Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Doğal Gaz ile Isınmaya Devam *

Zamanında gel şu doğal gazı bağlatmayalım. Bugün hesaplı olduğuna bakma. Bu doğal gazın ne yapacağı belli olmaz. Çünkü dışarıdan geliyor. Üstelik ta Rusya'dan. Babam rahmetli "Ben bu Moskof'tan ben pek korkarım" derdi. Biz yine anam babam usulü odun, kömür, tezek ile ısınma yoluna gidelim, dedim. Ama efendim, herkes bağlatıyormuş. Herkes bizim bildiğimizi bilmiyor mu? Demek ki var bir bildikleri. Sadece biz kaldık bağlatmayan. Üstelik çok da kolaylıkmış. Düğmeye bastın mı çalışıyormuş, perdeleri islendirmiyor, duvarlar bembeyaz kalıyormuş. Dışarıdan geldiğin zaman kova doldurma ve soba yakma derdin olmuyor. Hele mutfağa pek bir şey gelmiyormuş. Tüpten çok ucuz. Tam yemek pişerken tüp bitti derdi de yokmuş. Ne kadar bağlatan bağlatsın, kimsenin bir bildiği falan yok. Kolaylık ve rahatlık olduğuna bakma. Her rahatlığın bir bedeli vardır. Benim bu yaştan sonra bedel ödemeye ve bir "Moskof"a para kazandırma niyetim yok. Varsın duvarlar kirlensin, ben si

Bir Şeye Susamak *

Suyun kıymetini bilmek için susamak gerekiyor. İhtiyaç yok iken su içmek insana eziyetten başka bir şey değildir. Bu durumu diğer ihtiyaçlarımız için de söyleyebiliriz. Fikir ve yaşantı da böyledir. Mesela sosyal hayatta bir insan, içinde bulunduğu ortamda, ortamın kendisine sunduğu albenili hayatı tatmadan diğer hayatın kıymetini bilmez. Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açmak isterim. Adaletiyle ünlü Hz Ömer'i ele alalım. Cahiliye döneminin başaktörlerinden birisidir. Çoğunluk gibi puta tapar. Mevcut toplumsal yapıya savaş açan Hz Muhammed'i öldürecek kadar da gözü kara biridir. Putperestliğin en önde gidenlerinden iken aynı zamanda yaşadığı hayatı sorgulamaya devam eder. Çünkü hem mantıksız buluyor hem de içindeki boşluğu doldurmuyor. Sonunda hepimizin bildiği gibi düşmanı bildiği dine giriyor ve yeni dinin en önde gelenlerinden oluyor. Halifeliğe kadar yükseliyor ve bu görevi de hakkıyla yerine getiriyor. Bugün bile onu ve dönemini hayırla yad ediyoruz. Ün

Bedeli Ödenmeyen Hiçbir Şeyin Kıymeti Bilinmez

Yaşadığım hayat bana şunu göstermiştir ki tecrübe edilip bedeli ödenmeyen hiçbir şeyin kıymeti harbiyesi yoktur. Bundandır ki bir musibet bin nasihattan evladır denir. Yaşayıp burnumuz sürtülecek ki ondan sonra kendimize geleceğiz. Ne de denenmişsek o konuda tövbekar olur, yoğurdu üfleyerek yeriz. Tecrübe edinmeden hiçbir nimetin kıymetini bilmeyiz. *Uzun süre işsiz kalan biri bulduğu işine dört elle sarılır. Çünkü açlığı, çaresizliği ve değersiz hissedilmeyi bir güzel tatmıştır. *Önemini ve ne anlam ifade ettiğini kavra-t-madan tesettüre gir-dir- me kişiyi örtmez. Özünü kavramadan aramızda kapalı açık olarak dolaşır. Ne zaman ki bir ihtiyaç olduğunu hisseder, kendisiyle yüzleşir, ince çizgiyi tespit eder. İşte o zaman tesettürün farkına varır ve kendisi için bir kıymet ifade eder. *Emek sarf edilmeden başkasından gelen ile geçinen, harcadığı paranın kıymetini bilmez. Ne zaman ki kendi emeğini kazanır, parayı daha dikkatli harcar. *Susamadan su içene su, acıkmadan yemek yiye

