Ana içeriğe atla

Torpilin Neresindeyiz? **



Kamuya eleman alımında veya yönetici seçiminde her birimizin ağzımızdan düşürmediği kulağa hoş gelen iki güzel kelime var: Liyakat ve ehliyet. Bu iki kelime sadece dilimizde değil, 657 Sayılı DMK' da da istenen kriterlerden ikisi. 


Liyakat ve ehliyetin neresindeyiz? Ne kadar riayet ediyoruz ihtiyacımız olan yere birini seçeceğimizde? İşte bu sorular çok su götürür maalesef. İstediğimiz kadar liyakat ve ehliyeti dilimizden düşürmeyelim, Kanun'da iki şart olarak sunmaya devam edelim, Allah Kur'an'da "Emanetleri ehline verin" buyursun; sonuç, imam bildiğini okuyor. Bu alanda milletçe sınıfta kaldık desek yanlış olmaz. Maalesef karnemiz ve sicilimiz iyi değil, hatta berbat. Çünkü kahir ekseriyetimiz iyi bir sınav vermiyor. 


İşin garibi adam kayırmacılığından, ahbap-çavuş ilişkisinden "Dayısı olan giriyor" diyerek herkes şikayetçi. Ama istisnalar hariç çoğumuz bu işin içindeyiz. Yeter ki bir yere atanacak bir tanıdığımız olsun veya atama yapılacak komisyonda görev yapalım.  Ya torpil yapacak birine ulaşmaya çalışıyoruz, ya da görevlendirildiğimiz komisyonda bize ulaşan olmasın. Hatta bazımız tek referansı yeterli bulmayıp ne kadar etkili ve yetkili kişiye ulaşırsak işimiz o kadar garanti olur düşüncesiyle çalmadık kapı bırakmayız.


Son yıllarda FETÖ gibi terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla kamuya alımlarda can simidi gibi sarıldığımız sözlü mülakat, “Birileri kayırılıyor” şayiasını beraberinde getirdi. Sözlü mülakatlarda görev yapan komisyon üyeleri, “Biz ehliyet ve liyakata göre alacağız, kesinlikle kimseyi kayırmayacağız…” dese veya devletin en üst kademesinde görev yapan yetkili kişiler komisyon üyelerine, “Önünüze üç katı aday gelecek. Siz bunlardan üçte birini seçeceksiniz. Seçerken elinizi vicdanınıza koyarak karar verin, kendi işinize adam alır gibi seçin…” dese ya da aday veya aday yakınları, “Hak eden ve layık olan kazansın. Biz asla birilerini devreye koymayacağız…” dese ve her şey hakkaniyet ölçüsü içerisinde yapılıp hiç torpil yapılmasa bile sözlü mülakatın özünde torpil var algısı vardır. Yani çok su götürür. Hatta halkımız mülakatı, eşittir torpil olarak görmektedir. Böyle görmekte haklılar da. İşin garibi çoğumuz torpil buluyor, torpil yapıyoruz. İstediğimiz olmayınca “Torpil var” diye bas bas bağırıyoruz. Bu konuda öyle algı oluşmuş durumda ki  adamın yoksa kamuya giremezsin sözü belleklerimize iyice yerleşti. “Ben torpile karşıyım, torpil yoluyla iş sahibi olmak istemiyorum diyen de torpil bulmak zorunda hissediyor kendini.


Kamuya alımlarda devletin köküne dinamit koymak demek olan ve toplumsal barışı zedeleyen kayırmacılığa bir dur demenin zamanı gelmedi mi hala? Böyle gelmiş böyle gider mi diyeceğiz? Dün onlar yaptı, onlar yaparken iyiydi, bugün biz yapmayacak mıyız demeye devam mı edeceğiz? Herkesin şikayet ettiği bu çürümüşlüğe son noktayı koymayacak mıyız? Eşittir torpil demek olan bu mülakat belasından nasıl kurtulacağız? Bu konuda soruları çoğaltabiliriz. Bu konuda şunu söylemek istiyorum. Kamuya alımlarda torpil varsa bilelim ki torpil iki taraflıdır: Torpili talep eden ve bunu yerine getiren. Bir defa torpil istemeyen ekseriyetimiz torpilin kalkması konusunda samimi değiliz. Maalesef yanlış bildiğimiz bu yöntemle kayırdıkça, kayırma aradıkça pamuk ipliğine bağlı barış ortamını yok ediyor, geleceğimizi tüketiyoruz.


Torpile kapı açan mülakat kimin aklıysa bu aklı kendine saklasın. Bu yöntem ahlaki yozlaşmayı artırırken devlete ve insanlara olan güveni azaltıyor. Mülakat yöntemi iktidarın da topuğuna sıkıyor ve kolay kazanacağı seçimleri daha zor veya bıçak sırtında kazanmaya başlıyor.


Torpil konusunda torpil yapanlar kadar torpil arayanlar da suçlu. İki tarafı pis bir değneği taraflar tutmaya devam ediyor. Burada devlete düşen torpile kapı aralayan mülakatla kamuya eleman alımı yöntemini çöpe atmaktır. Bu yöntemin ne iktidarda olana katkısı olur; çünkü buradan oy çıkmaz. Ne de devlete hayrı olur; çünkü ortalık hakkımı helal etmiyorum diyerek devlete küsenlerle dolu. Torpil ile devlete atananlar da devlet ve millete hayır etmez. Çünkü ehil olmadan o göreve geldi veya makama atandı. Zaten bu yüzden olsa gerek, bulunduğu yerde başarılı olamasa bile istifa mekanizması bizde çok hatta hiç işlemiyor.


Gelin, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın umutlarını tüketmeyelim. Kamuya alımlarda yeniden sınav ve güvenlik soruşturmasını şart koşalım. Yoksa bugünlerimizi çok ararız.

** 23/07/2018 günü kahtasoz.com da yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde