Ana içeriğe atla

Pazarcı Esnafının Sahtekârı

Baştan söyleyeyim, pazarcı esnafının içinde yaptığı işi düzgün yapan esnaflar var, fakat azınlıkta. Çoğunun yanına besmele pardon eûzü ile yakmamak gerekiyor. Hatta bazılarına eûzü de yetmez. Çünkü şeytan "Bu işi siz benden daha iyi yapıyorsunuz" diyerek insan aldatma görevini bu tiplere devretmiş.

Pazardan sebze veya meyve alacağın zaman ürün hakkında iyi-kötü kararı verebiliyorsun. Kendinin seçmediği sebze meyvede birkaç tane ezik veya çürük çıkabilir. Bu da bahtına artık. Yeter ki pazarcı esnafının gözü seni kestirsin.

Kavun ve karpuz hakkında tam karar veremiyorsun. Zira içini görmüyorsun. Çünkü dışında doğal ambalajı var. İçi yenmiş mi olur, hiç tadı olmaz mı, ham mı çıkar? Bahtına! Bu durumu bilen pazarcı kavun veya karpuzundan bir numune keser, herkesin göreceği yere birer dilim koyar. Alıcı bir kavuna, bir karpuza, bir de numuneye bakar; ya gözüne kestirdiğini ya da pazarcının seçtiğini tarttırır, evinin yolunu tutar. Buraya kadar diyecek bir şey yok. Zira olması gereken bu. 

İçlerinden bazıları var ki evlere şenlik. Sahtekarlık alasını yapıyor. Bir elinde bıçak, diğer elinde kavun veya karpuz. Gelene gidene, yüzüne bakana, bakmayana; alacak olana ve almayacak olana kestiği dilimden tartırmaya çalışır. Yeter ki önünden geç. Bana kavun karpuz ihtiyaç değil desen de peşini bırakmaz. "Alma önemli değil, mutlaka bir tat" der. Baktın ki kurtuluş yok. Alıp tadayım bari diyorsun. Tadına doyum olmaz bir kavun veya karpuz. Tatlı mı tatlı! Üstelik adamın malından tattım, birkaç tane alayım, üstelik tadı da güzel diyorsun. 

Kavunu veya karpuzu bir zaman sonra kesip tadarsan alırken tattığın tattan eser bulamazsın. Tattığın numuneden eser yok.  Parayı numuneye verdim sayıyorsun. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Zira tadı olmasa da bir nimettir. Bu durumda kavun ve karpuzu sana pazarlayan adama "vay sahtekar" diyerek bir güzel kızıyorsun. Ardından yenmeyen bu kavun veya karpuzu dolaba kaldırıyorsun. Bir sonraki öğünün müdavimidir artık. Kaldırıp koyuyorsun tekrar tekrar. Bitmiyor bir türlü. Bereketleniyor çünkü. Bitmeyince yenisini almıyor ve paran cebinde kalıyor.

Numunesi ve sattığı farklı olan bu tip pazarcılar bir malı allayıp pullayarak olduğundan farklı göstererek satmaktan ne anlar ki? Böyleleri evine haram götümekten, çoluk-çocuğuna haram yedirmekten ne zevk alırlar ki? Hele bir de kesmece, istersen keseyim bak diyerek emin bir şekilde konuşması/bağırması yok mu? Ayıp gerçekten, günah vallahi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder