Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gel Şu İnadı Bırak MEB! *

LGS sonuçları açıklandı. 342 bin kontenjan boş kalırken 91 bin aday herhangi bir yere yerleşememiş. MEB, öğrenci istediği okulda okusun diye  adrese dayalı okulların kontenjanını yüksek tuttu, hatta çoğu okulları ikili öğretime geçirdi. Ama açıklanan istatistiklere göre öğrenci, “Bazı okul türlerini tercih etmektense herhangi bir okula yerleşmem olur biter” diye düşünmüş anlaşılan. Nakil döneminde ne kadar öğrenci yerleşir, bunun bilgisini de nakil dönemi sona erince öğreniriz. Genelde kontenjanı boş kalan okullar eski adıyla EML, TML ve İHL'ler görünüyor. Bu okul türlerinin ya sayısı çok, ya kontenjanları fazla, ya da fazla talep yok. Gerekçe hangisi olursa olsun, sonuçta bu okullar kontenjanlarını dolduramadı. Pekiyi bundan sonra ne olacak? MEB nasıl bir yol haritası izleyecek? Zira yerleşemeyen öğrenciler var. Bu öğrenciler boş kalan kontenjanları tercih etmezse ne yapacak? Çünkü MEB, kimse istemediği okulda okumayacak demişti. Öğrenci öğrenimine açıktan devam etmek i

Doktor ve İki Polis Bu Vebalden Nasıl Kurtulur? ***

Türkiye, birkaç gündür Giresun'da evde bakım hizmeti alan yatalak eşi için ilaç yazdırmaya giden 82 yaşındaki  amcaya; doktorun ve polisin reva gördüğü nahoş muamele ile çalkalanıyor.  Ne doktorun yaptığı, ne de polislerin yaptığı yenilir tutulur cinstendir. Olayın neresinden bakarsanız elinizde kalır. Bir akıl tutulmasıdır. Olayı tetikleyen baş aktör ya da baş tetikçi doktorumuz namı diğer aile hekimimiz. Olay evde bakım hizmet raporu olan yatalak bir kadının ilaçlarını yazmak için doktorun "İlla hastayı göreceğim" diye tutturmasıyla başlar. Amcanın "10 yıldır yatağa bağlı olarak yaşayan eşimi nasıl getirebilirim" ısrarı doktor için bardağı taşıran son damla olur. Baktı ki olmayacak belki de ölüm vb. risk durumunda başvurması gereken "Beyaz Kod" yoluna başvurur. (Bu vesileyle doktorların kendilerini koruma amaçlı beyaz kod isimli bir yollarının olduğunu da öğrenmiş olduk.) Haydi diyelim ki doktorumuz, ihtiyar amcanın yürümesine kolaylık olsu

Asker Uğurlamaları

Son günlerde gündemimizde tatlı telaş diyebileceğimiz etkinliklerimiz var. Kimimiz düğün yapıyor, çocuklarının mürüvvetini görüyor; kimimiz yüz binlerce kişi arasından kurada çıkıp hac farizasını yapmak üzere kutsal topraklara uğurlanıyor; kimimiz de vatani görevini yapması için çocuğunu askere gönderiyor. Saydığım her üç organizasyon iç içe geçmiş, sevinç ve mutluluğu içinde barındıran fiillerdir. Soyumuzun devamı, sağlıklı nesillerin gelmesi ve toplumun en küçük çekirdeği olan ailenin kurulması için evlilik; gitmeye güç getirenlerin dini vecibesini yerine getirebilmesi için hac; ülkenin korunup kollanması için askerlik olmazsa olmazlarımızdır. Her üçü de sevinç ve mutluluktan gözyaşı döktürür insana ve yakınlarına. Her üçünü de dualarla uğurlarız. Zira hayırlı bir iştir. Bahsettiğim her üç konu, ayrı ayrı ele alınması gereken üç değerimizdir. Burada askere uğurlama konusu üzerinde biraz durmak istiyorum. Yakınlarımdan son yıllarda askere giden yok. Bu yüzden işin iç yüzünü

Hac ve Hediye ***

Hac görevi çıkmış hacı adaylarımız bugünlerde kutsal topraklara uğrulanmaya başlandı. İçimizdeki nasibi olan kişiler bunlar. Çünkü yüz binler kurada hac vazifem çıktı çıkacak diye bekleye dursun, onlar muradına erdi. Zira onlar da bekledi yıllarca hacca gitmek için. Sırası gelen veya davet edilen gidiyor. Gitmeye yol bulan herkese Allah, hac farizasını yapmayı nasip etsin inşallah! Hacca giden gidiyor. Ama sorunlar var. Malumunuz üzere hac, gücü yetenlerin yerine getirmesi gereken hem mali, hem de bedeni bir ibadettir. Bir meşakkattir, bir maliyettir aynı zamanda. Fakat maliyetleri biz biraz daha artırıyoruz. Çünkü hediye faslı var işin içinde bir de. Tespih, takke, seccade, koku, yüzük, kına, tülbent, çocuklara oyuncak...ilk akla gelen hediyeler. Çoğunluk daha hacca gitmeden -kurada hac çıkar çıkmaz- soluğu hac malzemeleri satan dükkanlarda alıyor. Hacca gidince de oteline yerleşir yerleşmez hurmayı nereden alırım, ne kadar götüreyim, uçak ne kadar zemzem getirmemize izin veriyor

Hep Gündemde Kalmanın Yolu ***

—Üstat, beni tanıyorsun? Birçok yere girdim çıktım. Hepsinde şu ya da bu şekilde bir koltuk kaptım. Bakanlığa kadar yükseldim. Kaç dönem vekillik yaptım. Ama hala içimde bir boşluk var. —Ne boşluğu? —Hep göz önünde olunca geri planda kaldığımı düşünüyorum. İçinde bulunduğum partiyi ele geçirmeye çalıştım, başarılı olamadım. —Yeter, çekil köşene o zaman! —Beni bana bırakmıyorlar. —Kim? —Nefsim ve belli çevreler. —Ne istiyorlar senden? Ya da nefsin ne istiyor? —Başbakan olmamı, "Ben bu ülkeye başbakan olacağım." —Ben de cumhurbaşkanı olmak için heveslenmiştim. Ama avucumu yalamak kaldı bana. Ayrıca başbakanlık kalktı biliyorsun. —Hedefi daha da büyüttüm. Cumhurbaşkanı olacağım artık! —Nasıl yapacaksın bunu? Etin ne, budun ne? —Olurum ya da olamam. Ama ben hep gündemde kalacağım. Öyle ki her gün kamuoyu benden bahsetmeli. Bunu hak ettiğimi düşünüyorum. —Kim verdi sana o hakkı? —Belli çevreler benim kapasite ve yeteneğimin farkında. —İyi de nasıl y

Koltuğunda Çok Tekin Durmadı *

Beş yıl önce oturduğu en yüksek devlet memurluğu koltuğunda iki tane bakan eskitti. Üçüncü bakan atanmadan önce belli bir el tarafından ismi, bakan olarak servis edildi. Geldi, geliyor, atandı, atanıyor derken layık gösterildiği makama bir başkası atandı. Deruhte ettiği müsteşarlık kaldırılınca ve bakan yardımcısı olarak da atanamayınca boşta kaldı. Sonunda işgal ettiği makamı boşaltmak zorunda kaldı. Haydi, git dendi çünkü! Giderken kubbede hoş bir seda bıraktı mı? Camianın geneli nezdinde hayır. Çünkü istenmeyen kişisi idi. Deruhte ettiği teşkilatını hallaç pamuğu gibi savurdu. Biçip doğradı dense yeridir. Mevcutları doğrar, yenilerini getirirsem her şey yoluna girer sandı. Götürdüklerimin yanında getirdiklerimin desteği yeter de artar diye düşündü. Teşkilatı aşağıdan yukarıya sallarken ne tekme vurduklarının ne de getirdiklerinin onurunu hesaba kattı. Dediğim dedik, astığım astık, kestiğim kestik dedi. Yeni öğretmen alımında, idareci atamada, şube müdürü seçiminde mülakat de

Doktorları Şiddetten Korumanın Yolu

Günlük olmasa da gün aşırı bir ilimizde hastanede çalışan bir doktor şiddet görmemiş olsun. Genelde hasta veya hasta yakınlarının şiddetine maruz kalıyor. En hafifinin ağzı ve burnu kırılıyor. Bu durumu o kadar kanıksadık ki bereket ölmemiş, yaşıyor diyoruz.  Doktor bir güzel dayak yiyor. Kendisini koruyacak kimse yok. Onları korumak için polis olsa diyeceğim, günümüzde vatandaş polisi de dinlemez. Hastane de asayiş ve güvenliği sağlasın diye görevlendirilen özel güvenliğin elinden bir şey gelmiyor. Çünkü pek bir yetkisi yok. Yetkisi olsa da gözü dönmüş bir kişi için polis ne yapsın, güvenlik görevlisi ne yapsın! Şiddet uygulayan hakkında şiddete maruz kalan, şikayet etmek için suç duyurusunda bulunsa zanlının ifadesi alınıp "Haydi yiğidim, bu uğurda yolun açık olsun" denip salıveriliyor. Doktor ve şiddet uygulayan şu ya da bu şekilde yine yüz yüze geliyor. Olup bitenden anladığımıza göre güvenlik görevlisi, polis, karakol ve adliye çözmüyor ya da çözemiyor bu

Bu Doktorlardan Ne Çekecek Vatandaş Böyle! ***

Gün geçmiyor ki bir şehrimizden doktora darp vakası haberi  gelmiş olmasın. Sanki sıraya girmiş gibi millet! Gelen vuruyor, giden vuruyor. Zaman zaman hızını alamayan hasta veya hasta yakını tarafından öldürülüyor da doktorlar. Kimi doktoru beğenmiyor, kimi teşhisini, kimi davranışını. Kimi ilgi görmediğinden veya yeterince açıklama yapmadığından şikayetçi. Kimi doktor çağırıldığı yere çabuk intikal etmediğinden, kimi de yerinde bulunamadığından dertli. O zaman bu işi ne çözer? En hafifinden dayak çözer. Vur abalıya ondan sonra. Eline ne geçerse artık! Tuğla, kiremit, taş, silah, bıçak vs. Allah ne verdiyse... Çözüm mü bu? Yazık değil mi bu vatandaşa? Hastaneye geldiği zaman adam gibi ilgiyi bu vatandaş ne zaman görecek? Ne zaman doğru-dürüst muayene olup tedavi olacak? Bu vatandaş işini dört dörtlük yapan, işinin ehli doktorları öldükten sonra mı görecek? Ne zaman bitecek bu vatandaşın çilesi? Şifa bulmak için hastaneye gelen bu insanları uyguladığı şiddetten dolayı ifade v

"Asıl Olan Gönüllere Girmek"

Mevcut iktidar, bu halkın çoğunun hayal bile edemediği yeniliklere imza attı. Hizmet üstüne hizmet yaptı. Bu ülke insanına "Siz her şeyin en iyisine layıksınız, önemli ve değerlisiniz " imajını verdi. Vatandaş ilk defa bu ülkenin bir ferdi olduğunu hissetti. Kendinden bir şeyler gördü çoğu. Bu yüzden olmalı ki kendisine değer veren bu hükümeti vatandaş, bir istikrar abidesi gibi arka arkaya iktidara taşıdı. Sen yeter ki hizmet et dedi. İktidar hizmet etmeye devam ederken iktidarın getirdiği bürokratlar, il ve ilçe yönetimleri bulundukları pozisyonları kendi lehlerine çevirmeye kalktı. Ahbap-çavuş ilişkisi içerisine girdi. Terörle mücadele etmek amacıyla getirilen mülakat sisteminden faydalanma, birilerini kollama yoluna gitti. Kamuda yeniden referans bulma ve referans olma döneminin önü açıldı. İhaleler, belli eller arasında dönüp dolaşmaya başladı.  Göz önünde cereyan eden bu nahoş durumlardan halk hoşnut olmadı. Hoşnutsuzluğunu "Ayağını denk al, yozlaşma"

İtidal Sahibi Olamıyoruz Bir Türlü! **

Şimdilerde pek kullanılmayan bir kelimemiz var: Mutedil olmak. Hatta unuttuk bile. Ne demek mutedil-itidal sahibi olmak? "Düşünce, iş vb. de aşırıya kaçmayan, ılımlı, itidalli, ılıman, soğukkanlı" olmak demektir. Bu kelimeyi unuttuğumuz gibi pratiğimizden de çıkardık. Sözlük TDK'nın sayfasında sakin sakin oturuyor, kendisini kullanacak insan evladını bekliyor. Mutedil olamadığımız gibi tam zıddına aşırı uçlarda geziniyoruz. Ya ifrattayız, ya da tefritte. Makul düşünemiyoruz. Düşüncelerimizi güzelce ifade edemiyoruz. Konuşurken gözümüzü kan bürümüş gibi. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Hep hakaret, hep hakaret! Yeter ki ortam müsait olsun.   Sevgi ve nefret sınırındayız hep. Sevdiğimizi taparcasına ölümüne sever, nefret ettiğimizi kılımız kadar sevmeyiz. Gücümüz yetse boğarız. Nefret gözümüzü o kadar kör etmiş olmalı ki başka türlü rahatlayamıyoruz. Ağza alınmayacak, gün görmedik laflar dağarcığımızdan bir bir dökülür. Aslında ağzımızdan dökülenler bilinça

Bedelli Askerliğe Nasıl Bakmalıyız? *

Bedelli askerlik zaman zaman bu ülkenin gündemine gelir. Özellikle ekonomik krizin baş gösterdiği dönemlerde hükümetler can simidi gibi bedelli askerliğe sarılır. Aslında ekonomik getirisi olduğu için her hükümetin gönlünde bir bedelli yatar. Ama halkın bir kesiminden gelebilecek tepkilerden dolayı “İstemem, yan cebime koy” rolü oynar. Önce eğri oturalım ama doğru konuşalım: -Askerlik bu ülkede yaşayan her Türk vatandaşının yerine getirmesi gereken vatani bir görev midir? Evet. -Genç nüfusu barındıran ülkemizde asker fazlalığı var mı? Var. -Bu ülkede bedelli askerliğe ihtiyaç var mı? Var. -Bedelli askerlik bu ülkede bir realite midir? Evet. -Bedelli askerliğin ekonomiye bir getirisi var mı? Var. -Bu ülkede asker kaçakları var mı? Var. -Bu ülke profesyonel askerliğe geçiyor mu? Evet. -Genel Kurmay, vatani görevini yapmak isteyenleri veya askerlik yaşı gelenleri askere alabiliyor mu? Hayır. (5 milyon asker fazlalığı var deniyor.) -İnsanımız

Eleme Usulünün Talebeleri *

Ülkemizin eğitim ve öğretiminden memnun olanımız yok gibidir. Eğitim ve öğretimdeki sorunu çözmek için denemediğimiz sistem kalmadı. Sağa koyduk olmadı, sola koyduk olmadı. Her birimiz “Ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali” der dururuz.  Yeni Bakan Ziya Selçuk ile birlikte “Eğitim ve öğretim alanında neşter vurulacak, sorunlar çözülecek, eğitim ve öğretimimiz iyiye gidecek” şeklinde öğrencide, velide, öğretmende, idarecide ve toplumda olumlu bir hava oluşmuş durumda. Bugünlerde Bakanlığının üç yıllık yol haritasını açıklayacak olan Selçuk, tüm tarafları memnun edebilecek mi? Bunu ilerleyen zaman gösterecektir. Bakanın basın toplantısında açıkladıklarından radikal karar ve yeni bir sistemden ziyade mevcudu onarmayı tercih edeceğini anladım. Sayın Bakanın camiaya kattığı hava devam etsin, eğitim ve öğretime başarı gelsin isteniyorsa paydaşların, sorunun temelinde kendilerinin olduğunu ve bunun çözümünün de taşın altına elini koyması gerektiğini bilmesinden geçer. Eğer taraflar ke

Eğitim ve Öğretimle İlgili Yazılarım (2015-2018)

Ziya Selçuk yaptığı basın toplantısında 2 ay içerisinde 3 yıllık bir yol haritası açıklayacağını, şimdilik üzerinde çalıştıklarını ve sosyal medyayı çok iyi yöneten bir ekip kurduğunu açıkladı. Basın toplantısının her bir cümlesi dikkate şayan. Ama izin verirseniz ben “Sosyal medyayı çok iyi yöneten bir ekip kurduk” sözü üzerinde duracağım. Acaba Bakan, 3 yıllık yol haritası için sosyal medyadan da mı faydalanacak? Her türlü paylaşımın yapıldığı sosyal medyayı tarayarak insanlar en çok eğitimin hangi yönünden şikayetçi araştırması mı yaptıracak? Veya olur olmaz sosyal medyayı kullanan eğitimcileri tespit edip “İşte eğitimin önündeki en büyük engel, bunlarla başa çıkarsam eğitim ve öğretimimiz düze çıkar” tespiti mi yapacak? Ya da yapacağı icraatı anlatabilmek, halkı ikna edebilmek için sosyal medyayı aktif bir şekilde mi kullanacak seçtiği ekibi sayesinde? Acaba eğitim ve öğretim konusunda önerilerde bulunan kişileri yanına alıp onlara görev mi verecek? Hasılı şu anda içim kıpır