Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Biz Bize Yetmeliyiz *

Çoğumuzu evine hapseden salgın virüs, alınan onca tedbire rağmen yayılmaya ve can almaya devam ediyor. Böyle gider ve bu mevcut durum uzarsa salgının yıkımı sadece ölümle sonuçlanmayacak, en büyük yıkımı ekonomiye olacaktır. Çünkü çoğumuz evine hapsoldu. Zorunlu olmadıkça kimse evinden çıkmıyor. Dışarıya, işini kaybetmemiş ve çalışmak zorunda olanlar çıkabiliyor. Evinin iaşesini günlük çalışarak kazananların çoğu da işine gidemiyor. Salgın riski dolayısıyla bazı sektörler zorunlu olarak kepenk kapattı. Birçok sektör durma noktasına geldi. Devlet, açıkladığı paketle sektörleri canlandırmaya çalışıyor; borçlarını, vergilerini öteliyor. Ama nereye kadar… Böyle giderse özel sektör işçi çıkarmak durumunda da kalabilecek. Açıkladığı paketle ve salgının yayılmasının önüne geçmek için aldığı tedbirlerin yanında devlet; işini kaybetmiş, kazancı kendi kendine yetmeyen insanlarımızın yardımına koşmak ve bu zor durumda onlara destek vermek amacıyla Milli Dayanışma Kampanyası başlattı. Kampan

Ne Ara Böyle Bir Dil Kullanır Olduk?

Eskiden özellikle futbol kulüplerinde başarılı olamayan teknik direktörler ile kulüp yönetimi yollarını ayırdığı zaman basında "Falan teknik direktör kovuldu, falan teknik direktörün görevine son verildi, falan teknik direktörün kulüple olan sözleşmesi tek taraflı feshedildi..." gibi sözler sıkça yazılır, çizilirdi. Çoğu teknik direktörün başına gelmiştir bu durum. Bu durumdaki teknik direktörlerin kulüple sözleşmesi sona erse de teknik direktörler ya tazminatlarını alırlar ya da sözleşmesi bitinceye kadar daha önce anlaştıkları parayı almaya devam ederler. Bir hak kaybına uğramamış olsalar bile onlar hakkında basında çıkan "kovuldu/görevine son verildi..." sözlerine, sanki kendim hakkında yazılmış gibi üzülürüm. Neden derseniz? Çünkü kovuldu, görevden alındı, görevine son verildi sözlerini insan onurunu zedeleyen ifadeler olarak değerlendiriyorum.  Hiç kimse görev yaptığı yerde başarısız olmak istemez. Herkes başarılı ve sahasında en iyisi olmak ister ve bunun

Beştepe'de Bir Cuma Namazı *

Herkese “Evinde kal”, “Evinde otur” dendiği, ülkede cuma ve cemaatle namaz kılmaya ara verildiği bir dönemde, Diyanet İşleri başkanı Sayın Ali Erbaş’ın imametliğinde, Beşte Millet Camiinde kılınan cuma namazı, Türkiye gündemindeki yerini aldı. Salgından korunma amacıyla Diyanet’in “cemaatle namazın kılınmayacağına” dair aldığı kararına, tüm ülkede riayet edilirken kararda imzası bulunan Diyanet İşleri Başkanı’nın kendi kararını çiğneyerek cuma namazı kıldırması, çoğunluğun tepkisini çekti. Vatandaşın gösterdiği tepkiyi haklı buluyorum. Sayın Başkan herkese telkin verirken kendisi maalesef üzümü salkımla yemiştir. Düşünün ki ülkenin din işlerinden sorumlu bir imam böyle yaparsa cemaat neler yapmaz. Teşbihte hata olmaz ama burada “İmam osurursa cemaat …” sözünün tam yeridir. Maalesef DİB Başkanı Ali Erbaş, bu olağanüstü durumda cuma namazı kıldırmak ve hutbe okumakla büyük bir yanlışa imza attı ve fırsat kollayanlara emsal oldu. Önümüzdeki cuma, bir kısım insanımız “Biz de salgın ku

Sır Saklamada Sağlık Bakanı Temel'den de Öte Bir Sır Küpü

—Fıkra sever misin? —Kim sevmez ki fıkrayı! Hele de taşı gediğine koyarcasına, günümüzle bir bağlantı olursa, bayılırım. —O zaman dinle! Amerika'da ülkeler arası casusluk yarışması yapılır. Sırada işkenceye dayanıklılık testi var. Casusların her birisine birer sır verilir. Ne olursa olsun kimseye söylemeyeceksin diye tembih edilir. Sonra da o casusları  sorgulamak için en usta işkenceciler görevlendirilir. Alman askerini çağırırlar, başlarlar sorgulamaya. Alman askeri 2 saat sonra bülbül gibi öter ve kendisine verilen sırrı söyler. Amerikan askeri 3 saat sonra öter. İngiliz askeri 1 gün sonra öter. Bizim Temel’i alırlar sorguya. 1 gün 2 gün, 3 gün, 1 hafta geçer ama Temel’i konuşturamazlar. Türk yetkiliyi tebrik ederler ama Temel'in sırrını çözmek de isterler. Temel'in işkenceden sonra konulduğu odaya bir kamera yerleştirirler. Sonra işkenceden bitap düşmüş Temel'i izlemeye koyulurlar. Bizim Temel, adamlar çıkar çıkmaz hemen koşar

Merkezî Ezanı Nasıl Aramazsın Şimdi! ***

Yaşadığımız olağanüstü durumun ülkemizden defolup gitmesi için destek amacıyla camilerimizde yatsı ezanının akabinde dua edilmeye başlandı. Bu duayı dinlemek ve amin demek için birkaç defa pencereyi açtım. Olmadı, terasa çıktım, yine olmadı. Çünkü yapılan duaları doğru dürüst anlayamadım. Çünkü bir ve birkaç camide ezan okunmaya devam ederken diğeri duaya geçmiş oluyor. Duayı dinlemeye odaklansam kulağıma ezan sesi geliyor, ezana kendimi vermeye kalksam kulağıma dua sesi geliyor, hem de birkaç yerden birden. Çünkü yürüyüş mesafesiyle evime aynı mesafede olan 4 cami var. Her birinden okunan ezanı da aynı şekilde duyarım. Aynı saatte başlamayan ezanların biri bitmeden diğeri başlıyor. Hepsi aynı vakitte başlasa da aynı anda bitmiyor. Müezzinlerin kimi ezanı uzun okurken diğeri daha kısa okuyabiliyor. Bu demektir ki okunan ezan sesleri de birbirine karışıyor. Az daha uzakta okunan ezan sesleri de geliyor evime kadar. Burada okunan ezan ve sesinden rahatsız olduğum anlaşılmasın. Böyle

Üç Günlük Dünyada Huyumuzdan mı Vazgeçelim? *

Bakkalın ilk müşterisi benmişim erkenden. Kapıda karşıladı beni bakkal. Sevindim doğrusu. Kim karşılar beni bu devirde, bu ortamda, bu pozisyonumla. Yalova Kaymakamı bile değilim zira.  Alacağımı aldım. Ayrılmadan önce kapıda büyükçe bir masan vardı, kimse girmesin diye koyduğun. Niye kaldırdın, dedim. "Kaldırır mıyım? Koyacağım yeniden. Daha yeni açıyorum dükkanı. (Demek ki burnum düşmüş sabah sabah) Koymayıp da ne yapacağım sonra. Değilse hakından (hakkından) mı gelinir bizim milletin. İçeri giren eliyle ekmek seçmeye başlıyor. Mecbur koyacağım" dedi. Kolay gelsin dedim, ayrıldım. Evimin yolunu tutarken sevincim kursağımda kaldı. Çünkü kapıda gördüğüm bakkalın, beni karşılamak için değil, içeri girmeyeyim diye beni kapıda beklediğini çok geçmeden anladım. Sevincim kursağımda kalsa da eliyle ekmek seçen insanımızı takdir ettim. Nasıl takdir etmem. Temasın, insanı ölüme götüreceği bu kadar açık ve çok dillendirildiği bir ortamda huylunun huyundan vazgeçmemesi, inadım ina

Evlenmenin Şimdi Tam Zamanı!

Koronavirüs dolayısıyla "Evde kal" dediler. Kaldım. Hala da kalmaya devam ediyorum. Bu gidişle evde kala kala evde kaldım gitti. Ne arayan var ne de soran. Aç mısın, susuz musun diyen yok. Evde dura dura, canım sıkılmış, kimin umurunda. Tek dedikleri evde kal demekten ibaret. Sıkıldım diyene ölümü gösterip evde kalmaya razı ediyorlar. Bu durumda sıtma daha iyidir diyorsun. Bereket, zamanında evlenmişim. Bu durumda ne kıza bakmaya gidebilirdim ne de gittiğim ev, virüs endişesiyle bana kapısını açardı. Haydi biri gafil avlandı, benimle evlenmeyi kabul etti diyelim. Düğün de yapamazdım bu durumda. Dur be Ramazan! Felaket tellallığı yapma. Başımıza felaket tellalı kesildin. Bardağın biraz da dolu tarafından bak dediğinizi duyar gibi oldum.  Bakalım bu durumda düğün nasıl olacak? Aslında böyle bir ortamda düğün yapmak da fena olmaz: Kız evi fazla bir şey istemez. Alışveriş için çarşı pazar dolaşmazsın. Virüs dolayısıyla hepsini ötelersin. Hele virüs bir gitsin, bir ara ba

LGS ve YKS Adaylarına! *

Sevgili gençler! Bildiğiniz gibi yaygın salgın hastalık dolayısıyla 16 Mart tarihinden itibaren evlerimize kapandık. İlk haftayı ara tatil olarak geçirdikten sonra ikinci haftadan itibaren uzaktan eğitim yoluyla derslerinizi evlerinizden takip ediyorsunuz. Salgın hastalığın yayılmaya devam ettiği göz önünde bulundurularak okullarımız, 30 Nisan 2020 tarihine kadar tatil edilmiştir. Dünyanın ve ülkemizin yaşadığı bu olağanüstü durum elbet bir gün kontrol altına alınacak ve tehlike olmaktan çıkacaktır. Ama ne zaman tehlike olmaktan çıkacağını bugünden kestirmemiz mümkün değildir. Bu aşamada size düşen, devlet yetkililerinin dediği gibi evlerinizden çıkmamanızdır. Bu hastalıkla ilgili sizin tek yapacağınız budur. Bırakalım, virüsün kontrol altına alınmasını büyüklerimiz düşünsün. Sizin düşünmeniz gereken haziran ayında gireceğiniz LGS/YKS sınavıdır. Sizin bu sınavlara odaklanmanız gerekir. Biliyorum, moraliniz bozuk. Acaba sınavlar zamanında yapılır mı endişesi taşıyorsunuz. Size

Türkiye'nin Ayıbı Bir Dava ***

Takvimler 25 Mart 2009'u gösterdiğinde Türkiye, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopter kazasını ajanslardan öğrenmişti. Devlet, helikopterin enkazına 48 saat sonra ulaşabilmişti. Kazadan kurtulan olmadı.  Kaza mı, cinayet mi, sabotaj mı tartışmaları hiç bitmedi. Bitmeyen bir şey daha var: Yargılama. Helikopter kazasının ardından 11 yıl geçti. Kazanın kaza değil, organize bir cinayet olduğunda herkes hemfikir. Ama dava hala neticelenmedi.  Bildiğim kadarıyla helikopter kazasından davanın tutuklu sanığı yok. Sanık olarak yargılananlardan bazıları başka suçlardan tutuklu olanlar. Çoğu sanık tutuksuz olarak yargılanmaktadır. Yargılama ne zaman sonuçlanır, cinayetin failleri ortaya çıkarılır mı, cinayet emrini verenler ve cinayete azmettirenler ortaya çıkarılır mı, bugünden bir şey söylenmez. Kanaatim odur ki bu kadar uzun süren bir davadan kamuoyunu rahatlatan bir karar çıkmayacak. Gerçek failler ortaya çıkmayacak. Davanın sonucunda birilerine cezalar verilse de sad

Türkiye’nin Kronik Hastalığı ***

21.asra gelmiş olsak da salgın hastalıklar peşimizi bırakmıyor. Bu salgınlar bazen lokal düzeyde kalsa da şimdi yaşadığımız gibi tüm dünyayı tehdit eder düzeye ulaşabiliyor. Bu salgın hastalıklar gibi peşimizi bırakmayan başka hastalıklarımız da var: Birbirimize, fikirlerimize, giyim ve kuşamımıza tahammül edememe gibi. Dünya özgürlükler konusunda epey mesafe kat etmiş olmasına rağmen Türkiye özgürlükler konusunda iyi bir sınav vermiyor. Bazen “Türkiye eskisi gibi değil, normalleşiyor artık. Farklı fikir ve düşüncedeki insanlar bir araya gelebiliyor, konuşabiliyor, farklı giyimlere ses çıkarılmıyor. Neydi o eski günler! Şükür ki geride kaldı” diyorsun. Hemen cırtlak bir ses ortaya çıkıp içinde biriktirdiğini kusuveriyor: “Başörtülü biri ekrana çıkıp nasıl ders anlatabilir? Bana göre böyle giyimli biri, öğrencilerine rol model olamaz” deyiveriyor. Şükür ki “bana göre” diyor. Temsil ettiği zihniyet adına konuşmuyor. Her ne kadar temsil ettiği zihniyet adına konuşmamış da olsa o zih

15.Yüzyıl Diliyle, Salgından Korunma Yolları *

15.yüzyılda yaşamış Amasyalı Şerefeddin Sabuncuoğlu, 1468 yılında yazdığı Mücerrebname isimli eserinde, salgın hastalıklardan kurtulmanın yolunu şöyle anlatmış: "Ellerini onat yu/Ellerini doğru, iyi yıka. Galebeliğe girme/Kalabalığa girme. Selâmı uzakça vir/Uzaktan selâm ver. Eyi yi vü eyi iç/İyi ye ve iyi iç, yani iyi beslen. Haste isen yativir/Hasta isen yatıver! Taşrada yüzün ört/Dışarıda yüzünü ört! Biiznillah nesne dokunmaz/Allahın izniyle, bir şey dokunmaz!" (Yazının tümü için bk. Mehmet Doğan, Karar Gazetesi) İzin verir, bana kızmazsanız, Şerefeddin Bey'i haklı bir eleştiriye tabi tutmak istiyorum: 1. Şerefeddin Bey'in 15.asırda ortaya koyduğu salgından korunma yollarını 21.asır uzmanları da söylüyor. Bu demektir ki Sabuncuoğlu günümüz akademisyenlerinin dediğinin üzerine bir şey koymamış. 2.Tek fark, günümüz uzmanlarının 14 maddede kurallaştırdığı salgından korunma yollarını Şerefeddin Bey, 7 maddede özetlemiş. Özetlerken günümüz 14 mad

Sonumuz İtalyanlara Benzemesin! *

Dünyayı kasıp kavuran salgın virüs gecikmeli de olsa ülkemizi de vurdu. Her gün, gece saatlerinde virüse yakalananların sayısını Sağlık Bakanı açıkladıkça salgının her gün arttığını, test yapıldıkça daha da artacağını göstermektedir. Dünyada ve Türkiye'de ölenlerin kimliğine bakıldığı zaman virüs, öncelikli olarak yaşlıları ve ilaca bağlı yaşayan kronik hastaları vuruyor. Başta çocuk ve gençler olmak üzere bağışıklık sistemi güçlü olanlar bu virüsü kapsalar bile hastalığı ayakta iken atlatıp iyileşebiliyor. İnsandan insana sirayet eden bu virüsü az hasarla atlatmak ve birbirimize bulaştırmamak için devlet ve işin uzmanları "Evde kal" seferberliği başlattı ve çoğunluk evlerine kapandı. Sayıları az olsa da söz dinlemeyenlerimiz var. Çarşı-pazar, park demeyip dolaşmaya, sere serpe oturmaya devam ediyorlar. Söz dinlemeyenlerin başını da yaşlılarımız çekiyor. Niye evde değilsiniz dendiğinde "sıkıldım çıktım", “hanımla kavga ettim”, “alışveriş için çıktım”, “

Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlenir?

—Üstat! Uzmanlar virüs salgınından korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirin, diyor. Nasıl güçlenir bu bağışıklık sistemi? —Uzmanlar ne yapacağını da söylemiştir. —Söylediler de o kadar çok şey söylediler ki hiçbiri aklımda kalmadı. —Vücudunu güçlendireceksin kısaca. —Yani? —Yemene, içmene dikkat edeceksin. —Herkes gibi yiyip içiyorum. Can boğazdan gelir deyip yiyor ve içiyorum. Daha ne yapayım. —Öyle değil. —Nasıl? —Hangi birini sayayım şimdi ben sana? Saysam da yine aklında kalmayacak. —Ne yapacağım bu durumda? —Kısaca bugüne kadar yiyip içtiklerini terk edeceksin. —Eee, ne yiyeceğim ya... —Bugüne kadar yemediklerini yiyecek, içmediklerini içeceksin. —Ama benim midem onları götürmez ki... —Miden götürecek. Yoksa o yemediklerin seni götürecek. Başka türlü bağışıklık sistemin güçlenmez.

Sağlık Çalışanlarına Alkışlı Destek *

Türkiye, birkaç gündür koronavirüs salgını ile mücadele eden sağlık çalışanlarına moral desteği vermek amacıyla akşam 21.00’de alkışlı destek eylemi başlattı. Eylem kısa zamanda tüm Türkiye’ye yayıldı. Başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının görevlerini yaparken bu morale ve alkışlanmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaçları var. Çünkü herkesin salgın dolayısıyla birbirinden kaçtığı olağanüstü bir durumdan geçiyoruz. Biz virüs kaparız diye birbirimizle temastan kaçıp sosyal mesafeyi korurken önlerine gelen hastaya teşhis koymak ve tedavi etmek amacıyla sağlık çalışanları, hasta ile yakın temas ediyorlar. Bu da kendi canlarını ve ailelerini riske atmak demektir. Sağlık çalışanlarına verilen bu moral alkışını destekliyorum. Ama isterdim ki bu destek salgınla yüz yüze geldiğimiz ve ölümü soluduğumuz zaman dilimiyle sınırlı olmamalıydı. Her daim olmalıydı. Yazımdan, sağlık çalışanlarına her akşam saat 9.00’da alkış yapalım anlaşılmasın. Sair zamanlarda da sağlık çalışanla

Yaşlılarımızın İtibarını Korumanın Yolu ***

Ekmek almak için mahallemdeki fırına gidiyordum. Caddeden geçen tek tük araçların dışında kimsecikler yoktu. Yayaya da rastlamadım. Az yürüdükten sonra otobüs durağında yaşı epeyce ilerlemiş bir amcayı gördüm. Durakta oturduğuna göre otobüs bekliyor olmalı. Hava buz gibi. Etrafında kimsecikler yoktu. Selam verip geçtim. Dönüşte beni görünce ayağa kalktı. “Otobüsler geçmiyor mu, ne zamandır bekliyorum, gelmedi” dedi. Amca, gelmeye gelir ama otobüse binen yolcularda bir azalma olduğu için tarife değişikliğine gidilmiş ve seferler seyreltilmiş olabilir, dedim. Sonra beklemek için tekrar oturağa oturdu. Yürüyüp evime geçtim. Amca soğukta ne kadar oturdu, otobüs ne zaman geldi bilmiyorum. Geçip giden minibüslere binmediğine göre ya cebinde parası yoktu ya acelesi yok ya da parası var, ücretsiz nasılsa diye otobüsü bekliyordu. Yaşlıların sokağa çıkmaması sık sık uyarılmasına ve salgın virüsün kol gezdiği, virüse yakalananların sayısında her gün artışın olduğu ve ölenlerin hepsinin yaşlılard

Sizi Makarnacılar Sizi!

Bakın hele! Şu makarnaları hanginiz stok ettiyse -gözüm yok, varsın sizin olsun- bir paketini bana versin. Oğlan dayattı makarna da makarna diye. Gittim markete. Yok, olmuş makarnalar. İnsan bir pakette mi bırakmaz. Hasılı bir paket makarnam bile yok. Şimdi ne diyeceğim oğlana? Hayatımda bir makarna istedim, onu bile almadın. Ben sana zamanında makarna alalım demedim mi, ha bir söz dinleseydin, derse ben ne diyeceğim? Benim durumum küçüklerin, "Dışarı çıkma, evde kal" sözüne uymayan büyüklere benzedi. Devir değişti. Eskiden büyüklerin sözünü küçükler dinlemezdi. Şimdi küçüklerin sözünü büyükler dinlemez oldu. Neyse bana "Evde kal" dendi, kaldım. Ben evde kalırken birileri malı yani makarnayı götürmüş. Alacağınız olsun. Bu aşamadan sonra çocuğunun bir isteğini bile yerine getirememiş bir baba olarak evde bir başıma, bağrıma taş bastırıp oturacağım. Eee, evde can sıkıntısından makarna pişirip pişirip yiyor musunuz artık... Sizi makarnacılar sizi! Nası

Bir Fırsatçılık da Ben Yaptım

Malum dışarıya çıkamıyoruz. Neredeyse esnafın dışında birçoğumuz evlerimize kapandık. Kendi adıma ekmek ve birkaç zaruri ihtiyaç dışında alışverişe gitmiyorum. Hiç olmadığı kadar toplumdan kendimi izole ettim. Aldığım her nefese şükrediyorum. Sıkılıyor muyum? Hayır. Kendimce bir meşgale buluyorum evde. Ev işlerinde hane halkına elimden geldiği kadar yardım ediyorum. Zaruri ihtiyaçlarımı öteliyorum. Dişimde sorun var, tedavi için dişçiye gitmem lazım. Gidemiyorum. İyi-kötü yiyip içiyorum şimdilik. Buna da şükür. İnşallah ortam düzelinceye kadar daha fazla sıkıntı vermez.  Bu arada saçım da büyüdü. Kesilmesi lazım. Berbere gitmeye cesaret edemedim. Ne yapayım, ne edeyim derken bıyıkları kesmek ve düzeltmek için aldığım şarjlı tıraş makinesi aklıma geldi. Olur mu olur, niye olmasın. Verdim hane halkının eline makineyi, oturdum berber koltuğu gibi sehpanın üzerine. Saç olarak kafamda ne varsa alın dedim. Zaten saçlarımı kesmem için özel bir isteğim yoktu. Hani küçük çocukların saç

Uzak Dur Benden! **

Bu dönemde sizinle çarşı-pazarda karşılaşır ve konuşmak durumunda kalırsam, bana elini uzatma. Kafanı salla geç git. Beni merak etme, görüyorsun yaşıyorum hala. Yanımda durarak ağzını ayırma. Hele kucaklaşmaya kalkma. Tüm bunları şayet ben yapmaya kalkarsam elimi geri çevir, varsın havada kalsın elim. Bugünlerde aramızdaki mesafeyi koruyalım, en az bir metre. Sonra bu samimiyet nereden böyle... Ölmez de sağ kalırsak senin bu tokalaşma ve sarılma özlemini bir ara yani bu çağımızın vebası giderse döner döner tokalaşır, hatta sarılır, fazlasıyla telafisini yaparız seninle. Tamam, sana göre sende koronavirüs yok. Sapasağlamsın maşallah! Allah sana uzun ömür versin. Ama nereden biliyorsun sağlam olduğunu, doktor musun sen? Yoksa test yaptırdın da durumun negatif mi çıktı? Biliyorum ne doktorsun ne de test yaptırdın. Hoş, doktor bile test yaptırmadan kendisinde virüs olduğunu bilemeyebilir. Diyelim ki test yaptırdın, durumun negatif çıktı. O negatifin pozitife dönmeyeceğine dair vücudun

Evde Cuma Namazı Olur mu?

Hazır evlere kapanmış, camilerde de cuma kılınması yasaklanmışken evde cuma namazı kılayım/kıldırayım diyorum. Tabii fetva verirseniz. Hanefi Mezhebine göre cuma kılacak kadar nasılsa cemaat var evde. Edi ile büdü bir de tekne kazıntısı olmak üzere toplam üç kişiyiz.  Diğerleri, virüs kaparsınız diyerek fırsat bu fırsat deyip gelip gitmeyi kesti. Nasıl yapacağımı anlatayım ki olup olmayacağına siz karar verin. Cuma vakti cuma namazı kılmak için evime gelen olursa kapım açık. Tek bir şartla. Tokalaşma, musafahalaşma, sarılma gibi temas yok. Kimse gelmezse -ki gelmez- evdekilerle bir başımıza namazımızı kılarız. Mikrofon ve minare olmasa da balkona çıkar, ezanı okurum. Sünneti kılarken ve farza kalkıldığında cemaatime "Safları ve düzgün tutun" demeyeceğim. Cemaatle benim, cemaatle diğer cemaat arasında bir metreden aşağı olmamak şartıyla bir mesafe olmasına özen göstereceğim. Gerçi üç kişiyiz. Ben önde, oğlan arkada, en arkada da eşim olur. Yani yanlamasına bir saf dü

Uzaktan Eğitim* Başlıyor *

Yaşadığımız olağanüstü duruma karşı devlet tüm kurum ve kuruluşlarıyla teyakkuzda. Hepsi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme telâşında. Hazırlıklar yapılıyor. Hepsinde çalışma tam gaz devam ediyor. MEB de eğitim ve öğretim aksamasın diye EBA vasıtasıyla uzaktan öğretim hazırlığını yapmış ve yaptığı planlamayı kamuoyuyla paylaşmış. Hangi dersin kaçta başlayacağı, öğrencinin ne zaman teneffüs(etkinlik kuşağı) yapacağı dahi planlanmış. Dersi saatinde izleyemeyen öğrenciler için tekrar saatleri bile planlanmış. Gördüğüm kadarıyla niyet güzel, inşallah akıbet de hayır olur. Ama…Bu işin bir de aması var. Mademki ama, fakat, lakin, amma velakin, ancak gibi bağlaçları kullanıyoruz. Ben de bu planlamanın eksik ve aksayan yönlerine -biraz da mizah katarak- işaret etmeye çalışacağım. Niyetim pişmiş aşa su katmak değil. Hazırlanan ders programında; 1.       Hafta sonu okullarda “Destekleme ve Yetiştirme Kursları” adı altında açılan kurs programlarına yer verilmemiş. Ne fark eder deme