Anı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2025 Cuma

Üst Perdeden Konuşuyormuşum!

Yazı dilim nasıldır bilmem. Bunu ancak okuyucular bilir. Çünkü insan kendini ne şekilde tanımlarsa tanımlasın, karşısındaki insanların anladığı kadardır.

Konuşma dilime gelince, sormayın. Üst perdeden konuşan biriymişim. Nasıl olur demeyin. Hukukumuz geçmişe dayalı bir arkadaşım söyledi bunu. Belli zaman aralığında iki defa söyledi hem de.

Size kırgınlığım, o kadar kişi tanıdım. O kadar kişiyle oturup kalktım. Hiçbiriniz üst perdeden konuştuğumu söylemediniz. Alacağınız olsun.

Benim kendisini, kendisinin de beni iyi tanıdığını sandığım kişi, bereket, üst perdeden konuştuğumu ikidir söyleyince, nasıl bir konuşma diline sahip olduğumu nihayet öğrenmiş oldum. Hasılı, beni bugüne kadar bir kişi anladı. Görüyorum ki o da yanlış anlamış ya da ben bu yaşımda hala kendimi tanıyamamışım. Vah yazık bana.

Dost acı söyler. Onu da yüze söyler dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Eğer acı gerçekleri dostunuzdan duymak istiyorsanız, tek yapacağınız, dostunuzla gerilim yaşamak. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Üst perdeden konuşarak ne olduğunu söyleyiverir. Çünkü üst perdeden konuşmak sadece benim tekelimde değil. O yüzden derim ki böyle dostunuz olsun.

Yazı bir üst perdeden konuşma üzerine gidiyor. Nedir üst perdeden konuşmak, nasıl bir şeymiş derseniz, haklısınız. Üst perdeden konuşmuyorsanız, konuşuyor da nasıl bir şey olduğunu bilmeden konuşuyorsanız, kim olduğunuzu benden öğrenin. Çünkü sizden önce ben baktım TDK'ye. "Üstünlük taslayarak söz söylemek" demekmiş. Bir de İnternetten baktım. "Üst perdeden konuşmaya, yüksek sesle konuşmak" ilavesini eklemiş.

Şimdi kafam karıştı. Acaba ben yüksek sesle mi konuşuyorum yoksa üst perdeden mi? O dostu bir daha görürsem hangisini kastettiğini öğrenmek isterim. Öyle ya hangisiyim, kimim? Of, zor bir durum anlayacağınız. Bu yaşa geldim. Hala kim olduğumu bilemiyorum. Ömrüm boşa geçmiş anlayacağınız.

Normal şartlarda sesim kısıktır. Mikrofonik bir ses tonum yok. Bazen duygusallığım tuttuğunda belki gayri ihtiyari sesim yükselebilir. Ama yüksek perdeden konuştuğumu sanmıyorum. Çünkü öyle bir mizacım yok ise de başkası böyle görüyor.

İster yüksek sesle yüksek perdeden konuşayım. Bu aşamadan sonra akıl ve vücut sağlığınız bakımından beni yabana atmayın, benim yanımda konuşurken daha dikkatli olun derim. Ne de olsa karşınızda üst perdeden konuşan biri var. Yani ben varım. Çünkü ne yapacağım belli olmaz.

Ne yüksek sesime ne de üst perdeden konuştuğuma muhatap olmamanız için belki de benden uzak durmanızda, mümkün olduğunda benimle konuşmamanızda fayda var. Yoksa maazallah moraliniz bozulur da sizi ben bile kurtaramam. 

12 Mayıs 2025 Pazartesi

İzmarit

Kapı Camisinin önünde araç trafiğine kapalı Tevfikiye Caddesinde bir arkadaşa emanetini vermek için gittim.

Arkadaşın dükkanı kapalıydı. Yalnız dükkanın önüne koyduğu teşhirlik eşyaları dışarıdaydı. Belli ki bu civarda deyip beklemeye koyuldum.

Bu cadde araç trafiğine kapalı olsa da yayaya açık. Gelip geçen eksik olmaz.

Fil Tipi Süpürme Aracı
 (Kartekmakina)
 
Beklerken, belediyenin caddeyi temizleyen görevlisi gözüme ilişti. Arkasında temizlik aracı, elinde de hortumu. Bir o tarafa bir bu tarafa dönerek, gördüğü pisliğin üzerine hortumu tutuyor. Yere atılan şeyleri çektiriyor.

Biraz izledim görevliyi. Gördüğüm kadarıyla çekiş gücü yüksek bir süpürme aracı. Yalnız bu aracın çekiş gücü ne kadar güçlü olursa olsun, her yere atılanı makine çekmedi. Çünkü bu caddeyi bilenler bilir. Bu caddede asfalt yok. Caddeye döşenen ise kilitli taşa da benzemiyor. Küçük taşlarla döşenmiş ama hepsi aynı seviyede olmayan taşlar. Taşların arası da açık.

Çöp olarak ne var derseniz, ağırlıklı olarak sigara izmariti var. İki taş arasına giren çöpün bir kısmını temizlik aracı çekemedi. Görevli de her birini çektirmek için fazla da uğraşmadı. Hortumu bir defa tutuyor. Çöp gelmiyorsa öbür gördüğü çöpe yöneliyor.

Etrafa baktım. Cadde bir baştan bir başa, sağdan sola taşların arasına girmiş sigara izmariti ile dolu. Çoğu da iki taş arasına girmiş.

Gördüğüm bu manzara beni üzdü. Maalesef sigara içenlerin çoğu, içtiği sigaranın izmaritini bu şekil rastgele yere atıyor.

Öyle anlaşılıyor ki sigara ve sigara içenler bu toplumun en büyük sorunu. Hem topluma zarar hem kendine. Sağlığına verdiği zarardan, parasını dumana vermesinden geçtim. Kokusu ve dumanı yanındakiler ve çevredekiler çekiyor. Bir de izmarit yere atılınca, bunları temizlemek için belediye hem araç hem de görevli temin ediyor. Bir baştan diğer başa sadece bu caddeyi temizlemek, her taş arasına düşmüş izmariti çektirmek kolay olmasa gerek. Çünkü hortumu her tuttuğu yerde bir izmariti çekiyor. İğne ile kuyu kazmak gibi bir şey bu. Arabaya yazık, görevliye yazık, giden yakıta yazık.

Parası bol olan, sağlığını düşünmeyen varsın sigarasını içsin. Ama her içtiğimiz sigaranın izmaritini rastgele her yere atmak zorunda mıyız? Sigarayı içtikten sonra ayağımızla söndürüp bir çöp kutusuna atsak, bulunduğumuz yerde çöp kutusu yoksa elimizde tutup bir çöp kutusu görünce atsak ya da cebimizde boş sigara paketi bulundurup söndürdüğümüz sigarayı sigara paketinin içine koysak, her bir yere atmasak, çevremiz, cadde ve sokaklar daha temiz olmaz mı?

Çok mu pisiz? Temizlikten anlamıyor muyuz? Temiz olmaya hepimiz temiziz. Yalnız bu temizliğimiz kendimize Müslümanız misali kendimize temiziz. Çünkü hiçbirimiz evin bahçesinde içtiğimiz sigara izmaritini bahçemize atmayız. Kendi ev ve müştemilatına gösterdiğimiz temizliği niçin cadde ve sokaklardan esirgiyoruz?

Nasıl çözüm bulunur bilmem ama cadde ve sokakları sigara izmaritleriyle kirletmemenin bir kültürünü oluşturmak zorundayız. Elindeki izmariti yere atan ayıplanır duruma gelmeli. Gerekirse cezai müeyyidesi olmalı. Ama bu cezalar caydırıcı olacak şekilde tavizsiz uygulanmalı diye düşünüyorum.

Kısaca cadde, sokak, park ve bahçeler izmarit belasından kurtulmalı. İzmaritsiz bir şehrimiz olmalı.

11 Mayıs 2025 Pazar

Alacağın Olsun Devlet!

Apar topar emekli olduktan sonra boş duramam diye bir arkadaş ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik bir etüt merkezi açmış. Davet etti. İcabet edeyim deyip açılışa katıldım.

Açılışı yaptık. Hayırlı olsun dedik. Çaylarımızı yudumlarken mutluluğuma diyecek yoktu. Arkadaşın mutlu ve heyecanlı gününde yanında bulunmuştum.

Derken elime telefonu aldım. E posta bildirimi geldi. Bildirim e devlet kapısından idi. Hayırdır, devlet kapısında işim olmazdı. Devlet kapısının da benimle. Neyin nesi deyip bir çırpıda mesajı okudum. Sayın diyordu bana devlet. "Aracınıza 10.05.2025 tarihinde trafik idari para cezası karar tutanağı tanzim edilmiştir" yazıyordu. 

Mutluluğum hüsrana dönüştü. Moralim bozuldu. Acaba kaç lira idi gelen ceza. Bir 2 bini gözden çıkardım.

İyi de ben açılışa toplu taşıma ile gitmiştim. Oğlan da evde olduğuna göre bu ceza neyin nesi idi. Arabayı en son bir gün önce kullanmıştım. Herhalde bir gün öncesi bu cezayı ben yedim. Ceza şimdi geldi diye düşündüm.

Bir hızla e devlete girdim. Gelen ceza 2.167 lira idi. Gözden çıkardığım paradan az fazla idi. Yine de yaklaşmışım tahminimde.

Neden ceza yemişim diye 51/2-A maddesine baktım. "Hız sınırlarını %10 ile %30 arasında aşan sürücülere 51/2-a trafik cezası uygulanır." yazıyordu. 

Ceza tarihi ve saatine baktım. Pazar gününü gösteriyordu. Cezanın düzenlediği yere baktım. Ben dün o caddeden geçmedim dedim. 

Telefonu cebine koydum. Çayımın son yudumunu içtim. Etüt merkezi sahibine tekrar hayırlı olsun diyerek ayrıldım.

 Yolda giderken ya yanlış düzenlenmişti ya da oğlan benden sonra arabayla çıkmıştı. Gönlümden geçen yanlış düzenlenmesiydi.

Yürürken oğlanı aradım. Babam, neredesin dedim. "Evdeyim" dedi. Arabayla az önce dışarı çıktın mı dedim. "Evet, çıktım. Annemi aldım geldim. Ne oldu da" dedi. Hiçbir şey yok. Ceza yemişsin hızdan dedim.

E devlet kapısından aldığım cezanın resmini gönderdim hem oğlana hem de annesine. Bekledim ki "Vay be! O kadar ceza gelir miymiş. Çok üzgünüz" yazacaklarını. Hiç oralı olmadılar. Baba değil misin? İşin ne öde der gibi bir halleri vardı. Şu var ki ana ile oğlan bir olmuşlar, benim hafta sonu tatilimi zehir etmeye ant içmişler. Haliyle niye tüh desinler.

Etüt merkezinin açılışından sonra çarşıya uğrayacaktım. Tadım kalmayınca doşşara doşşara eve geldim. Güya otobüse binince bir şeyler yazacaktım. Elim yazmaya gitmedi.

