Ana içeriğe atla

Fıkıh İlmine Dair (1)

Müslümanların çıkmazlarının başında dini yönden uymaya çalıştıkları fıkıh ve ilmihal bilgisi gelir diye düşünüyorum. Malumunuz fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Yine fıkıh Müslümanların gündelik hayatını, ibadetini,  evlilik ve boşanma işlerini ve toplum ilişkilerini düzenleyen bir bilim dalıdır. 

Yanlış anlaşılmasın fıkhın kendisine değil serzenişim. Daha doğrusu fıkha yüklediğimiz anlamda sorun var. Her devirde ortaya çıkan sorunlara, dinin görüşünü ortaya koyması gereken fıkhı çoğumuz, dinin kendisi ve değiştirilemez olarak anlıyor. Asırlar öncesinde o günün şartlarına uygun ve sorunlara çözüm üreten görüşleri İslam'ın görüşü budur diyerek hayatına uygulamaya çalışıyor. Halbuki fıkıh dinin kendisi değil, dinin bir görüşüdür. Dini görüş de zamana ve şartlara göre değişir. Sadece ibadetler değişmez. Çünkü ibadetler tevakkufidir. 

İslami görüşün her devirde uygulanabilir olması için müçtehitler geçmiş görüşleri gözden geçirerek ihtiyaca cevap vermeyen görüşleri günümüzde uygulanabilir hale getirmelidir. Yani güncellemelidir. Çünkü İslam her devre hitap eder. Fıkıhtaki birçok görüş bugün ihtiyaçlara cevap vermiyor. Ki bu da doğaldır. Zira eskimeyen İslamdır, görüşleri eskir. Fakat çoğu kimse geçmiş bir görüşün değiştirilmesine karşı çıkıyor. Çünkü alimler olması gerekeni söylemiş, başka görüşe ihtiyaç yoktur görüşündeler. Maalesef bu görüşte olanların sayısı da çoktur ve bu zihniyet İslam'ın her çağda yaşanmasının önündeki en büyük engeldir. Hepimizin bildiği gibi İmamı Şafi, bir bölgeden başka bölgeye gidince önceki görüşlerini değiştirmiştir. Çünkü şartlar değişmiştir.

Geçmiş fıkhî görüşler güncelliğini kaybetti, hepsini süpürüp atalım, yerine sıfırdan başlayarak yeni görüşler monte edelim demek istemiyorum. Geçmiş görüşler bizim müktesebatımızdır. Alimlerimiz o müktesebatı oluşturmak için az çaba sarf etmediler zamanında. Günümüz müçtehitleri, bugün bir konuda yeni bir görüş ortaya koyacağı zaman mutlaka geçmiş alimlerin, görüşü ortaya koyarken kullandığı delil ve illeti, aynı zamanda şartları incelemelerinde fayda var. Yine günümüzde verilecek görüşlerin oluşturulan bir komisyon marifetiyle olmasında yarar görüyorum. Çünkü tek kişinin çıkardığı görüş isabetli olmayabilir ve hata riski daha fazladır. Komisyonda ayat, hadis ve fıkıh bilenlerin yanında görüş hangi alanı ilgilendiriyorsa o alandan uzmanlar da yer almalıdır.

Bazılarımız buna ihtiyaç var mı diyebilir. Bence ihtiyaç var. Çünkü geçmiş müktesebatımızda genelde yoğurdu üfleyerek yeme hassasiyeti gözetilerek birçok meseleye yasakçı bir anlayışla yaklaşılmıştır. Bugün de her meseleyi mübah gören, görmek isteyen bir sosyolojik taban oluşmuş durumda. Alimlerimiz halkın istediği yolu açsın, her şeye cevaz versin, İslam'ı şirin göstersin gibi bir düşüncem yok. Zaman ve şartların değişmesiyle bazı görüşlere yeniden bir bakış açısı getirilmelidir ve sağlam delillerle insanımız ikna edilmelidir. Böyle yapılmazsa dini görüşü bilen fakat uygulamayan insanımızın sayısı giderek çoğalacaktır. Bu da Hz. Ömer'in dediği gibi "İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar" durumunu ortaya çıkaracaktır.

Hasılı fıkıh ilmi önümüzü açan, önümüzü açarken frenleyen, İslam'ın her devre hitap ettiğini gösteren, günümüz problemlerine çözüm üreten ve Müslümanlara sağlıklı bir bakış açısı getiren ve onlara hassasiyetleri hatırlatan bir işleve kavuşturulmalıdır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde