Mizah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mizah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2025 Çarşamba

Azrail Buralarda Dolaşıyor

İlçemde dün bir, bugün üç kişi vefat etti.

Arka arkaya bu vefat haberlerini alınca amcaoğlum Tevfik Abi aklıma geldi.

Benden iki yaş büyük Tevfik Abi, hatır bilir, hatır almayı da.

Bir cenaze olduğunda ekmek teknesini kapatır, uzak yakın demez, o cenazeye mutlaka katılır.

Vefalı biri. Mübarek günlerde ve haftada bir büyüklerini arar, hal ve hatırlarını sorar. Onların hayır dualarını alır.

Hayatın tüm sıkıntılarına rağmen espri yapmayı da ihmal etmez. Espriden de anlar.

Ortamını bulduğunda konuşmayı da sever, dinlemeyi de.

Biraz hızlı konuşur ama ne dediğini anlarız.

İbadetlerini elinden geldiği kadar yapar.

Tek korkusu ramazan orucu. Günler gelmeden ramazanın korkusunu içinde hisseder. Bu oruçtan kurtulmanın yolu yok mu diye her ramazan öncesi arar. Hafızım, tutmasak olmaz mı der gülerek. Ağa! Tek çaresi var. Bir doktor bulacaksın. O doktor sana oruç tutma diyecek. Sen de tutmayacaksın diyecek. Sen de tutmayacaksın. Başka da yolu yok derim. Birlikte güleriz.

Bu ramazan aramadı. Sanırım unuttu ya da nasılsa bundan kurtuluş yok. Sağa sola telefon açmama gerek yok. Naçar tutacağım demiş olmalı. Hoş, esprisine söyler. Her türlü zorluğuna rağmen orucunu da geçirmez.

Yalnız oruç oruç markete gittiğinde ihtiyaç veya değil, şunu da ver, bunu da ver diyerek ellerinde poşet evin yolunu tuttuğu söylenir. Bunu kendisine sorduğumda, doğru, öyle yaparım der. 

Karşılaştığım zaman benim bir zamanlar anlattığım şu oruç fıkrasını anlatır:

Yaşlı biri uzun günlerde oruç tutuyormuş. Evde otura otura bir türlü vakit geçirememiş. Gözü hep güneşte imiş ama görünen o ki güneş kendini tepeye sabitlemiş. Batma gibi bir düşüncesi yok.

Biraz vakit geçsin diye evden çıkıp baraja doğru giderken yol kenarında bir ağacın altında nevalesini çıkarmış, yemek yiyen birini görür.

Elinde baston adamın yanına varır. "Utanmıyor musun oruç tutmamaya" demiş tanımadığı adama. Adam da "Ben Hristiyan’ım" demiş. Yaşlı amca, "O zaman dininin kıymetini bil" demiş. Yoluna revan olmuş.

Beni gördüğünde bu fıkrayı anlatır. Anlatırken de fıkrayı ilk defa duymuş gibi katıla katıla güler.

Amcaoğlum, çocukluk, gençlik ve yaşlılık halinin çoğunu ilçede geçirdikten sonra Konya merkeze taşındı. Selçuklu, Yazır'da oturur. Ben de Meram Yaka'da oturuyordum bir zamanlar. Birkaç defa “hafızım, gelip gitmiyoruz, görüşemiyoruz. Niye gelmiyorsun” dedi. Haklıydı. Mahcup da oldum ama hiç bozuntuya vermeden, ağa! Sen ta Yazır'dasın, ben de Yaka'dayım. Oturduğumuz yerin mesafesi bir şehir mesafesi gibi. Gidip gelmek zor. En iyisi sen ölürsen seni Yazır’a, ben ölürsem beni de bu tarafta bir mezara defnetsinler dedim. Birlikte gülüştük.

Onu hatırlamamın sebebi, bugün ilçemizde üç kişinin aynı gün ölmesi. Böyle peşi sıra ölen olduğunda, beni görür görmez "Hafızım, ortalıkta pek dolaşma. Bugünlerde Azrail bizim buralarda dolaşıyor. Bak, şu gitti, bu gitti, bir haftada kaç kişi birden öldü, haberin olsun derdi.

Kulakları çınlasın.

3 Mart 2025 Pazartesi

Orucun, Kitaplarda Yazmayan Faydası

Bir ramazan iklimini yaşıyoruz.

Ramazan kışa doğru geldikçe 17 saatlik uzun günlerin orucu şimdilik geride kaldı.

Haliyle kış mevsiminde 13 saat oruçlu kalmak uzun günlere göre daha kolay.

Her ne kadar kışın oruç tutmak daha kolay olsa da bazıları, ben oruç ibadetini seviyorum dese de oruç zor bir ibadettir.

Gözü korkutan bir ibadettir.

Psikolojik yönden insan nefsini rahatsız eden bir ibadettir.

Çünkü nefsin istediği yeme ve içmeyi, sınırları belli bir süre ötelemektedir. Bu da nefse zor gelen bir ibadet olduğunu gösterir.

Sahur dolayısıyla uykuyu da bölmekte. Güne uykuyu alamadan başlamak demektir.

O yüzden diğer ibadetlerin aksine oruç, yüzü soğuk bir ibadettir.

Oruç ve çalışmak insanı korkutsa da orucun esas zorluğu hiçbir iş yapmayanlar içindir. Çünkü çalışırken oruç tutmak, vaktin ne zaman geçtiğini bilememek anlamına gelir.

Önemli olan orucu çalışarak geçirmektir. Orucu bahane edip işten geri kalmamaktır. Bir şeyi yaparken diğerini ihmal etmemektir. İkisini birlikte götürmektir. Bu dediğim, bedenini terleyerek çalışanlar için değil. Çünkü onlar için oruçta çalışmak güçten ve takatten kesilmek demektir.

Yüzü soğuk, zor bir ibadet olsa da orucun faydası da yok değil. Faydası derken sevabından bahsetmeyeceğim. Acın halinden anlama, iradeye hakim olma, nefsi terbiye etme ve sabrı öğretme gibi faydalarını saymayacağım. Sağlık yönünden de faydalı demeyeceğim.

Orucun en büyük faydası, tuvalete gitmeye ihtiyaç hissetmemektir.

Sair günlerde yiyip içtikten sonra tuvalete duyulan ihtiyacın oluşmamasıdır.

Sık sık wc'ye gitmeye ihtiyaç hissetmemektir.

Sabahtan akşama hiç tuvalete gitmeden her namaz vakti için abdest almaya gerek görmemektir.

Sabah abdestiyle akşamı yapmaktır. Bu da sudan ve zamandan tasarruf demektir.

Sair günlerde çay vs.nin ardından soluğu wc'de aldıkça bende prostat var endişesinin, oruçta gitmesidir. Motor sağlam sevincini iftar sonrasına kadar yaşamaktır.

Uzatmayayım, orucun bu faydası da yabana atılmamalı. Orucun bireysel ve toplumsal faydalarını yazan ilmihallerde, bu faydaya da bireysel kısmında mutlaka yer verilmeli.

26 Şubat 2025 Çarşamba

Bu Hünerimden Haberdar mıydınız?

Pek yetenekli biri olmasam da bu demek değildir ki her alanda beceriksizim.

Övünmek gibi olmasın ama çoğu kişide olmayan ne cevherler var bende. Say say bitmez anlayacağınız. Yeter ki bu cevherleri yumurtlamam için bana imkan ve görev verilsin.

Hünerlerimin hepsini saymasam da bir tanesini belirtmeden geçemeyeceğim. Mesela yön özürlü olsam da iyi iz sürerim. Kişilerin geçmiş kirli çamaşırlarını yani cemaziyülevvelini ortaya dökmede üstüme yoktur. Bu konuda kedi, köpeğin bir şey bulmak için çöp sepetini karıştırdığı gibi kişilerin geçmişini didik didik eder, ipliklerini pazara çıkarırım.

Bendeki bu cevheri çevremin görmesini istedim bugüne kadar. Ama gören olmadı.

Mesela bana dense ki falan kimsenin geçmişini bir araştır, bakalım ne bulacaksın? Bul ki o kişi hakkında yeri geldiği zaman kullanabileceğimiz elimizde bir malzeme olsun. Üstelik bu hizmet için makam, mevki, para ve pul da istemiyorum. Bilinsin ki bu işi meccanen ve gönüllü olarak seve seve yaparım. Çünkü bazı şeyler özellikle memleketi ilgilendiren hususlarda para benim için teferruattır. Çünkü önceliğim hizmettir. Öyle ya mesele vatansa gerisi teferruattır.

Ama görüyorum ki bu işi kendi başlarına veya ehil olmayan kişiler eliyle yürütmeye çalışıyorlar. Haliyle başarılı da olamıyorlar. Bu da beni ister istemez üzüyor.

Halbuki bu tür işleri bana havale etseler, ilgili kişilerin sadece diplomalarına bakmam. Yedi ceddini araştırırım. Çünkü benim, sadece A planım yoktur.

Biraz reklam olacak ama bilinsin diye birkaç örnek vermek istiyorum.

Bana havale edilen kişinin;

Diploması sahte mi, değil mi diye ilkokuldan, üniversiteye tüm diplomalarının izini sürerdim.

Yatay geçiş yapmışsa usulüne uygun bir geçiş olmuş mu incelemesini yapardım.

Oturduğu evin ruhsatı var mı, yok mu yoksa kaçak mı oturuyor? Buna da bakardım.

Anne, babasına bakmış mı, onlara hizmette kusur işlemiş mi, annesine küçükken eziyet etmiş mi diye çocukluğuna da inerdim.

Sosyal medya mecrasında geçmişten bugüne ne paylaşmış, hepsini irdelerdim. Suç unsuru olacak ve aleyhine kullanılacak her şeyi not ederdim.

Kısaca araştırılsın diye uhdeme verilen kişinin ipliğini pazara çıkarmak için o kişiyi didik didik ederdim. Neler elde ederdim neler... O kişi de insan içine çıkamayacak duruma düşerdi.

Heyhat ki heyhat! Koca ülke benim gibi cevheri göz ardı ediyor. Vah ki vah!

Bana bugüne kadar bu görev verilmedi diye gönül koymam. Çünkü bilmiyor olabilirsiniz. Olabilir, insanlık hali. Yalnız bu yazımdan sonra bana böyle bir görev verilmezse, işte o zaman gönül koyarım. Bunun da kamuoyu tarafından bilinmesini isterim.

Unutmayın, bir telefon kadar yakınım size bu konuda.

24 Şubat 2025 Pazartesi

Mütemadiyen Reisim

1988 yılında evlendim. Evde iki kişi olduk. Haliyle iki kişi olunca karı koca olsak da içimizden biri reis olmalıydı. Başkan gibi bir şey.

Seçimle reis seçilmedim. Teamül gereği aile reisi oldum. Çünkü erkek egemen bir toplumda yaşadığım için hep hanımın dediği olsa da doğal olarak reis kabul edildim.

İki kişiyken 89'da üç, 91'de beş, 2002'de 6 kişi olduk. Çekirdek aile olsak da büyük aile sayılırız.

Hanede sayı arttıkça yine benim aile reisliğim değişmedi. Eşim ve çocuklarımdan bir tanesi çıkıp da yapamıyorsun. Aile reisliğine talibim demedi. Sağ olsunlar. Zaten görevimi yapınca niye rakip çıksın karşına değil mi?

Normalde hakları var ama sayarlar ve severler. Özellikle sevince bu sevginin karşısında kim durabilir. Çiğ tavuk bile yerler benim için.

Bir hakkı teslim edeyim. Çoğu zaman kırıp döksem de umulmaz yaralar açsam da telafisi mümkün olmayan zararlar versem de yine karşıma hiçbiri dikilmedi. Evimizin direği reisimizin bir bildiği var dendi. Bu anlayış içerisindeki hane halkımı, ekmeğini kısıp aç bıraksam, yine de şükrü eksik etmediler. Hep iyi ki varsın. Sen olmasan biz ne yapardık bir başına düşüncesindeler. Hoşuma gidiyor elbette bu anlayış.

Böyle giderse, benim aile reisliği mezara kadar gideceğe benziyor. Çünkü yerimde kimsenin gözü yok. Kazara biri karşıma çıkıp ben reis olacağım dese, ailemin diğer fertleri nankör deyip çiğ çiğ yer onu.

Reisliğim, bir makam bir mevki bir koltuk değilse de bana sonsuz imkanlar sunmasa da aile reisliği hoşuma gidiyor. 88'den bu yana bir istikrar abidesi olarak aile reisliğim devam ediyor.

Benim için bir getirisi olmasa da mezara kadar her daim baş olmam hoşuma gitse de zaman zaman patladığım, aslan gibi kükrediğim, ardından zikzak çizdiğim, U dönüşü yaptığım, yediğim büyük lokmayı yuttuğum oluyor. Şöyle ki; hanımın bazı isteklerine aniden parlıyorum. Olmaz. Bu can bu tende olduğu müddetçe o istediğin bu eve girmeyecek diyorum. Ciddiyet ve kararlılığımı gören hanım, suspus oluyor. Yuttu galiba diyorum. Öyle ya bu haykırış karşısında kim ne diyebilir? İyi, hep böyle davranayım diyorum. Ertesi gün sofraya pırasa, ıspanak türünden yemek konunca, esas hapı yutanın ben olduğumu anlıyorum. Zaman geçmeden tamam sensin deyip istediğini yerine getiriyorum. Bana biraz pahalıya patlıyor ama olsun. Zaten giden para onların parası. Bu da uyum sahibi olduğuma bir örnek. Yok efendim, ben prensip sahibiyim. Sözümden dönmem demek siyaset bilmemek demektir. Geçim ehli olmanın, reisliğimde tutunmamın yolu budur. Değilse hayatım zindan olur, aile reisliğim de tartışmaya açılır. Neme lazım.

Aile reisliğimin 37.yılında düşünmeye başladım. Kendi kendime dedim ki Ramazan! İyi, hoş, güzel de seçimsiz, sandıksız olmaz bu işler. Bundan sonra her dört yılda bir, aile efradının oy vereceği, reisliğimin resmen tescil edileceği seçimli olağan kongre yapayım diyorum. Aile bireyleri de ecellerine susamadıysa demokrasinin gereği olarak elbette karşıma aday olarak çıkabilirler. Gerçi her ne yaparsam yapayım, sağ olsunlar, saygıda kusur etmediler ve karşıma aday olarak çıkmadılar.

Hiç aday çıkmasa da tüm aile fertlerinin oyları çantada keklik olsa da bundan sonra her dört yılda bir, seçimi sevdim. Böylece genç demokrasimizin yerleşmesine de katkı sunmuş oluruz. Seçimle aile reisi seçilince, sandığın evet dediğine kim ne diyebilir? Sandığın karşısına çıkabilir? Çünkü aile reisliğim için sandık her şeydir. Eğer aile reisi iseniz, sizler de seçimli kurultay yapabilirsiniz. Unutmayın ki demokrasi, evde ve ailede başlar.

Bu arada zaten aile reisisin. Karşında zaten aday yok. Boşu boşuna niye sandık koyacaksın. Ölünceye kadar reisisin desinler bitsin diyebilirsiniz. Buna cevabım, evet ölünceye kadar reis olsam da tek aday olarak sandıktan çıkmanın zevki bir başka. Ancak yaşayan bilir bunu.

23 Şubat 2025 Pazar

Oğlum Büyük Düşünmeye Başladı

Piyasanın durumu malum baba. Harçlığıma zam istiyorum.

Zam yaparım yapmaya evlat. Ama bu, memleketin hayrına olmaz.

Baba yapacağın zammın memleketin hayrı ile ne alakası var?

Öyle deme evlat. Sana yapacağım her zam memleketin geleceğini ilgilendirir.

Vazgeçtim zamdan. Boş ver şimdi zammı. Bana vereceğin zamla memleketin geleceği ne alaka? Bunu bana bir açıklar mısın?

Açıklarım açıklamaya ama bana kızmayacaksın. Çünkü bunun mimarı ben değilim. Akıl hocam bir başkası.

Söyle haydi kızmayacağım.

Şimdi sana ne kadar zam yaparsam yapayım. Sen gidip bir ay içinde onun hepsini harcayacaksın değil mi?

Evet. Adı üzerinde harçlık.

İşte bu olmadı.

Niye?

Sana ne kadar harçlık verirsem vereyim. Mesela normal harçlığına bin lira zam yaptım diyelim.

Evet.

Şimdi sen bu zammın hepsini harcarsan, birikmiş ihtiyaçlarını giderirsen, bir anlık mutluluk yaşarsın ama enflasyonu azdırmış olursun.

Ya ne yapmam lazım baba?

Bu zammın 3 yüz lirasını harcayıp 7 yüz lirasını tasarruf edeceksin. Böylece enflasyonu azdırmayacaksın ve memleketin hayrına bir şey yapmış olacaksın.

Baba, sabah sabah dalga geçmenin hiç zamanı değil. Şaka ise hiç kaldıramam.

Ama kızmayacağım demiştin.

Mantıklı bir şey söyle de kızmayayım.

Bende mantık ne gezer. Bu mantığı da akıl hocamdan aldım. Kızacaksan ona kız. Bana niye kızıyorsun?

Yahu baba, verdiğin harçlığı o kadar kısmama rağmen zaten yetmiyor. Buna bin lira zam ilave etsen ne işimi görecek? Vereceğin bin lira zam zaten dişimin kovuğunu doldurmaz.

Sen yine de tasarruf etmeye, her ihtiyacını gidermemeye bak. Çünkü piyasayı azdırırsan enflasyonla mücadele akim kalır. Bu da memleketin hayrına olmaz işte. Ben bu yüzden sana fazla zam vermek istemiyorum.

Tamam baba. Zam istemiyorum. Zam vermediğin için sana kızmayacağım. Zaten yetmiyordu. Vereceğin zam da işimi görmeyecekti. Daha önce nasıl parasız pulsuz, yarı aç çarşı pazar dolaşmışsam yine dolaşırım. Senden istediğim, bu akıl hocan kim? Bunu söyle.

İsim önemli değil evlat. Ben seni bu düşünceyle ileride iyi yerlerde görmek isterim.

Mesela?

Bu şekil harcamayarak memlekete yapacağın katkı ve ürettiğin katma değer sonucunda baş tacı edilirsin.

Yani?

Beş dönem milletvekili seçilebilirsin. Seçildiğin partinin kaç dönem grup başkan vekili olabilirsin. Meclis komisyonlarında başkan olabilirsin. Ekonomi yönetiminden dolayı ekonomi bakanı olursun. Partinin merkez karar yönetim kurulunda zaten banko olursun. Bu da bir sonraki dönemde de vekilliği garantilemen demektir.

Tüm bu makamlar bana, harcamayı kısıp tasarruf ettiğim zaman mı verilecek?

Ne sandın ya. Orta düzeyde İngilizce bilirsen, evlenip dört çocuk sahibi olursan daha iyi olur.

Yalnız ben iyi derecede İngilizce biliyorum. Zararı olur mu?

Bunu orta seviyeye indir. Fazlası zarar, ortası karar olur.

Evlilik?

Evlen. Dört çocuğun olsun. Beklemeye koyul. Arkası gelir. Bu arada üçüncü çocuk için beş yıl boyunca aylık beş bin alırsın. Bir de dördüncü geldi mi yaşadın demek. Çünkü daha fazla çocuk parası alırsın.

Beş yıldan sonra?

Beş yıldan sonra çocuğun masrafı olmaz. O yüzden beş bine de gerek yok. Çocuğun da tıpkı senin gibi tasarruf sahibi biri olur. O da sonunda senin gibi muradına erer.

Ben gidiyorum.

Nereye? Daha harçlığına zammı netleştirmedik.

Zam da istemiyorum. Daha önce verdiğin harçlığı da.

Ne yapmayı düşünüyorsun parasız pulsuz, aç ve susuz?

Oruca niyetlenmeye.

Oruç ne alaka evlat?

Beni bu ahvalden ancak yemezsem, içmezsem, hep oruç tutarsam, oruç adam olursam kurtarır.

Bak kafan çalışmaya başladı. Haydi göreyim seni. Yolun açık olsun evlat. Ölmez, sağ kalırsan bil ki yaşadın. Bu arada beni de çok rahatlattın. Bu arada gideceğin yere de yürüyerek gidersin.

İyi olur baba.

Böylece masrafsız biri olursun. Bu da memleketin hayrı demektir.

21 Şubat 2025 Cuma

Kar Sevincimiz Nasıl Olmalı?

Memleketine kar yağan, ardından kar tatili yapan, kayan, kartopu oynayan, şu kadar santim kar yağdı diyen, bunu sosyal medya ve televizyon aracılığıyla yayan, sevinç gösterisi yapan, ardı arkasına eğitime kar engeli duyurusu yapan etkili-etkisiz, yetkili-yetkisiz ve de sorumlu-sorumsuz kardeşlerim,

Memleketinize yağan kara sevinin.

Bir güzel tatil yapın.

Kayın.

Birbirinize kartopu atın.

Elinize küreği alın, evinizin önünde biriken karı temizleyin.

Bu anı ölümsüzleştirmek için her bir karesinde poz verin.

Eski kışlar gibi kış yaşadık deyin.

Cümbür cemaat bir yerde toplanın.

Kar bayramı yapın.

Biz Allah'ın sevgili kuluyuz.

Bereket ocağımıza geldi deyin.

Tüm bunları ve daha fazlasını yapın. Ama kendi aranızda yapın.

Neden derseniz?

Çünkü sizin gibi kar gören var ama görmeyen var.

Kara hasret olanlar var.

Kar tatili yapamayanlar var.

Kar yağmadığı için eğitime kar engeli haberini alamayanlar var.

Size yağan karın kuru ayaz ve soğuğunu çeken var.

Haliyle kara kara düşünenler var.

Bu durumda siz ne yapıyorsunuz? Gerçekten ne yaptığınızın farkında mısınız?

Yapmayın, etmeyin, bırakın bu tür havadisleri artık.

Yağan karı cümle aleme göstererek kara hasret olanların ağzının suyunu akıtmaya ne hakkınız var?

Unutmayın ki bu toplumun yarısı kadın ise yarısı da erkek çocuğu.

Göz hakkı denen bir şey var değil mi?

Sizden ne istiyorum biliyor musunuz? Eskinin biraz duyarlılığını.

Siz bilmezsiniz. Çünkü sizler şeffaf poşet neslisiniz. Bu poşetler çıktı. Eski duyarlılık kalmadı.

Babalarımız ne yapardı derseniz. Eskiden babalarınız, bakkal ve marketten bir şey aldı mı, aldığını kese kağıdına koydururdu. Alan var, alamayan var. Alamayanlar ummasın, göz hakkı olur derdi.

Sizden, yağan karı kese kağıdına koyun demiyorum. Zaten bu mümkün değil. Şeffaf poşete koyup cümle aleme gösterir gibi yapmayın. Babalarınızın kese kağıdı duyarlılığını emaneten alın vesselam.

20 Şubat 2025 Perşembe

Yokluktan Varlığa

Bir zamanlar bu ülkenin;

Çoğu şehrinde üniversite yoktu.

Çoğu yerinde havalimanı yoktu.

Hastanelerine MR yoktu.

Paletli ambulans da yoktu düz ambulans da.

Buzdolabı yoktu.

Traktörü yoktu.

Elektriği bile yoktu.

İnsanımız muma mahkumdu.

Emekliye bayram ikramiyesi yoktu.

İşçi, memur ve emekliye promosyon yoktu.

Doğal gaz çıkmazdı. Çıkarılsa da belli bir süre bedava yapılmazdı.

Yüksek hızlı tren yoktu. Olmayınca, tren biletleri bir süre bedava olmazdı.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz değildi.

WC ücretleri bedava değildi.

Üniversiteye girişte baraj puanı getirilmişti. Her sınava giren üniversiteye giremezdi. Giremediği için üniversite özlemi çekerdi.

Şehir hastaneleri yoktu.

Müteşebbislere iş garantisi yoktu.

Kur garantili mevduat yoktu.

Yaşlılık ve dul maaşı yoktu.

Emekli sayımız azdı. Her birinin maaşı farklı farklıydı.

Muayene ücretini ve hastane masrafını karşılayamadığı için insanımız hastanede rehin alınırdı.

Muayene olamadığını, olduysa da ilaç bulamadığını hiç söylememe gerek yok.

Ameliyatlarda bıçak parası dışında hiçbir şey yoktu.

Taziyelerde belediyeler taziye yerine otobüs vermezdi. Etli ekmek yaptırmazdı.

Enkaz devralındı diyeceğim ama bu söz çok hafif kalır. Kısaca yoktu yok.

Öyle bir zaman geldi ki bu ülkeye sihirli bir el dokundu:

Her şehre üniversite açıldı. Hatta bazı şehirlere fazlası açıldı.

İlçelere iki yıllık bölümler açıldı.

Hemen hemen her şehre hava alanı yapıldı.

Hastanelerde MR geldi.

Ambulans zibil gibi oldu. Üzerine paletlisi geldi. Yurtdışından hasta getirilir oldu.

Buzdolabı geldiği gibi çift kapılısı var şimdi evlerde. Hem de No frost. İlaveten her evde derin dondurucu var.

Traktör arttı.

Elektriksiz ev yok. Sarı lambalardan kurtuldu. LED ampuller yaygın. Elektrik kesintisi zaten yok. Mumlar artık doğum günlerinin vazgeçilmezi oldu.

Emekliye ilaveten iki bayram ikramiyesi geldi. Promosyon verilir oldu.

Doğal gaz çıkarıldı. Bir yıl boyunca sıcak su ve mutfak bedava oldu.

Yüksek hızlı tren geldi. Hangi şehre gelmişse bir süre bedava binildi.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz oldu. Dün otobüse binmeye 65'liler otobüsten inmez oldu.

Pırıl pırıl WC'ler herkese ücretsiz oldu. Eskiden küçüğe ayrı, büyüğe ayrı tarife uygulanırdı.

Çocuklarımız yeterli puanı alamasa bile üniversite tercihi yapabiliyor ve okuyabiliyor. Dün okur yazar oranımız çok idi. Bugün üniversiteli mezunumuz daha çok.

Çoğu şehrimize şehir hastanesi açıldı. İnsanımız rahatça muayene olur oldu.

İş garantisi gelince, müteşebbisler kesenin ağzını açtı. Ülkeyi bir baştan öbür başa imar etti. Yol, otoban, köprü, havalimanı, şehir hastanesi yaptı. Haliyle ülke gelişti. Tüm bu hizmetler için devletin kesesinden bir kuruş çıkmadı.

Kur garantili mevduat verilince insanımız yastık altını üstüne çıkardı. Haliyle dövizin beli kırıldı.
Yaşlılık ve dul maaşı, hastaya bakım ücreti verildi. Yaşlı, dul olanlar başkasına muhtaçlıktan kurtuldu.

Emekli sayımız çoğaldı. Asgari emekli ücreti belirlenerek emekliler arasındaki ayrım kaldırıldı.

Hastanelerde muayene ücreti ödemeden rahat muayene olunur oldu. Bıçak parası tarih oldu. İlacı istediğin yerden alabiliyorsun.

Belediyeler taziyelere otobüs verdi. Etli ekmek götürdü.

Hasılı say say bitmez. İnsanın nereden nereye diyesi geliyor.

Tüm bunları yeni nesil bilmez. Yeni olmayan neslin bir kısmı da unuttu. Ama yine de hatırı sayılır unutmayan insanımız var. Öyle ya yapılan iyilik unutulur mu?

Bu arada bu yapılanların ve olanların bir kısmı öncesinde varmış. Sahipleniliyormuş. Elbette sahiplenilecek. Çünkü devlette devamlılık ve sahiplenme esastır. 

8 Şubat 2025 Cumartesi

Kar Niye Yağsın?

Sarı kod verildi. Şu illere dikkat!
Kar, fırtına bu sefer fena geliyor. Hayatı durduracak.
Beyaz kabus kapıda.
Meteoroloji yetkilileri uyardı.
Kar hayatı durdurdu.
Olumsuz hava şartları trafik kazalarına sebebiyet verdi.
Kar geçit vermiyor.
Olumsuz hava muhalefeti yolları kapattı. Sürücüler mahsur kaldı. Mahsur kalan sürücülerin imdadına köylüler yetişti.
Eğitime kar engeli.
Fırtına ve buzlu havaya dikkat!
Yağan karın ardından dükkanının önündeki kardan kurtulmak için esnaf, karı kürekle ya yola ya da komşusunun dükkanının önüne yığar. Az sonra da kapı komşusu esnaf, önüne yığılan karı komşusuna doğru kürür.
Kardan dükkanı açamıyoruz. Evimizin önündeki sokak açılmadı. Cadde ve sokaklarda belediye yoktu. Belediye buzlanan yolları tuzlamadı. Nerede bu belediye serzenişleri de eksik olmaz.
İl hıfzıssıhha okulları tatil yapmadı. Servis araçları yollarda kaldı.
Yağan kar dolayısıyla taşıma yoluyla okula gelen öğrenciler okullarına gidemedi.
Kar tatili bu saatte mi verilir? Yetkililer uyuyor mu? Çoğu öğrenci okuluna gitmişti zaten.
Bu yazdıklarım ve daha fazlası ne zaman kar yağdığında gazete ve TV'lerde ilk haber olarak verilir.
Bu kadar serzeniş, felaket tellallığına kar yağar mı? Yağmaz. Niye yağsın.
Karın dili olsa: “Hiç kusura bakmayın. İstenmediğim yere yağmam. Daha yağmadan korku başlıyor, korku pompalanıyor. Okullar tatil beklentisine giriyor. Yerler ağarır ağarmaz il ve ilçeler tatil kararı alıyor. Bir gün tatil yapıldı mı, yağan karın ardından soğuk ve buzlanma riski sebebiyle yine tatil kararı veriyorlar.
Allah var, karın yağdığına bir okullar seviniyor. Öğrencinin sevinmesini anlarım da öğretmenin ve idarecilerin sevinmesini hiç anlamıyorum. Koca koca adamlar. Bu sevinenler de karın yağmasına değil, okulların tatil olacağına seviniyorlar. Belli ki bunların da derste gözü yok.
Elhasıl kelam, her geçen yıl yağmayı kestim. Çünkü belli ki istenmiyorum. Ondan sonra da rahmet yok, sular gittikçe çekiliyor, barajlar boşaldı, içecek suya hasret kalacağız. Çünkü havalar kurak geçiyor diyorlar.
İnanın ne yapacağımı şaşırdım. Yağayım mı, yağmayayım mı karar veremedim. Görünen o ki istenmiyorum. Sudan kırılacaklarmış. Çok da tın”.

4 Şubat 2025 Salı

Çay Parası

Bakanlık müfettişleri rehberlik ve denetim, inceleme ve soruşturma için gruplar halinde tüm Türkiye’ye dağılırlar.

Ankara’dan bölgelerine gittikleri zaman okulları denetlerler. Bu denetimleri de iki, üç hafta falan sürer.

Konya’nın bir ilçesinin büyük bir beldesindeki endüstri meslek lisesine de denetim için bakanlık müfettişleri gelir.

Müfettişler çalışma odası olarak okul müdürünün odasını kullanırlar.

İncelenecek evrakları okul müdüründen isterler.

Okul müdürü, çay, kahve ne içersiniz diye sorar.

Derler ki “bizim prensibimizdir. Biz teftişe gittiğimiz kurumdan yemeyiz, içmeyiz”.

“Siz bilirsiniz” der okul müdürü.

Onlar hummalı bir şekilde çalışırken, okul müdürü ara sıra hizmetlisinden çay ister ve yanlarında içer.

Bir böyle iki böyle. Müdür içiyor ama kendileri çay içmiyor. Çünkü prensipleri bu.

Yalnız bu okuldaki teftiş bir hafta sürecek. Beş gün boyunca çaysız ne yapacaklar?

İçlerinden bir tanesi, “Müdür bey, çayı kendi başına içiyor. Bize söylemiyor” diyerek okul müdürüne laf dokundurur.

Müdür de “Efendim, içmeyiz dediniz. Bu durumda ne yapabilirim, siz söyleyin” şeklinde cevap verir.

“Çay içeriz ama parasını vermek şartıyla” derler.

Okul müdürü de tamam der. Çaylarını söyler. Çayları getiren hizmetliye, “Gidinceye kadar müfettişler istedikçe çay getireceksin. Kaç çay içtiklerini yazacaksın. Giderken içtikleri çayın parasını verecekler. Tamam mı” diye tembihler.

Bu tembihi koridora çıkıp tekrar söyler. Çünkü anlattığına göre hizmetlisinin kafası biraz kalınmış. Bir lafı hadi deyince birden anlamazmış.

Müfettişler denetimi bitirip öğretmenlerle toplantı yaparlar.

Ardından ayrılmak için bahçeye inerler. Okul müdürü de uğurlamak için onlara refakat eder.

Müfettişler arabaya binip tam giderlerken, müfettişlere çay getiren hizmetli, durun diye bağırır ve koşarak yanlarına gelir.

Hizmetlinin koşarak geldiğini gören müfettişler bekler.

Hizmetli, “Hani siz çay parasını vereceğidiniz. Vermeden nere gidiyoruz? Şu kadar çay borcunuz var” der.

Hizmetlinin bu yaptığına hepsi hem güler hem şaşırır. Başmüfettiş hiç bozuntuya vermeden, “Müdür bey, bu hizmetlinin kıymetini bil” der ve çay borçlarını kuruşu kuruşuna ödeyip ayrılırlar.

19 Ocak 2025 Pazar

İmralı Heyetinde Ben de Olmalıyım

Tüm Türkiye Öcalan'ın silah bırakma açıklamasına odaklandı. Şimdi yapılan her şey bu ortamı hazırlamaya yönelik çalışmalar.
Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk’ten oluşan DEM heyeti, İmralı ile Meclis arasında mekik dokuyor. İlkini gerçekleştirdiler. Şimdi ikincisine hazırlanıyorlar.
Bunlar bu yaşında bu hummalı çalışmalarıyla gıpta edilesi çalışmaya hizmet ederken, bense ülkemin geleceğini inşa ve imar konusunda hiçbir şey yapamamanın ezikliğini yaşıyorum. Çünkü bomboş oturuyorum.
Merak ediyorum, İmralı heyeti illa üç kişiden mi oluşması, hepsinin de DEM'li mi olması gerekiyor? 4.kişi olarak beni de yanlarına alamazlar mı? Benden bağımsız ve objektif birini mi bulacaklar? Koca İmralı'ya beni sığdıramazlar mı?
Ha ben de gitsem yanlarında. Ben de Öcalan'la görüşsem. Tarihe şahitlik etsem.
İlk defa bir terörist hem de başıyla karşılaşsam.
Onun tecrübelerinden faydalansam.
Bir örgüt nasıl kurulur, bunun yağı, tuzu nereden geliyor, buna niye gerek gördün, bu senin aklın mı yoksa bir akıl hocan var mı desem.
Eylem nasıl yapılır, canlı bombayı nasıl ayarlıyorsunuz, nasıl öldürüyorsunuz diye sorsam.
Ayrıca örgüte silah bıraktıracak mısın, örgütün ardında kim var desem.
Seni Beka vadisinden kim kaçırdı, Rusya ve İtalya’da niçin tutunmadın, Kenya’da ne işin vardı desem,
Seni derdest edip bize teslim ettiklerinden sonra yüzündeki bandajları çıkarırken canın yandı mı, o anda ne hissettin desem,
Yine kendisine, yeter çektiğin, biz seni çıkarmak istiyoruz ama sen niye çıkmak istemiyorsun, bu rahatlık niye? Bülbül bile altın kafesten çıkmak isterken, sen niye böyle yapıyorsun desem,
O konuşsa ben notlar alsam.
Bir fırsatını bulup İmralı'yı gezsem, çevreyi temaşa etsem,
Öcalan'ın gezip dolaştığı yerleri dolaşsam,
Yediğini, içtiğini görsem,
Günde kaç paket ve hangi marka sigara içtiğini, iki paket Marlbora içtiğin doğru mu diye sorsam, ikram ederse karşılıklı içsem,
Gündemi nasıl takip ettiğini öğrensem,
Dolaşırken günlük rutin yürüyüşümü de İmralı'da yapsam,
Geçmiş o kadar hizmetine karşılık sana bu dört tarafı nazır adayı, hizmetinin karşılığı olarak mı verdiler desem,
Beslemeyelim de asalım mı desem,
Görüyorum ki yediğin önünde, yemediğin arkanda desem,
Hitap ederken Sayın diye hitap etsem,
Dışarıya çıkınca terörist başı ile görüştüm desem,
Pervin, Sırrı, Ahmet'le birlikte Öcalan'ın mesajını gerekli yerlere iletmek üzere yola çıksam,
Muhteşem üçlü Bahçeli ile görüşmeye doğru giderken, ben de “Öcalan’la 45 dakika” başlıklı kitabımı yazmak için yanlarından ayrılsam; gittim, gördüm, yazdım desem,
Tv’lere çıkıp izlenimlerimi aktarsam,
İyi olmaz mıydı? 
Kısaca bu çorbada benim de tuzum olsaydı, fena mı olurdu? Sonra tüm yükü bu üç garibana yıkmak ne derece doğru?
Sözün özü, Öcalan nasıl devletin emrinde ise ben de bu taşın altına elimi koymak suretiyle devlete hizmet etmek isterim.
Lütfen yeni izin alınırken heyetin içinde şahsım da olacak şekilde izin alınsın.
Tüm kamuoyuna ve devlet yetkililerine duyurulur. 

Çocuklarıma Mirasım

Bir ayağım çukura girdi. Bunca yaşadın. Hayattan ne buldun deseler, nedamet ve heyhat derim. Ömrüm pişmanlıkla geçti dense yeridir.
Hepsi geçip gitti. Ama bir üzüntü daha kapladı beni. Bu üzüntü öbürleri gibi gelip geleceğe de benzemiyor. Şimdiden bir kabus gibi çöktü üzerime.
Onca çalışıp çabaladım. Üzerine didindim. Artanı biraz biriktireyim ki çocuklarıma miras kalsın istedim. Ama olmadı.
Bu yazıyı yazarken eskimiş, şu kadar yıl oldu alalı. Değiştirelim denen kanepeye sırtüstü uzandım. Elime de Redmi Pro 9'u aldım. Gözümün önüne çocuklarıma bırakacağım mirası getirdim:
Toru topu 30 yılı geçmiş 3+1 eski bir daire ile kooperatiften çıkma 2+1 evim, 2000 model Nissan Primera, kalırsa ve yüzüne bakarlarsa bu telefon. Başka da gözümün önüne bir şey gelmedi. Üç bankada hesabım var ama onlarda da ufak tefek giriş çıkışlar dışında bir şey yok. Sanırım, iki sene önceydi. 6 kilo kaya tuzu almıştım. Bir de sakal tıraşı olmak için içerisinde onar tane olan üç paket permatik var. Ölünceye kadar tuzdan ve permatikten ne kadar kalırsa artık. Bu telefon da var diyeceğim ama pek bunun yüzüne bakacaklarını sanmıyorum.
Gördüğünüz gibi benden sonra dört çocuğum arasında miras kavgası verecek kadar bir malım yok. Bu utanç da bana yeter. Haliyle çocuklarım da utanacaklar. Bize bıraka bıraka permatik ve tuz bırakmış. Babamız safi yatmış. Başka babalar gibi bir servet bırakmamış diyecekler.
Böyle demede de haklılar. Çünkü ben, insanı ne uzatan ne de kısaltan sabit gelirli olmayı seçtim. Bu da beni ne ondurdu ne de öldürdü. Maaşımdan arta kalan üç beş kuruşu da kenara attım ama gördüğünüz gibi damlaya damlaya göl olmamış. Halbuki enflasyona da ezdirilmemiştim ama görüyorum ki pul olmuş attıklarım. Belimi büken enflasyonun beli ha kırıldı ha kırılacak derken enflasyon yoluna dolu dizgin gidiyor. Gel gör ki benim belim bükülmüş de benim haberim yok bir de TÜİK'in.
Bıraktığım bu serveti dört kardeş aralarında nasıl paylaşırlar bilmem. Şeriat mahkemesi mi kurarlar yoksa Medeni Kanuna göre mi paylaşım yaparlar bilmem. Ama kızım olmadığına göre sanırım aralarında eşit bir paylaşım yaparlar. Evleri ve arabayı satıp parayı kırışırlar. Yok babamın hatırası deyip iki evi dörde, arabayı da dörde mi bölmeye kalkarlar bilmem. Sadece araba kalsa birer birer teker ve kapı paylaşımı yapabilirler. Evler biraz sorun olacak ama nasıl anlaşırlarsa artık. Kiraya verip her ay biri kirayı alabilir. Ama esas kavga, kalan kaya tuzunda ve permatik paylaşımında olacak gibi görünüyor.
Allah vere de paylaşacağız diye basın ve medyaya düşmezler. Döviz bastırıp, "Babamızın parası, söke söke alırız" demezler. Herhalde bunu yapmazlar. Bizim siyasetçi ve dini lider mirasçılarından neyimiz eksik demezler. Çünkü mirasın miktarını gören bunları tefe koyar.
Şimdi düşünüyorum da utanıyorum kendimden. Bırakacağım mirastan dolayı da çocuklarımın mahcup olacağını düşünüyorum. Çünkü bu miktarı paylaşmak için kavgaya gerek yok. Basın medyaya düşmeye de. Çünkü kavga edilecekse bir defa kavgaya değecek bir mal olmalı orta yerde.
Şimdiki aklım olsaydı, bir şekilde siyasete girer. Paraya para demezdim ya da bir cemaatin başına geçer, servetimin haddi hesabı olmazdı. Hizmet ehli ve sureti haktan görünüp malı götürürdüm. Artanla da çocuklarım kavgasını yapardı. Buna da değerdi. Servetin miktarı havada uçuşurdu. Taş ve sopalar da. Benim servetim de züğürdün ağzını yorardı.
Haydi siyaset her kişinin hele benim hiç işim değil. Başarı şansım sıfır. Tarikat ise babadan oğula geçer. Babam da yoksa bana nasıl geçsin. Yalnız dört erkek çocuğa bir şeyhlik bıraksaydım, aralarında post kavgası epey devam ederdi. Bu iş tam bana göreymiş halbuki.
Şu var ki siyaset ve dini oluşum içinde olamasam da olmamam gereken bir şey de sabit gelirliliği tercih etmemem gerektiğini şimdi düşünüyorum. Pekala poşet dede gibi dilencilik yapıp paraya para demezdim. Tek yapacağım, üzerime yanık elbise giyip üzerine poşet geçirmek idi. Gören acır, verirdi. Ben de toplar toplar, biriktirir biriktirir, akşamında bankalara yatırırdım. Milyonlarım böyle birikirdi. Öldükten sonra kıymete binerdim. Basın ve medya günlerce benden konuşurdu. Bıraktığım serveti de tabi. Bankadaki birikintileri timsah gözyaşları dökerek çocuklarım temizinden çekerdi. Yemeyenin malını yerler derlerdi ardımdan.
Heyhat ki heyhat! Ölümüm sessiz sedasız olacak. Bir garip öldü deyip gömecekler. Fakir ölünce pek cenazeme katılan da olmayacak. Ardından çocuklarım arasında miras kavgası olmayacağı için basına da düşmeyeceğim ve toprağım kurumadan unutulup gideceğim.
Vah ki vah...

15 Ocak 2025 Çarşamba

Aile Yılında Ben

2025 yılının Aile Yılı ilan edilmesiyle birlikte önce Cumhurbaşkanı genel hatlarıyla, ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı detaylarıyla ailelere yönelik bir dizi açıklamalarda bulundu.
Detayları görünce 2024 yılında Emekliler Yılı dolayısıyla emekliler yaşamıştı. Şimdi de aileler yaşayacak dedim.
Görünen o ki devlet aileler için kesenin ağzını açmış. Önce verilenler bakalım:
Yeni evlenecek gençlere 150 bin lira iki yıl ödemesiz faizsiz kredi verilecek. Hemen oğlana müracaat et dedim. Bu parayı duyan benim oğlan bu kadar para ne işe yarar dese de bakmayın siz ona. Bu devirde baba oğluna vermez bu kadar parayı borca. Üstelik iki yıl ödemeyecek. Hem de faizsiz.
Benim oğlan bu parayı beğenmese de yeniden evlenesim geldi. Ama evliyim. İkinciyi evlensem desem, önüme Medeni Kanun çıkıyor. İkinciye izin vermiyor. Gayri resmi evlensem, devlet bunu yok kabul ettiği için sanırım bu paradan yararlanamam. Acaba diyorum. Eşimle mahkeme yoluyla boşanıp tekrar evlensem, bu paradan yararlanmam mümkün mü? Bu işin mahkeme boyutu var. Aile mahkemesine müracaat gerek. Hakim soracak niye boşanıyorsunuz diye. Şiddetli geçimsizlik diyeceğim. Ya hanım, yalan söylüyor. Aramızda şiddetli geçimsizlik falan yok. 150 bin lira için yapıyor dese, hakim, utanman mı bu yaşta yalan söylemeye derse, kırmızı yüzüm kıpkırmızı olur.
Diyelim ki yüzümün kızarmasını göze aldım. Hanımı da bu paraya 24 gram altın alıp sana mihr olarak vereceğim diye ikna ettim. O da 50 gram yapan mihri görünce, evet hakim bey, şiddetli geçimsizliğimiz var dedi ve kağıt üzerinde boşandık.
Belli bir süre geçtikten sonra tekrar evlenmeye kalksam, hanım razı olacak mı? Gözümü açtım artık der mi? Bir de 50 gram mihre razı olacak mı?
Sonra dese, bu iş çocuk oyuncağı değil, şakası da ciddi, ciddisi de ciddi. O zaman ne derim.
Haydi, bunlara gönüllü gönülsüz razı oldu diyelim. Yalnız madem ki yeniden evleniyoruz. Sıfırdan yeni düğün yapıyormuş gibi evlilik ve düğünün tüm aşamalarını yerine getireceksin. Beni babamdan isteyeceksin. Ağız tadı, nişan, düğün, düğünde yemek, kına gecesi, düğün elbisesi, gelinlik vs. hepsini istiyorum, evdeki eşyalar da kullanılmış, yenisini istiyorum, üstelik hepsi marka olacak, nikahta ayağına da basarım dese, düşünün ki halim nice olur?
Hepsinden geçtim. 150 bine tüm bu işler hallolur mu diyeceğim ama zaten 150 bin mihre gitti.
Haydi, girdik bu yola. Hamama giren terleyecek. Hepsine katlanacağız dedim. Sanırım içim içimi kemiren bir sorun daha var. Çünkü devlet bu 150 bini müracaat eden gençlere vereceğini söylüyor. Benimse yaşım 61 olmuş. Görevli, amca, sen de mi? Yaşından başından utan dese ben de yaşıma bakmayın, nice gençlere taş çıkartırım desem, benim dışında kim inanır buna. Üzerine, senin yaşındakiler bu kapsama gitmiyor dese, o zaman onca masrafı boşu boşuna yapmış olacağım. Ama denemeden olmaz bu işler. Test etmeden nereden bilebilirim. En azından denedim olmadı demek için bu yola girmem gerek. Bakalım bu deneme ve merakım bana kaça patlayacak?
Tüh be! Yaş şartı varmış. 18-29 yaş aralığında olmak gerekiyormuş. Benim hayallerim de başlamadan bitti.

7 Ocak 2025 Salı

Davacının Ahmağı

Türk siyasetinin ve Meclisin renkli siması kim dense, Sırrı Süreyya Önder derim.
Hayatı yokluk, protesto ve hapis hayatıyla geçmiş dense yeridir.
Bildiğim kadarıyla yargılanması devam ediyor.
Kimdir diye baktığımda, Adıyamanlı Türkmen bir ailenin çocuğu olan Önder hakkında; yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu, gazeteci ve siyasetçi yazıyor.
Dört dönemdir milletvekilliği yapan Önder, vekil olmasına rağmen yurtdışına çıkış yasağı var. Yani sakıncalı piyade muamelesi görüyor. Meclis başkanvekilliği görevini sakıncalı görmeyen devlet, yurtdışına çıkış yasağı koyuyor.
Halihazırda TBMM başkan vekilliği görevini de yürütüyor.
Burada, Sırrı Süreyya'nın kim olduğundan ve hangi partiden vekil seçildiğinden bahsedecek değilim. Sırrı Süreyya'nın espri ve mizah yönü, donanım ve birikimi ve hazırcevaplığı dikkatimi çekti.
O kadar birikimli, mizah yapan ve hazırcevap gördüm ama Sırrı Süreyya gibisini görmedim. Verdiği cevaplardan da kimse gocunmuyor ve tepki göstermiyor. Hatta ortamı yumuşattığı, insanları rahatlattığı muhakkak.
Önder'in bu yönünü bildiğimden, aklıma geldikçe ve önüme düştükçe kısa videolarını dinler ve izlerim.
Bir defasında yine Meclisi yönetirken soru cevap faslına dair bir görüntü önüme düştü. Şanlıurfa milletvekili, ilinin sorunlarını dile getiriyor. Şu eksik, bu eksik, şu yapılmadı, bu yapılmadı şeklinde tüm eksiklikleri saydı. Derdini anlattıktan sonra neler yapabiliriz Sayın başkan dedi.
Tüm bu konuşmayı baştan sona dinleyen Sırrı Süreyya, taşı gediğine koydu ve şu cevabı verdi: "Sayın Tanal, sizi ve Meclisin tenzih ederek söylüyorum. Davacının ahmağı, derdini mübaşire anlatırmış" dedi. Son noktayı koydu. Öyle zannediyorum, gülüşmelere neden olmuştur bu benzetme ve cevap.
Yine bir Meclis yönetiminde bir partinin grup başkan vekili söz istiyor. Söz veriyor. Söyle derdini diyor: "Az önceki konuşmacı bize sataştı. Utanmıyor musunuz" dedi. Hemen araya girerek "Utanmıyorum de sende" dedi. Bu cevaba hatip dahil herkes güldü. Ardından, "Utanmıyor musun derken soru işareti yok. Ünlem işareti var” dedi. Önder, "Ben keramet ehli değilim. Orada ünlem işaretini göremiyorum" dedi.
Sözün özü, Mecliste ve her yerde böyle kelamı kibar, donanımlı ve hazırcevap insanlara ihtiyaç var. Nerede böyleleri varsa, bilin ki oradakiler, işlerinin arasında hoşça vakit geçirirler ve yorgunluklarına değer.

Umut Hakkından Ben de Yararlanmak İstiyorum

40 bin kişinin katili, terör örgütünün elebaşısı ve 25 yıldır cezaevinde cezasını çeken Öcalan'ın umut hakkından yararlandırılması konuşuluyor.
Öcalan’ın umut hakkından yararlanabilmesi için terör örgütüne silahları bırakın çağrısı yapması ve örgütün lağvı şartı var.
Öyle görünüyor ki Öcalan, silahları bırakın çağrısı yapacak.
Örgüt silahları bırakır mı, bırakmaz mı, bunu zaman gösterecek.
Bu atmosferde partilerde bir bahar havası olduğu gözlerden kaçmıyor. Görüşmeyen partiler görüşüyor, sakıncalı görülen parti temsilcileri her bir siyasi partiyi ziyaret ederek bilgilendirme yapıyor.
Yayılan atmosfer Türkiye'nin hiç olmadığı kadar barışa yakın olması. Çomak sokan olmazsa, taraflar yan çizmezse sanki bu sefer olacak havası var gibi.
Bu süreçte Öcalan'ın cezaevinden çıktıktan sonra evlenmeyi düşündüğü bile yazılıp çiziliyor.
Evlenmenin gerçekleşmesi, Öcalan'ın umut hakkından yararlanmasına bağlı.
Hazır bu hava yayılmışken Öcalan'ın yararlanacağı umut hakkından ben de yararlanmak isterim.
Senin neyin var, sen de mi adam öldürdün, ardında kaç cesedin var derseniz.
Maalesef size bu konuda olumlu cevap veremeyeceğim. Çünkü karınca dahil bugüne kadar herhangi bir cesedim yok. Geride cesedin olmaması dürüstlüğümden değil. Beceriksizlik ve korkaklığımdan. Elime silah verseler, al şunu vur deseler, isabet ettiremem. Nitekim askerde 25 metre mesafe atışta üç tane karavanam var. Başka da elime silah almadım.
Lafı uzatıp esas konudan uzaklaşmak istemiyorum. Yineliyorum. Öcalan'la verilecek umut hakkından ben de yararlanmak istiyorum. Tamam, hapis cezam yok. Adli sicilim temiz. Benimki idari ceza. Kademe ilerlemeyi durdurma cezam var. Bu ceza kalkmadığı müddetçe kıdemim yeterli olmasına rağmen başöğretmen olamıyorum. Haliyle mağdurum. Yarın çocuklarıma, babanız ne iş yapardı diye sorduklarında, çocuklarım babamız başöğretmendi diyemeyecek.
Niye ceza aldın denirse, Öcalan gibi 40 bin kişinin katili olmasam da suç dosyamın kabarık olduğunu söyleyebilirim. Müstear isimle siyasi içerikli yazı yazmak, kurum ve kuruluşları eleştirmek, mülki amir hakkında yazı yazmak, kurum ve kuruluşlarda görev yapanların itibarını düşürmek gibi. Kısaca yazdığım yazılardan dolayı bu cezayı aldım.
Hasılı, umut hakkı veya ne hakkı denirse, benim bu cezamın kalkmasını istiyorum.
Herhalde Öcalan’dan esirgemeyen bana da esirgenmez umudunu taşıyorum.
Yok, kaleminden kan damlıyor. 40 bin kişinin katilinden daha tehlikelisin. Bu yüzden sana başta umut hakkı olmak üzere hiçbir hak vermeyeceğiz denirse, buna hiç sözüm olmaz. Zira boynum kıldan incedir.

Aile Yılı

2024 yılı hepimizin bildiği gibi emekliler yılı idi. Çoğu meslek grubunun sadece bir günü varken koca 365 günün emeklilere tahsisi, öyle zannediyorum, hepsini olmasa da bazılarını mutlu etti. Öyle ya kimin oldu bugüne kadar koca bir yılı.
Bu emekliler yılında yetmez ama emeklilere çok şey verildi:
Şezlonglar bedava oldu.
Defaten beş bin lira verildi.
% 37 olması gereken zamları önce 45'e, sonra 50'ye çıkarıldı.
Kök maaşı en düşük emeklilere bir alt limit belirlenerek maaşınızı şu kadara çıkardım denildi.
Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesislerden % 15 indirimle yararlandırıldılar.
Tren ve otobüs ücretlerinde % 10 indirim yapıldı.
15.07.2024-16.08.2024 tarihleri arasında KYK yurtlarında bir hafta ücretsiz kalma imkanı verildi.
İkiİkini bayramda toplamda 6 bin lira ikramiye verildi.
Hepsi olmasa da bir kısım emekli temsilcileri Beştepe'de ağırlandı. Burada olanlar hallerinden o kadar memnundu ki haklarında yapılan konuşma büyük alkış aldı.
Hasılı emekliler yılında emekliler yaşadı. Ama uzun bir yıl olsa da sayılı günler bitti. Tekrar 2025 yılını da emeklilere versek, bu ülkede sadece emekliler yok. Başkası da var. Üstelik verilmesi gerekenler verildi, yapılması gerekenler yapıldı. Fazlası kabak tadı verirdi. Zaten emekliler de yeter bu kadarı dedi sonunda.
Peki, 2025 yılı boş mu kalacaktı? Nitekim boş bırakılmadı. Aile yılı ilan edildi.
Öyle zannediyorum, 2024 yılında ihya edilen emeklileri gören aileler, 2025 bizim yılımız, yaşadık diyecek.
2025’in ailelere tahsis edilmesi çok isabetli olmuştur. Çünkü aile önemlidir. Hazır doğum oranı gerilemişken bu aile yılı ailelere çok iyi gelecek. Bakarsınız bu aile yılında;
Evliliği gecikmiş olanlar evliliklerini bu aile yılında yapacak.
Evli olup çocukları yoksa bu aile yılında çocuklarının olması için gayret gösterecek.
Çocukları varsa da bir çocuğumuz da aile yılında olsun denecek.
Bu aile yılında doğan çocuklar göğüslerini gere gere biz aile yılında doğduk diye övünecek.
Böylece bu aile yılında evliliklerde artış olduğu gibi nüfus patlaması da olacak. Tehlike çanları çalan nüfusumuz da artacak.
Öyle zannediyorum, emekliler yılında emeklilere verilen hakların çoğu aile yılında ailelere de verilecek.
Şezlong vazgeçilmez olmakla beraber ailelere bazı teşvikler de verilebilir:
2025 yılında evlenenlere sıfır faizli ve taksitli evlilik kredisi verilebilir. Devletin buna gücü yetmezse emeklilere verilen defaten beş bin lira aile kuracaklara da verilebilir. Burada yapılması gereken, beş bini verirken beklenti enflasyonunu da dahil ederek beş bin lirayı güncellemek.
Yaz dönemi kredi yurtlarda veya devlete ait sosyal tesislerde bir hafta tatil yaparken çocuğu ana rahmine düşenlere ilave teşvik verilebilir.
Öcalan da umut hakkından yararlanmak, aynı zamanda evlenmek istiyormuş. Bunu da aile yılına denk getirmede fayda var. Hatta evlenecek çiftler, isterlerse evlilik tarihlerini Öcalan’la aynı güne denk getirebilir.
2025 yılında çocuğu olan veya bu yılda hamile kalıp 2026 yılında doğan çocukların bez, mama, zıbın gibi masraflarını devlet karşılayabilir. Hatta bu dönemde doğanlara devlette iş bulma garantisi de verilebilir.
Kısaca aile yılında evlenenlere ve doğum yapanlara devlet kesenin ağzını açabilir.

2 Ocak 2025 Perşembe

Suya Ayar Vakti

Büyükşehir Belediyemiz enflasyon güncellemesi çerçevesinde, üç aydan üç aya şebeke suyunda fiyat ayarlaması yapıyor. Şu ana kadar 15 m³'ü KDV ve ÇTV hariç 27,95 TL iken 1 Ocaktan itibaren şehir merkezindekiler, tonunu KDV ve ÇTV hariç 30,27 TL'den içecek. 16 ton ve üzeri sarfiyat ise yine KDV ve ÇTV hariç 42,96 TL'den hesaplanacak. Cıs! Hiç tavsiye etmem. 
KDV ve ÇTV oranlarını bilmiyorum. Bu rakamlara siz bu oranları da ekleyiniz.
Su uyur düşman uyumaz demeyeceğim. Çünkü su uyuduğu zaman belediyenin sayacı da uyuyor. Sayaç uyumayınca belediye de çalışıyor. Çünkü hizmette sınır yoktur. Yani kullanmazsan sorun yok. Tek kuruş ödemezsin suya.
Kullanmazsak olmaz. Zira su hayat ve her şey derseniz, 15 tonu geçmeyecek şekilde kendinizi ayarlamanızı şiddetle öneririm. Benim önerimi dikkate alın ama gittiğim yoldan gitmeyin. Zira 15 tona göre ayarlayamadım hiç kendimi. Yani hiç hesabım tutmadı. 
Bu demek değildir ki battı balık yan gider. Öyle değil. Nasıl ki belediye hesap kitap yapıyorsa, hiç hesabım tutmasa da ben de yine hesap kitap yapacağım. Hesabımın tutmamasını lütfen ayıplamayın. Çünkü hesabı tutmayan tek ben değilim. Koskoca devletin yıllık enflasyonu tutmuyorsa benimki de tutmuyor. Bu demektir ki devlet tencere ise ben de kapağım. 
Hesap ve kitabın tutmamasında, her ne kadar sorumluluk evin aile reisi olarak bende ise de eve gelen misafirlerim de bu hesabın tutması için bundan sonra taşın altına elini koyacak.
Misafir ne yapabilir. Sen evin içine bak demeyin. Benim gücüm evin içine yetmez. Ancak misafire sözüm geçer. Bilin ki tasarruf genelgesinde Meclis ve Beştepe gibi bazı  istisnalar var ise tasarrufta da benim ev istisna. 
Bu arada misafir deyip de geçmeyin. Geçen iki defa kalabalık misafir ağırladım. İlkinde üç çaydanlık çay, ikincide 2 çaydanlık çay gitti. Afiyet olsun ama bu kadar su nereden gelir demediler. Abbas'ın kör kazı gibi içtiler. İçleri çayla doldu. Hele biri vardı. Yanıma oturdu. Güya çayı pek sevmezmiş. Doldur üstat dedi durdu. Bildiğin çaykolik çıktı. İyi ki çayı sevmiyormuş. Bir de sevseydi, halim nice olurdu, benim adıma siz düşünüverin. Bu arada KDV ve ÇTV dahil suyun tonu kaça varıyor, yaptınız mı bu hesabı? 
Toplam beş demlik çaydanlığa ne kadar su gittiğini de hesaplaya durun. 
Bizim çayı içenler şişede durduğu gibi durmadı. Akar yanı aşağıda imiş bazılarının. Üstat, tuvalet müsait mi dedi bazıları. Bunu duyunca çaya giden sudan geçtim. WC, lavabo... vay anam vay. Mübarekler, tutamayacaksınız, niye içtiniz bu kadar çayı? 
O kadar çayın ardından, içilen çay susuzluklarını gidermemiş olmalı ki üstat, bir su getirir misin dedi iki tanesi. Emriniz olur. Hepsi de benden küçük üstelik. Suyu da getirdim. Lıkır lıkır içtiler. Çay, su derken adeta Salih peygamberin devesi gibi içtiler diyeyim de siz beni anlayın. 
Bu arada anlayışınız için teşekkür ediyorum. 
Bu misafirler meselenin ciddiyetini anlamadılar. Yazı konusu ediniyorum ki kafaları dank etsin. Şayet bir daha evime misafir gelirlerse, lütfen bir bardak çayla yetinin ki hem çaydanlık çaydanlık çay çekmeyeyim hem de ardından soluğu tuvalette almayın. Bir bardak içince, kafi. Ziyad olsun. Fazlası uyutmuyor deyin. Unutmayın ki bir bardakla yetinirseniz ölmezsiniz. Umarım, su konusundaki hassasiyetime gerekli özeni gösterirsiniz değerli misafirlerim. 
Bu arada bizim okulda öğleye kadar görevli 13 çaydanlık çay demliyormuş. Vay be! 
Beterin beteri var dedikleri böyle bir şey olsa gerek. 
Benim misafirler yine iyiymiş. Görevli, "Kınık sığırı gibi içiyoruz" dedi. Abbas'ın kör kazı değil miydi dedim. Böyle de denir dedi. 
Bu arada sayın misafirlerim, fazla çay sizi tuvalete götürdüğü gibi aynı zamanda kansızlık yapıyormuş. Bilin istedim. 

30 Aralık 2024 Pazartesi

Ziyaret Kurallarım (!)

İktidar, ana muhalefet, muhalefet liderleri veya herhangi sade bir vatandaş,
1.Randevu almadan makamıma gelebilir.
2. Telefon açarak gelmek istediğini söyleyebilir. Burada "Müsait isen, ziyaret etmek isteriz" denmesi tercihimdir. Ayrıca sosyal medya paylaşımıyla yarın şu saatte şuraya gideceğim, açıklamasına gerek yok.
3. Ziyaretime gelirken çam sakızı çoban armağanı, bir hediye ile gelmeleri kalbimi fetheder. Zira beni fethetmenin yolu midemden geçer. Tablo istemiyorum. Çünkü ne yenir ne içilir. Bu yüzden tablo getirecek olan taş yerinde ağır sözü gereği, ağırlığını bilerek yerinde kalsın, bana gelmek için zahmet etmesin derim.
4.Odamda 4 koltuk var. Ziyaretime gelecek olan kendisi dahil, 4 kişi gelebilir. Savaşa gidecek bir ordu istemiyorum.
5. Kamera, mikrofon yasak. Çünkü bu soğukta dışarıda üşümelerini istemiyorum.
6. Ziyaretlerinde nezaketen "Ne alırsınız" derim. Bu soruda tüm seçenek çaydır. Ancak çay ikram ederim. Zira burası kafe veya kahvehane imiş gibi ben şunu isterim, bunu isterim istemem. Hele kahveye hiç sıcak bakmıyorum. Çünkü kimsenin kırk yıl kahrını çekemem.
7. Ziyaretin makbulü kısa olanıdır sözünü bilmem hatırlatmama gerek var mı? Odamda kalma süreniz çayımı içinceye kadardır.
8. Dışarı çıktıktan sonra mikrofonu görünce, içerideki nezaketi bırakıp seçmene mesaj vermeye kalkmayın. Çünkü resmi kurum mesaj verme yeri değildir.
9. Giderken de efendim, biz de bekleriz demenizi isterim. Zira nezaket bunu gerektirir. 30.12.2021
Not: Kılıçdaroğlu'nun TÜİK'i ziyaret etmek istemesi, bunu basın aracılığıyla duyurması, bu konunun gündem olması dolayısıyla ele alınmıştır. 

16 Aralık 2024 Pazartesi

Takkem de Takkem

Yan tarafta gördüğünüz iki takke de benim. Kışın soğuk havalarda giyerim.
Koyu olanı eskiden beri var. Nereden aldı isem, kafama giymenin dışında bir faydasını görmedim. Çünkü kafama geçirdiğim zaman beni soğuktan koruyacağı yerde, dışarıda ne kadar soğuk varsa içe çeken bir özelliği var. Kafamda da düzgün durmaz. Her giydiğimde kıvırdığım yerlerin yeri değişir. Pek işimi görmediyse de soğuk havalarda başına bir takke geçirseydin diyenlere tampon görevi görüyordu.
İşime yaramasa da dostlar alışverişte görsün türünden ve psikolojik olarak rahatlatıyordu.
Ben kışları böyle geçirirken zaman zaman soğuk havalarda takkesiz çıktığım oldu. Çünkü ne zamandır giyiyormuşum. Yıkanması gerekiyormuş. Yıkayacak zamanı buldun mübarek. Bu havada takke mi yıkanır demiş oldum. Bekledim ki keşke yıkamasaydım. Bir daha öyle yaparım demesini. Ne mümkün. Demez mi başına güzel bir takke daha al diye. Belli ki takkecilerle ortaklığı var benim evin.
Baktım olmayacak. Çünkü güllük güneşlik havalarda yıkanmayan takkem nedense zemheride yıkandı. Hem de kaç defa.
Yeni bir takke daha alayım da biri yıkandığı zaman diğerini giyeyim ki kellem üşümesin.
Ne zaman, nereden, kaça aldıysam, paraya kıyıp alttaki krem takkeyi almışım. Artık iki takkem olmuştu.
Ama bu son aldığım tam kafama oturdu. Giyerken de çıkarırken de düzeltmeye ihtiyaç duymadım. Kafama geçirince de kafam ne rüzgarı aldı ne de soğuğu. Kim örrdüyse sıkı örmüş. Aldığı parayı hak etmiş. O kadar sıcak tutuyor ki o soğuk havalarda kafam hava alsın diye zaman zaman çıkarmışlığım olur. Bir iyi yönü daha var. Kafama geçirince tarak kullanmaya da gerek yok. Çünkü ne kadar saç varsa saçlarımı bir güzel taramış oluyor, asfalt gibi.
Baktım iyi, işimi de görüyor. Kışın soğuklarını görünce koyu olanı değil, bu krem olanı kullandım. Çünkü çok memnunum kendisinden.
2024'ün soğukları kendisini gösterir göstermez pardösü ile birlikte bu krem takkeyi de giymeye başladım. Nereye çıktıysam kah başımda kah cebimde taşıdım. Hele sabah erken saatlerde işe giderken çok hora geçiyor diyebilirim.
Takkeden o kadar memnunum ki sanırım nazar değdim takkeme.
Bir çarşamba okuldan geldim. Oğlana haydi akşam yemeğini bu defa lokantaya gidelim dedim. Çıktık birlikte eve yakın işlek bir lokantaya gittik. Karnımızı doyurup geri eve geldik.
Ertesi gün çarşıya çıkacağım. Kaşkolü boynuma attım. Ceketi giyip pardösüyü üzerine geçirdim. Gözüm takkeyi aradı. Yoktu. Cepte olabilir mi dedim. Yoktu. Ceketin cebine baktım. Yok. Evin her bir yerini tek tek yokladım. Yoktu. Oğlana, evlat! Akşam lokantaya giderken başımda takke var mıydı dedim. Vardı galiba dedi. Demek ki lokantada kaldı o zaman dedim.
Yöneldim lokantaya. Kasadaki hanım kıza, dün akşam şu masada yemek yedik. Takkem burada kalmış olmalı dedim. Komilere sordu kadın. Gidip dediğim masaya ve koltuklara baktı. Yok dedi görevli. “Abla, unutulan eşyayı size veriyoruz. Şu dolapların gözüne bakar mısın” dedi. Kadın her bir dolaba baktı. Burada kalmamış dedi. Teşekkür edip ayrıldım.
Dışarı çıktım. Hava ayaz mı ayaz. Üşüyerek çarşıyı boyladım. Hem giderken hem dönerken ne kadar soğuk varsa aldım.
Eve girince baktığım yerlere bir daha bakarak takkeyi aradım. Lokantada yoksa evde de yoksa bu takke yer ayrılıp içine mi girdi o zaman? Acaba okulda dolabımın gözünde bırakmış olabilir miyim dedim. Ama okulda kaldığına hiç ihtimal vermedim.
Ertesi günü tekrar lokantaya gittim takkeyi aramaya. Çünkü içeride müşteri var. Üstünkörü baktılar. Müşteri boşalınca belki bakmış olabilirler ve takkeyi bulup kasaya getirmişlerdir belki dedim. “Beyefendi dün de geldiniz. Burada kalmadı” dedi hanımefendi kibarca. Nereden bilebilirdim bir önceki günkü kadın olduğunu. Makyaj yapınca aynı kadın gözümde değişik göründü.
Oradan tekrar çarşıya geçtim. Perşembeden sonra cuma günü de tüm soğuğu yedim.
İçimde bir üzüntü. Üşüdüğüm bir tarafa. Gördüğü işlev yönüyle takke benim için önemliydi. Manen olmasa da benim için maddi değeri başkaydı. Öyle ya ayazı bol bu Konya’da şimdi takke fiyatları bu mevsimde kaçadır. Hadi paraya kıyıp yeni takke aldım diyelim. Yeni aldığım takke bu krem takkenin yerini tutacak mıydı? Ya koyu renkli takke gibi yok hükmünde bir takke çıkarsa aldığım. Tüh ya bir lokanta sevdası başıma ne iş açtı dedim kendi kendime. Lokanta parasının üzerine yeni takke fiyatı da ekledim. Bu yemek bana baya tuzlu geldi.
Cumartesi çarşıya çıkarken ıskartaya çıkardığım koyu renkli takkeyi geçirdim başıma. Sağ olsun, yine bildiğiniz gibiydi. Tüm soğuğu sanki takke giymemişim gibi başıma çekti.
Çarşı, pazar dolaşsam da ağzımın tadı kalmamıştı. Dört gün boyunca cenaze gibi dolaştım. Aklımda hep takke vardı.
Pazar günü kaybettiğim ve geri gelmez dediğim takkenin üzerine pazartesi sendromu çöktü. Yesem de tadı yok, içsem de.
İçimde umutsuz vaka olarak okul kaldı. Acaba takke okulda kalmış olabilir miydi? Ama oğlan takke başındaydı dediğine göre takkenin okulda kalması yüzde bir ihtimal bile değil.
Pazartesi sendromu hâletiruhiyesi içinde okulun yolunu tuttum. Nöbet defterini imzaladıktan sonra İstiklal Marşı öncesi derse hazırlık için dolabı açtım. O da ne? Benim dört gün boyunca aradığım takke dolabımda değil miymiş. Bir sevinç bir sevinç. Tıpkı eşeğini kaybettikten sonra bulan Nasrettin Hocanın sevinci gibi bir sevinç idi bendeki. Anlatılmaz ancak yaşanır. Bu durumdan beni bir Nasrettin Hoca anlar. Sakın at mı, deve mi, altı üstü bir takke demeyin. Hiçbir sevinç, kaybedilen bir şeyi bulmanın verdiği sevinci veremez.
Takkemi bulduktan sonra kim tutar beni. Pazartesi sendromu dediğiniz nedir ki. Soğuk ve yağmurlu bir havada dışarıda nöbet de tutarsın. On saat derse de girersin.
Mutlu olmak ve sevinmek istiyorsanız, lütfen kaybedin. Önce kaybedin sonra bulun. Masrafı da yok. Bedava üstelik.
Allah kimseye onca gündem arasında yazacak konu sıkıntısı yaşatmasın.

4 Aralık 2024 Çarşamba

Protesto Neyinize Sizin?

Yapılan her şeyde bir hikmet varsa, 

Sizin adınıza her şeyi yapıyor, saçını süpürge ediyorsa, 

Gece gündüz koşturuyor, uyumuyorsa, 

İşgalci devleti protesto için miting yapıyorsa, 

İşgalci gücü her platformda eleştiriyor ve veryansın ediyorsa, 

Onların gözünün içine baka baka onlara terörist diyorsa,

Terör devletini sürekli gündemde tutuyorsa,

Siyonizm’e karşı yedi düvel ile mücadele ediyorsa,

Tüm bunları ve daha fazlasını sizin adınıza yapıyorsa...

Tüm bunları takdir etmeniz gerekiyorken size ne oluyor da protesto etmeye kalkıyorsunuz?

Sonra protesto neyinize sizin? 

Ne anlarsınız ayrıca siz protestodan? 

Bir protesto yapılacaksa sizin adınıza biz onu da yaparız. Nitekim yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. 

Hakaret değil mi bu yaptığınız protesto? 

Halbuki takdir beklenirdi sizden. 

Yaşa, var ol demeniz gerekirken Siyonizm’in dili ve ağzı olmaya kalkıyorsunuz. 

Vah yazık size! Boyunuzdan utanın. 

Kalıbınıza yazık! 

İnsan sıkılır böyle yaparken. 

Hiç utanma ve sıkılma da mı olmaz insanda? 

Hakaret ettiniz de ne oldu? Boyladınız kodesi. 

Haydi kurtarın kendinizi bu dört duvardan. 

Bu daha iyi günleriniz. 

Sicilinize de işlenecek daha. 

İyi hal kağıdınız lekelenecek. 

Ne işe yaradı şimdi? 

Yazık değil mi size? 

Ağzı ve dili olduğunuz Siyonizm haydi sizi kurtarsın da göreyim. 

Bu yaptığınız da kulağınıza küpe olsun. 

Bundan sonra uslu uslu oturmayı bilin. 

Karışmayın bilmediğiniz işlere. 

Biz ne yapıyorsak en iyisini yaparız. Çünkü biliriz. Sizin adınıza düşünür, sizin adınıza yaparız. Çünkü biz her yolun olduğu gibi bu yolun da kitabını yazdık. 

17 Ekim 2024 Perşembe

Sosyal Medya Vergisi

Açığı kapatmak ve yeni kaynak bulmak amacıyla devlet yetkilileri nereden, nasıl vergi alabilirim diye düşünüp taşınıyor. Zaman zaman absürt vergi aldıkları da oluyor ama olsun. 

Devletin işi bu. Zira vergiyle yaşıyor.

Belli ki ihtiyaç var. 

Bir vatandaş olarak devlet yetkililerinin bu zor durumunda yanlarında olmak vatandaşlık görevi. Ben de bir şeyler yapmak ve çorbada tuzum olsun isterim. Bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen bir vergi türü önermek istiyorum.

Vergimin adı sosyal medya ve sanal âlem vergisi. 

Bence devlet bu vergi türünü düşünmeli. Hemen yürürlüğe koymalı. 

Bu vergiyi koyduğu takdirde hazinenin dolacağını düşünüyorum. Üstelik sürekli olacağı için cari fazlası vermeye başlayacaktır. 

Nasıl olacak bu derseniz, adından da anlaşılacağı üzere bu vergiyi almak kolay. Yeter ki devlet bu vergiyi koysun. 

Sosyal medya hesabı olan herkes bu vergiyi ödemekle yükümlü olacak. Kişinin kaç hesabı varsa o kadar vergi ödeyecek. 

Ayrıca her sosyal medyaya girişte giriş vergisi adı altında bir miktar vergi alınabilir. 

Sosyal medyada eğleştiği süre boyunca günlük, aylık vergi miktarı belirlenebilir. 

Paylaşım yapandan her paylaşım başına, okuyup beğenenden beğeni başına, yorum yapandan yaptığı yorum sayısınca vergi düşünülebilir. 

Sosyal medyaya girdiği halde hiç paylaşım yapmayan, yorum yazmayan, beğeni işareti bırakmayan, kısaca renk vermeyen ve iz bırakmayandan faydalanma vergisi alınabilir. 

Cuma mesajı paylaşanlardan resim formatında paylaşana ayrı, yazıyla paylaşana ayrı olacak şekilde mesaj vergisi konabilir. 

Bir partinin, bir ideolojinin trolü olanlardan trol vergisi alınabilir. 

Devlet memuru olduğu halde mesai saatleri içerisinde paylaşım yapandan kallavi vergi alınabilir. 

WhatsApp aracılığıyla durmadan yazı gönderen, mesaj gönderenlerden rahatsız etme vergisi alınabilir. İletişim aracını boş yere meşgul ettiğinden dolayı daha fazla vergi konabilir. 

Dijital ortamda yazı okuyandan okuma vergisi düşünülebilir. 

Arama motorlarından herhangi bir konuda arama yapandan arama vergisi alınabilir. 

İnternet üzerinden döviz ve altın fiyatlarına bakanlardan servet vergisi alınabilir. 

Sanal aleme reklam verenden reklam vergisi alınabilir. 

Sanal oyun oynayandan dijital oyun vergisi alınabilir. 

Bir Web sayfasına girildiği zaman çerezleri kabul et diyenden çerez vergisi alınabilir. 

Daha neler neler... 

Kısaca, devlet bu konuda kafa yorsun. Devlet ihya olur. Paraya para demez. 

Burada herkes sosyal medya hesabını kapatır denebilir. Devlet her 18 yaşını doldurandan sosyal medya hesabı açmasını zorunlu kılabilir. 

Hesap açmak istemeyene vatan haini, terörist muamelesi yapılabilir. Kanına baktır denebilir. 

Bu vergi türünde vergi kaçırma durumu da olmaz. Çünkü kimin ne zaman girdiği, ne kadar bu alemde durduğu, ne yazıp çizdiği belli. O yüzden kimse vergi kaçıramaz. 

Gördüğünüz gibi çözüm çok kolay. Yeter ki istensin.

Bu konuda, vekillerden biri destek isterse kanun teklifi hazırlamada yardımcı olurum.