Huzur Sokağı *

Huzur Sokağı romanı ile adı özdeşleşmiş Şule Yüksel Şenler hanımefendi vefat edince sosyal medyada yazılıp çizilenlere ve paylaşımlara bir göz attım. Samimi duygu ve düşüncelerini ifade eden, üzüntülerini paylaşan çok kişi gördüm. Paylaşımcıların ortak noktası sanki okullarda ders kitabı olarak okutulmuş da herkes zorunluluktan onun kitabı "Huzur Sokağı" isimli kitabını okumuş. Sadece benim nesil değil, benden kaç nesil sonrası da bu kitabı okumuş. Çok satan kitaplar arasında yer alan bu kitap, öyle zannediyorum satışından fazla bir okuyucuyla buluşmuş. Kitabı kim okuduysa kitapta kendinden bir şey bulmuş ve etkilemediği kişi kalmamış. Kadını da okumuş, erkeği de. Kitabı bu derece değerli kılan ne olabilir diye düşünüyorum. Aklıma merhumenin samimiyeti geliyor ilk başta. İkincisi kendisini anlatması geliyor. Zira romanın kahramanlarından Feyza ile kendisini anlatmış rahmetli. Üçüncüsü, halkı Müslüman olan bir ülkede dinin bir emri olan başörtüsünü takanların, devleti yön

Bir Gün Yetkili Bir Sendika Olursam...*

Olur ya bir gün, oldu olacak, bir de sendikacılığa soyunayım dedim. Maceranın sonu yok biliyorsunuz. Kendi başıma bir sendika kurdum. Çiçeği burnundaki sendikam, umduğumdan öte bir ilgi gördü. Memurlar, "İktidar yanlısı ve iktidar karşıtı normal sendika ve konfederasyonlardan pek bir şey görmedik, bir de deli dolu konuşan anormalini deneyelim" dedi. Demekle de kalmadı, çoğunluk mevcut sendikalarından istifa ederek benim sendikama üye oldular. Kısa zamanda temsil ettiğim iş kolunda en çok üyeye ulaştım.  Baktım iş kolu sendikam umut vaat ediyor. Diğer iş kollarında da sendikacılığa soyunurum. Beş tane sendikayı bir araya getirerek bir çatı konfederasyon kurarım. Gelecek vadeden konfederasyonumuza "ille bizi de alın" diyecekler. Kısa zamanda on bir iş kolunda da memurları temsil etme gücüne ulaşırım. Bu durumda toplu sözleşmede kamu işveren heyetinin karşısına kim oturacak? Benimki de laf! Elbette ben oturacağım. Görün o zaman toplu sözleşme nasıl yapılır?

Hükümet Bana Yeni Bir Görev Tevdi Ederse...***

Olmaz da. Oldu diyelim. Hükümet bana "Bugüne kadar bir şey olmak için olur olmaz her göreve talip oldun. Bahtından mıdır? Hiçbiri olmadı. Bugüne kadar çok kişiyi sevindirdiğimiz gibi geç de olsa ahir ömründe seni de sevindirmek istiyoruz. İstediğin olacak. Çünkü sen nazarımızda idam sehpasına giden bir idam mahkumu gibisin. Dile bizden, mesela bir kurul" dese, acaba hangisini istesem diye hiç tereddüt etmem. Direk Hakem Kurulu derim. Bugüne kadar talip olduğun her görevi biliyoruz. Hakem Kurulu da nereden çıktı derseniz? Atlamışım bugüne kadar. Aslında benim yerim burasıymış. Hiç aklıma gelmedi nedense. İyi de niçin Hakem Kurulu dediniz. Güzel bir soru. O zaman söyleyeyim niçin bu kurulu seçmek istediğimi. Gördüğüm kadarıyla fazla bir iş yükü yok bu kurulun. İki yılda bir yapılan toplu sözleşmede hükümet ile memurlar adına yetkili konfederasyon, maaş zammı görüşmesinde anlaşamazlar ise işte o zaman bize iş  düşecek. Anlaşırlarsa zaten bize ihtiyaçları olmayacak. 

Şule Yüksel Şenler ***

1979 yılında orta birinci sınıfta okumakta iken okul dersleri dışında ilk okuduğum kitap Mustafa Yazgan’a ait “Sessiz Çığlık” isimli ince bir kitap idi. Ardından hangi kitabı okuyayım demedim. Çünkü ne maddi durumum ne de bilgi dağarcığım şu kitabı oku diyemezdi. Kimin elinde ne kitap varsa ondan emanet alıp okuyacaktım. Elime, Şule Yüksel Şenler’e ait “Huzur Sokağı” isimli kitap geçti. İlk okuduğum kitaba göre çok kalın bir kitaptı. Görünce gözüm korktu. Okumaya yeni başlamış, okuma zevkini henüz tatmıştım. Ebadı kalın bu kitap beni okumaktan soğutur ama neyse dedim. Zaten başka da seçeneğim yoktu. Belli bir süre sonra vermek üzere aldığım Huzur Sokağı kitabını okumaya başladım. Okudukça kitap beni kendine çekti. Biter mi diye gözümü korkutan bu kitabı okumaya başlayınca bitmesin demeye başladım. Süresinden önce bitirdiğim kitabın ikinci cildini de bularak onu da bir çırpıda okudum. Kitap beni çok etkilemişti. Tenha yerlerde okurken az ağlatmadı beni. Hem duygulandırdı, hem heye

Orman Yangınlarında PKK'nın Eli *

“Yanan orman yangınlarını terör örgütü PKK üstlendi” haberini bir gazeteden okuyunca haberin doğruluğunu teyit için diğer gazetelere de göz attım. Ormanlarımızı yakan 'Ateşin Çocukları İnisiyatifi' adıyla PKK'nın yandaşı bir grup imiş. Yaktığını üstlenmiş de. Üstelik üstlenmekle de kalmamış, bugüne kadar yaktıkları ormanların listesini 'Nûçe Ciwan' sitesi yayınlamış. Bir devlete düşman olabilirsiniz, halkını sevmeyebilirsiniz, o ülkenin polis ve askeriyle sorununuz olabilir, bir dış gücün silahlı askeri olup vur-kaç taktiğiyle o ülkeyi zayıf düşürmeyi isteyebilirsiniz, emellerinize ulaşmak için her şeyi mubah görebilirsiniz, "Biz haklı mücadelemiz için savaşıyoruz" da diyebilirsiniz. Hiçbir gerekçenizi haklı görmesem de, yanlış olsa da bir yol tutturmuşlar, beyhude bir çaba gösteriyorlar, halkın nefretini kazanıyorlar diyeceğim. Uyguladıkları terörü bir yere koyup bir mantık göremesem de anlamaya çalışacağım. Ama hiç anlayamayacağım ve anlamak istem

Fıkıh İlmine Dair (2)

"Fıkıh İlmine Dair" başlığını koyduğum yazıda geçmiş içtihat ve fetvaların günümüzde bazı sorunlarımızı çözmekten uzak olduğunu, şartların ve zamanın değişmesiyle birlikte geçmiş ictihatların günümüz bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesinde fayda olacağını izah etmeye çalıştım. Bu yazımda da günümüzde Müslümanların önünde problem gibi duran bazı konuları örnek olarak vermek istiyorum. 1.Evlilik ve boşanma...Müslümanlar, örf veya dini görüş diyebileceğimiz evlenme ve boşanma konusunda medeni hukuk ile çelişki yaşamaktadırlar. Kayda alınmayan "imam-hoca veya dini nikah" ve boşanma konusunda insanımız çoğu zaman ikilem içerisinde kalmakta ve sorun yaşamaktadır. Bugün toplumun büyük bir kesiminin resmi nikah dışında evlilik akdi olarak kıydırdığı "dini nikah" konusunda fıkıh ne der. Yine erkeğin "boş ol" demesi hususunda fıkıh, günümüze dair ne söylemek ister? Çünkü birçok insan söylediği bit sözden dolayı çoğu zaman bir çıkış kapısı aramaktadı

Fıkıh İlmine Dair (1)

Müslümanların çıkmazlarının başında dini yönden uymaya çalıştıkları fıkıh ve ilmihal bilgisi gelir diye düşünüyorum. Malumunuz fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Yine fıkıh Müslümanların gündelik hayatını, ibadetini,  evlilik ve boşanma işlerini ve toplum ilişkilerini düzenleyen bir bilim dalıdır.  Yanlış anlaşılmasın fıkhın kendisine değil serzenişim. Daha doğrusu fıkha yüklediğimiz anlamda sorun var. Her devirde ortaya çıkan sorunlara, dinin görüşünü ortaya koyması gereken fıkhı çoğumuz, dinin kendisi ve değiştirilemez olarak anlıyor. Asırlar öncesinde o günün şartlarına uygun ve sorunlara çözüm üreten görüşleri İslam'ın görüşü budur diyerek hayatına uygulamaya çalışıyor. Halbuki fıkıh dinin kendisi değil, dinin bir görüşüdür. Dini görüş de zamana ve şartlara göre değişir. Sadece ibadetler değişmez. Çünkü ibadetler tevakkufidir.  İslami görüşün her devirde uygulanabilir olması için müçtehitler geçmiş görüşleri gözden geçirerek ihtiyaca cevap ver

Profesörlerin Liselerde Ders Vermesi *

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, detaya girmeden "Fen liselerinde Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik derslerini üniversite hocası profesörler verecek" açıklaması yaptı. Bakanın eğitim adına bugüne kadar yaptığı bazı açıklamalar yüreklere su serperken bu açıklamasına eyvah ki eyvah dedim. Ne var bunda? Koskoca akademisyenler liselerde derslere girecek diyebilirsiniz. Bana göre bu uygulama ölü doğar, uygulansa da fayda sağlamaz. Ayrıca profesörlerimiz "İyi ya, liselerde ders anlatacağız" deyip koşa koşa gelecekler mi? Niçin derseniz? İzah etmeye çalışayım: Öğretim görevlilerinin FKB(Fizik-Kimya-Biyoloji) ve Matematik bilgileri değil mesele. Bence bu uygulamada en büyük sorun, seviye meselesidir. Üniversite amfilerinde rüştünü ispatlamış gençlere ders anlatan bir profesör, lisede okuyan öğrencilere ders anlatmada zorlanabilir. Çünkü öğrencilerin seviyelerine inemeyebilir.  Haydi akademisyenlerimiz çok donanımlı, kısa sürede çocukların seviyesine inm

Kayyum İşi de Olmadı

Herkes bana "Kayyumlarla ilgili ne diyorsun" diye soruyor. Kimse Sayın Soylu'yu sormuyor bana. Kırgın ve kızgınım kendisine. Bir de "İstediğimi kayyum olarak atayabilirim, açıklaması yapıyor. Madem öyle...Niçin hep valileri kayyum olarak görevlendiriyor? Bir vali, ilin güvenliğine mi bakacak yoksa şehrin altyapı işlerine mi? Yazık değil mi kayyum valilere! Zira bir koltukta iki karpuz taşıyacaklar. Merak ediyorum, biz neyiz burada? Elimizde bir karpuz bile yok. Bize ne zaman sıra gelecek? Bu birikimleri biz ne zaman belediyelerde hizmete dönüştüreceğiz? Hasılı kırgın ve kızgınım Soylu'ya. Üstelik bu sefer beklenti içerisine girmeme bile fırsat vermedi. Sabaha kayyumla uyandık. Halbuki Soylu'dan bu sefer beklenen şeytanın bacağını kırmasıydı. Sabah sabah acı acı çalan kapı ziline uyansaydım. Uyku semesi kapıyı açtığımda karşımda siyah plakalı, siyah bir araba görseydim... O değilden görevliye ne iş deseydim... Görevli de bana "Efendim, sizi almaya

Yaşanmış İki Hikaye

Hastanede röntgen çektirmek için sıramın gelmesini beklerken kim var, kim yok diye sağıma soluma baktım. Yıllardır karşılaşmadığım bir tanıdığıma gözüm ilişti. Karşılıklı başımızla selamlaştık. Ardından yanına vardım. Geçmiş olsun dileklerimden sonra halini hatırını, ne yapıp ne ettiğini sordum. Yatıyorum bol bol dedi. Ardından site yöneticiliği yapıyorum dedi. Sanırım ihraçsın, durumun ne, komisyona falan başvurdun mu dedim. "Ben ihraç değilim, üç yıldır açıktayım. Milli Eğitim Müdürünün 'Örgütün kasası, örgüte ait üzerinde gayri menkuller var' iddialarına yönelik olarak yargılandım. Çalıştığım okuldan da birkaç şahit bulmuş. On bir defa hakim huzuruna çıktım. Sonunda berat ettim. Savcının itirazı üzerine davam Yargıtay'a taşındı. Şimdi temyiz sonucunu bekliyorum" dedi. Sıram geldi, ayrıldım yanından. Görüştüğüm kişi FETÖ üyesi mi yoksa iltisaklı mı, temyiz sonucu ne olur, görevine geri döner mi bilmiyorum. Garibime giden somut delillere dayalı olmayan i

Peçete Beyefendiler

Peçeteleri bilirsiniz. Her bir paketin içinde üst üste düzgünce istiflenmiş, içinde yüz tane olan, kağıttan yapılmış mamuldür. Her evin vazgeçilmezidir. Elimiz, ayağımızdır dense yeridir. Naylon ambalajının içinden çıkarıldıktan sonra oturma odası, mutfak, misafir odası, ve yemek masasında mutlaka bulunur. Her bir yere özel kabının içine bir güzel istiflenir. Adı tuvalette tuvalet kağıdı, lavaboda havlu peçete, diğer yerlerde servis peçete olsa da aynı işleve sahiptir. Kardeşim! Peçete peçetedir. Hepimiz biliyoruz. Neyini anlatıyorsun diyebilirsiniz. Öyle demeyin! Peçete deyip geçip gitmeyin. Özellikle yeme, içme esnasında geçici temizleme işlevine sahiptir. Hatta yemek yerken bile dökülmesin diye yediğimiz yere peçete sereriz. Hapşırsak bile elimiz peçeteye gider veya elimize peçete uzatırlar. Burnumuz akınca, terleyince imdadımıza peçete yetişir.  Anlatmak istediğim, gündelik hayatta önemli bir işleve sahiptir peçeteler. Değişik ebat ve desende olanları olsa da hepsi aynı iş

Çok mu Zor? Sen Yoluna, Ben Yoluma Demek! ***

İnsan tek başına yaşayamaz. Çünkü sosyal bir varlıktır. Bundan dolayıdır ki toplu halde yaşarız. Bir araya gelir birlikte iş tutar, ticaret yaparız. Evleniriz. Birlikte siyasete girip ülke yönetmeye talip olur, hatta yönetebiliriz de. Arkadaşlar ediniriz, sonra dostluğa dönüştürürüz. Birlikte hayat mücadelesi veririz.  Bazılarıyla bir ömür boyu birlikte oluruz, bazılarıyla başlamadan bitiririz, bazılarıyla uzun bir birlikteliğin ardından yollarımızı ayırırız. Bazılarıyla iyi, bazılarıyla da kavga ederek veya kırgın ayrılırız.  Birlikte bir yola çıkmanın doğasında anca beraber kanca beraber olma vardır. İdeal olan da budur. Ama bu idealler, birlikteliğin temelini iyi atmadığımızdan veya başlangıçta olması muhtemel her şeyi konuşup kayda küreğe geçirmediğimizden ya da birlikteliğimizde çıkması muhtemel sorunları nasıl, ne şekilde çözeceğimizi konuşmadan, içimizdeki gizli ajandamızı gizleyerek kervan yolda düzülür prensibiyle yola çıkarız. Bu yolculuğumuzda iyi günler yaşar, ac

Yüz Niye Kapatılır ki!

Çarşı, pazarda, toplu taşımada, mahalle ve çarşıda sayıları az da olsa yüzünü kapatan kadın ve kızlarımız var. Yüzü ve gözü kapalı bir şekilde yürüyebildiklerine göre sanırım onlar bizi görüyorlar ama onların kim olduğunu biz bilmiyoruz.  Aşırı açık giyinenlerden nasıl rahatsız oluyorsam yüzüne ve gözüne varıncaya kadar kapatanlardan da rahatsız oluyorum.  Tercih kendilerinin elbet. Kimseye niçin böyle giyiniyorsun deme durumum yok. Burada açık giyinenleri konu edinmeyeceğim. Siyah bir elbise içinde çarşı, pazara çıkanları ele almaya çalışacağım. Kadınların örf ve adetlerimize, milli değerlerimize ve inancımıza uygun giyinmeleri istediğim ve takdir ettiğim bir şey. Ama göz ve yüz de kapanınca şaşırıp kalıyorum. Kendi tercihleri olan bu şekil giyime saygı duymakla beraber mantığını anlamış değilim. Eğer bu şekil giyimi dinin bir emri olarak görüyorlarsa bildiğim kadarıyla dinin böyle bir emri yok. Örfümüzde de böyle bir giyime yer yoktur.  Ben bu tür giyimi yani yüz ve gözü

Sosyal Medya Paylaşım-cı-ları

Sosyal medya paylaşım-cı-ları gerçek hayatta olduğu gibi çeşit çeşittir. Aklımda kaldığı kadarıyla bu paylaşım ve paylaşımcı çeşitlerini ve bu aleme girip çıkanları yazmaya çalışacağım. 1.Durmadan sadece resim paylaşanlar. Tabii her fotoğraf karesinde kendisi de olanlar. 2.Cuma mesajı paylaşanlar  3.Kendisi bir paylaşımda bulunmayıp başka paylaşımları beğenip yorum yazanlar 4.Kendisine ait bir profili olduğu halde hiç paylaşım yapmayanlar 5.Her türlü paylaşımı, paylaşımın altına yapılan yorumları okuduğu halde girip okumamış gibi iz bırakmayanlar 6.Sadece resim ve fotoğrafı beğenenler 7.Durmadan bir partinin lehine paylaşım yapanlar 8.Tüm paylaşımını bir parti aleyhine yapanlar 9.Makamca kendisinden yukarı seviyedekinin paylaşımını beğenip altındakileri beğenmeyenler 10.Paylaşımının doğru olup olmadığını araştırmadan amacıma hizmet ediyor deyip paylaşanlar  11.Her paylaşıma yorum yazıp beğenenler  12.Beğendiği bir paylaşımı rengimi belli eder düşüncesiyle beğene

Uzaklaştırma Kararı ***

" Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun " 8 Mart 2012 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi. Kanunun amacı -adından da anlaşılabileceği gibi- ailenin özellikle kadına şiddeti önlemektir. Kanunun çıkarıldığı gün de önemli. Çünkü 8 Mart Dünya kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır. Bu kanunun en dikkat çeken, zaman zaman tartışmalara neden olan yönü kadının beyanı meselesidir. Kadın veya şiddete maruz kalan; savcılığa, aile mahkemesine, polis veya jandarmaya başvurarak şikayette bulunması halinde mahkeme, şiddete başvuran kişi hakkında altı aya kadar uzaklaştırma cezası verebiliyor. Görüldüğü gibi kadın ve aileyi korumak amacıyla iyi niyetle çıkarılmış bir kanun var önümüzde. Peki, bu kanuna rağmen kadına şiddeti daha ötesi kadın cinayetlerini önleyebildik mi? Kanunun çıktığı günden bugüne şiddete maruz kalan veya cinayete kurban giden kadın sayısı ile kanun çıkmadan önceki şiddet ve cinayetin bir istatistiği var mı elimizde? En azı

Kadına Şiddet Sorunu *

Gün geçmiyor ki ülke; kadına şiddet, kadına taciz, eşi tarafından öldürülen kadın olayıyla sarsılmasın. Her vukuatta Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı olaya el koyar, vatandaş sosyal medyadan tepkisini dile getirir, siyasiler sert açıklamalarda bulunur. Birkaç gün tepkiler sıcaklığını korur, olay tam soğumaya yüz yuttuğu zaman bir başka kadın cinayeti patlak verir. Durum aynen böyle değil mi? Tam bir kısır döngü yaşıyoruz. Ne tedbir alırsak alalım, ne tepki gösterirsek gösterelim kadınların maruz kaldığı bildik sahneler artarak tekrarlanıyor. Çünkü kumaşımız bu. Bir diğer konu, sürüp gitmekte olan bu sorunun adını "Kadına şiddet" diyerek yanlış koyuyoruz. Sorun kadına şiddet sorunu değil, güçlü olanın güçsüze güç gösterisinden ibarettir. Bu ülkede kimin gücü kime yetiyorsa o; şiddetin, cinayetin, tecavüzün nesnesidir. Koca karısını, ana çocuğunu, trafik magandası suyunu bulandıranı, öğretmen öğrencisini, öğrenci öğretmen ve idarecisini, veli çocuğunun  öğretmenini, k

Faiz Denince Ürperiyor, Kredi Denince İştahım Kabarıyor *

Biri veya herhangi bir banka "Gel sana faizle borç vereyim" dese adamı veya bankayı düşman beller, ağzıma geleni söyler. Allah faize haram derken, benim bu konudaki hassasiyetim belli iken sen nasıl olur da bana faizden bahsedersin, derim. Ama aynı kişi veya banka bana "Krediler düştü, çok uygun. Gel sana kredi vereyim, kefilsiz-senetsiz ve beklemeden şu kadar çekebilirsin, on yıl boyunca zorlanmadan aylık bu kadar ödersin" dese tepki göstermediğim gibi demek ki bankada kredim varmış der, biraz ürksem de bir sevinirim, sormayın gitsin. Ardından "Bu kadar çeksem, buna bir ev alsam, aylık ödediğim kiradan kurtulur ve kira öder gibi bir zaman sonra ev sahibi olurum. Bu devirde kim, kime bu şekil borç verir, baba oğluna bile vermez" diye düşünürüm. Aslında faiz, nema, riba, kredi dediğimiz şeylerin adları farklı farklı olsa da hepsi aynı işlemdir. Yani faizdir. Düpedüz faiz olan bu işi sürekli borçlanarak devlet yapıyor, yani benim adıma devlet borçlanıyo

Kişilere Adanmış Ömürler ***

Hepimizin bildiği bir söz ile başlayacağım yazıma: "Büyük kafalar fikirleri, orta kafalar olayları, küçük kafalar kişileri tartışır." Bu sözün doğruluğunu herhalde kabul etmeyeniniz yoktur. Bu söze inanırız ama çoğu zaman uygulamaya koymayız. Çünkü hayatın içinde cereyan eden olaylara kendimizi o kadar kaptırırız ki nereye girdiğimizi, ne yaptığımızı kendimiz bile bilemeyiz.  Sebebi nedir bilmiyorum ama çoğumuz büyük kafa olmayı değil, kişileri tartışır dururuz. Bu durum tevazuumuzdan mıdır yoksa büyük adam, büyük kafa olacak kapasitemiz olmadığından mıdır? Kendimiz olacağımız yerde sürü psikolojisi ile hareket ediyor, algılarla yaşıyoruz. Kendi aklımıza güvenmeyerek başkalarının dolduruşuyla kendimizi bir yere veya kişiye ait hissetmeye çalışıyoruz. Kendimizin kişi veya kişileri savunan ya da kişi veya kişilere saldıran bireyler olarak görüntü vermesinden de rahatsız olmuyoruz. Kişileri savunma veya kötülemeye adadığımız ömrümüzü, uğruna inandığımız prensiplere harc

Taifliler ve Kürtler

Adına ister Güneydoğu ister Kürt sorunu diyelim, ülkemizin Güneydoğusu bizi yıllardır uğraştırıyor. İhmal ettiğimiz, yönetmek için birilerine ihale ettiğimiz Güneydoğuyu PKK, parsellemiş durumda. Tabiat boşluk kabul etmez. Nereyi boşaltır, ihmal edersen orasını birileri doldurur. Önceleri vur-kaç taktiğiyle dağda yuvalanan terör örgütü bitti bitiyor derken daha da büyüdüğü görülüyor. Dağ kadrosu var, şehir kadrosu var, arkalarında maddi ve manevi destek sağlayan emperyalist devletler var.  Dağdan inip ovada siyaset yapmaya başladıkları ilk zamanlarda az sayıdaki sempatizanlarının yanında kırsaldaki halkı da sindirerek bir taban oluşturmaya çalıştılar. Bunda da başarılı oldukları görülüyor. Bugün korkuya dayalı olmadan bölgedeki halkın çoğunun oyunu almayı da başardılar. Güneydoğuda bir taban oluşturduktan sonra Batıya göç edip yerleşmiş, iş-güç sahibi olmuş Kürtlerin de oylarını alabiliyorlar artık. Önceleri sadece Güneydoğuya hapsolmuş lokal bir bölge partisi, yeni sistemle b