Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bazı Hoşnutsuzluklara Kısa Kısa *

Sosyal medyada şu paylaşımı yapmıştım: " Devlet, evlerin kullandığı doğal gazın yüzde 78'ini sübvanse ediyormuş. Devletin kasasında fazla parası var da mı böyle bir destek veriyor? Şayet böyle ise bu uygulamaya devam etsin. Hatta gazı vatandaşa bedava versin. Şayet böyle değilse, devlet daha da borçlanıyor demektir. Devletin bu yaptığı eşitlikçi anlayıştır. Devlet nedense bu eşitlikçi anlayıştan hiç vazgeçmiyor. Aynı şeyi ücretsiz ders kitabında da yapıyor. Zengine de fakire de ücretsiz veriyor. Bilelim ki eşitlikçi anlayışta herkese eşit davranma vardır ama bu anlayışta adalet yoktur. Bu konularda adalet herkesin imkan, bütçe ve gelirine göre davranmaktır.  Devlet böyle yapacağına, insanların gelir durumuna göre sübvanse yapsa daha iyi olmaz mı? Geliri iyi olandan gazın fiyatını tam alır, geliri düşük olan kimselere sübvanse eder. Böyle yapması adaletin bir gereğidir". Bu paylaşımı okuyan bir takipçim şu yorumu yazmış: " Hocam bir de şu Diyanet İşlerini yaz. Hac

Oruç Mesaisi *

"Ramazan geldi, geliyor, oh be şükür! Nasıl tutacağız? Ben açlığa dayanırım ama susuzluğa dayanamam. Hele sigara içmeyince kafam duruyor. Ramazanda kendimi işe veremiyorum. İlaç kullanıyorum. Sınavlarım var. Derse kendimi veremem. Oruç bir şey değil de uykumu alamıyorum..." gibi sözleri çevrenizden duyarsınız. Böyle sözleri duysak da ramazan geldi ve bitti. Bayram arifesindeyiz. Bir daha ki ramazana Allah kerim. Tüm bu sözlerden anladığım, sabahtan akşama açlık ve susuz kalma ibadeti dediğimiz ramazanda bir psikolojinin yattığını, oruç tutanlarda bir tedirginliğin olduğunu söyleyebiliriz. Kafasından bu psikoloji ve tedirginliği atanın ve tutma iradesi gösterenin orucunu rahat bir şekilde tuttuğunu söyleyebiliriz. Toplumun ne kadarı oruç tutuyor, bilmiyorum. Daha doğrusu çok da merak etmiyorum. Ama görünen o ki oruç tutan ve tutmayanların oranı baya yüksek. Belli bir kesimin oruç tutmadığı halde dışarıda yiyip içmeyerek ve oruçlu göründüğü de bir aşikar. Bilelim ki kim,

Kamu Sırtından Olmayan Bir İftar *

ABK Holding Yönetim Kurulu Başkanı, İdeal Yurtları’nın ve Anadolu’da Bugün gazetesinin sahibi Ahmet Baydar’ın 27 Nisan Kadir gecesi akşamı gazete ve holdingin yeni binasında düzenlemiş olduğu iftar yemeğine davet edildim. Bu davete icabet etmeliyim deyip davetiyenin altında Lütfen Cevap Veriniz (LCV) iletişim telefonuna ismimi yazdırmak istedim. Ben daha aramadan görevli tarafından "Kaç kişi katılacaksınız" telefonu aldım. Bir kişi dedim. İftar programına lise sınıf arkadaşlarının da davet edildiğini öğrenince güzergahıma uygun dört arkadaşla iletişime geçerek iftara beraber gitmek üzere kavilleştik. Davetin yapılacağı Yazır Mahallesindeki gazete binasının önüne geldiğimizde, girişte Ahmet Baydar ve ekibinin sıcak ilgi ve alakası ile karşılandık. Görevlilerin yönlendirmesiyle alt kata inerek adımıza ayrılmış masamıza oturduk. Farklı kesim ve sektörlerden katılım sağlayan 150 kişi ile birlikte sessizce akşam ezanının okunmasını beklemeye koyulduk. Ortam, sesiz ve sakindi.

Bilginin Kaynağı

Bazı ünlüler veya bir konunun uzmanları adına açılan sahte hesaplar sanal alemin bir cilvesi. Birileri, ünlü üzerinden algılar oluşturmaya çalışıyor. Bu ayan beyan ortada iken görüşümü destekliyor diyerek asparagas haberi ve görüşü paylaşanların yani algıya teslim olanların sayısı da az değil bu alemde. Paylaşan paylaşana. En masumu da "Eğer doğruysa" diye kendince bir ekleme yapıyor. Paylaşan varsa beğenip yorum yazanlar da eksik değil. Merak ettiğim, bizim insanımız niçin seçici değil? Acaba bu paylaşım bu kimseye ait olabilir mi diye niçin düşünmez? Niçin görüşümü destekliyor diye balıklama atlıyor? Kapasitemiz bu kadar mı gerçekten? Bence zeki, akıllı ve birazcık birikimi olan biri adına hesap açılıp paylaşım yapılan ünlüyü fikir yönünden birazcık tanıyorsa, onun böyle bir paylaşım yapmayacağını bilir. Bilmiyorsa zekasına ve algılamasında bir problem var demektir. Zeki insan bir şeyi iyi bilen değildir, olaylar arasında bağlantı kurabilendir, olayın perde gerisini düşün

Hayata Kim, Hangi Açıdan Bakıyor?

"Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır böceğini aramaya koyulur. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla aramaya devam eder. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderili’ye "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk paray

Fakirlerin Ne Kadarı Görüp Gözetilebiliyor? *

“Bugün bir aileye iftara gittik. Evde eski üç sünger minder, bir soba ve bir televizyon var. Baba hurdacılık yapıyor. Bir balyozu, bir demir makası ve bir üçtekerli arabası var. Araba itelemeli, hurda toplama arabası. Sokaklardan, inşaat artıklarından demir toplayıp satıyor. Anne ev hanımı. 5, 9, 11 yaşlarında üç çocukları var. Etli ekmek yaptırdık. Yanında ayran, kola, tulumba tatlısı alıp götürdük. Beraber iftar yaptık. Çocuklara 50’şer lira, anneye 200 lira harçlık verdik. Adam bana ‘Yaşım 41, ilk defa evime misafir geldi’ dedi. Utandım bir şey diyemedim. Benim sigaraya verdiğim paraya onlar geçinmeye çalışıyor herhalde. Bana en çok dokunan da ‘şimdiye kadar evime herhalde fakiriz diye hiç misafir gelmedi, ilk siz geldiniz’ demesi… Allah bizler affetsin. Hesabı çok zor veririz veya verebilir miyiz acaba?” Yukarıdaki alıntı yaptığım yazı Meram Milli Eğitim Müdürlüğünde görev yapan bir şube müdürüne ait. Bir özel grupta paylaştığı bu duygularının ardından kendisini aradım. B

Hayattan Kopuk Açıklamalar

İktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, asgari ücrete ek zam tartışmalarına ilişkin, "gelen verilerin enflasyonun altında kaldığını görürsek, gerekirse müdahale yapmaktan çekinmeyiz" açıklamasını yapmış. İyi de be kardeşim, hesap ortada değil mi? Asgari ücretliye yüzde elli zam yapılmıştı. Halihazırda yıllık enflasyon, Çavuşesku Termometresine göre yüzde 61 olduğuna göre daha ne verisi bekliyorsunuz da müdahaleden çekinmeyeceğinizi söylersiniz? Şimdiden yüzde 11 asgari ücretli alacaklı. Hele Bakan Nebati'nin açıklamasına göre Aralık ayına kadar enflasyon düşmeyeceğine göre enflasyon 8-9 ay daha yükselmeye devam edecek. Bu demektir ki bu bol enflasyonlu hayatta bu asgari ücretli, verilen bu rakamla sene sonunu getirirse, ne ala. Bunlara meşhur termometre ölçeğine göre yeniden bir zam veririz. Yok, ölüp giderlerse, bu ekonomik dar boğazda ülkeye yaptıkları katkıdan dolayı arkalarından hayır dua ederiz. Durum bu iken yok, kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz teran

Şubat Soğuğu Bana Acıdı

Yorgun argın işten geldim. Gözüme doğal gaz faturası ilişti. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Oyalanmadan miktarına baktım. 710 lira okudum. Yanlış görmüş olabilirim diye bir daha baktım. Bedelden emin olunca içimi bir sevinç kapladı. Çünkü beklediğimden ve geçen aydan düşüktü. Bir düşüncedir aldı beni. Acaba neden düşük geldi? 1. Bu ay acaba tasarruf etmiş olabilir miyiz dedim. Mümkün değil. Zira itibarımdan ne ödün veririm ne de tasarruf ederim. 2. Cemre bereketi olabilir mi dedim. Değil. Çünkü cemreler de bereketli geçen kıştan yana tavır aldı. 3. Acaba devlet yüzde 18 olan KDV'yi bana söylemeden sıfırlayarak sürpriz yapmış olabilir mi dedim. İhbarnameye yeniden baktım. Gazı bedava veririm ama yüzde 18'den vazgeçmem dercesine KDV oranı yine 18'di. 4. Kombi bana acıyıp insafa geldi de yavaş mı döndü bu ay dedim. Değildi. Zira insanda kalmayan insaf kombide niye olsundu. 5. Tüm bunlar değilse o zaman ne derken aklıma, acaba Enerya ayı doldurmadan bu ay erken okum

Benim de Elektriğim Kesilmişti *

Üç aydır elektrik faturasını ödemediği için CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriği kesilmiş. Parası yoktu da mı ödemedi, vakit mi bulamadı? Belli ki parası da var, zamanı da. Elektriğe yapılan zamları gerekçe göstererek ödemeyeceğini açıklamıştı. Elektrik dağıtım şirketi de bu kişi bir siyasi lider, basının diline düşeriz dememiş, diğer vatandaşlara uygulanan prosedür ne ise aynısını Sayın Kılıçdaroğlu’na da uygulamış. Bu iş nereye varır? Elektrik dağıtım şirketi prosedürü uyguladık. Bu kadarı yeter deyip elektriği açar mı? Kılıçdaroğlu gerekli tepkimi gösterdim. Bunu tüm Türkiye duydu. Artık borcumu ödeyip elektriği açtırayım ya da geri adım atmayıp karanlıkta oturmaya devam edeyim der mi? Bunu zaman gösterecek. Ama bu meselenin çözümü Kemal Bey’in elinde. Ya gidip borcunu ödeyecek. Ardından açma-kapama bedelini yatıracak ya da karanlıkta oturmaya devam edecek. Çünkü ocak ayında yapılan elektrik zammının bu aşamadan sonra geri alınmayacağı ortada. Zaten kimse de böyle

Hz Ömer ve Mum *

Tarihte yaşanmış mıdır yoksa adaletiyle nam salmış Hz Ömer'in ne kadar adil olduğunu göstermek için uydurulmuş bir hikaye midir, bilmiyorum.  Bildiğim bir gerçek var. Dindar, mütedeyyin, İslamcı, İslamcı geçinenlerin ve İslam'dan ekmek yiyenlerin geçmişte sıkça duyduğu ve anlattığı, şimdilerde anlatılmayan ve çoğumuzca riayet edilmeyen, hepimizin bildiği bir anekdota yer vereceğim.  Bu hikaye kamu malını yönetenlerin kamu malını nasıl görmeleri gerektiğine dair güzel bir örnektir: Hz Ömer mumunu yakmış, gece karanlığında makamında çalışıyor.  Sahabeden bir veya birkaç kişi kendini ziyarete gelir. Selâm verirler.  Beklerler ki Halife selamlarını alsın, kendileriyle ilgilensin.  Heyhat ki heyhat. Hazretin Allah'ın selamını alması geciktikçe gecikir. Nihayet Hz Ömer işini bitirir.  Yanan mumun yanına bir başka mum daha yakar ve önceki mumu söndürür.  Misafirlerinin beklediği selamı alır ve kendilerine ilgi gösterir.  Olup bitene bir anlam veremeyen ama sebe

Abdullah b. Sebe *

Zaman zaman münafıkların lideri Abdullah Ubey b. Selül ile karıştırılsa da İslam tarihinde başta Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı olmak üzere her türlü fitne ve fesadın arkasında her ne hikmetse Abdullah b. Sebe ismi geçer. Siyer yazarları İslam tarihini öyle bir anlatırlar ki karşılıklı savaşan, birbirinin boynunu vuran Müslümanlara hiç toz kondurmazlar. Zira onların hiçbir günahı yok. Neredeyse tüm kötülükler, bela ve musibetler Abdullah b. Sebe kaynaklıdır. Cemel'de karşı karşıya gelen iki ordu savaşmamak üzere anlaşmışlardı ki b. Sebe taraftarları karşılıklı ok atmak suretiyle barıştan yana olan iki orduyu savaştırmışlardır. Bu adam olmasaydı, İslam tarihinde ne fitne olacaktı ne de fesat. Müslümanlar kardeş kardeş geçinip gideceklerdi.  İşin garibi yılanın başı ve her türlü kötülüğün anası olarak piyasaya sürülen Abdullah b. Sebe'nin yaşayıp yaşamadığı muamma. Yani böyle bir kişiliğin tarihte yaşadığı meçhul. Nedense Müslümanlar birbirine düşüren bu önemli aktörün varlığı s

Türkiye'nin İki Ayıbı *

Hasan Mezarcı, Refah Partisinden bir dönem milletvekilliği yapmış sıra dışı bir vekildi. Vekilliği döneminde hiç gündemden düşmedi. Türkiye'nin değişik illerine giderek büyük kitlelere konferanslar verdi. Konferanslarının ana konusu yakın tarih üzerine idi. Atatürk'ü eleştirmekle kalmadı, zaman zaman hakaret etti. Kürsü dokunulmazlığını bu şekilde kullandı. Yakın tarihle ilgili tartışmalı konuları Meclis gündemine taşıdı. Mecliste verdiği araştırma önergeleriyle Ali Şükrü Bey cinayetinin araştırılmasını istedi. Soyadı gibi mezardakilerle uğraştı. Onun bu konuşmaları tepki çekti. Gelen tepkiler üzerine partisi kendisini ihraç etti. Vekilliğinden sonra yargılandı ve kısa bir süre hapis yattı. Hapis hayatı kısa idi ama etkileri belki de hayatına mal oldu. Cezaevine giren Hasan Mezarcı'dan, cezaevinden çıktıktan sonra eser yoktu ve dağlar kadar fark vardı. Savunduğu fikir ve görüşlerinden dolayı cezaya çarptırılan Mezarcı gitti, kendisini İsa Mesih gören ve bunu ilan eden bir

Kişi Siyaseti *

Tarihler 17 Nisan 1993 Cumartesi gününü gösterdiğinde önemli bir maçı izlemek için bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Maç öncesi değerlendirmeleri izliyoruz. Dört gözle maçın başlamasını beklerken Turgut Özal'ın vefat haberi ajanslara düştü. Acaba maç ertelenir miydi? Çünkü vefat eden ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Nihayet maçın ertelendiği haberi alt yazıda geçti. Heyecanla beklediğim maçın ertelenmesi ve ülkenin Cumhurbaşkanı'nın vefatı beni üzdü.  Tarif edilmez iki üzüntüyü birlikte yaşarken Özal'a rahmet dilemeli miydim? Beni bir düşüncedir aldı. Benimle birlikte aynı düşünceleri paylaştığım, maç seyretmek için toplandığımız arkadaşlar da aynı ikilemi yaşadı. Normal şartlarda ölene ölümünün ardından rahmet dilenir. Bir an için tereddüt yaşamamın sebebi, yıllarca oy verdiğim parti liderinin Özal'ı kıyasıya eleştirmesiydi. O zamanın kafasıyla her şeyiyle desteklediğim parti liderimin gözünde Özal kötü biriydi. Böyle kötü birine rahmet dilememin vebali olmaz mıydı? Çünkü

Borçlanmalarda Yazmanın Önemi *

Kur'an'ı Kerim'in en uzun süresi Bakara Süresi, bu ve diğer sürelerin en uzun ayeti ise yine Bakara Süresindeki 282.ayettir. Tamı tamına bir sayfalık bir ayet. Bu ayete borç ayeti de diyebiliriz. Bu uzun ayetin mealini buraya yazmayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Ayet az veya çok olsun belirli vade ile borçlandığınız zaman bu borcu karşılıklı yazın, iki şahit tutun vs. demek suretiyle borçlanmalarda borçlular arasında ileride ortaya çıkabilecek sorunların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Günümüzde kayda alınmayan veya tek taraflı yazılan borçlanmalarda ortaya çıkan sorunlar göz önüne alındığında ayetin önemi daha iyi anlaşılmaktadır.  Burada başımdan geçen bir anekdota yer vermek suretiyle karşılıklı yazışmanın, ortaya çıkabilecek problemlerin önüne nasıl geçtiğine, bunun karşılıklı güveni yok etmediğine işaret etmeye çalışacağım. 1994 veya 95 yılı olsa gerek. Kahta'da Karşıyaka adında bir mahallede oturuyorum. Devir şimdiki gibi bol enflasyonlu bir devir. Kred

Abuzer Kaya

Kendisini Kahta'da çalışırken tanımıştım. Makro Market isminde bir marketi çalıştırıyordu. Sonraları ismini Onakro şeklinde değiştirmiş, iki şube daha açarak marketçiliği geliştirmiş.  Kasada otururdu. İşinin ehli, işine kendini veren, sessiz, sakin, fazla konuşmayan ve dürüst biri idi. İlk bakışta soğuk bir yapısı göze çarpardı. Kasaya gelene hoş geldin, nasılsın, şeklinde hal hatır sorduktan sonra işine odaklanırdı. Abuzer Kaya'dan bahsediyorum.  Burası marketti ama bakkal gibi yazardı aynı zamanda. Her müşteri için bir sayfa açar. Her sayfanın da numarası vardı. Evime uzak olmasına rağmen çoğu alışverişimi buradan yapardım. Benim numaram 36 ya da 37 idi. Her yaptığım alışveriş miktarını, verdiği fişten hareketle o günün tarihiyle birlikte yazardım. 15'inde ödemeye gittiğimde ne kadar borcumun olduğunu bilirdim ve her ay borcumu kapatırdım. Ertesi gün tekrar yazdırmaya devam ederdim.  Kasada da sürekli Abuzer Abi vardı. Belki yaşça benden küçük olmasına rağmen kendisine A

Tünelin Ucu Göründü *

Bakan Nebati, Aralık ayından itibaren enflasyonun her ay düştüğünü göreceksiniz, demiş. Eksik olmasın. Daha aralığa çok var ama olsun. Bugünlerde iyi bir morale ihtiyacımız vardı. Moral moraldir. Zira tünelin ucu göründü. Şurada aralığa ne kaldı? Bakan olmak böyle bir şey olmalı. Baktı mı geleceğe, aylar sonrasına bakabiliyor. Kendisini kıskandım doğrusu. Çünkü ben, değil aralığı, yarınımı göremiyorum. Demek ki bana bakanlığı bundan vermiyorlar. Zira 8-9 ay sonrasını görecek gözlerimde parıltı yok.  Gelelim konuşmaya. Çünkü konuşmanın künhü satır aralarında gizli. Bu konuşmadan, bu yılı yüksek enflasyonla geçireceğimiz anlaşılıyor. Satır aralarında kapalı kalan, enflasyonun aralığa kadar yüzde kaç yükseleceği. Kaba hesapla ve Çavuşesku Termometresi ölçeğiyle nisandan aralığa, her ay enflasyon yüzde beş çıksa, yüzde 61'in üzerine 40 daha eklemek gerekecek ki bu, yıllık enflasyon yüzde 101 olacak demektir. Böylece üç haneli resmî enflasyonu da görmüş oluruz. Bu oranı açıklayacak

Kamu Sırtından Ağalık *

— Üstadım, eskiden kendi evinde, ailenle birlikte mütevazı bir sofrada iftarını açarken belediye başkanı olduktan sonra çok değiştin. Şimdi ramazanın her günü bir kesime yemek veriyorsun. Verdiğin yemekler de dillere destan. Üstelik her bir yerden davetli çağırıyorsun. Yemeğin yanında bu misafirlerin ulaşım ve otel masraflarını da çekiyorsun. Belediye başkanlığı maaşın bu davetleri kaldırmaz. Bildiğim kadarıyla başkan olmadan önce de çok variyetli ve cömert değildin. Ailenden miras kaldı desem, ailen de kıt kanaat geçinen biri idi. Nereden bunun kaynağı? Yoksa bir yerden gömü mü buldun ya da birileri bu masrafların sponsoru mu oluyor? Bu kadar cömertlik neyin nesi?  — İlahi arkadaşım! Ne gömü buldum ne ailemden miras kaldı ne sponsorum var ne cömerdim ne de tüm bu iftar masrafları karşılamaya maaşım yeter. — O zaman bu değirmenin suyu nereden, söyler misin? Haydi deyiver. Aramızda, bilesin. — Niye deşeliyorsun? Üzümünü ye, bağını sorma. — Olur ya senden sıra gelir, bu şehir hal