Başıma vuran ağrıyı söylememe gerek yok. Cumartesi tatilim de zehir oldu.

Eve girince yatağa attım kendimi. Yemek hazır oluncaya kadar biraz kestirdim. Uyanınca başımın ağrısını dinmiş gördüm.

Yalnız ister ağla ister sızla ister yatağa düş. Bu borç ödenecek.

Bir gün sonrasında daha ödemediğim borcu kabullenince dut yemiş bülbüle dönen dilim konuşmaya başladı. Oğlana TEDES'e mi yakalandın dedim. "Yok baba. Kuytu bir yere radar atmış polis. Geçerken gördüm dedi.

Şu var ki daha radara yakalanır yakalanmaz, cezanın tanzimini, e devlete yüklenmesini, e devletin bir hızla e posta göndermesini görünce ağır ve hantal dediğim devletin hızına hayran kaldım. Belki de oğlan eve varmadan baba mesaj geldi. Acı haber tez duyulur misali; yememiş, içmemiş, bana ulaştırmış. Bu hıza şapka çıkarıyorum. Aynı hızı diğer işleyişlerde de devletten bekliyorum.Tatilimi zehir eden bu cezanın bir diğer sevindirici yanı, oğlan düşük hızdan ceza yemiş. Ya bir de yüksek hızdan yeseydi, vay benim halime. Yemeden, içmeden ve yazmadan kesilirdim. Buna da şükür. Zira beterin beteri var.

Cezanın bir diğer sevindirici yanı, erken ödeme yaparsam yüzde 25 daha az ödeyecekmişim. Bu demektir ki 2.167 yerine 1.625,25 TL ödeyeceğim. Gördüğünüz gibi daha bir şey yapmadan devlet 541,75 TL kolaylık sağladı. Bu demektir ki 2000'i geçmese bari dediğim ceza 1625'e indi.Bu arada yüzde 25 erken ödeme indirimi ile devlet Mourinho'dan daha insaflı ve daha merhametli. Başarısız bir sezonun ardından gönderilmesi gündeme gelince, "Tazminatımı kuruşu kuruşuna alırım" demiş Mourinho. İyi ki devleti Mourinho yönetmiyor. Pekala erken ödeme falan anlamam. 2167'yi bayılacaksın diyebilirdi.

Burada aldığı tazminatlarla maruf Mourinho pek de paracıymış. Kuruşun peşine düşmüş demeyin. Meğer adam bozuk paraları toplayıp maça çıkaracağı on biri belirlemek için bozuk paraları masaya atıyormuş. Masada kalanlardan takımı kuruyormuş. Bir ara teknik direktör olursam bu tüyodan yararlanmak isterim. Zira tecrübe kokuyor adam.Neyse bu, Fener'in ailevi meselesi. Benim derdim bana yeter. Yeniden cezanın sevindirici yanlarına dönersem, bu cezayla devletin bütçesine katkıda bulunmuş olacağım. Çünkü devletin buna ihtiyacı var. Bütçe açığının önemli bir kısmı trafik cezaları ile kapatılıyor. Nasıl ki maaşımdan her vergi kesiliyor. Harcamalarda MTV ve KDV ödüyorsam, bunlar vatandaşlık görevi ve bu görev kutsal ise bütçeyi kapatacak bu ceza da kutsaldır. Yani anne-oğul ve devlet el ele vermiş. Biri oğlum, gel beni şuradan al deyip bu cezaya sebep olmuş, oğlan hızlı sürerek bu cezaya alet olmuş, devlet de cezayı tanzim ederek son noktayı koymuş. Annesi, oğlu, polisi, radarı, devleti peşime düşmüş. Benden gelecek paraya bel bağlamış. Acaba kapanmayan bu deliğe katkıdan dolayı sadaka işlemiş olur muyum? Şayet sevap işlemiş olursam, bu cezaya sebep olan anne oğul da sevaptan pay alırlar mı?

Şu bir gerçek ki oğlanın annesi evden arabayı çağıracağına, taksi tutup eve gelseydi, bu indirimli ceza kadar taksi parası tutmazdı. Gel de bunu oğlanın annesine anlat. Ne dediğinin farkında mısın demeyin. Ben ne dediğimi biliyor muyum üzüntüden.Acaba diyorum, birkaç ay tasarruf tedbiri uygulasam bu cezayı telafi edebilir miyim diye düşünmüyor değilim. Çünkü ne de olsa iki depo parası gitti.Hanım ve oğlandan müteşekkil hanem, arabayı parka çeksek, benim gibi her biri yürüse ya da gidecekleri yere toplu taşıma ile gitseler, biz bu cezayı elbirliği ile telafi ederiz. Hepten yürürsek daha iyi olur.

Gel gör ki dün bir bugün iki. Oğlan suçluluk psikolojisi içinde bir müddet arabaya binmez derken, aha az önce "Baba, ben spora gidiyorum" demez mi? 1,5 km mesafedeki salona yine arabayla gitti.Görünen o ki rahatımızdan ve alışkanlıklarımızdan hiç taviz vermeyeceğiz. Bu demektir ki benim tasarruf tedbirim başlamadan bitti.Yeter bu kadar. Yazıyı bitireyim derken pazartesi sendromu öncesi evlenip evden çıkan oğlan aradı. Biri Ereğli, diğeri de Karaman olmak üzere bir haftada iki trafik cezası gelmiş ona da. Kendimden geçtim, oğlanı düşmeye başladım. Bir haftada üç ceza yeter de artardı bize. Ne kadar geldiğini sormadım. Büyük bir ihtimalle bizden fazla gelmiştir ona.

Görünen o ki bütçe açığını kapatmak için devlet tüm oklarını Yüce ailesine çevirmiş. Burada iyi maden var diyor devlet.

Alacağın olsun devlet.

Siz siz olun, bizi örnek almayın. Trafik kurallarına harfiyen riayet edin. Yok, bizim de çorbada tuzumuz olsun diyorsanız, kim tutar sizi. Basın gaza. Sonrası gelir. Belki de elbirliğiyle bütçeyi düzeltiriz. Çünkü sadece Yüce ailesi ile bu mutfak kaynamaz. 

9 Mayıs 2025 Cuma

Bir Zamanlar Ben de Zehirlenmiştim

Yılını unuttum.

İshal, istifra derken yatağa düşmüştüm.

Ölümüne öksüreği söylemeye gerek yok.

Zehirlendim galiba dedim.

Ama kim, ne diye beni zehirlesindi. Önemli biri değildim zira. Köylü Ahmet ağanın oğluydum.

Düşüne düşüne sonunda nasıl zehirlendiğimi buldum.

Nasıl bulduğuma gelince,

Zehirlenme hanım ile bende vardı. Oğlanda yoktu.

Önce oğlan evde yokken, oğlandan farklı ne yedik diye düşündük.

Yemeği tespit ettik.

Yemeğin pişirildiği teflon tavaya baktık.

Tavanın sırrı atmış da biz o haliyle kullanmaya devam etmişiz.

O tavayı attık. Zehirlenmeyi atlattık. Sağlığımıza yeniden kavuştuk.

Oymuş bir daha zehirlenmedik.

Bu sırrı bugüne kadar kimseye anlatmadım. Devlet sırrı gibi sakladım.

Bugün nedense bu sırrı açıklamak geldi içimden.

İstedim ki kayda geçsin.

6 Mayıs 2025 Salı

MESEM'linin Dünyasından

Eski çıraklık eğitimin yeni adı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM)'dir.

Sanayi ve iş yerinde kalfa ve usta olmak için çalışan bu çocuklar haftada bir okula gelerek hem mesleğe dair hem de bazı kültür derslerini işlerler.

Lise çağındaki bu çocuklar iş yerlerinde nasıldır bilmiyorum ama haftada bir okullu olmaları evlere şenlik.

Kalem, silgi, kitap ara ki bulasın.

Sınavdan bile haberi yok.

Sınava girip girmediğini bilmeyenler de azımsanmayacak sayıda.

Sınav esnasında kalem arayan arayana.

Öğretmenden kalemini isteyen de eksik olmuyor.
Sınavda yazdıkları yazıyı okumak ne mümkün. Doktor yazısına rahmet okutur.

Derste gözlerinin olmadığını söylememe gerek yok.

Kahir ekseriyeti pahalı sigara içer.

Haftada bir okula gelmek zorlarına gidiyor. Çoğunun devam sorunu var. İçlerinde yoklama fişini karalayan da eksik değil.

İçlerinde ahlakı oturmuş olanları pek az. Büyük bir kısmında kişilik ve ahlaki problem var.

Konuşma diyorsun. Konuşmuyorum diyor. Peki, şu anda ne yapıyorsun diyorsun. Bir şey diyorum diyor. Bu yaptığın konuşma değil mi dediğinde, hayır konuşma değil diye cevap veriyor.

Çoğunun ağzında sakız. Sakızları çıkaralım diyorsun. Kimse üzerine almıyor. Birine çıkar şu sakızı diyorsun. Çıkardım diyor ama sakız ağzında. Ağzımda tutuyorum. Çiğnemiyorum diyor. Diğerlerini de tek tek uyarıyorsun.

Ders esnasında tuvalete giden eksik olmaz. Çoğunluğu gidip geri geliyor. Bir tanesi, gitti geri gelmedi. Arkadaşlarına arattım. Telefona cevap vermedi. Ertesi hafta niye tuvaletten sonra gelmedin dediğimde, geldim diye yemin billahi etti.

Müdürle görüşeceğim diye izin alanın ardından öğrenci gönderdim. “Kimse yok müdürün yanında” dedi. Teneffüste müdüre sordum, falan öğrenci sizinle görüşmek için geldi mi diye hayır cevabı aldım. Diğer derse geldiğinde, müdürle görüştün mü dedim. Evet dedi. Haydi bir de birlikte görüşüp gelelim dedim. Tamam deyip benimle birlikte koridora çıktı. Koridorda, "Arkadaşların yanında mahcup etmezsen sevinirim. Müdürle görüşmedim. Beni yok yazabilirsiniz" dedi. Bu duruma şaşırsam da en azından yaptığının yanlış olduğunu kabul etmesi, arkadaşları duyarsa mahcup olacağını bilmesi, en azından içinde ahlaki kırıntılar var diye kendi kendimi teselli ettim.

İşlerinde nasıllar bilmiyorum ama çoğunda anlama problemi var. Grand tuvalet giyinmiş diyorsun. Grand neyse de tuvaletin ne işi var diyor. Sanki grandın ne anlama geldiğini biliyormuş gibi. Bu örnek bile kavrayış kapasitelerini ortaya koymaya yeter.

İçlerinde çok temiz, efendi ve sorumluluk sahibi olanları olmakla birlikte büyük çoğunluğunda ne kapasite var ne de etik değerler. Geleceğin esnafı, imalatçısı bunlar olacak.

Çilingiri mi Tercih Edersin, Oteli mi?

Evinizin dış kapısı bir şekilde kapandı. Elinizi cebinize attınız. Cepte anahtar da yok. Belli ki evde kaldı.

Bu durumda ne yapacaksınız? Maharetiniz varsa kendiniz açmaya çalışırsınız. Eviniz alçak ise balkondan girmeyi denersiniz. Böyle bir imkan da yok ise evde olmayan evin bir ferdinin gelmesini beklersiniz. Bekleyecek tahammülünüz yok ise ya gidip anahtarı alırsınız ya da onu eve çağırırsınız.

Bir de anahtar kapının arkasında ise başka anahtar da işinizi görmez.

Bu durumda yapmanız gereken çilingir çağırmak. Biliyorsunuz, çilingir anahtarcı demek. Sair zamanlarda pek işimiz olmasa da böyle zamanlarda çilingire ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaçtan dolayı bina girişlerinde değişik çilingirlerin iletişim numaralarının yapıştırılmış olduğunu görürsünüz.

Çilingirle muhatap olduğun zaman istenilen rakama şaşırmaman mümkün değil. Çünkü dudak uçuklatır cinsten. O yüzden Allah eksikliklerini vermesin ama ellerine de düşürmesin.

İşte size bir örnek. Bir öğretmen anlattı. Ankara'da yaşayan çocuğu anahtarı evde unutur. Çilingiri arar. 2500 liraya gelirim demiş çilingir. Bu parayı vermektense gider otelde kalırım der çocuğu. Nasılsa babam yarın Ankara’ya gelecek. Ondaki anahtarla eve girerim diye düşünür. Geceyi otelde geçirir. Otelde kaça kaldı bilmiyorum. Çünkü babası da bilmiyor. Öyle zannediyorum, Çilingire vereceği paradan daha aza kalmıştır. Ertesi günü babası Konya'dan gelince evine girebilmiş.

Bu arada akıllı çocukmuş. Oteli düşünmeyip akşamın bir vaktinde evine girmek isteseydi, çilingire 2500'ü bayılacaktı.

Eski evimde de anahtar içeride kaldığı için çilingir çağrılmış. Ödeme yapılmıştı. Ama kaça geldiğini hatırlamıyorum. Herhalde parası cebimden çıkmadığı içindir. Bildiğim kadarıyla bu kadar yüksek değildi. Demek ki her şey uçunca çilingir fiyatları da uçmuş.

Bir ara çarşıya giderken rüzgardan kapısı kapandığı için yaşlı bir teyze dışarıda kalmış. Yoldan geçerken "Kuzum, çilingir numarası var mı" diye sormuştu. Teyze, bende yok ama apartmanın girişinde bir çilingir numarası vardır deyip apartman kapısına baktım. İki çilingir irtibat numarası vardı. "Ara kuzum, gelsin" dedi. Dedim teyze, çilingir yüksek para ister. Evin yedek anahtarının olduğu kimse yok mu dedim. "Var ama işte. İşyeri de uzak. Gelemez. Sen bir zahmet çilingir çağır" dedi. Bir tanesinin numarasını çevirdim. Kaça gelirsiniz dedim. Mevkii söyledim. Çilingir, "Kapı kilitli mi, arkasında anahtar var mı" diye sordu. Kilitli değilmiş dedim. İki ayrı fiyat söyledi. Ama rakamlar aklımda kalmadı. Kilitlinin fiyatı daha yüksekti. Kilitsiz halinin fiyatı da teyzeye yüksek geldi. "Kalsın. Oğlanın işten gelmesini beklerim. Komşuya gireyim" dedi. Nasıl demesin. Çünkü duyduğu rakam hiç hoşuna gitmemişti.

Burada çilingir fazla para alıyor akla gelmesin. İçlerinde fırsatçılar vardır ama öyle zannediyorum, oturmuş çilingir fiyatları vardır.

Siz siz olun, kapınız bir şekilde kapalı kaldığında çilingire bayılmak istemiyorsanız, mutlaka bir B planınız olsun. Evin yedek anahtarına ulaşabileceğiniz bir seçeneğiniz olsun.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Zararını Herkesin Çektiği Doğrularımız

Bazı insanların kendi doğruları vardır. İstediğin delili getirsen bile bu doğrularından vazgeçiremezsin.

Bu tiplerde, inat var, dediğim dedikçidir. Görüşünü kabul etmeyince kızma ve küçümseme var. Düşman da beller.

Tanıyorum böyle birini.

Marketlerden alışveriş yapmazdı. Marketlere gidenleri de ayıplardı. Kendisi bakkallardan alışveriş yapardı. Bakkallar desteklemek için değil. Ona göre hesaplı gibi görünen marketler pahalı idi. Çünkü marketlerdeki etiketlere KDV eklenmemiş fiyat idi. Bizim insanımız bunu bilmez. Uygun aldım sanır. Halbuki kasada KDV ekleniyor derdi. Kasada fiyat değişimi yok. Sadece devlete gidecek KDV oranı ve ederi ekleniyor. Ayrıca ekleme yok dedik ise de ikna edemedik.

Yine bir defasında tüpçülük yapan, tüpün her türlü hilesini bilen biri ile tartıştı. Arabaya gaz alınırken gaz yerine nasıl hava basıldığını anlattı. İşin içindeki durumu izah etmesine rağmen benim dediğim doğru. Sen bilmiyorsun bu işi dedi durdu. Sonunda işi bilen pes etti.

Bu tanıdığım öldü gitti. Hiç düşüncesini değiştirmedi. Öbür dünyada melek, bu düşüncen yanlış dese, meleği de karşısına alır. Yanlış biliyorsun der. Bundan eminim.

Kendi doğrusunu savunan sadece kendinden sorumlu ise ne hali varsa görsün dersin. Çünkü başkasına zararı dokunmaz. Sadece kafanı ağrıtmış ve canını sıkmış olur.

Bir de kendi doğrusunu savunan ve bu doğrusunda ısrar eden amme adına iş yapan kişiler var ki bu kişilerin verdiği zararı tüm toplum çeker. Kendisi bedel ödemez. Bu tipler sorumluluğu olmayanlara rahmet okutur.

Etrafınıza bakarsanız, böylelerini görürsünüz. Bunları da yanlışından döndüremezsiniz. Yanlışıyla öbür dünyaya gider. Öbür dünyada melek dese ki savunduğun doğru yanlış idi dese, meleği de karşısına alır. Sen de yanlış yoldasın der.

En iyisi kendi doğrusundan başka doğru kabul etmeyen, burnunun dikine giden, burnundan kıl aldırmayan, tasarruflarından dolayı zararını toplum çeken bu tiplerden uzak durmak. Sağlığımız, huzurumuz ve zarar görmemiz için gerekli. Allah’a yakın, bizden ırak olsun demeli.

26 Nisan 2025 Cumartesi

Atıyorum

Elinde telefon konuşarak yanımdan geçti bir kadın.

Atıyorum dediğini duydum. Ama herhangi bir şey atmadı. Acaba ben geçtikten sonra mı atacak, olur ya belki telefonu atarsa alırım, kısa günün kârı olur deyip geri baktım. Herhangi bir şey atmadan konuşa konuşa yoluna devam etti.

Haliyle telefon sevinci kursağımda kaldı.

O zaman atıyorum neyin nesi idi?

Düşünmem fazla uzun sürmedi. Meğer kadın, karşıda konuştuğuna örnek veriyormuş.

Duymuştum birkaç kişiden atıyorum sözünü. Kadınımız da kullanıyor, erkeğimiz de. Ne kadar kullanılsa da önce ne atacak diyorum. Sonra örnek verdikleri aklıma geliyor. Jeton geç düşüyor anlayacağınız.

Bu atıyorum nereden çıktı, bunu kim uydurdu da tüm millet kullanır oldu, çok anlamış değilim. İlk uyduranı bulsam, demediğimi bırakmam.

Gören de bu alanda Türkçemizde kelime kıtlığı var sanır. Halbuki bu milletin yediden yetmişi bir örnek vermek isterse; misal, mesela, örnek, örneğin, bir örnek vermek istersem, söz gelişi veya söz gelimi gibi kelimeleri, eskiler de bunlara ilaveten faraza, farzımuhal gibi kelimeleri kullanır. Gördüğümüz gibi bu konuda dilimizde bir kıtlık yok. Buna rağmen “atıyorum” hepsinin önüne geçti.

Bu atmasyon ve uydurmaca kelimeye TDK yer vermiş mi diye sözlüğe baktım: “varsayımlı örnek veriyorum” anlamında kullanılan bir söz şeklinde yer vermiş.

Bir an için en azından sözlükte yer almış. Birileri de kullanıyor diyeceğim. Ama bu söz argo imiş.

İçimi ve kulağımı tırmalayan bu sözcüğün argo olduğunu görünce, ne de çok argo kullanmayı seviyor bizim insanımız dedim kendi kendime.

Argo veya değil. TDK yer vermiş. Biz de kullanabiliriz derseniz, siz bilirsiniz ama argo sözcüğüne, TDK’nin verdiği anlamları buraya yazmakla yetineceğim:

Argo, Fransızca argot kelimesinden dilimize geçmiş. Anlamı da “Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken, çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim”.

Bir diğer anlamı da “Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim” anlamlarını vermiş TDK.

TDK’nin argoya verdiği anlamları da görünce, içimizde ne de çok eğitimsiz, serseri ve külhanbeyi varmış diyeceğim geldi ama bu sözü kullanan o kadar eğitimli, beyefendi ve hanımefendi gördüğümü söylemeliyim. Demek ki argo kullanmak içimize işlemiş ya da kullanıla kullanıla hepimizin belleğinde yer etmiş.

Bu arada nerede bir “atıyorum” diye söze başlayan olursa, “Atma Recep, din kardeşiyiz” deyimi aklıma gelmiyor da değil.

Atıyorum demek sizin tercihiniz. Bana kalırsa demeyin. Yerine, yukarıdaki verdiğim karşılıkları kullanın. Ağzım alışmış derseniz, hiç örnek vermezseniz, ölmezsiniz. Sizin örneğinizi duymazsam ben de ölmem.

23 Nisan 2025 Çarşamba

Suda Belediye Desteği

Nisan ayında gelen su faturam 605,50 TL geldi. 33 günde 16 ton su kullanmışım.

Faturayı yüksek görünce bir önceki ayın tüketim miktarına ve fatura bedeline baktım. 27 günde 13 ton kullanmışım. Fatura bedeli de 458 lira gelmiş.

İkinci kademeye geçmiş olabilir miyim diye göz attım. Her iki ayda da ikinci kademeye geçmemişim. 

Nisan ayı itibariyle suya zam geldi mi bilmiyorum. Yalnız nisan ayında kullandığım sarfiyatın tonu 37,84 TL iken mart ayı sarfiyatın tonu ise 35,23 lira. Başka bir hesap yoksa öyle görünüyor ki suyun tonunda 2,61 TL bir fark ortaya çıkıyor.

Gelen yüksek su faturasının üzüntüsünü paylaşmak için faturayı edi, büdü ve tekne kazıntısından ibaret grubumuza gönderdim. Bilinçaltımda da fazla kullanmışsınız. Eserinizle gurur duyun demek vardı. Hiç oralı olan olmadı. Nice sonra içişleri bakanı, "çok fazla gelmiş. Her zamanki gibi kullandığımız" yazarak ne üzerine aldı ne de kimseyi suçladı. İçişleri bakanı üzerine almayınca belki halı saha maçına ve spora giderken bir banyo bir de dönüşte banyo yapan tekne kazıntısı sorumluluğu üzerine alan bir şeyler yazar dedim. Tek kelime yazmadı. Vay be, bu ne demedi. Eve girdikten sonra da bu ay çok gelmiş demedi. Belli ki baba olarak işin ne? Bir zahmet ödeyiver. Babalar bugünler için var diye düşündü.

Son kez bir umut faturaya bir kez daha göz attım. Acaba belediye de MEDAŞ ve Enerya'nın yaptığı gibi "Sayın abonemiz, bu ay kullandığınız su sarfiyatının bedeli şu kadar. Bunun şu kadarını belediyemiz karşılayacak. Sizin payınıza düşen pay bu kadar" şeklinde bir not yazarak belediye desteği vermiş olabilir mi dedim. Böyle bir nota rastlamadım. Haliyle sevincim kursağımda kaldı.

Halbuki devlette devamlılık esastır. Devlet nasıl ki elektrik ve doğal gazda yüzde 60-65 devlet desteği veriyorsa devletin bir kurumu olan belediye de bir "belediye desteği" verebilirdi. bu Böyle bir mesaj görmediğime göre belli ki belediyeler ayrı birer cumhuriyet.

Burada, yağış yok, barajlar boşaldı. Zaten susuzluk ve su kesintisi kapıda. Bunu düşüneceğine senin dert edindiğine bak denebilir. Haklısınız. Yalnız ben de bütçemi düşünmek zorundayım. 

Belediye de sudan tasarruf edin diye su fiyatlarını yüksek tutuyoruz diyebilir. Elbette kuraklıktan kaynaklı su sıkıntısından herkes gibi ben de bu endişeyi taşıyorum. Sudan tasarruf etmeye gelince, ne kadar özen göstersek de sudan tasarruf etmek mümkün değil. Çünkü su da tıpkı doğal gaz ve elektrik gibi ihtiyaç. Ne kadar ihtiyaç duyuluyorsa o kadar kullanılacak. 

Yine de bu su sarfiyatını aşağıya çekmek için düşünmeye başladım. Ama şu ana kadar aklıma bir şey gelmedi. 

Sakın ola. Sana yine az gelmiş. Bize şu kadar geldi demeyin. Kırarım. Çünkü hiç havamda değilim. Şunu derseniz, gönlümde ayrı bir yeriniz olur: "Bu fatura bedeli benden". 

21 Nisan 2025 Pazartesi

Merinos Halı'ya İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Ne zamandır Merinos Halı ile ilgili bu paylaşım sosyal medyada dolaşımda. Bazen paylaşımlara bir ara verilir, sonra yeniden paylaşımlar yapılır.

Genelde bu tür paylaşımları dindar, mütedeyyin, dini eğitim almış, dini hassasiyeti yüksek kişiler paylaşıyor. İçlerinde din görevlileri ve ilahiyat eğitimi almış kişiler de çoğunlukta.

Güya, Merinos Halı'nın sahibi, fabrikasında çalışan personelin cumaya bile gitmesine izin vermiyormuş. İşyerinde de mescit açılmasına izin vermemiş.

Merinos Halı ile ilgili iyice kabak tadı veren bu tür paylaşımların aslı astarı var mı diye o değilden sanal aleme göz gezdirdim.

Yaptığım araştırmada hem namaz yasağına dair hem de bırakın yasağı, fabrikada mescit olduğu gibi civar camilere cuma için işçi taşıyan servis konduğuna dair haberlere rastladım.

Aşağıda kısa kısa bu açıklamalara ve parantez içinde de kaynağına yer vereceğim.

"Merinos halının sahibi İbrahim Erdemoğlu, işçilerin ibadet hassasiyetine sağduyulu bir şekilde yaklaşarak, fabrikada 11 mescit açtı. Fabrikanın çeşitli bölümlerinde bulunan işçi sayılarına göre büyük ve küçük mescitler açan Erdemoğlu, ayrıca Cuma günleri işçilere özel olarak en yakın camiye servis kaldırıyor. İşçiler artık rahat bir şekilde vakit ve Cuma namazlarını kılabiliyor". (Yeni Akit, Risale Haber)

Dün Merinos Halı’nın sahibi, Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın İbrahim Erdemoğlu’nun “Biz inançlı ve dini bütün insanlarız. Kesinlikle çalışanlarımıza namaz kılmayı yasaklamadık. Değil bir işçinin inançlarından ötürü ibadetini engellemek, dilini, dinini, mezhebini, ırkını, siyasi görüşüne hayatta ayrıcalık yapılmamıştır. Bir tane çalışanım da bize böyle bir saygısızlık yapıldı derse işletmenin tamamını kapatırım” şeklinde yapmış olduğu açıklama yine her türlü izahtan varestedir. (Adıyaman Ses)

Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erdemoğlu, kurumda cumaya gitmenin yasaklandığı ile ilgili olarak da şunları kaydediyor: “Merinos ülkemize camiler, okullar, yurtlar, sağlık ocakları yaptırmış bir kurumdur. Merinos kurumunda kesinlikle cuma namazına yasak koymamız söz konusu olamaz. Tüm çalışan arkadaşlarımızın cuma namazı ibadetlerini sağlıklı ifa edebilmeleri için fabrikamızdan servis konulmuştur. Tüm inançlara saygılıyız.” (Yenişafak)

Gaziantep'te 20 sivil toplum örgütü, işçilerine namaz yasağı koyduğu için Merinos Halı'nın merkez fabrikasının önünde basın açıklaması yaptı. (Habername)

Merinos Halı'ya dair dört kaynağa yer verdim. Verdiğim dört kaynak da 2010 yılına ait.

Üç tanesinde işçilerin cumaya gitmesinin engellenmesi bir tarafa, fabrikada mescitler açıldığından, civar camilere cuma için servis kaldırıldığından bahsederken bir haber sitesi cumaya yasak konduğundan bahsediyor.

Yıl 2025 olmasına rağmen 2010 yılında belki de bir yanlış anlaşılmadan kaynaklı haberlere, hala günümüzde sosyal medyada yer verilmesi ilginç. Üstelik Yenişafak hariç diğerleri küçük siteler. Merinos'a ait olumlu ve olumsuz haberler dijital ortamda varken araştırılmadan firmaya itibar suikastı yapılması ya cehalet ya da kasıt ve art niyetin bir göstergesidir.

Durum bu iken "bir fâsık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın" ayetini iyi bilenlerin, firmaya ait bu paylaşımları ne Müslümanlığa sığar ne de insanlığa. Bu konularda dikkatli olmak lazım. Önümüze düşen her şeyi doğru diye paylaşmayalım. Her gördüğümüzü ve önümüze düşeni paylaşmak bize günah olarak yeter.

Aslı astarı olmayan bu paylaşımları görünce şu anekdot aklıma geldi. Bir arkadaş bir vaizin FETÖ'cü şikayeti üzerine uzun süre açıkta kaldı. Sonunda mahkemeye çıktı. Hakim mahkemede "Bu arkadaşın FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun" diye şikayetçiye sorar. Şikayetçi, "Ben bunun FETÖ'cü olduğunu duydum. Başka da hakkında bir şey bilmiyorum" deyince, şikayetçiye ne iş yaptığını sorar hakim. Vaizlik yaptığını öğrenince, "Sen Hucurat süresi 6.ayeti kürsüde nasıl açıklıyorsun? Ayıp bu yaptığın diyerek vaizi azarlar ve arkadaşın göreve iradesine hükmeder. Burada duyularla iftira atanın bir vaiz olduğu gerçekten düşündürücü değil mi? 

Gördüğüm ve anladığım kadarıyla Merinos Halı'ya ait paylaşımlar da birer duyumdan ibaret ve bu duyum 2010 yılından beri dolaşımda. Tek kelimeyle sözün bittiği noktadayız. Vah yazık bize. 

Not: İlgi gösterenler için alıntı yaptığım sitelerin adresini yazıyorum:

https://www.risalehaber.com/merinos-namaz-kilmak-isteyen-isciyi-duydu-124123h.htm

https://www.yenisafak.com/gundem/5-bin-calisana-patronluk-firsati-326099

https://adiyamanses.com.tr/rPJTepzi

https://www.habername.com/haber-gaziantepten-merinosa-sert-tepki-50201.htm

10 Nisan 2025 Perşembe

Tuzlu Çay

Bayram tatilinin son pazar günü çarşıya çıktım. Zıkkım aldığım esnafa uğradım. Beş lira zam gelmiş benim zıkkıma.

Ardından ramazan boyunca pek çıkmadığım çarşıya doğru yöneldim.

Kapı Caminin önünden geçerken tanıdığım esnafın pazar pazar açık olduğunu görünce selam verdim. Meğer pazar günleri açarmış ekmek teknesini.

"Çayım yok. Demlemedim bugün. Gel şuradaki çay ocağına gidip az oturup çayı orada içeriz" dedi. Bir çay ocağına oturduk. Çayımızı içip vedalaştık.

Perşembe günü öğleden sonra bir arkadaşla haberleşip aynı çay ocağında buluştuk. Toplam üç çay içip kalktık. Ödeme için 50 lira uzattım. Geri 20 lira beklerken 11 lira verdi.

Bayram öncesi beherine 10 lira ödediğimiz bir bardak çay 13 lira olmuştu. Bu demektir ki 3 lira zam gelmiş esnaf çay ocaklarındaki çaya.

Bir ara 5'ten 7 olmuştu bir bardak çay esnaf çay ocaklarında. 7'den 10 lira yaptıklarının üzerinden fazla zaman geçmemişti. Daha 10'a alışmadan 13 TL tuzlu geldi.

10 lira yaptıklarında "Çay 10 TL" yazıp cama yapıştırmışlardı. Çay 13 TL olunca herhalde nasılsa zamma alıştılar deyip yazma gereksinimi duymamışlar. Zaten tüketici olan bizler de hep yukarı doğru çıkan fiyatlara alıştık.

Eş dostla çay içmek için mecburiyetten 13 liralık çayı da içe içe bu fiyata tam alışacakken yeni fiyat 15 mi olur, 16 mı olur, yaşarsak göreceklerimiz var artık.

Görünen o ki bayram öncesi 9 lira olan 200 gramlık ekmeğe bayram sonu uygulanacak şekilde zam yapılması, Zamların fitilini ateşlemiş olmalı. Belki çaya da bayram öncesi zam yapıldı. Onlar da bayram sonrası uygulayalım dedi. Hoş, zaten çoğu esnaf çay ocağı ramazanda kapalı olduğu için zamlı tarife bayram sonrasına kalmış olmalı.

Ekmeğe gelen zammın uygulanıp uygulanmayacağı kesin değil demişti fırıncı öğrencilerim. Niye dediğimde "Belediye, ekmeği 7 liradan satmaya devam edecek. Ondan" demişlerdi.

Bayram sonrası derslerine girdiğimde, genler ekmek zammı ne oldu dedim. "11 lira oldu hocam" dediler.

Ekmeğe bayram öncesi zam yapıp zammı bayram sonrasına bırakan Konya esnafı Konyalı hemşerilerine bir aylık jest yapmış oldu.

Ders çıkışı evi aradım ekmek var mı diye. Ekmek yok cevabı alınca, ayaklarımı evime uzak her zaman ekmek aldığım fırına çevirdim. 200 gram ekmek diğer yerlerde 9 TL iken bu fırın 300 gram kepekli ekmeği 10 liraya satıyordu.

Bu arada bayram öncesi aldığım ekmekten sonra alacağım ilk ekmek olacak. Çünkü alırken onar onar alıyorum hep. Bayram öncesi bayramda lazım olur, ekmek aramayayım diye 17 ekmek almıştım.

Fırına varınca 10 ekmek istedim. Fırıncı ekmekleri beşer beşer poşete koyarken sizde ekmek kaç oldu dedim. "Aynı. Daha değiştirmedik" deyince, o zaman bir 10 daha ver dedim. 20 ekmek almış oldum. Kısa günün kârı. Bu arada ekmeği biraz küçük gördüm. Eve gelince tarttım. Daha önce 300 gram olan ekmeği 250 grama düşürerek sanırım gizli zam yapmış olmalı.

Ne yapacaksın bu kadar ekmeği demeyin. Aldığım bu ekmek evime uzak ve ters istikamette. Fazlaca alıp dolaba koyuyoruz. İhtiyaç oldukça çıkarıp yiyoruz. Aşağı yukarı bir hafta gidiyor.

Ekmek ve çay gibi sürekli ihtiyaç olan ürünlere gelen zamdan haberimiz oldu. Diğer ürünlere ne kadar ne ara zam geldiğini takip etmez olduk artık.

Görünen o ki enflasyon düşmesine rağmen çoğu ürünlere zam gelmiş. Anlayamadığım da bu.

Bayram sonrası bir doğum için çiçek alalım diye çiçekçilere uğradık. Orkide çiçeğin tek dallısı 1000-1250 lira. Çift dallısı ise 1500-2000 arası. İthal ve yerli olanına göre değişiyor. Bu arada çiçeğin de ithali varmış ülkede. Üstelik ithal olanı tutuluyormuş. Fiyatları görünce her zaman çiçek almadığımız için olsa gerek, fiyatlar uçmuş dedi hanım. “Yok, abla daha fiyatları değiştirmedik. Ayrıca uçmayan fiyat mı kaldı? Şu ithal orkide şu kadar avro. Bunun çoğu da gümrük vergisi" dedi esnaf. Bir insan kaldı aşağıda kalıp uçmayan dedim. "O da uçtu beyefendi" dedi. İnsan nasıl uçtuysa artık.

Bayram şekerlerinin yanına varılmıyordu zaten.

Niyetim zamdan, piyasadan bahsetmek değildi. Esnaf çay ocaklarındaki çaya gelen zamma değinip işi bitirecektim. Ama anladığım kadarıyla bayram öncesi ile bayram sonrası piyasa fiyatları değişmiş olmalı.

Şimdi diğerlerini bir tarafa bırakayım da ben bu zıkkıma ve çaya gelen zamma nasıl alışacağım? Bu fakirin bir bu zıkkımı var bir de çayı. Artık bu ikisi de lüks gelmeye başladı.

Ne olacak böyle böyle bilmem. Böyle giderse eşe dosta gel şurada çay içelim demek için bir kez daha düşünmek gerekecek. Hele bir tane içtikten sonra tazelensin mi demek için de iki kez düşünmek lazım.

Bir gerçek var ki tiryakisi olduğum çay bundan sonra tuzlu mu tuzlu olacak. 

Acaba 13 liralık çaya alışıncaya kadar tanıdığım birkaç esnafın yanına mı gitsem diyorum. Nasılsa çay söylüyorlar. Ama nereye kadar böyle içeceğim. İşin ucunda kovulmak da var.

Böyle giderse B planına geçeyim diyorum. Nedir planın derseniz? Pikniğe gider gibi çarşıya çıkarken evde çayı demleyip termosa koymak. Oturacağım bir parktaki banka. Doldurup doldurup içeceğim. Esnaf bilsin ki hiç şakam yok. 

Bu arada yazıyı okuyup da içeceğin çay olsun, gel dilediğin kadar iç diye kapı aralayan olursa, bu B planımı C planım olarak değiştirebilirim.

Bu yazımla içimizi karartmış olabilirim. Neyse bir de sevindirici haber vereyim. Trump'ın başlattığı ekonomi savaşından, ekonomimiz sağlam olduğu için ülkemiz bu savaştan etkilenmeyecekmiş. 

6 Nisan 2025 Pazar

Yağmur ve Zekât Kıyası *

Ramazan bayramı tatiline denk gelen cuma namazını bir arkadaşla beraber Larende caddesindeki bir camide kıldım.

Ezana yakın camiye girdik. Cami ortasındaki minberin sağındaki bir yere oturduk. Ezan da başladı bu arada. Aynı zamanda kendisini görmesem de bir vaizin konuşması geldi kulağıma. "Bu gece Kadir gecesi olabilir. Yarın da arife gününü idrak edeceğiz" diyordu.

Yanımdaki arkadaşa, bu ne iş dedim. "Konuşma banttan olmalı" deyince, jeton düştü.

Ezanın bitimi sünnetleri kıldık. Hatip hutbe irat etmeye başladı. Hutbe, “çocuğun yetişmesinde ailenin rolü" konulu bir hutbe idi.

Hutbenin sonunda hatip yağmur kıtlığından bahsetti ve zekât vermenin önemine işaret etti. Ardından peygambere atfettiği bir hadis okudu: "Hangi millet mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi" dedi. Hutbeyi bitirdi.

Çıkışta, başı ve sonu farklı olan hutbe metnine İnternetten baktım. Metinde zekât ve yağmur ilişkisinden bahseden bir parantez yoktu. Belli ki hutbe metninin sonuna hatip ekleme yapmıştı.

Yolda yürürken arkadaş konuyu açtı. İmamınki de iş. Avrupa'da zekât mı var ki her gün yağmur yağıyor neredeyse" dedi. Ben de ah bu kıyası imam da yapabilseydi dedim.

Öyle ya zekât bildiğim kadarıyla İslam dininde var. Diğer dinlerde oranı ve şartları belli böyle bir ibadet ve yardımlaşma yok. Yani zekât vermemelerine rağmen dünyanın çoğu yerine yağmur yağıyor.

Bizim Karadeniz'e de durmadan yağmur yağar. Karadeniz halkı eksiksiz zekâtını veriyor da ondan mı yağmur yağıyor?

Tüm bunları ve daha fazlasını hutbeye çıkıp yüzlerce kişiye metinden veya irticalen konuşan hatibin düşünmesi gerekir. Biraz sorumluluk sahibi olması lazım. Mikrofonu ve sessiz cemaati görünce, doğru-yanlış içindekini boşaltmaması gerek. Lafın nereye varacağını hesap etmesi lazım. Sorumluluk bunu gerektirir.

Hurafe ve duyumların hutbe ve vaaza taşınması, herhangi bir kaynakta da olsa görüp okuduğunu aktarması, buna da peygamberi alet etmesi olacak şey değil. Bu yaptığı peygambere de en büyük iftiradır.

İmamın derdi hepimizde olduğu gibi yağmur yağmaması ise "Susuzluk kapıda. Suları tasarruflu kullanalım" diyebilirdi. Zekât eksikliğini hissediyorsa, "İmkanı olan kardeşlerimiz, ihtiyaç sahiplerine zekatlarını vererek onları sevindirsin" diyebilirdi.

Bunları usulünce dile getirmek varken yağmurun yağmamasını zekât vermemeye indirgemesini ne akıl ne mantık ne din kabul eder. Çünkü yağmurun yağma şartları bellidir. Yağmurun zekatla bir bağı yoktur.

Kimse, efendim, okuduğum bir hadis. Falan kaynakta yazıyor. Ben kendimden bir şey katmadım gibi bir savunma yapmaya kalkmasın. Nasıl ki her duyduğunu aktarması kişiye günah olarak yeterse, her yazılanı akıl süzgecinden geçirmeden aktarması da kişiye günah ve vebal olarak yeter de artar bile.

Nedense herhangi bir olumsuzlukta insanımızı suçlamayı marifet biliyoruz. Ayıptır ayıp. Mesela bir insan tanırım. Elinden Kur'an düşürmeyen, ibadetlerine devamlı biri. Bunun da oğlu hastalanmıştı. Yaşı büyük olmasına rağmen idrarını kaçırıyordu. Adam bunun neyi var deyip çocuğunu doktora götüreceği yerde "Ne olacak? Beynamaz olunca işte böyle hasta olur" dedi. Bu sözleri duyunca pes doğru diyebildim kendi kendime.

Bir diğer husus, bu imam daha önceden yapılmış bir konuşmayı banttan verdi diyelim. En azından bu vaazı ezanla birlikte kapatsaydı, hatibin Kadir gecesi ve arifeden bahsettiği kısmı kimse duyup şaşırmazdı. Ciddiyetten uzak gördüm imamın bu tavrını da.

Aman, kime ne diyorum. Yağmur ile zekât bağlantısını kuran birinden ben ne hassasiyet bekliyorum.

Diyanet, bu şekil sapla samanı karıştıran, az bir mantık dahi yürütemeyen personeli için gönderilen metnin dışına çıkılmaması talimatı vermesinde fayda var.

*11.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Nisan 2025 Cumartesi

Nil Bebek

Bugüne kadar ne kız çocuğumuz vardı ne de kız torun.

Dört oğlan, dört erkek torundan ibaret, hepsi oğlan oğlu oğlan bir aile idik.

Bugün bir torunum daha dünyaya geldi.

Sıralamada ailenin beşinci torunu oldu.

Ailenin ilk kız torunu.

Cinsiyeti belli olduktan sonra daha doğmadan Nil kondu adı.

Üç harften ibaret, telaffuzu kolay olan Nil, son yıllarda konan popüler isimlerden.

İsim konurken ad aldığına çeker denir.

Bakalım Nil denince akla ne geliyormuş.

Arapça bir isim olan Nil, "Yunanca 'nehir yatağı' anlamına gelen Neilos sözcüğünden geldiği" belirtilmekte. (Wikipedi)

İlk anlamı çivit otu demekmiş. "Bedenin herhangi bir yerindeki iltihaplanmayı azaltma, iltihap kurutan özelliği olan çivit otu, oldukça eski zamanlardan beri kullanılmakta. Saç dökülmelerine karşı etkili olduğu, sürekli kullanımda, saçların ölü hücrelerden kurtulmasına yardımcı olduğu belirtilmekte. (Wikipedia)

Mavi ve lacivert anlamına geliyor.

Yine Nil denince 6650 km uzunluğa sahip dünyanın en uzun nehri akla gelir. Mısır'dan geçip Akdeniz'e dökülmekte.

Nil isminin analizine gelince;

Nil ismine sahip olan kişiler narin ve zarif bir yapıya sahip olurlar.

Dengeli ve dikkatli hareket edebilen bu kişiler hayatları ile ilgili söz sahibi olurlar.

Başlarına buyruk olmayı sevdikleri için kendi bildikleri yoldan ise asla şaşmazlar.

Düşünceleri ve merhametli yapıları ile daima ön planda olurlar.

Çevrelerinde bulunan insanları kendilerini riske atmak pahasına sahiplenir ve yardım ederler.

Hızlı ve girişken oldukları için risk almaktan kaçınmazlar.

Kolay ve pratik düşündükleri için başladıkları işi kolayca bitirirler.

Eğlenceli ve zarif bir kişiliğe sahip olurlar.

Azimli yapıları ile daima ön plana çıkarlar.

İş hayatında kolaylıkla başarı sağlarlar.

Yetenekleri çok gelişmiştir.

Bu isme sahip kişiler yazı yazmayı ve kitap okumayı da çok severler.

Geleceğe dair önemli öngörüleri de ileri görüşlülükleri mevcuttur". (CNN TÜRK)

Maşallah, yok yok üç harften ibaret Nil isminde. İnşallah adına çeker.

Analizi yapılırken geleceğe dair öngörü sahibi olduğu dikkatimi çekti. Kız torunumun doğumunu da hacı yolu bekler gibi bekledik. Çünkü geciktikçe gecikti. Var gör, bir ileri görüşte bulunarak “Dünya sıkıntılı. Ülke enflasyon ve hayat pahalılığı ile boğuşuyor. Aynı zamanda gerilim yüksek. Herkes patlamaya hazır. Kutuplaşma almış, başını gitmiş. Ülke aynı zamanda bayram tatilinde. Herkes bir güzel tatilini yapsın. Sonra geleyim. Acelem yok” demiş olmalı.

Her ne ise bu ülke insanının çektiğini torunum Nil de çekecek. Umarım bahtı güzel olur. Ülkenin önü açılır, sıkıntı ve dertleri gider. İyi bir gelecek tüm çocuklarımızı bekler bir ülke görürüz. Ülkemiz huzur ve sükunet bulur.

Allah torunuma hayırlı, bereketli ömürler versin. Nil nehri gibi ömrü uzun ve Nil’in geçtiği yerlerde bereket olduğu gibi ömrü de hem uzun hem de bereketli olur.

Bu arada ilk kızımız olduğu için kıza nasıl davranılacağına aile olarak yabancıyız. Ama yavaş yavaş alıştıracağız kendimizi. İlk etapta da ağzımızı hep oğlum diye alıştırmıştık. Herhalde kızım demeye kendimizi alıştıracağız.

Hoş geldin Nil bebek. Sefalar getirdin Nil torun. İyi ki doğdun kızım.

30 Mart 2025 Pazar

Beyhekim Hastanesinde Hayat

Arife günü hastamın başında refakatçi kalmak için nöbete gittim.

Hastamızın odası değiştiği için yeni yerini bilmiyorum.

Vardığım zaman nöbeti meslektaşlarına devretmiş, gitmeye hazırlanan sağlık çalışanlarıyla karşılaştım.

Hastamın odasını bulmak için oda aradığımı gören görevliler, hastanın adı neydi dediler. Hastamızın adını söyleyince "Hatice Teyze şu numaralı odada kalıyor" dediler. İlgilerine teşekkür edip hastamın yanına girdim.

Yerime yerleştikten az sonra doktor geldi. "Hatice Teyze nasılsın, iyi misin? Yemek yiyebiliyor musun" dedi. Fazla yemediğini öğrenince serum takılmasını ve iğne yapılmasını önerdi.

Dokuz günlük tatil olmasına rağmen akşama kadar ne doktor eksik oldu ne hemşire. Biri gitti, diğeri geldi. Her biri de işinin ehli. Hastalarına ismiyle hitap ediyorlar. Sanırsın ki normal mesaiden bir gün.

Arkadaşlarımız tatile gittiler, biz ise çalışıyoruz görüntüsü sezmedim doktorunda, hemşiresinde ve sağlık çalışanında. Yüzlerinden güler yüz eksik değildi. Her biri ibadet aşkı içerisinde kendilerini işe vermişler gördüm. Akşama kadar odanın kaç defa paspaslandığını gördüm.

Hastamızı yatağın gerisine doğru çekmek için bir kişinin yeterli olmadığı durumlarda hastamızı geriye çekebilir miyiz dediğimde, hasta bakıcıdan destek alın diyeni görmedim. Görevli işini bırakıp benimle beraber hastayı geriye yasladı.

Öğle yemeği geldi. Oruçlu olduğumu öğrenince, az sonra elinde tatlı kasesi ile yemek dağıtan geldi. Arkadaş, şunu iftarda yersin dedi.

Hastane çalışanlarının günün her saatinde hummalı çalışmalarını görünce, bu hastaneye tatil gelmemiş izlenimi edindim. Nezaket, samimiyet o biçimdi. Helal olsun çalışanlara. Devlette böyle çalışanlara can kurban. Emeklerine sağlık hepsinin.

Akşam iftardan bir kırk dakika önce yemeklerimiz geldi. İftarımızı yaptık.

Yemeğin ardından kantine inip iki bardak çay içerek çay ihtiyacımı giderdim.

Az sonra biraderler ellerine termosu alıp ağam çayı sever deyip sürpriz yaptılar. Sayelerinde çaya doydum. Keselerine bereket.

Bir termos çayı içince gecesinde pek uyku tutmadı. Fırsat bu fırsat deyip 6 yazı yazmışım hastam uyurken.

Bayram namazından önce hastanın ve refakatçinin farklı kahvaltı menüsü önümüze geldi. Afiyetle kahvaltımı yaptım. Hayatımda bayram namazı öncesi ilk defa bu şekil kahvaltı yapmış oldum.

Hastaneye gelirken solda bir cami görmüştüm. Bayram namazına gitmek için indim. Caminin önünde in-cin top oynuyor. Sanırım burada namaz yok dedim. Kapıya davrandım. Açıkmış. İçeride çoğunluğu hastane çalışanı olmak üzere üç saf cemaat vardı. Namazın ikinci rekatına yetişebildim. Hayatımda ilk defa bayram namazının ilk rekatını kendim tamamlamış oldum.

Hutbe kardeşlik üzerine idi. Hatip hutbesini okurken bir kişi camiden çıkmak için kalkınca, imam, "Daha hutbe bitmedi. Çıkmayalım" uyarısı yaptı. Geriye dönüp bakmadım. Çıkmaya davranan gitti mi, geri mi döndü bilmiyorum. Yalnız çıkmaya davranan ben olsaydım, uyarıya geri dönmezdim. Şu var ki imam yanlış yaptı. Uyarının zamanı değildi. Üstelik burası meskûn mahal dışında bir hastane camisi idi. Cemaat ya refakatçilerden ya da sağlık ve hastane çalışanlarından ibaretti. Hutbe okunurken çıkmaya kalkan belki acil doktoru olabilir. Doktorun acil hastası gelmiş olabilir. Hastası ağır bir refakatçi de olabilir. İmam bu camide görev yapıyorsa bu hastane caminin hassasiyetini bilmesi gerekirdi. Hasılı günün en itici uyarısıydı imamın bu davranışı ve yakışmadı. İmamın biraz nezaket ve görgü almasında fayda var. 

Namazdan sonra hastamın yanına gelince, çoğu hastanın yakınlarının kah sesli kah görüntülü bayram kutlaması yaptıklarını işittim. Temenniler ve dualar koridorlara kadar geliyordu.

Hastanede de bayramın unutulmadığını, hatta bazılarının birkaç gün öncesinde hazırlık yaptığını görmüştüm. Bir yakınları bayram şekeri getirmiş. Kadın her gördüğünün yanına giderek herkese bayram şekeri ikram etmişti daha bayram gelmeden. Israrı üzerine iki tane de ben almıştım. Cebimde o günden beri durduğu için erimeye başladığını görünce dolaba koyup az sonra hastama ikram ettim.

Velhasılıkelam, hastanede geçirdiğim ilk arife ve bayram sabahı bana farklı duygular yaşattı. Farklı bir ortamdı. Bayram tebriki için gelen telefonlara sevinç gözyaşlarının döküldüğüne şahit oldum. Belki de hastanede bile unutulmadık. Eşimiz, dostumuz aradı sevinç gözyaşlarıydı. Belki de bu sevinçli günü hastanede mi geçirecektik, bu hale düşecek miydik gözyaşları idi. Bilinmez. Ama bir şey var ki safi hastadan ibaret bir yerde bile bir gelenek yani bayram kutlamasının devam ettiğini, sevinç ve üzüntünün bir arada yaşandığına şahit oldum.

Sözlerimi bitirirken Beyhekim Hastanesi çalışanlarını, tatilde bile görevlerini özverili, içten ve nazikçe yapmalarından ötürü hepsini tebrik ediyorum. Tüm hastalara acil şifalar diliyorum. Hepsinin bayramı mübarek olsun.

Bu da Evlat İşte!

Bu yazımda iyilik meleği ve derviş görünümlü bir profilden bahsedeceğim. Amacım kişiselleştirme değil, sadece kimse bir şey demiyor deyip kendini akıllı sanmasın diye.

Annesi kanser hastasıydı bildiğim kadarıyla. Kaç sene yattı bilmiyorum.

Annesinin vefatının ardından babası ikinci baharını yaşadı.

Oğlu bu evliliğe karşı çıktı. Çünkü baba evleneceği kadına mihr bedeli olarak tarla verecekti. Öyle ya baba bekar kalmalıydı ki ileride bu tarla kendisine düşsün.

Halbuki ölüm kadar ikinci evlilik de bu hayatın bir cilvesi. Elden tarla gidecek veya annemin üzerine gül koklayacak diye bir evliliğe karşı çıkılmaz.

Babasının sonraki evliliğinden üç, dört tane çocuğu oldu. Bu hanımından olan çocuklarını baş göz etti.

Bu baba evlenmeyip ihtiyacını başka türlü giderse, babasının adı başka türlü çıksa daha mı iyi olacaktı? Görünen o ki baba evlenerek en iyisini yapmış. Çünkü yalnızlık Allah'a mahsus.

Bu evlat babasını sildi. Bir daha babasıyla konuşmadı. Adını ağzına almadı. Baba demedi.

Gel zaman git zaman babası öldü. Babasına küs olsa da en azından arayıp bir başsağlığı dileyeyim dedim. Telefon açtım. Sağ ol bile demedi. Babanın başı sağ olsun dedim. Amin bile demedi.

Nasıl bir kin nasıl bir inat, inanın anlayamadım. Halbuki bu kadar uzatmasına gerek yoktu. Bir de hak vaki olunca kavgalar biter, dargınlıklar sona erer.

Araştırmadım ama babasına taziyeyi bile kabul etmeyen biri babasının cenazesine de gitmemiştir. Başkası kaldırmıştır.

Siz böyle bir evlat, böyle bir profil gördünüz mü? Ben gördüm maalesef.

Bu arada babası da oturduğu ve kalktığı yeri bilen samimi bir insandı. En son beni gördüğünde, "Ramazan, yaşlanmışsın. İnan tanıyamadım" dedi. Onca ilerlemiş yaşına, zoraki yürümesine rağmen yüzünden güler yüzü eksik değildi. Keşke babasındaki güler yüz ve insaniyet birazcık da oğlunda olsaydı.

İşte böyle babanın böyle vefasız, kinci ve inatçı oğlu olabiliyor.

Babasının yüzüne bakmayan bu profil, başkasına akıl vermekten, başkasını ayıplamaktan geri kalmıyor. Be adam, sen önce babanı baba bilseydin, babana baksaydın olmaz mıydı? Senin gibilerine, "Ele verir telkini, kendi yutar salkımı" denir. Hadi ordan... Dinime küfreden bari Müslüman olsa... 

İstenmeyen Misafir

Arifeden bir gün önceki ramazanın son cuma akşamı iftar öncesi kapı zilimiz çaldı.

Bu saatte kim olabilirdi? Komşuları sanmam. Davulcu olabilir miydi? Davulcu olsa davulcunun sesi gelirdi. Üstelik geçen ramazanlarda haftada bir, para toplayan davulcu bu ramazan hiç görünmedi.

Derken o saatlerde hiç uyanık olmayan bizim oğlan kapıyı açtı. Birileriyle bir şeyler konuştu. Sonra kapattı.

Kimdi babam o zile basan dedim. Davulcular, baba dedi. Para verdin mi dedim. Verdim dedi. Kaç verdin dedim. 50 lira dedi. Be babam, fazla vermişsin dedim. Bozuk yoktu dedi. Benden isteseydin dedim. Sustu.

Bu arada benim oğlan benden cömert. Artık kime çektiyse. Harçlık verdiklerine de değse bari.

Sanki ardından bir başka şeyler istediler dedim. “Bayram geldi. Şeker almışsınızdır. Bir de şekerinize bakalım” dediler. Mutfağa geçip şekerden verdim.

Bir taraftan da gülüyor. Niye gülüyorsun dedim. Adamlar hem oruç tutalım diye bizi sahura kaldırıyorlar. Ama kendileri oruç tutmuyorlar dedi.

Nereden gördün oruç tutmadıklarını dedim. Verdiğim şekeri daha ayrılmadan gözümün önünde yemeye başladılar dedi.

Oruç tutalım diye bizi sahura kaldıran bu tiplerin durumu, bir zamanlar kendileri oruç tutmadıkları halde oruç tutanları döven gençlere benziyor.

Ardından iftara kadar vakti değerlendireyim diye bir iki kalem eşya için markete gitmek üzere evden çıktım. Bizim davulcuların yedikleri şekerin ambalajını merdiven basamaklarına attıklarını gördüm. Apartman da az önce yıkanmıştı. Elimle toplayıp çöpe attım.

Ben gördüm de bize gelen bu davulcular gibi görgüsüzünü görmedim. Hoş, bizi kaldıran davulcular olduklarını da sanmıyorum. Babam, nasıllardı dediğimde tipsiz iki kişi idi dedi.

Önceki senelerde de benzerini görmüştük. Davul parası istemeye gelenleri yönetici uyarmıştı. Siz bizim buranın davulcusu değilsiniz diye.

Giden paradan ziyade hiç haz almadığım davulcuya verilen paraya üzüldüm. Çünkü bu çağda hala bu geleneğin devam etmesi bana manidar geliyor. Gürültü yığınından başka bir şey değil.

Bir diğer husus, madem ki bu davul geleneği gece gece her ramazan bizim kafamızı ağrıtmaya devam edecek. Bari tutulan davulcular sanatının erbabı olsa. Aynı zamanda oruç tutan ya da oruç tutar görünen birileri olsa.

Biraz utanmaları olsa istedikleri şekeri apartmandan çıkınca yerler. Yediler diyelim, en azından şekerin ambalajını rastgele atmazlar. İnan, bunların görgüsüzlüğünü bugüne kadar şivlilik için gelen o kadar küçük çocuğa hediyelerini verdim. Bugüne kadar hemen yiyip apartmana çöpünü attıklarını görmedim. Artık bu davulcular nerede yetişiyorsa artık.

Bu arada davulcular akıllı. Eskiden davul sesiyle gelirlerdi. Kapıyı açan açar, açmayan açmazdı. Demek ki davul sesini duyan çoğu sakin kapıyı açmıyor ki sessiz sedasız gelmişler bu sefer.

Biri Yazılarımdan Rahatsızmış, Çok da Tın!

Çok fazla maharetim yok. Planlı bir hayatım da yok. Başladığım işin çoğu zaman sonunu getirmeme gibi bir plansızlığım var. Kısaca derme çatma bir dünyam var.

Ne kadar plansız olsam da iki şeyde istikrar abidesi olduğumu söyleyebilirim. Bunlardan ilki, yürümektir. Pandemide maske öyle değil, böyle takılır diye maskeli bir fotoğrafımı çekip sosyal medyada paylaşmıştım. Paylaşımımın altına yorum yazıldığında, onlara cevap yazarken paylaştığım maskeden ziyade göbeğim dikkatimi çekti. Birine göbeğim de çok kötü görünüyor yazdım. O da evet, kötü görünüyor deyince ertesi günü yürümeye başladım. O zamandan bu zamana her gün yağmur, yağış, kar, fırtına demeden yürürüm. Hem öyle böyle değil, baya yürüyorum. Yürümeme engel yağmurlu havadır. Bunun için de ya kapalı bir yer bulurum ya da yağmurun yetişmediği bir yer. Bazı günler şuraya yürüyeceğim demişimdir, kimsenin gözünün kesmediği mesafeleri yürümüşlüğüm var. Yürümek için de ayrı zaman ayırmışlığım yok. Yürümek için de işimi, aşımı, eşimi, dostumu ihmal etmedim. İstirahat ve uykumdan ödün vererek yürüdüm. Herhalde Türkiye'de benim kadar yürüyen yoktur.

Günlük yürümeden dolayı eski göbekten eser yok. Hiç olmadığı kadar sağlıklıyım. Eskiye oranla yürüyüş mesafemi ve tempomu düşürsem de biraz kilo alsam da yine yürümeye devam ediyorum.

Bir diğer ikinci yaptığım da yazı yazmak. 2015 yılından beri yazı yazmaya devam ediyorum.

Yazı yazmak için de ayrı bir zaman ayırmıyorum. Bilgisayarın başına oturmuyorum. Elime kağıt kalem almıyorum. İşi gücü bırakıp kendimi yazıya vermiyorum. Kah bir çay ocağında kah evimde kah boş ders saatinde kah öğle arasında çayımı yudumlarken kah uzun otururken kah yatmadan önce gördüklerimi, gözlemlerimi ve düşündüklerimi çalakalem yazıyorum.

Kısaca bugüne kadar yürüyüş ve yazı istikrarım var.

Bu iki eylemi de yaparken hiçbir işimi aksatmadım. Arta kalan zamanlarımda yürüdüm ve yazdım. Çünkü önceliğim işim, aşım, ailem. İşim varken yok olmaz ben yürüyüş yapacağım, yazı yazacağım demedim. Çünkü hepsinin yeri ayrı.

Yazıya başladım mı yazarken işim çıkarsa yazım yarım kalır, sonra tamamlarım. Yazdığım yazı bir yere kaybolmaz. Bloğum otomatik kaydeder.
Daha önce özellikle yazdığım yazılar üzerine birkaç defa yazı yazdım. Konu sıkıntısı çektiğimden mi yeniden bu konuya eğildim. Hayır, konu sıkıntım falan yok. Niyetim kendimden bahsetmek değil. Sadece bazı aklı evvellere cevap olsun diye yeniden yazmak zorunda kaldım. Çünkü bazılarının gıyabımda söyledikleri mide bulandıran türden.

Vay efendim, yazı yazacağına şunu yapsın, vay efendim, bunu yapsın. Şuna baksın, buna baksın diyormuş beyzadem.

İşin garibi gıyabımda konuşan bu kişi beni görünce de sanırsın ki bir evliya kesiliyor. Ağzını bıçak açmıyor, derviş hırkası giymiş bir derviş görünümü veriyor. Ağa diyor da başka bir şey demiyor. Bu dediklerini yüzüme söylese, cevabını versem de helal olsun derim. Ama yüzüme karşı bir şey söylemeyip arkadan bol bol böyle gıybet yapmak ancak eli boş, hayatı boyunca bir cacık olamamış, iki ayağı üzerine duramamış, ömrünü köşede oturarak geçirmiş, durmadan başkasına ayar vermeye çalışan kişilere ait kötü bir haslet olsa gerek.

Var gör ilkokulu da zor bitirmiştir. Eline kağıt kalem alıp bir dilekçe dahi yazmamıştır. Bir gazete alıp iki satırlık bir yazı dahi okumamıştır. Yapacak işi olmayınca da şu şöyle, bu böyle, şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı deyip duruyor. Olmayan aklıyla millete akıl veriyor. Allah kimseyi boş, avare ve işsiz bırakmasın.

Ben cahil gördüm de böylesini görmedim. Çünkü nice cahiller bilirim, cahil olduğunu bilir. Bu şekil kendini bilenlere hiç sözüm olmaz. Hatta saygı duyarım. Zaten bu ülke ne çekerse yarım aklıyla cahil olduğunu bilmeden konuşan bu tiplerden çekiyor.

Benim en azından sağlığa faydalı bir yürüyüşüm var. Bir şeyleri dert edinip yazıp çizme gibi bir meşgalem var. Üstelik bu ikisini de hobi olarak yapıyorum.

Bu kişi karnımı doyurmuyor. Bugüne kadar hiç muhtaçlığım olmadı. Arkamı toplamıyor, eksik aksağımı gidermiyor. Anam değil, babam değil. Vazifesi mi anlamadım gitti. Yazdığım yazıların tasası ona mı düştü bilmiyorum. Bugüne kadar bir Yazımı da okuduğunu sanmıyorum. Çünkü okuyacak çapı, okuduğunu anlayacak kapasite lazım. Sonra başkasını çekiştirme varken gözlerini niye yorsun değil mi?

Ama iyi oldu. En azından bir halt olmadığını, masum görüntüsünün arkasında kötü bir kalbe sahip olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Bana laf söyleyecek, ardımdan konuşacak en son kişi bile değil. Bana laf eden, ilk önce kendi üzerine düşeni yapmış mı, ona baksın. Herkes kendi işini yapsın. Ben de kendi işimi yapıyorum. 

Böyle cahil cühela midemi bulandırsa da çok da tın. Boş teneke konuşsun dursun. Yalnız efendiliğimi bozmasın. Haddini, yerini bilsin. Yarın karşılaştığım zaman da hiçbir şey yokmuş gibi mürailik yapmasın. Çünkü notunu verdim. Muhatabım değildir. Yanıma yaklaşmasın. İşim olmaz iki yüzlü tiplerle. Kendisine saygı duyuyorsan, bugüne kadar ağzımı bozmamışsam, bir halt olduğundan değil. Halini ve yerini bilsin böyleleri. 

16 Mart 2025 Pazar

Bir Bankadan Öte Her Şey (2)

Bu banka ülkemizde ne kadardır faaliyette bilmiyorum. Böyle bir banka olduğunu da maaş hesabı açtıracağımda öğrenmiş oldum. Adı, sanı duyulmamış bu bankayı da kurumum nereden buldu demişliğim bile var. 

Gel gör ki benim bu hayretim bir önyargıdan ibaretmiş. Çalışmadan bilinemezmiş işletme ve insanlar. 

9 aydır bu banka ile çalışıyorum. Bankaya ilk defa hesap açtırmak için gittim. Bir de bir şubesine gittim. Hesap açtırırken banka ile ilgili kanaatim olumlu idi. Sonra merkez şubesine gittiğimde işleyişinden pek memnun kalmadım. 

Bankayı daha çok gönderdiği mesajlarla tanıyorum. Günlük birkaç defa mesaj gönderir. Gönderilen mesajlar da bugüne kadar çalıştığım onca bankanın mesajından çok farklı idi. Bunu daha önce "Bir Bankadan Öte Her Şey" başlıklı yazımda (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/10/bankadan-ote-her-sey.html) değinmiştim. 

Beni yeniden bu yazıyı yazmaya sevk eden ise bankanın gönderdiği farklı mesajlar. Böyle mesajları daha önce ne gördüm ne de duydum. Gelen mesajlardan anladım ki bankam kendini daha da geliştirmiş ve emsallerine fark atmış. Beni benden fazla düşünüyor. Gönderilen mesajları birkaç kişiye gösterdim. Onlar da şaşırdılar. 

Resimdeki mesaj her şeyi anlatıyor, başka söze gerek olmasa da yine de duygularımı ifade etmek isterim. 

Resim formatında koyduğum mesaj maaşımı aldığım bankanın mesajı. Oğluma bir ay önce gönderdiğim harçlığın günü gelir gelmez, "Fehmi Yüce'ye henüz para göndermedik. Ödemenizi sizin için hazırladım" mesajı gönderiyor. Pes doğrusu mu diyeyim. Helal olsun mu diyeyim bilemedim. Görünen o ki oğlumun arkasında banka var. Bu banka olduğu müddetçe oğlumun sırtı yere gelmez. Adeta "Çocuğu harçlıksız bırakma" diyor. 

Bununla kalsa iyi. İzleyen günlerde başka mesajları da geldi. Bu sefer ay başında gönderdiğim tüm EFT'leri yazıp göndermiş. 

Bu banka olduğu müddetçe para benden çıkacak olsa da benim de sırtım yere gelmez. Olur ya unutursam diye hatırlatıyor ve beni benden fazla düşünüyor. 

Hele "Maaşınız yattı. Sizi rahatsız etmemek için geç vakitte haber vermedim" demesi de takdire şayan. Gördüğünüz gibi gece gece mesaj göndermiyor. Bu da bankanız görgü kurallarına da önem göstermesi dikkatlerden kaçmıyor.

Hasılı, bankam bir bankadan öte her şey. İşin garibi geç de olsa bulduğum, daha önce görmediğim, her geçen gün iyice ısındığım, görgü ve nezaket timsali bu banka ile iki ay sonra belki de yollarımız ayrılacak. Çünkü mayıs ayında kurumun anlaşması sona eriyormuş. Kurum aynı banka ile anlaşır mı bekleyip göreceğiz. Çünkü ne kadar memnun olsam da kurumların ilk ve tek kriteri hangi bankanın ne kadar promosyon vermesi üzerine. Bir başka banka mevcut bankadan fazla verirse, o bankaya gideceğiz.

Eğer bu banka en yüksek promosyonu vermez de başka bankaya gidersek, bilin ki en fazla üzülen ben olacağım. Öyle ya bir bankadan öte her şey olan bu banka bırakılır da gidilir mi? 

14 Mart 2025 Cuma

Pide Kuyruğunda Bir Beyefendi *

Bugün hem yürüyüş yapayım hem de Konya'nın en meşhur fırınından pide alayım diye evden çıktım.

Yolu yarıladım. Vakit daralıyor. Şimdi ta o fırına kim gidecek diye vazgeçip geri döndüm. Çünkü hem mesafe uzun hem de pide kuyruğu varsa iftara yetişmek zordu benim için.

İyi de her zamanki pide aldığım fırından da uzaklaşmıştım.

Sonra her ne ise meşhur fırına gideyim. İftara yetişirim ya da yetişemem. Bahtıma artık deyip tekrar geri döndüm.

Fırını ileriden görünce fırının önünde pek kimse yoktu. İyi ya pek beklemeyeceğim dedim.

Fırına yaklaştıkça her zamanki sıranın fırına paralel olduğunu gördüm. Üstelik upuzun bir sıraydı.

Sıraya geçeyim mi, geçmeyeyim mi diye düşündüm. Çünkü benden sonra kim gelecekti pide almaya?

Yine de sıranın en arkasına durdum. İyi ki durmuşum. Benden sonra 8-10 kişi daha sıraya girdi.

Sıranın ilerleyişini bir süzdüm. Fena değildi ilerleme.

Önümdeki, “kontağı arabadan alıp geleyim” dedi. Elbette dedim. Belli ki sıra beklemem. Ekmeğimi alırım diye arabasını yan tarafa koymuş. Kontağı almaya ve arabayı kilitlemeye gerek görmemiş.

Önümdeki, arabasından kontağı alıp gelirken benden 10 kişinin önünde bir tanıdığı ona seslendi. Selamlaştılar. "Neredesin" dedi. "Şuradayım" diye beni gösterdi. "Kaç pide alacaksın. Ben alayım" dedi. "Olmaz. Sıramı beklerim" deyip önüme durdu.

İnsanımızın görmeye pek alışık olmadığım bu davranışı hoşuma gitti. Hem benden izin aldı hem de daha fazla sıra beklememek için önde bir tanıdığının teklifi olmasına rağmen bunu kabul etmeyip sırasını beklemesi, normalde olması gereken bir davranış olmasına rağmen genelde bu tür yerlerde işimizi çıkarma yoluna gittiğimiz için beyefendinin tavrı istenen ve özlenen bir davranıştı.

Pide sırasında gördüğüm bu davranış çok basit bir davranış aslında. Yalnız öyle insanlar görürüm ki öndeki tanıdığının yanına giderek ona pidesini aldırmış ve sıra beklememiştir.

Helal olsun insanımıza. Bu güzel ve şık davranışın hayatın her alanında özellikle trafikte de olmasını diliyorum. Çünkü özellikle iftar saati evine yetişmek için kavşaklarda çoğu sürücünün ölümüne araç sürdüğü, göz açıklığı yapıp başkasının önüne geçtiği, barut fıçısı olduğu, çoğu zaman kazaya sebebiyet verdiği, hatta kaldırıma çıkarak sıra bekleyenlerin önüne geçtiği bir vakıa.

Fırında pide sırası bekleyen bu insanımızın güzel davranışına değinmişken yaya geçitlerinde eskiye oranla sürücülerin arabasını durdurarak kaldırımda bekleyen yayaların geçmesine izin vermesi de insanımızın güzel davranışlarından. Özellikle Anıt Meydanında Amber Reis Caminin önündeki yoldan Konya Lisesine doğru geçen yayalara sürücülerin bir nezaket örneği gösterdiği bir gerçek. Bu hareketin her bir yaya geçidinde yaygınlaşmasını, bunun bir kültür haline gelmesini temenni ediyorum.

*17.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bir Sorumsuzluk Örneği *

Yakınımın evinin önünde belediye yol ve tretuvar çalışması yaptı.

Çalışma birkaç ay sürdü. Bu çalışma dolayısıyla yakınımın evine gitmek için arabayı bir önceki sokakta bırakmak zorunda kaldım.

Belediye asfalttan eser kalmayan yolu iyice kazıdı. Yol kenarlarına küçücük kaldırım yaptı. Sonra güzel bir sıcak asfalt döktü.

Öyle güzel asfalt döşenmişti ki bakmaya doyamazsın. Bir asfalt ve kaldırım sokağı güzelleştirdi. Mahallede toz, toprak ve çamurdan eser kalmadı.

Asfalt döşendikten sonra yakınımın evine iki, üç defa daha gittim.

Son gidişimde o güzelim asfaltın içine edildiğini gördüm. Sanırım karşı evden biri su ya da doğal gaz almış olmalı. Suyu almak için de özene bezene, evladiyelik yapılan asfaltı kazdırmış. Suyu aldıktan sonra asfalt boyu iyice doldurulmadığı için çirkin bir görüntü ortaya çıkmış. Arabayla geçmek için iyice yavaşlamak gerekiyor. Görmeden hızlı girsen arabayı hoplatırsın.

Şimdi yakınımın evine gittikçe akşam karanlığında o çukura girip girip çıkıyorum. Haliyle bu güzelim asfaltın içine eden mahalle sakinini hayırla anmadan geçemiyorum.

Belediye bu kazılan asfaltı yama yapar. Ama ne zaman yapar? Yapılan bu yama da bilirim asfalt hizasında olmayacak. Ya çukur olacak ta da asfalttan yüksek olacak. Buraya geldikçe araba yine hoplayacak. Hoş, hiçbiri olmasa da bu yama hep dikkat çekecek ve gözü tırmalayacak.

Mübarek! Elbette şu ya da doğal gaza ihtiyacın varsa alacaksın. Ama bunu zamanında yapacaksın. Bunun için de elinde fırsat vardı. Belediye bugünden yarına bir çırpıda bu asfaltı yapmadı. Aylarca sürdü bu çalışma. Bu zaman diliminde ben de bu vesileyle şu ihtiyacımı gidereyim diyebilirdin.

Görünen o ki bu mahalle sakini ağustos böceği gibi beklemiş. Belediye bin bir emekle asfaltı döktükten sonra ihtiyacı aklına gelmiş ve güzelim asfaltı bozarak imzasını atmış.

Belediyenin yerinde olsaydım, bu sıfır asfaltı kazdırmazdım. Yol çalışması yapmadan önce veya yol çalışması yapılacağında mahalle sakinlerine duyuru yapardım:

Sayın mahalle sakinleri! Sokağınıza asfalt döşenecek. Su ve doğal gaz alacaksanız, bu ihtiyacınızı şu tarihe kadar yapınız. Bu tarihten sonra asfaltın bozulmasına şu kadar yıl izin verilmeyecektir. Bu zaman zarfında yol kazılırsa ve asfalt bozulursa, sokağa dökülen asfaltın bedeli o mahalle sakininden alınır derdim.

Bu benim gördüğüm sadece bir sokağa dökülen asfaltın bozulması örneği değil. Bu şekil ne asfaltlar bozuluyor. Sıfır asfalt yamalı bohça haline geliyor.

Bu yamalı görüntü, plansızlığımızın bir göstergesi. Belediyede de plan olacak, vatandaşta da.

*21.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.