun mesabesinde ,  karınca kararınca çaba sarf ediyor. İnşallah yapılan anmalar amacına ulaşır, birlik ve beraberliğimizin tesisine katkıda bulunur. Bugün size  katıldığım bir  ‘Kutlu Doğum’ programındaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum:

Program öncesinde tüm misafirlere yemek ikram edildi. Programın içeriğine bir göz attım: K. Kerim okuma, protokol konuşmaları, sinevizyon, müftünün birlik vurgusu yapan konuşması, profesyonel ilahi grubu, umre çekilişi, bisiklet çekilişi, veda hutbesinin okunması, aralara serpiştirilmiş hadisler (üçerli öğrenci grubunun  her birinin bir hadis okuması, diğerinin anlamını vermesi, öbürü de hadisten anladıklarımızı okuması) yarışma ödüllerinin verilmesi ve dua. Gördüğüm kadarıyla dolu dolu bir program hazırlanmış.

Program öncesi müftü bey gelir, içeriğe bir bakar. Hemen görevlileri çağırır ve “Hadisleri ve Veda Hutbesini çıkarın, benim konuşmamla ilahi yeter” şeklinde talimatlar verir. Program komitesi ne yapacağını şaşırır, emir demiri keser çerçevesince denileni yapmaya karar verirler. Salon bayan, çocuk ve öğrenci ağırlıklı: Hınca hınç dolu. Çocuk olur da gürültü olmaz mı? Hafifçe gürültü var. Müftü bey konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edilir. Eline mikrofonu alır: “Nerede bizim görevliler, nerede çalışanlar, bu gürültü ne böyle, …Hoca! Aralara dağılın şu çocukların yanına susturun” şeklinde konuşmasına giriş yapar. 40 dakika kadar konuşur ama ne konuştuğu akıllarda kalmaz. Çünkü herkesin aklı girizgahta kalmıştır. Konuşmasını bitirdikten sonra ilahi söylenirken eline telefonunu alır, kimseye haber vermeden çeker gider.

Yüz yüze değiliz, eğer sizinle  karşı karşıya olsaydım, bu tavır ve davranışı nasıl bulurdunuz diye sorardım size… Benim garibime gitti bu tavır. Hiç yakışık almadı. Amir olarak programın içeriğine çok önceden bakıp müdahale edebilirdi. Program saatinde hadis ve veda hutbesini okuyacak öğrencilerin çıkarılması hiç pedagojik geliyor mu size? Gelmez. Çünkü okuma heyecanıyla o öğrenciler günler öncesinden çalışmalarını yapmışlar, okuyacağı anı bekliyorlar. Okuduğunu annesi görecek, babası görecekti. Haydi bunu  etkinlik uzamasın diye yaptı diyelim. O bölgede halkın itibarını kazanmış ve bir görev ifa eden, kendisinden büyük çalışanlarına topluluğun içerisinde kızarcasına emir ve talimatlar yağdırmasına ne demeli? Bir topluluk karşısına çıkınca elbette ses, gürültü olacak. Mikrofon sende. Pekala yeteneğinle o çocuklara tatlı bir dil kullanarak susmalarını sağlayabilirdin.

Programdan sonra çalışanlarından birini gördüm, gerçekten çok üzgündü. Adamlar güzel bir program olacak diye günlerdir koştursun, onca yorgunluğun ardından kalabalıklar içerisinde bir de azar işitsin. Günün anlam ve önemine uygun düşmedi. Hiç olmadı gerçekten. Halk ve çalışanlar sizi ‘Vereset’ül Enbiya’ makamında görmektedir. Bence evine varınca çok iyi bildiğini sandığım Ali İmran 159.ayeti tekrar bir daha oku. Yaptığın gafı daha iyi göreceksin. Bu tavır beni 10 yıl öncesi bir TV programına götürdü. Programda o zamanlarda kulvar değiştirmemiş Nazlı ILICAK’a, “Yaşar Nuri ÖZTÜRK hakkında  ne düşünüyorsun” şeklinde bir soru sordular. “Din alimi gibi davranmıyor, kibirli görüyorum. Din alimi dediğin biraz mütevazı olmalı” dedi. Onun konuşmasında kibir var mı bilmem. Herkesin iç halini Allah bilir. Fakat biz görüntüye göre değerlendiririz. Gazeteci doğru söylüyordu. Maalesef bu programdaki müftü beyin konuşmasında, hal ve tavırlarında da bu sezgiye vardık.

Programın ardından böylesi hoş olmayan bir tavır akıllarda kalacağına keşke haftanın temasına uygun ‘Birlik ve beraberlik mesajı veren vurgular kalsaydı dimağlarımızda… 17/04/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde