Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayır Anlayışımız Değişmeli Artık! *

Yazımıza Karar gazetesi yazarlarından Mustafa Çağrıcı’nın, 29/08/2018 günkü “Din-dünya ilişkisini doğru anlamak” başlıklı yazısından bir alıntı yaparak başlayalım: “…din öğretimi ve eğitimimizin hem dinin belirttiğimiz özünden hem de günümüz şartlarının beklentilerinden koptuğunu görüyoruz.  Doğal olarak kasaba ekonomisinin hâkim olduğu bir çağdan kalma din ve dindarlık anlayışını her şeyin küreselleştiği bir çağda inatla ve ısrarla aynen sürdürmeye uğraşıyoruz. Dünya bize ters gelince, daha doğrusu biz dünyaya ters düşünce de ağır sorunlar yaşamamız kaçınılmaz oluyor. Oysa dinimizi çağımızın şartlarını dikkate alarak okuyup anlamaya başlasak öyle bereketli sonuçlar elde ederiz ki! Söz gelimi  dinimiz genellikle hayır yapmanın ne kadar değerli ve sevap olduğunu anlatır. Hayır yapmak dün muhtaçların avucuna para koymak şeklinde olurdu, bugün iş alanları açarak çalışanın hesabına ücret koymakla olur.  Bildiğim kadarıyla dünyada en çok kurban kesen, en çok iftar veren, yardım kampa

Düşman Nereden Saldırır?

Su uyur, düşman uyumaz sözünü hepimiz biliriz. Biliriz ama önceden tedbiri almayız. Çünkü biz herkesi kendimiz gibi biliriz. Filmlerimizde böyle gördük.  Vurup kıran, yıkıp döken, ocakları söndüren, orantısız güç kullanan kötü roldeki başrol oyuncusunu bizim başrol oyuncusu, filmin sonlarında yakaladığında kötü adam; bizim başrol oyuncumuza silahını doğrultur, hatta birkaç el ateş eder, vuramaz veya yaralar. Sonunda mermisi biter. Bu sefer ben ettim sen etme diye yalvarır yakarır. Rakibinin zayıflığını gören bizim iyilik meleği, düşmanıyla eşit şartlarda mücadele etmek için silahını atar.  Çünkü bizde ne kadar kötü olursa olsun aman dileyene silah çekilmez. Kötü roldeki arka cebindeki kama veya bıçağı çıkararak silahı olmayan bizim oyuncuya saplar veya saplamaya yeltenir, beceremez. Anlattığım bu sahne benim yaşlardaki insanların küçükken bolca izlediği sahnelerdir. Birbirinin benzeri filmleri izlemek için ailemizden habersiz sinemaya gittik, okuldan kaçıp sinemanın yolunu t

Cumhurbaşkanı Erdoğan Öğrenmeye Devam Ediyor! *

“Öğrenmenin yaşı yok denir bizde. Hatta “Beşikten mezara ilim öğreniniz” hadisini bilmeyenimiz yoktur. Ülkenin en üst tepesinde olmasına rağmen bu ülkenin Cumhurbaşkanı da öğrenmeye devam ediyor. Üstelik öğrenirken değme hoca falan aramıyor. “İlim, müminin yitiğidir. Nereden bulursa alır” hadisini kendisine düstur edinircesine herkesten bilgi almaya çalışıyor. Örnek mi istersiniz? Buyurun: 15 Temmuz darbesini kendisine bağlı olan MİT Müsteşarından öğrenmesi gereken Cumhurbaşkanı, ülkede darbenin yapılmakta olduğunu eniştesinden öğreniyor. Yetinmiyor ve bilgiye doymuyor Erdoğan. Şimdi de kapatılan dershanelerin merdiven altı olarak devam ettiğini Milli Eğitim Bakanından öğrenmiyor. Kimden öğreniyor? Ömer Halisdemir’in oğlu Doğan Ertuğrul’dan öğreniyor. Nasıl öğreniyor? Oğul halisdemir, “Sınava hazırlık için dershaneden geldiğini” söylemesi üzerine Erdoğan dershanelerin kapatılmadığından haberdar oluyor. Güya devletimiz aşağıdan yukarıya merkez ve taşra teşkilatını kurmuş; kimin

Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!"

Fakültede öğrenciyim ve evliyim. Kuvvetle muhtemel bir çocuğum var. Fırsat ve iş buldukça inşaatlarda amele olarak çalışıyorum. Bir haftasonu idi. Bozkır'da bir sınıf arkadaşımın düğünü var. Tam düğüne gitmeye hazırlanırken eşimin bir akrabasının bir inşaat işi varmış, çatıya makat atılacakmış. (Kiremitin altına kiremiti tutsun diye konan çamur)  Bozkır'a düğüne gitsem hem masraf edeceğim. En iyisi çalışmaya gideyim ki hem aile bütçeme katkı olsun, hem de akrabanın işi görülsün.  Sabahleyin erkenden ortaokulda okuyan kayın biraderimle birlikte akrabanın evinin yolunu tuttuk. Ücret falan konuşmadık. Zira akraba ile ücret konuşulur mu? Akşama kadar ben, kayın birader, akrabanın kendisi, usta (var mıydı hatırlamıyorum) ahır veya samanlığın tüm makat işini bitirdik. İyi de yorulduk. Çalışanlar bilir, inşaatta çalışmak zordur. Hele makat atmak belki de en zoru. Toprağı samanla bir güzel harmanlayacaksın. Su ile karıştırıp karmak için daire şeklinde havuz yapacaksın. İçi

Bilemediğim Hassasiyetleri Ne Ola ki?

—Üstat! ...gazetede yazmak ister misin? Ben yazmanı istiyorum. Gazetenin sahibi arkadaşım olur. Sizi bir görüştüreyim. —Olabilir. * —Alo üstadım! Müsait misin haydi gidiyoruz. —Gidelim. *  —Selamün aleyküm! —Aleyküm selam! —Size bahsettiğim arkadaş. Ben aradan çekiliyorum. Aranızda şartları konuşursunuz. * —Kaç gün yazarsınız? —İki gün. —Salı-perşembe uygun olur mu? —Olur. —Yayımlanacak yazımı en geç ne zamana kadar göndermem gerek? —Akşam 17.00'ye kadar. —Yazı konusunda herhangi bir hassasiyetiniz var mı? —Hayır! İstediğinizi yazabilirsiniz. Size referans olanın hassasiyeti bizim de hassasiyetimiz. Zaten müstear isimle yazacaksınız. Daha rahat yazarsınız. * —Selamün aleyküm! —Aleyküm selam! —Benim yazıya yer vermemişsiniz gazetenizde. —Erken seçim kararı alınınca baskıya erken geçtik, sizin yazı da geç gelince giremedik. Yarın yayımlayacağız. İki yazı göndermişsiniz. Son gönderdiğinizi yayımlamazsak... —Niçin? Yazıda bir sorun mu var?

Dilime Kemik Koydurmak İstiyorum

—Neyin var? —Bir şeyim yok. —Ne demek bir şeyim yok? Niye geldin ya? —Benim bir isteğim var. —Burası istek kapısı değil, hastane. Lütfen meşgul etme. Başka hasta alacağım. —Dur hele dur! Dilimin kemiği yokmuş benim. —Ne yapayım yoksa? Ne var bunda? Dilin kemiği mi olurmuş? Sonra kimin var?  Allah öyle yaratmış. —Deme ya! Ama bana herkes "Senin dilinin kemiği yok" diyor. —Evladım, Allah öyle yaratmış. Atasözümüz bile var, dilin kemiği yok diye. Zaten olması mümkün değil. Zira dilde kemik olsa dil sağa sola dönmez. İstediği lafı evirip çeviremez. Zaten dilde kemik olmamalı. —O zaman ne diye bana durmadan senin dilinin kemiği yok diyorlar. Bende bir eksiklik olmalı. Ama ne? —Diline sahip çık, ne konuştuğuna dikkat et demek istiyorlardır. Benlik işin yok senin. Haydi lütfen! —Ben dilime kemik koydurmak istiyorum ama... —Fesübhanallah! Be adam dile kemik konur mu? Dil dediğin kemiksiz olur. Al bak! Bende de yok. (Burada doktor dilini çıkarıp bir güzel gösteriyor.) —O

"Bu İş Yerinde Türk Lirası Geçerlidir" *

Çarşıda bir çay ocağının önünden geçerken A4 kağıdına büyük puntolarla "Bu İş Yerinde Türk Lirası Geçerlidir" yazılı bir kağıt gözüme ilişti. Küçük esnafımız kendince Türk lirasına destek veriyor. Tebrik ederim kendisini. Malum paramızla imtihan oluyoruz bugünlerde. Bu yazıyı sanki bir kampanya düzenlenmiş birkaç yerde daha gördüm. Bu yazıya iki yönden bakacağım. İlki, vatandaşımız bir operasyona bağlı olarak TL üzerinde oynanan oyuna kayıtsız kalmamış, tepkisini bu şekil broşürle gösteriyor. Yani ABD-Türkiye arasında ABD merkezli başlatılan dolar-TL savaşında devletimin yanındayım demek istiyor ve manevi bir destek veriyor. Faydası olur mu? Bir duruş göstermesi bakımından anlamlı ve bir kamuoyu oluşturmaya yönelik olsa gerek. Tebrik ederim bu duyarlılıkta olanları.  Şimdi gelelim bu yazının ikinci veçhesine. Bu yön tamamen benim muzipliğim. Yazıyı görür görmez hoşuma gitmekle beraber garipsedim. Bu iş yerinde TL geçerli derken merak ettim başka hangi para geçerl

Tarikat ve Cemaatler

Anlamları farklı olsa da tarikat ve cemaat kelimeleri çoğu zaman karıştırılır ve birbirinin yerine kullanılır. Bu yazımda gözlemlerime dayanarak tarikat ve cemaatlerin işlevlerine, benzerlik ve ayrılıklarına değineceğim. 1. Tarikat aynı hedefe odaklanmış insanların gittiği yoldur. Tasavvufun günümüzde kurumsallaşmış halidir. Cemaat ise aynı hedefi gerçekleştirmek için insan topluluklarının bir araya geldiği yapılardır. Günümüzün STK'ları denebilir. 2. Tarikatın başında şeyh, cemaatin başında dini lider olur. 3. Tarikatlarda bir silsile takip eden bir gelenek vardır. Cemaatlerde ise genelde cemaati kuran kişi başkan olur. 4. Tarikat insan terbiyesine önem verirken cemaatler sosyal bir yapı olarak işlev görür. 5. Günümüzde -istisnaları olmakla beraber- her ikisi de vakıf, dernek adı altında görev ifa eder. 6. Tarikatın başında bulunan şeyh ölünceye kadar tarikatın başında kalır. Hepsi olmamakla beraber cemaatin başındaki de ölünceye kadar görevini yürütür. Sağlığı elverd

Krizi Fırsata Çevirebiliriz *

Şu iyice anlaşıldı ki ABD bizimle sadece uğraşmıyor, savaşıyor. Savaşın adı da ekonomik savaş. Belli ki ABD'nin kuyruğuna iyi basmışız ki vurdukça vuruyor, saldırdıkça saldırıyor. Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan saldırılar bitecek gibi değil. Bizi bitirmeye azmetmiş gayri.  Dünyaya dağ kanunlarını uygulayan dünün Kızılderililerin kanı elinde olan bu devlet, çevirip dünyaya pazarladığı kovboy filmlerindeki başrolü oynuyor. Bu rolünü devam ettirebilmesi için kendisine baş kaldıran Türkiye'yi ya yola getirecek, ya da bitirecek. Eğer bu ikisinden birini yapamazsa dünya devi karizmasını fena halde çizdirecek. Böyle bir durum ABD için sonun başlangıcı demektir. Saldırısı, hırçınlığı, küstahlığı da bundan! Umarım eceli Türkiye'nin eliyle olur. ABD'nin fütursuzca saldırılarına karşı biz ne durumdayız? Ne yapabiliriz ki? Etimiz belli, budumuz belli, ekonomik gücümüz belli. Alınan onca tedbire rağmen dünya sömürü aracı dolar karşısında paramız hız kesmeden eriyor. Kimse önü

Aramızdaki Alaverelerde Yapmamız Gereken

Geçen günü bir tanıdığım aradı: "İki sene önce bir tanıdığıma peyderpey biraz borç verdim. Ödemeyeceğim demiyor ama ödemiyor da. Tanıdık bir avukatın var mı? Aramızda bir senet yapalım, hatta ne yapılacaksa yapalım" dedi. Çarşıda borçlusuyla beraber buluştuk. Borçlunun konuşması, hal ve hareketinden ödemeyecek bir durum sezmedim. Eşi, oğlu ve kendisi çalışmasına, eve üç maaş girmesine rağmen ödeyemiyor. Kredi burcu var mı dedim. "İki tüketici, bir de konut(dedi sanırım) kredim var, kredi kartı ödemelerim var. 2019 Ocağında bitiriyorum borçlarımı" dedi. Adamı borç batağı içinde gördüm. Alacaklı, kıt-kanaat geçinen asgari ücretli biri. Ek iş yapmak suretiyle dişinden tırnağından artırdığını ileride bir ev almak umuduyla üç-beş kuruş bir tarafa atmış. Arkadaşının ev almak/yaptırmak istediğini duyunca kenara attığını ona borç vermiş.  Karşımızda iyi niyet ve karşılıklı güvene dayalı bir borç verme ve alma muamelesi var. İki yıl geçmiş ama orta yerde ne bir

Tekne Kazıntısı

Dört çocuktan üçü baş göz olup çekti gitti. Evde kala kala tekne kazıntısı kaldı. Bugün size ondan bahsedeceğim.  Evin neşesi, ailenin son nefesi. Elim, ayağım aynı zamanda. Espri anlayışına derman yetmez. Ne de olsa adı Fehmi. Adına çekmiş olmalı. Namı diğer Hoşçocuk. Asrın Nasrettin'i olursa hiç şaşırmam. Ne lafın altında kalır, ne de sözün. Dili pabuç gibi zira. Her söze söyleyecek sözü vardır. Yeter ki gününde olsun. Ciddi görüntüsünün altında müthiş bir espri yeteneği var. Ciddi olduğu kadar ortamı sulandırmayı, sen kızdıkça espri ile cevap vermeyi ve gülmeyi iyi becerir. Oğlum, ben ekmek almaya gidiyorum diye seslenirim. Kendisine bir imada bulunduğumu bilmesine rağmen hiç bozuntuya vermeden "tamam baba, iyi olur" der. Becerikli olmasına rağmen iş yapmayı pek sevmez, tıpkı ders çalışmayı sevmediği gibi.  Kendisinden istenen bir işi bir başkasına yaptırmayı da pek sever. Üşengeç mi üşengeç, rahat mı rahat! Tam bir "z" nesli, milenyum çocuğu. Bece

Bazı Gazeteler Niçin Çıkar ki?

Eskiden belli başlı gazeteler vardı. Yazdıkları ve yaptıkları haber gündem oluşturur, kamuoyunu etkiler, sorumluları açıklama yapmaya iterdi. Çünkü haberlerin bazısı doğru olsa da çoğu asparagas idi. İnsanımız şu gazetede ne havadis var diye merak eder bir göz atardı. Çünkü gazeteler dördüncü kuvvet olarak konuşlanmıştı; hükümet kurar, hükümet yıkardı.   Günümüzde ise gazetecilik dördüncü kuvvet olmaktan çıktı. İyi ki de çıktı. Çünkü gazetenin görevi okuyucusunu doğru bilgilendirmektir. Tirajlarını bilmiyorum ama gündem güne okuyucu kaybettiğini düşünüyorum gazetelerin. Ne haberleri ilgi çekiyor, ne gündem oluşturabiliyor, ne de ağırlıkları var. Sadece çıkmış olmak için çıkıyor. Hemen hemen hepsinin yazıp çizdikleri ve yaptıkları haberler tıpatıp aynı. Kopyası demeyeceğim. Çünkü kopya bir maharettir aynı zamanda. Birine göz atınca diğerlerine bakma ihtiyacı hissetmiyorsun. Zira aynı elden çıkmış, haber kaynakları aynı. Farklı gazete muhabiri, rakibi meslektaşı ile aynı cümleleri k

Ocağıma İncir Dikmeye Namzet Su Faturaları Üzerine Uygulayacağım İlave Tedbirler

Gelen yüksek su faturalarını düşürmek amacıyla 29 Mayıs 2018 günü yazdığım bir yazı ile sudan tasarruf etmek için bir dizi tedbir sıralamıştım. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2018/05/yuksek-su-faturalarna-kars-tasarruf.html) İyi uygulayamamışım ki daha fazlası geldi bu ay. O zaman sıraladıklarıma ilave olmak üzere yeni tasarruf tedbirlerini devreye sokacağım bundan sonra.  Sudan tasarruf etme tedbirlerim arasında evime gelen/gelecek misafirleri dahil etmemişim. Evime gelip suyu istediği gibi kullanmak yok öyle. Şimdi size suyu tasarruflu kullanmak amacıyla misafirlere uygulayacağım tasarruf tedbirlerini sıralayacağım ki evime gelecek olan misafirim hazırlı gelsin. 1. Evime gelecek misafir "Lavaboyu kullanabilir miyim, wc müsait mi" demeyecek. Evime tüm ihtiyaçlarından arınmış bir şekilde gelmeli. Sıkıştıkça sıkacak kendini. Sıkamıyorsa mazeretim var deyip erken kalkacak. Bunu da yapamam diyorsa kendisi tuvalete atacak kadar yiyip içmeyecek. 2. Misafirimin evime

Su Faturasına Bakarken(e) Ben

3 kişinin kaldığı evde 32 günde 18 ton su kullanmışız. Su bedeli 55.44, atık su bedeli 13.86, ÇTV bedeli 5.76, KDV ise 5.55  olmak üzere toplam 80.50 TL su bedeli geldi. Son ödeme tarihi 11.09.2018 günü. Gelen su bedelini böyle ayrıntılı yazdığıma bakmayın. İlk önce toplam bedele baktım korka korka. Korkunun ecele faydası yokmuş. Bedeli görür görmez yüreğime inecekti diyeceğim ama böyle bir şey olmadı. Sağ olsun belediye kaç aydır göstere göstere ben geliyorum, hazırlı ol demişti her ay yüksek yüksek gönderdiği faturalarla. Birkaç ay önce yine böyle bir fatura gelmişti. Sonraki bir iki ay 55-60 lira olan bedel yeniden zirveye oturdu.  Anlaşılan kara delikleri kapatmak için belediye damlaya damlaya göl olur misali tüm umudunu su parasına bağlamış, tek yaptığı "Su bedellerine bir dokunalım, nasılsa bedeli ne olursa olsun vatandaşın eli mahkum, zaten diğer şehirlere göre biz  suyu ucuz veriyoruz" diye düşünüyor olmalı. Anlayacağınız belediye hanelerimize incir dikmeye

Hatay'ı Alacaklarmış!

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, "İskenderun, Suriye'nin sancağıdır ve onu bir gün er veya geç zorla da olsa alacağız" açıklamasını yapmış. Daha doğrusu yumurtlamış. Malum Hatay meselesi. Ülkesi yedi yıldır paramparça olmuş, terör örgütlerinin merkezi olmuş, taş üstünde taş kalmamış, savaş dolayısıyla milyonlarca Suriyeli mülteci durumuna düşmüş, uluslararası güçler topraklarında cirit atmaya devam ediyor. Kuvvetle muhtemel ülkesi ikiye, belki de üçe bölünecek. Adam, biz bu ülkeyi içerideki düşmandan ve dış güçlerin istilasından nasıl kurtaracağız hesabı yapacağı yerde gözünü Hatay'a dikmiş. Hayal mı görüyor diyeceğim ama gördüğü hayal değil. Şaka mı yapıyor diyeceğim. Ama şakanın sırası değil. Çünkü ülke kan gölü iken şaka hiç olmaz. Olsa olsa Çölde yaşayan birinin serap görmesi bu. Başka bir açıklaması olamaz bu densiz ve hadsizliğin. Gülünç duruma düştüğünün farkında değil Velid Muallim. Evindeki bulgura sahip çıkarmayan biri bizdeki pirince göz dikmiş. 

12 Eylül 1980 *

Yaşadığımız coğrafyadan mıdır, içinde yaşayan insanında mıdır, komşularımızdan mıdır, yürüttüğümüz iç ve dış politikadan mıdır, oyun kurucu olmayıp figüran olduğumuzdan mıdır, ülkeyi yöneten insan unsurundan mıdır, iç ve dış etkilere açık olduğumuzdan mıdır, yeterince mücadele edemediğinden midir, kendi kendimize yetmediğinden midir, bize biçilen rolden midir, birilerinin bedduasını aldığımızdan mıdır -kendimi bildim bileli- bu ülke sorunlarla mücadele ediyor, ya da mücadele eder görünüyor. Kah teröre maruz kalıyor, kah ekonomik krize duçar oluyor, kah dış politikada dışlanıyor. Bize bu ülkeyi verenler "Size öyle bir ülke bırakıyoruz ki sorunlarla boğuşacaksınız. Çünkü ipiniz bizim elimde" demiş olmalı ki sorunlarımız bitmiyor, pansuman tedbirlerle yolumuza devam ediyoruz. Sanki bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler, yerseniz demişler. Biz de sorun çözeceğiz diye didinip duruyoruz. Yaşım 55. Yarım asrı devirdim. Bana "Bu ülkenin sorunları çözememesinin seb

Bayram Bilançosu *

Ne zaman bu ülkenin bayramları uzun tatile denk gelmişse trafikte ölenlerin sayısında anormal bir artış olmuştur. Geçen yıl 10 günlük bayram tatilinde ölenlerin sayısı 103 iken bu seneki 9 günlük bayram tatilinde bu sayı 142 ölü, 859 yaralı şeklinde cereyan etmiştir. Oranlarsak bayram tatilinin her günü yaklaşık 16 kişi ölmüş, 95 kişi ise yaralanmıştır. Yani kazalarda ölenlerin sayısı geçen yıl yüzde 10,3 olarak gerçekleşirken bu yıl 12,78’e çıkmıştır. Yollarımız mı kötü, arabalarımız çok mu modelsiz? Aksine yollarımız otoban gibi, arabalarımız ise neredeyse son model. Doğal olan kazalarda azalma olacağı yerde artış oluyor. Yetkililer bayram gelmeden tatile çıkacakları değişik yollarla uyarmasına rağmen maalesef yollarımız yine can pazarı. Kaza yapanların ne kadarının aşırı hız dolayısıyla olduğuna dair elimde bir veri yok ama genelde kazaların ekseriyeti hız sebebiyle olmaktadır. Çünkü dümdüz, geniş, gidişli-gelişli yolu gören arabasının gücüne göre Allah ne verdiyse basıyor. M

Dişlerimize dair

Vücudumuzun her bir organı Allah'ın bize bahşettiği en güzel nimettir. Dişlerimiz de sayısız nimetlerden biridir. Hem de 32 tanesi birden. Birbirine kenetlenmiş dişlerimizin her birinin ayrı bir fonksiyonu var: Bazısıyla ısırır, bazısıyla böler, bazısıyla da çiğneriz.  Dişlerimizin bir tespihin taneleri gibi yanyana durması "Bak insanoğlu! Biz hepimiz aynı amaca hizmet eden, yanyana durmuş; birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için parolasıyla sana hizmet ediyoruz. Birimiz rahatsızlandığı zaman aynı acıyı hepimiz çekeriz. Birimiz eksikliği zaman onun eksikliğini 31'imiz birden çeker. Çekeriz ama çekememezlik yapmayız. Sağ yorulursa sol devreye, sol yorulunca sağ devreye girer. Siz de bizim gibi birbirinize omuz omuza olursanız bizim birliğimizden güç-kuvvet doğduğu gibi sizin birlikteliğinizden de iyi bir sinerji meydana gelir" der gibi. Yeme, içme ve konuşmamızın olmazsa olmazı dişlerimizin kıymetini biliyor muyuz? Çok bildiğimizi söyleyemem. Çünkü zamanında hoy

Af Maraz Doğurur

"Kader mahkumları" diye bir şey yoktur. Kişinin yapıp ettikleri vardır. Yapıp edilenin karşılığı cezadır. Bu, adalettir. Yapılan cezanın karşılığını gördürmemek, affetmek hakkaniyete uygun değildir. Adaletin yerini hiçbir şey tutmaz. Zira mülkün temelidir. Bu dünya affa da, merhamete de, adalete de  muhtaçtır. Af (merhamet) mi yoksa adalet mi? İkisi  karşı karşıya gelirse adalet tercih edilir. Zira af, maraz doğurur. O yüzden affı konuşmamak, kaşımamak, akla bile getirmemek gerekir. Af tartışmaları dolayısıyla hapisteki uyuyan hücreleri uyandırmamak, yakınlarına umut vermemek gerek. Suçlu cezasını çekmelidir. Asla aftan yararlanmamalıdır. Evet, affetmek büyüklüktür ama kadir kıymet bilene.  Eğer bir af düşünülüyorsa af, mağdurun affetme şartına bağlanmalıdır. Bu, Meclisin üzerine vazife olmamalıdır. Eğer bir genel af düşünülüyorsa, ülke için elzemse Meclisin karar vermesinden ziyade bu konuda halka gidilmelidir. Bazı siyasi partiler bazı mahkumların h

Gelin Bu Profili Tanıyalım!

Kendisini 24 yıl öncesinde tanıdım. Birlikte çalıştık bir süre. Kendi halinde sakin, beyefendi bir görüntüsü var. Yine kendisini öğretmenler kurulu toplantısında her konuda görüş serdeden, konuştuğu zaman mangalda kül bırakmayan, işini en iyi şekilde yaptığını hissettiren ve herkesin kendisini öyle sanmasını bekleyen biri imajı edindim. Öğretmenliğin yanında ticaretle uğraşır, aynı zamanda bir oluşumun temsilciliğini yapardı.  Her şeyi bilirim, her şeyden anlarım görüntüsü veren bu bilge kişiyi çalıştıkça daha iyi tanıdım. Bu cevher içimde kalsın istemedim. En iyisi bu profili bir yazı konusu edinerek taçlandırayım istedim. Benden kıdemli olan bu kişi ben derse girdikten sonra kaç defa kapımı açtı. Hayırdır hocam soruma "Ders senin mi, benim dersim bu sınıfa değil mi" cevabı alırdım. Ben dersi işlemeye başlayalı ne oldu, garibim sallana sallana derse yeni geliyor, ah bir de yanlış sınıfa gelmese derdim kendi kendime. O kapıyı kapatırken öğrencilere "Bunlar aşağı

"Davetiye 2 Kişiliktir"

Üzerinde "Davetiye 2 kişiliktir" not yazılı bir düğün davetiyesi aldım. Davetiye üzerinde bu şekil not çok yaygın değil. İçinizden rastlayan vardır. Notu görünce garipsemiş olabilirsiniz. Bana çok garip gelmedi. Belki de olması gereken bu şekil not yazılmasıdır. Hatta "Düğünümüze çiçek gönderilmemesi, kap-kacak getirilmemesi şeklinde ilave notlar eklenmelidir. Çünkü ne gönderilen çiçek, ne de getirilen kap-kacak sadra şifadır. Düğün sahibinin işi yoksa düğün bittikten sonra yorgun-argın bir şekilde iken getirilen eşyayı ve çiçekleri evine taşısın. Çiçek kuruyacak, kullanmayacağı birbirinin aynısı hediyeyi muhafaza için evinde depolayacak. Hediye faslı başlı başına bir sorun. Şimdi gelelim 2 kişilik davetiye notuna. İçinizde düğünlere iştirak etmeyeniniz yoktur. Düğünde ikram edilen yemeğin yetmediğine de şahit olmuşsunuzdur. Davetli olarak gittiğiniz düğünden karnınızı doğurmadan geri dönünce ne hissettiniz? Ya düğün sahibi yemek yetmeyince kimseye görünmemek iç