Ana içeriğe atla

Suçu Yok Etmenin ya da Minimuma İndirmenin Yolu


Türkiye ve İslam dünyasının sorunları çoktur. En önemli sorunlarından biri de ahlak ve kurallara uymama sorunudur. İnandığımız din, kaynağını dinden alan ahlakımız, değerlerimizden oluşan örfümüz, hatta Anayasa ve kanunlarımız da güzel ve iyi şeyleri emir ve tavsiye ettiğine göre sorun nerede o zaman? Bana göre sorun dinin emrettiklerinin, ahlak ve etik değerlerin ve örfün bir yaptırımı olmamasındandır. Yaptığımızın yanımıza kâr kalmasındandır. Bir bedel ödemeyişimizdendir. Anayasa, kanun, yönetmelik ve genelgelere uymamanın cezalarına mevzuatta yer verilmiş ama ya cezalar yeterince caydırıcı değil ya sık sık af geliyor veya yapılanmaya gidiliyor ya yeterince denetim yapılmıyor ya görmezden geliniyor veya korunma yoluna gidiliyor ya da mevzuat titiz bir şekilde uygulanmıyor. Bu da yapanın yanına kâr kalıyor.

Bu durum Hıristiyan Batı dünyasında nasıldır? Mehmet Akif Ersoy'a atfedilen bir anekdotta, Avrupa ziyaretinden dönen Akif'e, Avrupa'yı nasıl buldun, dediklerinde Şairimiz, işleri bizim dinimiz gibi dinleri ise bizim işimiz gibi cevabını veriyor. Akif'in bu tespitini Avrupa'ya gidip gelen insanlarımız da yapıyor. Yani Avrupalının kurallara uyduklarına şehadet ediyorlar. Hiç düşündük mü Avrupa insanını dürüst ve kurallara bağlı olmaya iten nedenler nedir diye. Dinlerinden mi, ahlak anlayışlarından mı, örflerinden mi yoksa kanunlarında mı? Bana göre Avrupa insanının düzenini sağlayan ne dinleri ne ahlakları ne de örfleridir. Kanunlarındaki cezalarının caydırıcılığıdır. Kural ihlalinden dolayı verilen ağır para cezalarıdır. Hem hukuki hem de idari para cezaları ağır ve tavizsiz uygulanınca AB insanı bakıyor ki pabuç pahalı…İster istemez kurallara uyuyor, işini savsaklamıyor. Bu da işlerinde dürüst ve hayatın her alanında kurallara riayeti beraberinde getiriyor.

Deneyelim bizde Avrupa'nın yaptığını. Kanunlarımız ve kural ihlalleri tavizsiz uygulansın, yapanın yanına kar kalmasın, bizde de işlenen suçlar düşer, insanımız kurallara tam riayet eder ve biz de tıpkı Avrupa ülkeleri gibi kurallara uygun hareket ederiz.

Hasılı suç ne dinimizde ne ahlak ve geleneklerimizdedir. Esas suç, kanunların uygulanmasında ve kanunların caydırıcı olmamasındadır, verilen para cezalarının cebimizi acıtmamasındadır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde