Ana içeriğe atla

Seçme Fıkralar (14)

Palavralar

Bir Yahudi, bir Hristiyan ve bir Müslüman kimin daha çok dindar olduğuna dair tartışıyorlarmış.

"Çölün ortasında devemin üzerinde gidiyordum" demiş Müslüman. “Aniden, nereden geldiği belli olmayan çok büyük bir kum fırtınası koptu. Devemin yanına uzandım. Deveyle birlikte kumlara daha çok gömüldükçe, gerçekten sonumun geldiğini düşündüm. Ama Allah'a inancımı yitirmedim. Dua ettim dua ettim ve aniden etrafımdaki on millik alanda fırtına durdu ve ben köyüme dönebildim.
Hristiyan, "Bir gün okyanusta küçük bir kayıkta balık tutarken, dev bir fırtına koptu. 2 metre boyunda dalgalar. Gerçekten sonumun geldiğini sandım. Tanrı’ya dua ettim dua ettim ve sonra etrafımdaki on millik alanda fırtına dindi, ben karaya çıkabildim."
Yahudi anlatmaya başlamış. "New York şehrinin ortasındayken, yerde siyah bir çanta gördüm. Çantanın içine bakınca parayla dolu olduğunu gördüm. Cumartesi günü olduğundan ve bizim bu kutsal günümüzde paraya el sürmemiz yasak olduğu için gerçekten sonumun geldiğini düşündüm. Ama inancımı yitirmedim. Dua ettim dua ettim ve aniden, etrafımdaki on millik alanda "Salı" oldu.
 


Bitsin Bu Dava

Bektaşi'nin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi konuğu nasıl ağırlar. Elde yok, avuçta yok. Mahcup olmak da istemiyor. Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış. Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor. Ama çaktırmadığını sanan kendisi... Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu. Diyor ki kendi kendine, "Kadıya gitsem, kadı Müslüman, o Müslüman, bense Yahudi. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi'nin nesi var ki ondan alıp bana versin. Biz artık Allah'ın huzurunda hesaplaşırız.

Yıllar geçiyor. Yahudi, Allah'ın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi'den. Mahkeme kuruluyor.
Allah:
Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin, diyor Bektaşi'ye.

Kesmedim, diyor Bektaşi.
Ben gözlerimle gördüm diyor, Yahudi.
Allah’ım, diyor Bektaşi. Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.
Haklısın ama diyor, Allah Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini.
Allah’ım, diyor Bektaşi. Aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz.
Gene haklısın, diyor Allah.  O zaman getirin keçiyi ona soralım.

Ne!... diyor Bektaşi. Keçi burada mı? Ver onu o zaman bu Yahudi'ye. Bitsin bu dava.

Herkes Kendinde Olmayanı İster

Bektaşi, camide namazdan sonra dua etmiş:
Ey ulu Tanrım, bana bir rakı parası ver.
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldırmış:
Rabbim, bana iman ver.
İki duayı da işiten hoca, Bektaşi’ye:
Bak, herkes ne istiyor Tanrı'dan, sense rakı parası. Utanmıyor musun? demiş. Bektaşi usulca:

Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister, demiş.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde