Ana içeriğe atla

Hikmetinden sual olunamayan sözlü mülakatları**

Dünya bir sınav yeridir. Ahiretin tarlasıdır. Dünyaya imtihan için geldik. İmtihan süresi bir ömürle sınırlı. Ömür içerisinde telafi edilirse edilir, edilemezse öbür dünyaya  gideriz. Öteki alemde ise bu dünyada yaptıklarımızın  hesabını veririz..

Hayat bir imtihandır. İmtihan içinde sınav yani. Okumak istiyorsak, okuyup bir yere gelmek istiyorsak mutlaka sınavlara girmemiz lazım. Kolay gibi görünse de işin içinde sınav varsa zor oğlu zordur: En kolay sınav bile insanı terletir.

Her sınav zordur. Ama en zor sınavlar sözlü sınavlardır. Hababam filmlerinde de kendini gösterir bu sözlü sınavlar... 70-80-90'lı yıllarda okuyan öğrencilerin korkulu rüyasıdır tahtaya çıkıp imtihan olmak. Bakanlık bu sözlü sınavları kaldırdı. Bunun yerine öğrencinin  sınıf içi davranış ve derse katılım vb durumunu değerlendiren bir değerlendirme sistemi getirdi. Tüm bir dönemi içine alan bu sürece de performans adını verdi.

Tahtaya kaldırılıp sözlü olma yöntemi okul hayatı boyunca kaldırıldı. Okulu bitirip  herhangi bir yerde görev almak için yazılı sınavın yanında ayrıca mülakat adı verilen sözlüler hayatımızın bir parçası olmaya başladı şimdilerde. Her sözlü sınav ne kadar hakkaniyet ölçüsü içerisinde yapılırsa yapılsın beraberinde acabaları eksik etmiyor maalesef. Kulağımıza kar suyu kaçırıyor nedense. Her bir sözlü sınav, mülakat adına ne denirse densin kamuoyu nezdinde 'Torpilliler işe alındı, alınacak' olgu ve algısı oluşturmaktadır. Hele bu tür sınavlara üst kademedeki birinin yakını giriyorsa şayia alır başını gider. Yakın, kazanmayı hak etse bile 'Şuyuu, vukuundan beter' olur. Bu açıdan bir üstün yakını bazen avantajlı olabiliyor, bazen de avantajsız. Aslında şayialardan uzak kalmak için en iyi sistem yazılı yapılan sistemdir. Yazılıda başarılı olan atanır. Atandıktan sonra ciddi denetimlerle atananın performansı incelenir. Görevini yapan hangi düşünceden, kimin akrabası olursa olsun işine devam eder. Görevini layıkıyla yapmayan, yapamayan kim olursa olsun işine son verilir. Şimdi sizleri düşündüren, hafifçe gülümsetecek fıkra ve anekdotlarla baş başa bırakıyorum:
***
Bir ülkede  bir işe iki kişi alınacaktır. Yazılı sınavı üç kişi geçer. Adayların sözlü sınava alınması kararlaştırılır. İşe alınacak iki kişi belirlenir. Komisyon kara kara düşünmeye başlar: “Ya bizim istemediğimiz 3.kişi kazanırsa. Ya da kazanmasını istediğimiz iki kişi soracağımız soruyu bilemezse” diye. Komisyon üyelerinden biri: -“Siz o işi bana bırakın, ben sizin istediğiniz adayları kazandırırım” der. Sınav başlar. Kazandırılacak ilk aday çağrılır. Ona, “Titanic kazası hangi tarihte olmuştur” sorusu sorulur. Adam cevabı bilir, geçer not alır. İkinci kazandırılacak adaya da, “Titanic kazasında ölen kişilerin sayısı kaç kişi” diye  sorulur. Bu da cevabı bilir ve geçer not alır. Sıra, kazanması istenmeyen kişiye gelir. Ona da, “Titanic kazasında ölenlerin  adını soyadını söyle” denir. Adam cevabı bilemez ve sınavdan geçer not alamayarak elenir. Böylece tertemiz bir sınav yapılmış olur. Evli evine, köylü köyüne gider.
***
Kastamonu’da  bir kişi resmi olarak işe alınacaktır. Sınava çok kişi müracaat eder. Sınava girecek  torpilli kişi önceden belirlenir. Komisyon toplanır. “Kazanacak adayı ilk önce çağıralım, basit bir soru soralım, formalite yerine gelsin” denir. Başına talih kuşu konan aday sözlü mülakata çağrılır. Kendisine: -Kastamonu ile Abana arası 101 km'dir.  Abana’dan çıkan bir kuş 50 km hızla gelirse Kastamonu’ya  ne kadar sürede gelir, şeklinde bir soru sorulur. Torpilli aday düşünür, taşınır fakat cevabı veremez.  Komisyon ne kadar ipucu verdiyse de nafile. Sonunda adama: -Arkadaş soru bu kadar zor mu, niye cevap vermedin, bu soru çok kolay, lütfen çıkınız, derler. Adam dışarı çıkar. Dışarıda bekleyenler: “Ne sordu” diye sorarlar. Soruyu söyleyince, “Çok kolaymış” derler.
Adam: -Neresi kolay bu sorunun? Yolculuk yapan bir kuş. Kuşun ne zaman geleceği bilinir mi? Gider bir dala konar, su içmeye iner, yayılmaya koyulur,  cevabı verir.
***
Ramazan AYVALI: "Yozgat Yüksek İslam Enstitüsüne mülakatla öğrenci alıyoruz. Adaylar sırayla girdi, çıktı. Bir tanesi geldi. Kendisine  küçük namaz sürelerinden hangisini sorduysam bilemedi. Adaya: 'Yavrum, bu süreler namaz kılmada da gerekli biliyorsun, bunları ezberle' dedikten sonra komisyonun diğer üyelerine: 'Arkadaşlar, bende kanaat hasıl oldu, buyurun siz sorun' dedim. Diğer üyeler de, 'Hocam soru sormaya gerek yok, bizde de kanaat hasıl oldu, öğrenci çıkabilir" dediler. Öğrenci çıkar, az sonra ardından yeni bir aday çağırmak için ben de çıktım. Baktım ki az önce sınavdan çıkan çocuk: 'Arkadaşlar! Yeminle söylüyorum, benim hakkımda şimdiden kanaatleri hasıl oldu, beni enstitüye almayacaklar" diye sesli bir şekilde konuşuyor. Bu duruma şaşırıp kaldım" şeklinde bir anekdotunu anlatmıştı.

Burada olduğu gibi kazanamayan kişiler 'Torpilliler alındı' şeklinde yaygara da çıkarabiliyor.
***
2000 yılında Anadolu Öğretmen Liselerine öğretmen alımı için Kahta'dan Ankara'ya mülakata gittim. Tercih olarak da atanmak için Afyon Anadolu Öğretmen Lisesini tercih ettim. Sınav öncesi adaylarla tanıştım. Benim tercih ettiğim okulu isteyen Afyon'dan gelen 3 öğretmen daha olduğunu tespit ettim. Bana "Torpilin var mı" dediler. Hayır yok dedim. "Madem kimin kimsen yok. Ta Adıyaman'dan bunun için niye geldin be mübarek" dediler. Sınava girdim. Komisyondakiler iyi davrandı. Branşımla ilgili sorulara cevap verdim. Plan çeşitleri, disiplin amiri gibi sorular sordular. Ben de biraz eksiğiyle birlikte cevap verdim. Komisyon başkanı: " Sadece Afyon'u tercih etmişsin. Başka yerleri düşünürsen değerlendirelim dedi. Kendisine: Halen Güneydoğu'da çalışıyorum. Eğer tekrar o taraflarda değerlendirecekseniz kabul edemem dedim, ayrıldım. Sonuçlar açıklandı: Kahta İHL'ye devam...
***
1996 yılları olsa gerek. Kahta'da Lise 2. sınıfta dersine girdiğim beyefendi bir öğrencim vardı. K. Kerimi çok iyi değildi. Bazı harfleri çıkaramıyordu bile. Benden dersi geçemedi. O sınıfta okuması çok iyi olan öğrenciler vardı. İki yıl sonra imamlık imtihanı yapıldı. Benden geçer not alamayan öğrencim  sözlü mülakatta imam hatiplik sınavını kazandı. O sınıftan en yüksek not verdiğim öğrencilerim adı geçen sınavda başarılı olamadılar. Anladığım kadarıyla benim not verişimde bir sorun vardı. Başka bir düşünce akla getirmemek lazım. Hikmetinden sual olunmaz tabii.

Sözlü mülakatta görev alan komisyon üyeleri hakkaniyetten ayrılmamalı, verdiği kararlarla kamu vicdanı ikna olmalıdır. Adaylardan ehil olanı seçmelidir. Başkasının direktifiyle hareket eden emir eri olmamalıdır. İsmi verilen adayın hakkını korumaktan ziyade kimi kimsesi olmayan adayların hakkını gözetmek için eli vicdanında karar vermelidir. Adalet duygusunu  asla zedelememelidir. Kul hakkına girerek ahiretini berhava etmemelidir. Benden söylemesi... 19.04.2016
** 19.4.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde