Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Müftü mü Yalan Söylüyor, DİB mi?

Nicedir haber izlememenin ve gündemi takip etmemenin mutluluğunu yaşıyorum. Belki gündemi takip edemedim ama bundan dolayı pek bir eksiklik hissetmedim. Bu akşam o değilden haberleri açtım. Eski bir vekil, şimdilerde bir muhalefet partisinin genel sekreteri imiş konuşan. Vekilin konuştuklarının sonuna denk geldi kanalı açmam. Spikerin açıklamasına göre; Eski vekilin 28 yaşında kızı vefat etmiş. Baba, vefatın 40.günü hatim indirmek ve ardından bir yemek vermek ister.  Yer için de Ankara'nın merkez ilçelerinden bir müftülüğü arar. Kendisine birkaç cami ismi verilir. Cami imamları farklı mazeretler öne sürerek yer talebini reddederler. Bir tanesi gençlik merkezimiz müsait, burada yapabileceklerini, yalnız müftülükten izin almaları gerektiğini söyler. Hafta başında müftülüğe telefon açılır, durum anlatılır. Müftülükten gençlik merkezini kullanabileceklerini söylerler. Bir isim isterler. İsim verilir. Ne iş yaptığı sorulup, eski vekil, şimdilerde bir partinin genel sekreteri old

Kimlik ve Kişilik Kayması

Bu ülkede Anayasaya göre herkes eşit vatandaş ise de gelen siyasi iktidarlara göre vatandaşın bazısı öz, bazısı da üvey evlat olur. Siyaset öz evlat muamelesi yaptığı kişileri şu ya da bu şekilde ihya eder, korur ve kollar. Kişilerin istek, talep ve beklentilerine göre kimine makam ve mevki verir kimine de ihaleler verir. Bu şekilde bir taraftan kendi bürokrasisini devlete yerleştirirken diğer taraftan da kendi zenginlerini üretir. Bu yolla kendilerini ölümüne savunacak fanatik taraftar elde ederler. Bunun yolu da iktidarlar için kılıf bulmaktır. Bu da çok kolaydır oturmuş bir sistemi olmayan, iyi kötü işleyen bir sistem varsa onu değiştirmek, iktidarlar için çocuk oyuncağıdır ve buna hak sahibidir. Çünkü bu ülkede sandıktan çıkmak demek her şeyi yapmak, yapabilmek demektir. Tüm bu süreci izleyen üvey evlat muamelesi gören kesim ise var gücüyle haksızlık var, adaletsizlik var, devletin imkanları birilerine peşkeş çekiliyor diye feryat eder. Bir taraftan da bize de bir fırsat

Ticaretin Raconu

"Üstadım, ticarete atılmak istiyorum. Ne önerirsin bana?" "Sürekli mi olmak istiyorsun?" "Elbette öyle. Ya değilse niye gireyim?" "Ticaretin gerekleri ne ise onları yerine getir." "Zaten onu yapacağım. Ama bu dediğin biraz yuvarlak oldu." "Dürüst olacaksın, prensip sahibi olacaksın. Bir ürüne normal kar marjını koyup makul fiyata satacaksın. Olur olmaz, fiyat değiştirip durmayacaksın. Müşteriye güvenilir ve ciddi bir firma olduğunu göstereceksin. Müşteriye göre fiyat çekmeyeceksin. Alanında çok iyi olup elle gösterileceksin." "Bunlar zaten olması gereken. Yalnız son cümlen dikkatimi çekti. Alanımda tek olmamı mı kastediyorsun?" "Hayır, alanında tek olmaktan sakın. Bu sahada bu işi yapan başkaları da olsun ki rekabet edip kendini geliştirebilesin. Sakın ola ki rakiplerini budama. Onların bu sahada ekmek yemesi senin lehinedir. Değilse, tek kaldım, nasılsa alternatifim yok diye gözünü hırs bürür. D

Siyaset Kimin İşi?

Siyaset hayatın olmazsa olmazıdır. Birileri bu işi profesyonelce yapmalı. Kendisini, partisini, yaptıklarını, yapacaklarını, vizyonunu, misyonunu hangi yol ile olursa olsun, gidip anlatsın. Vatandaş da seçenekler arasında uygun gördüğüne gidip oyunu versin. Başta kaybeden olmak üzere sandıktan kim çıkarsa, herkes o partiyi tebrik etsin.  Kim hükümet olmuşsa görevini yapsın. Seçmen kime hükümeti denetleme görevi vermişse, o da eleştiri ve öneri görevini yerine getirsin. Kazanan ve kaybedeni seçen seçmen de işine gücüne dağılsın. Bir beş sene kendi işine yoğunlaşsın. İktidar ve muhalefet olması gerekenin en iyisini, vatandaş da kendi işini en iyi yapsın. Yani herkes işine. Evli evine, köylü köyüne. Beş yıl boyunca siyasetçiler dışında kimse bir şey demeyecek mi? Yerinde, zamanında ve kıvamında söylenir. İcraatlarından dolayı iktidar övülür, yerilir ve önerilerle yol gösterilir. Aynı şekilde muhalefete de görevini yapması için öneriler sunulur, söz ve eylemleri eleştirilir. Buraya

Kirlilikleri Örten Beyaz

Nicedir kışlarımız ılımanlaştı. Doğru dürüst eski kışları görmez olduk. Tek istisnası 2021-2022 kış sezonunu eski kışlardan bir kış olarak geçirdik. Adeta kar üzerine kar yağdı. Hem erken bastırdı hem de geç gitti. 2022-2023 sezonu ise kışa dair tam bir kesat yıl idi. Bu sezonun 10-15 cm’lik ilk karı kış mevsiminin ikinci ayının son günü düştü. 31 Ocak günü sabah herkes yerin ve göğün beyazlığına uyandı. Ağaçların dalları bembeyaz karlarla güzel bir desen oluşturmuşlar. Her yerin beyazlığını işe gitmek amacıyla yollara çıkan araçların izleri bozmuş. Üzerinden aracın geçtiği yollar yumuşak karı eritmiş ve asfaltın siyahlığını ortaya çıkarmış. Keşke imkan olsa da bugün hiçbir araç yola çıkıp beyazlığına yok etmeseydi de gecikmeli gelen bu bereketin görüntüsüne gözlerimiz iyice doysaydı.  Temennimiz inşallah bu karın arkası gelir. Tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu sene de eski kışlardan bir kış görür, kara doyarız. Doymalıyız. Çünkü kurak geçen yılların ardından sular çek

Güçlü Partileri Bekleyen Tehlike

20 Eylül 2019 yılında "Devletin Kendisi Olan Partiler" başlıklı bir yazı yazarak "dilinkemigiyok.blogspot.com" isimli blokta paylaşmış, aynı yazı 16.06.2020 tarihinde "Pusula Haber" gazetesinde de yayımlanmıştı. Yazıda, uzun yıllar tek başına iktidarda kalan partileri bekleyen en büyük tehlikenin, devletin kendisi olmasını işlemeye çalışmış, 38-50 arasında iktidar olan ve devletin kendisi ile özdeşleşmiş CHP'yi örnek olarak vermiştim. 1950'den sonra bu partinin yeterli çoğunluğu sağlayarak tek başına iktidar olamamasını, bu partinin geçmişte devletleşmesine bağlamış, 20 yıldır iktidar olan AK Parti'nin de hızla devletin kendisi olmaya doğru ilerlediğini hatta devlet partisi olduğunu, tedbir almadığı takdirde mukadder sonunun CHP olabileceği tehlikesine işaret etmeye çalışmıştım. Yazının üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen görünen o ki iktidar, kendisini bekleyen tehlikenin farkında olmadığı gibi bu durumdan da hoşnut. Sevenleri v

İyi Satıcı

Bazı insanlar iyi satıcıdır. Alttan girer, üstten çıkar, müşteriye yakın ilgi gösterir. Tatlı diliyle müşteriyi kendine bağlar. Alıcı olmasa bile o değilden fiyat sormaya gelen müşteriye satış yapar. Satarken de ucuz satmaz. Diyelim ki bu işletme giyim üzerine iş yapan bir iş yeri olsun. Bir ürün beğendiniz. Ama beğendiğiniz bu ürün bütçenizi zorlayacak bir ürün. Müşteri olarak daha uygun olanı yok mu diye sordunuz. Var efendim, olmaz olur mu, bizde çeşit bol, her bütçeye uygun ürün vardır. Ama size bunu öneririm. Üzerinize çok yakıştı. Bunun giyimi de kolay. Bak şu ürünün fiyatı uygun. İstersen bunu al ama hiç tavsiye etmem. Çünkü bu ürün dosta gitmez. Benim için fark etmez. Hangisini alırsan al. İkisi de satılık der. Sürekli vitrine ya da dışarı kapının önüne koyduğu rengi atmış ve kirlenmiş ürünü gösterir. Fiyatı uygun olan bu ürünü siz olsanız, alır mısınız? Almazsınız. Çünkü kim alır ıskartaya çıkmış ürünü. Bu durumda pahalı ve bütçenizi zorlaya

Olgular Ne Zaman Netleşir

Ne zaman bu ülkede yürekleri dağlayan bir olay vuku bulsa, bu olay enine boyuna değerlendirilmez. Olayın ne olduğu bile anlaşılmadan savunmacı tipler hemen devreye girer. Bir yerde savunmacı tip varsa haliyle saldıran tip de vardır. Biri savunmaya geçer, diğeri saldırmaya. Devran döner, savunmacı rolünde olan saldırıya, saldırgan rolündeki de savunmaya geçer. İkisi birbirinden beslenir. Bu puslu havadan da hiçbir gerçek ortaya çıkmaz. Niye çıkmaz? Çünkü hiçbir olay bireysel olarak değerlendirilmez. Bu bireysel olaydan hareketle genelleme yoluna gideriz: Bunlar böyledir zaten. Daha önce de sicilleri iyi değildir. Şunu daha unutmadık deriz. Neyin ne olduğu ortaya çıkmadan algılarla yaşamaya devam ederiz.  Olayın aslı, sıcağı sıcağına ortaya çıkmadığı gibi yıllar geçse de çıkmaz. Her kesim yeri geldiği zaman kullanır durur. Herkesin yaptığı da algıdan ibarettir. Bir yerde algı varsa algının tarafları da vardır. Bunlar aidiyet duygusuyla hareket ederler. Bun

İdeallerden Hüsrana

Küçüklüğümden beri bir idealim vardı. Referansım da Kur'an ve sünnetti. İnanç ve düşüncelerimi özgürce yaşamalıydım. Yaşarken aynı zamanda dünyaya dair sözüm de olmalıydı. Çünkü dünyada haksızlık ve kötülük almış başını gitmişti. Aynı zamanda bu haksızlık ve kötülüğün de önüne geçmeliydik. Bunun için inandığım değerlerin iktidar olması gerekiyordu. Bu değerler iktidar olursa at sahibine göre kişneyecek, yönetenler de benimle aynı idealleri paylaşanlardan olacağı için ülkeye; huzur, güven ve hakça paylaşım gelecek, kimse inancından ve savunduğu değerlerden dolayı zulme uğramayacaktı. Herkes işini yapacaktı. Çünkü adama iş değil, işe adam alacaktık. Ahbap çavuş ilişkisi sona erecek, herkes liyakate göre atanacaktı. Tüm bunları yaparken tevazuu da elden bırakmayacaktık. Hasılı her alanda ülkeye huzur gelecek, iki günümüzü eşit kılmayacak, durmadan çalışacaktık. Bizi gören işte şu ya. Şu ana kadar bunlar neredeydi? Daha önce biz yaşamıyormuşuz da haberimiz yokmu

El Pençe Divan Durmuş Bir Prof.

Yarışma programı yapılan bir kanalda sunucunun yanında sorular soran, bazen ipuçları veren, sorulan soruyla ilgili konunun uzmanı sıfatıyla konu hakkında açıklamalarda bulunan, bazen yarışmacıya destek olmak amacıyla seçeneklerden birini eleyen, programın bir parçası olan Prof. ünvanlı bir akademisyen de yer alıyor.  Aynı zamanda bilgilendirici özelliği olan bu yarışma programına, kanalları çevirirken denk geldikçe bakmıştım. Program hala devam ediyor mu bilmiyorum. Zaten konum da yarışma değil. Bu yarışmada bir bilen olarak yer alan akademisyeni ele alacağım.  Tatlı dili, anlatım şekli itibariyle hoşuma giden bu akademisyeni bir TV programında bir siyasinin programında onun yanı başında otururken gördüm. Siyasiye dönük konuştuğu için yüzünü tam göremedim. Ama sesi yabancı değildi. Bugün o programı Youtube'dan bulup soru soran kişinin konuştuğu bölümü buldum. Dikkatli baktım. O Prof'dan başkası değildi. Programın sonlarına doğru da ayakta gördüm.  Şimdi gelelim bu akade

Bir İntihar Hali

Bir zamanlar aynı duygu ve düşüncelere, aynı din ve dünya görüşüne, aynı siyasi bakış açısına sahip olduğum insanlar vardı. Bunlarla bir araya geldiğimizde konuşacak o kadar konumuz olurdu. Konuş konuş bitmezdi. Birimiz bırakır diğeri konuşurdu. Aşağı yukarı hep aynı düşünürdük. Olup bitenleri orta yere döker, bu sorunların nasıl giderileceğine dair görüşler serdederdik. Güzel önerilerimiz vardı. Ama imkan, güç ve kuvvet bizde değildi. Ah, güç bizde olsaydı da nasıl yaşanabilir bir ülke ve dünya oluştururduk. Üstelik doğruluk, dürüstlük, çalıp çırpmama, yetimin hakkını koruma, devlet malını har vurup harman savurmama, çalışma bizde vardı. Devran döndü, nöbet bize tevdi edildi. Zihniyetimiz iktidar oldu. Her makam ve mevkide bizler vardık. Belli bir süre iyi çalıştık. Dost düşman gıpta etti bize. Birçok mağduriyetler giderildi, yapılmayanlar yapıldı. Devran böyle gidecek, daha iyi günler ve yaşanabilir bir ülke bizi bekliyor, daha yapacak çok şeyimiz var derken zirvede kendimi

Sayaç Okumaya Öneriler

Müstakil veya apartman dairesinde oturuyorsunuzdur. Evinizin girişinde su ve elektrik saatleri vardır. Siz mesaiye gider gibi evinizden çıktığınızda su saatini veya elektrik sayacını okumak için evinize, mesaiye gelen görevliler vardır. Sizin evden çıkışınız bellidir de bu görevlilerin ne zaman geleceği belli olmaz. Geldiği zaman evde misin, bu ev sahibi kapıyı açmak için müsait mi demez, zile bastıkça basar. Tek basmayla da yetinmez. Çünkü beklemeye tahammülü yoktur. Zamanla yarışıyordur. Otomatiğe basar, kapıyı açarsın. Bir teşekkür yoktur. Niye teşekkür etsin. Zira kapıyı açmak senin görevin. Bir eli kapının ziline basarken diğer elinde telefonla ha bire konuşur birileriyle. Zamanı da yoktur. Hemen ezberden bildiği saatin kapağını açar. Sen, gelen elektrik veya su saatine bakmaya gelmiş, işini bitirdikten sonra herhalde kapıyı kapatır deyip kapını kapatıp içeri geçersin. Nice sonra dışarıya bir çıkarsın. Görevli işini bitirip gitmiş. Giderken de kapıyı ardına kadar aç

Ne Yazayım?

Bir zamanlar şu konuyu mu yazayım, bu konuyu mu yazayım der, konu sıkıntısı çekmezdim. Yeter ki araba sürmeyeyim yeter ki bir başına olayım yeter ki kuytu bir yer bulayım. Başlardım aklıma geleni yazmaya ya da başlık olarak kaydettiğim konulardan birini açar, yazardım. Bu şekil yaza yaza bugüne kadar 2015 yılı Aralık ayından bu yana blogumda kayıtlı 3.854 yazım olmuş. Çoğu da cep telefonu marifetiyle yazdıklarım. Aşağı yukarı her telden yazmışım. Geldiğim an itibariyle konu bulmada zorlanıyorum. Hiç bu duruma düşmemiştim. Düşünüyorum düşünüyorum, aklıma bir konu da gelmiyor. Harç bitti ise inşaat paydos da diyemiyorum. Zira yazmayınca içimde bir boşluk hissediyorum. Anlatacağı konuyu hatırlayamayınca kürsüden inmek aklına gelmeyen Nasrettin Hoca gibiyim şu an. Zira inmek de işime gelmiyor. Ne yapar ne ederim bu durumda? Size ne yazayım diye sorsam, pek lazımdı diyeceksiniz. Zaten yazılarıma karşı adı konmamış bir rezerviniz var. Aslında tüm mesele siyasi yazmayayım diye kendi

Ne Kanalım Ne Kandıralım

Hakimlik, avukatlık ve savcılık yargılamalarda olmazsa olmaz mesleklerdir. Buna yargı sistemi sacayağına benzer diyebiliriz. Biri olmadan yargılama eksik olur. Çünkü biri zanlı hakkında iddianame hazırlayacak, diğeri zanlıyı savunacak, öbürü de iddianame ve savunmayı değerlendirip millet adına karar verecek. Hasılı her meslek gibi bu meslekler de önemli ve gereklidir. Sacayağından ibaret bu mesleklere dair bilgim, dışarıdan gözleme dayalı. İç işleyişlerini ve hallerini bilmem.  Her meslekte olduğu gibi bu mesleklerin hakkını veren binlerce bu mesleğin erbabı var. Yine her meslekte olduğu gibi bu mesleklerde de mesleklerinin hakkını veremeyenler var.  Hakim ve savcılar halkla seviyeli bir ilişki kurduklarından dolayı bunlar mesleklerine pek halel getirmiyorlar. Avukatlar ise halkla iç içe ve suçlanan kişilerle haşır neşir. Bu yazımda hakim ve savcıları bir tarafa bırakarak avukatlık mesleği üzerinde duracağım. Avukatların da hakim ve savcı gibi birçok imtiyazlara sahip olduğun

Seçme Fıkralar (26)

Seyis “Bir kilisede inananlarına sürekli vaaz veren bir papaz, vaaz için hazırlığını yapmış, kiliseye geçmiş. Bir de ne görsün. Kilisede cemaat olarak sadece bir kişi var. Kısa bir şaşkınlıktan sonra “Arkadaş, vaaza hazırlanmıştım ama kimse yok, ne yapayım? Anlatayım mı? Zira sadece sen gelmişsin” demiş. Kiliseye vaaz dinlemeye gelen kişi, “Efendim, ben seyisim, bu işlerden anlamam, atlardan anlarım. A ma tüm atlar kaçtı, geriye bir at kaldı diye geri kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım” deyince, papaz vaazını vermeye başlamış. Uzatmış da uzatmış. Seyis sıkılmış sıkılmaya. Ama vaazı dinleyen tek kişi olduğu için kiliseden çıkamamış. Nihayet papaz vaazını bitirdikten sonra seyise “Vaazımı nasıl buldun” diye sormuş. Seyis, “Efendim, dedim ya ben seyisim, atlarsan anlarım, vaazdan anlamam. Yalnız tüm atlar kaçtı diye geri kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim” demiş. * Çana pisleme Kilisenin çanına her gün bir kuş konarmış. Kuş bu, her gün çanın üzerine pisleyip sonra

Lazım

Olguların değil, algıların hakim olduğu, Bireyselliğin değil, sürü psikolojisinin ön planda olduğu, Önyargı, mimleme, ötekileştirme ve tarafgirliğin prim yaptığı, Çoğunluğun hakkın ve adaletin değil, güçlüden yana tavır aldığı, İnsanların çaresizlik içerisinde öğretilmiş çaresizliğe mahkum edildiği, Herkesin kurtarıcı beklediği vb. ortamlarda, tüm bunlara; Dur diyecek, Ezberleri bozacak,  Tarihe şahit olup tarihe not düşecek,  Bu olup bitenlerden ve dayatılanlardan hoşnut değilim diyecek,  Gücünü güçten değil, evrensel değerlerden alacak,  Bir beklentisi ve çıkarı olmayacak,  Hakkı, adaleti ve doğruluğu savunacak,  Başına geleceklere katlanacak,  Kınayanın kınamasına aldırmayacak,  Zayıf ama sesi gür çıkacak,  Gerekirse sürgün hayatı yaşayacak, Gerekirse bedel ödeyecek, Ama hakkı söylemekten ve haykırmaktan vazgeçmeyecek, Zayıf ama prensip sahibi ve bu prensiplerinden ödün vermeyecek, Aykırı tipler lazım. Siz buna varsın, deli deyin. 

Sanrı Hastalığı

"Bir çiftçi Romalı bir filozofu evinde ziyaret eder. Ev sahibinin yemek ısrarı üzerine çiftçi sofraya oturur. Önüne konan bir tas çorbayı içmeye başlar. Çorbayı içerken gözüne küçük bir yılan görünür. Filozofa ayıp olur düşüncesiyle bunu söyleyemez. Bir tas çorbayı içer.  Çiftçi evine vardıktan sonra gece karın ağrısından uyuyamaz. Zehrin etkisi olmalı deyip şifa için filozofun kapısını çalar ve durumu anlatır. Filozof tabakta yılan olmadığını, bu tabağın tavanındaki çizimin yansıması olduğunu, masaya koyduğu bir tabak üzerinden gösterir. İyi bak, yılan var mı der. Çiftçi yok der. Filozof bununla da yetinmez. Çizimin altındaki tabağı tavana koyar. Üzerine yılan görüntüsü yansır. Gördükleri karşısında rahatlayan çiftçinin karın ağrısı birden geçer." İbni Sina, sanrı* hastalığının yarısı güvence, yarısı ilaçtır. İlk adımı ise sabırdır der.  Belli ki bu çiftçi bir halüsinasyon hali yaşıyor ve gerçekte var olmayan bu algı, kendisini karın ağrısına duçar ediyor. Bereket fi

İz'an Nimeti

Anlayış yoksunu insanlar için yapılabilecek en güzel dua "Allah iz'an versin" duasıdır. Bazıları bu duaya içten amin derken bazıları da bende iz'an yok mu, sana versin şeklinde tepki gösterir. Önce iz'an nedir bir hatırlayalım. İz'an; anlayış, anlama yeteneği demektir. Bir insan geri zekalı değilse her bir insanda bu iz'an az veya çok vardır. Allah her bir insana bol bol izan versin. Bunu herkes kadar herkeste olmasını kendim için de istiyorum. Çünkü konuşup anlaşması daha kolaydır. En azından deveye hendek atlatmak için uğraşmamış olurum. Aklı kıt, anlayışı zayıf, algılaması güçlü olmayanlara, onlar adına üzülürüm ama kızmam. Çünkü kapasiteleri bu kadar derim.  Bir şeyi anlayamayanlara da kızmam. İnsanlık hali, boşta bulunmuştur, kendini vermemiştir, anlayamaz. Gerekirse bir daha anlatırsın. Yeter ki anlama isteği olsun. Anlattığın konu ilgisini çekmez veya seviyesinin üzerindedir. Bu dedikleriniz beni aşar, kusura bakmayın der, eyvallah dersin.