Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kalbini Yarıp Deştiklerimiz *

“Bir sahabi savaşta ‘lâ ilâhe illallah’ dediği halde birisini öldürmüştü. Resulüllah buna kızdı ve onu azarladı. Sahabi, ‘O bunu korkusundan söyledi’ deyince Resulüllah, ‘Kalbini yarıp baktın mı, sen kıyamette bunun hesabını nasıl vereceksin!’ dedi ve öfkeli bir halde bunu o kadar çok tekrarladı ki sahabi, ‘Keşke şu ana kadar Müslüman olmamış olsaydım’ diye temennide bulundu. (Ebu Davud, sahih) Bir gün Resulüllah’a kaba davranan birisi için Halid bin Velid, ‘Şunun boynunu vurayım mı ya Resulallah?’ dediğinde, ‘Hayır, namaz kılan birisi olabilir’ buyurdular. Halid; ‘Öyle namaz kılanlar var ki, dili başka kalbi başkadır’ deyince Resulüllah: ‘Ben insanların kalplerini deşmek, karınlarını yarmak için gönderilmedim’ buyurdu. (Bezzar, hasen)” Ömer anlatıyor: Rasûlullah (a.s) buyurdular ki: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü’ne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa ve

Günümüzde Mihr *

Mihrle ilgili ilk yazımda mihrin tarihçesini, ikincisinde ise İslam’da mihr konusunu ele almaya çalıştım. Bu yazımda da mihri masaya yatırmak istiyorum. Görüleceği üzere mihr nikahın şartlarından değil, sonuçlarındandır. Bu durumda eşler nikah öncesi mihri aralarında konuşmasa ve nikah esnasında mihrin miktarını telaffuz etmeseler de nikah geçerlidir. Burada mihrin de kadının sosyal güvencesi olduğunu bir kez daha hatırlayalım. Durum bu iken günümüz evlilik ve boşanma sonuçlarını, değişen sosyal yapı ve meri hukuku birlikte düşündüğümüzde bugün mihrin evlilik öncesinde konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum. Niçin derseniz? Çünkü bugünkü boşanmalarda eşlerin evlilik esnasında tüm menkul ve gayrimenkul kazanımları ortak yani ikiye bölünüyor. Ayrıca günümüzde belli bir yıl ile sınırlandırılsın tartışması yapılsa da erkek, gelirine göre ayrıldığı eşine ömür boyu nafaka vermek zorunda. Bir de bunun üzerine erkeğin mihr esnasında konuşulan mihri, ayrıldığı eski eşine ödeyeceği düşünülürse

İslam'da Mihr *

İslam’da mihrin yeri nedir? Bu yazımda da bunu ele almaya çalışacağım. "Kur’an-ı Kerim’de, evlenen erkeğin kadına mihr vermek zorunda olduğu ve bunu zorla geri almasının caiz olmadığı konusunda ayetler bulunmaktadır (Bakara, 2/237; Nisâ, 4/4, 20, 24, 25; Mâide, 5/5). Kitap ve Sünnette mihr ödemenin gerekliliği üzerinde durulmasına rağmen hukukçuların çoğuna göre mihr, evliliğin şartlarından değil sonuçlarından biridir. Bu sebeple nikâh esnasında mihr belirtilmemiş, hatta verilmeyeceği şart koşulmuş olsa bile evlilik geçerlidir. Kadına nispetle kocaya daha geniş boşama imkânlarının verildiği İslâm hukukunda mihrin özellikle müeccel (sonraya bırakılan) mihrin yüksek tutulması halinde, boşama hakkının kötüye kullanılmasına önemli ölçüde engel olduğu ve evli kadına belirli bir ekonomik güvence ve bağımsızlık sağlama amacına da hizmet ettiği söylenebilir. İslâm hukukunda nikâh kıyılmadan önce genelde taraflar, kadına ödenecek mihrin miktarı ve ödeme şekli hususunda konuşup anlaşırl

Mihrin Tarihçesi *

Son yıllarda boşanmalarda anormal bir artış söz konusu. Boşanan boşanana maalesef. Böyle giderse boşananların sayısı evlenenlerin sayısını geçeceğe benziyor. Eşler, evlenip birbirini bir müddet test ediyorlar. Sonra, evlilik istediği gibi olmayınca böyle olmayacak deyip yollarını ayırma yoluna gidiyorlar. Kimi anlaşmalı olarak tek celsede boşanma yolunu seçerken kimi de tek taraflı boşanma talebine göre yıllarca mahkemenin yolunu aşındırıyor. Peki, eşler yollarını ayırınca sorun bitiyor mu? Arada çocuk varsa bitmiyor maalesef. Bu durumda olan da arada kalan çocuklara oluyor. Çünkü çocuklar çoğu zaman iki arada bir derede kalıyorlar. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Son yıllarda boşanmaya dayalı bir sorun daha ortaya çıkmaya başladı: Mihr konusu. Sakın bu da ne demeyin. Zira beni, daha doğrusu TDK’yı kızdırmış olursunuz. Zira milletçe mehir diye bildiğimiz kelimeyi TDK, mihr şeklinde kabul ediyor. O kadar da değil demeyin. TDK bu. Ne edersiniz ki Türkçemizde tek otorite. Elimiz mah

Çelişkinin Böylesi *

01.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı, MEB’de görev yapan yönetici ve öğretmenlerin ek ders saatlerini düzenlemektedir. Karar’ın detayına girmeyeceğim. Bu Karar’da yer verilen ek ders çizelgesine göre okul yöneticileri, aylık karşılığı ders görevi olarak haftalık 6 ders saati derse girmekle yükümlü kılınmışlardır. Yöneticiler isteğe bağlı derse girmek isterlerse üzerine bir 6 saat daha derse girebiliyorlar. Daha önceki Yönetmeliklerde “2 saatten az olmamak şartıyla 6 saate kadar derse girer” şeklinde belirtilen bu görev dolayısıyla okul yöneticileri, 2 saat derse girmek suretiyle aylık okutmakla yükümlü oldukları dersi yerine getirmiş oluyorlardı. Bakanlar Kurulu’nun yöneticilerin 6 saat  girmesi kararını almasında, öğretmen ihtiyacını en aza indirgemek ve okul yöneticisinin asli görevini unutmamasını sağlamak olduğu zaman zaman dillendirildi. Çünkü okullarda görevli yöneticilerin asli görevi öğretmenliktir. Aldıkları idari görev ise tali bir görevdir.

İsraf Karnemiz *

İsraf denince aklımıza, günlük üretilen 120 milyon ekmeğin yüzde 10’unu (12 milyonunu) çöpe attığımız ekmek gelse de yaptığımız israf, keşke sadece ekmekten ibaret olsa. Maalesef israf karnemiz pek kabarık. Çünkü hemen hemen her alanda özellikle kamuda yaptığımız israfın haddi hesabı yok. Her alanda yaptığımız israf nedense ekmek kadar dikkat çekmiyor. Ekmek israfının üzerinde durduğumuz kadar diğer israflar üzerinde durmuyoruz. Hoş, ne kadar üzerinde dursak da bir zamanlar Mushaf’la eş değer gördüğümüz, “ekmek-Mushaf çarpsın” şeklinde yemin ettiğimiz, yere düşeni/atılanı öperek duvara kaldırdığımız ekmeğe saygı, her geçen gün daha da azalmaktadır. Ekmek israfı bu ülkede başlı başına bir sorun olsa da bu yazımda ekmeğin dışında yaptığımız israflara örnekler vermeden önce israfın ne demek olduğunu bir hatırlayalım. İsraf, " gereksiz harcama, gereksiz tüketim, savurganlık, tutumsuzluk." demektir. Şimdi gelelim örneklere: 1.Makam veya hizmet aracı adı altında gereğinden fazl

Öğretmenlerin Sahibi Yok *

19 Aralık 2019 günü Ankara Keçiören ilçesi Şehit Ahmet Kabukçu İlkokulu birinci sınıf öğrencisi Mert Yağız Köksal’ın, okul kantininden aldığı şırınga çikolatanın kapağının nefes borusuna kaçması sonucu hastaneye kaldırıldığını, kurtarılamayarak öldüğünü, sorumlular hakkında hem idari hem de adli soruşturma başlatıldığını biliyorsunuz. Bu olayın yeniden gündeme gelmesinin nedeni, savcılığın ilgililer hakkında hazırladığı iddianamedir. Hazırlanan iddianameye göre okul müdürü, yardımcısı, iki öğretmen ve iki gıda kontrolörü, “taksirle ölüme neden olma” ve “görevi kötüye kullanma” ile suçlanıyorlar. İlgililer hakkında 13 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor. Okul müdürünün ayrıca “suç delillerini yok etme, gizleme, değiştirme” suçundan da cezalandırılması talep ediliyor. İddianamede sadece öğretmenler yok. Soruşturma kapsamında firma sahibi ve kantin işletmecisi hakkında da 'taksirle ölüme sebebiyet verme' suçundan 6 yıla kadar hapis isteniyor. Sorumlular hakkında açılan bu sor

Zamanlama Hatası *

Bu ülkede yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu cümle alem bilir. Çünkü 82 Anayasasının ihtiyaçları karşılamadığı herkesin malumu. İrili-ufaklı her partinin parti programlarında bu ihtiyaca vurgu yapılır. Halk da anayasanın değişmesini istiyor. Yani yeni anayasaya ihtiyaç olduğu, mevcut Anayasanın değişmesi gerektiği konusunda toplumun her kesiminde bir konsensüs olmasına  rağmen 39 yıldır her kesimin şikayet ettiği bu darbe anayasası, bir türlü değiştirilemedi. Zaman zaman partiler bir araya gelip bazı maddelerini değiştirse de mevcut Anayasanın özüne ve bütününe dokunulamadı. Hasılı Anayasamız yamalı bohça gibi. Böyle giderse bu Anayasa daha epey yürürlükte olacağa benziyor.   Yeni bir anayasa ihtiyacına rağmen Anayasa niçin değiştirilemiyor? Çünkü anayasa yapmak ve bir maddesinde değişiklik yapmak çok zordur. Bunun için Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu gerekiyor. İktidara gelen hiçbir parti Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip değil. Bu millet, partileri tek başına ikti

O Uzaylı Ben Olmayayım!

İster misiniz uzaya gönderilecek gönüllü ben olayım? Hayal görme demeyin. Niye olmasın. Gönüllülük derseniz, var. Birden fazla talipli olursa iş kur'aya kalırsa şansım yüksek mi yüksek. Çünkü bugüne kadar külfet gerektiren her kur'a bana çıktı. Sakın bu nimet demeyin. Zira benim için uzaya çıkmak bir külfettir. Ne uçak tecrübem var ne de uzay tecrübem. Korku ise had safhada. Şimdiden kalbim küt küt atıyor. Çünkü ayağımı yerden kesen her yolculuktan korkarım. Korkuya rağmen ne diye talipsin derseniz, işin ucunda isim yapmak, meşhur olmak ve bir ilki gerçekleştirmek olunca korku dediğiniz ne ki? Ne de olsa Türkiye'de uzaya giden ilk Türk olacağım. Korkuya değer bence. Bilgi ve genel kültür yarışmalarında "Uzaya çıkan ilk Türk kimdir" sorusuyla beni soracaklar. Böylece öldükten sonra ölümsüz olacağım. Burada dezavantajım, erkek olmak. Zira sanırım Beyefendinin gönlü kadından yana. Ama siyasette yarın ola hayır ola. Zira 2023'e kadar bu gönle başka gönül de gire

Bir Vekilin Bir Günü *

Zamanın behrinde, bir vekil hafta içi seçim bölgesine gelir. Kendiliğinden mi yoksa partisi görev mi verdi bilinmez, bazı ilçeleri ziyaret etmek ister. Partisinin ilçe teşkilatları harekete geçer ve “Falan vekil şu gün ilçemizde olacak, size de uğrayabilir” notunu tüm kurumlara bildirir. Kurum amirleri söylenen günün öğle arasını bile kurumlarında geçirirler ve dört gözle vekili beklerler. Vekil o gün gelmez. Ertesi gün “Sayın vekil, kurumunuza bugün saat 13.30’da gelecek” bilgisi verilir. Kurum amiri kendi çapında hazırlığını yapar. Makamından da bir yere ayrılmaz. Temiz olmasına rağmen kurumun içi, dışı ve yol güzergahı tekrar temizlenir. Belirtilen saat gelir. Ha geldi gelecek beklentisi içine girilir. Saat 14.00, 15.00 olur. Beklenen misafir bir türlü gelmez. Acaba gelmeyecek mi denmez, hacıyolu bekler gibi beklenir. Nihayet vekil, öncesinde kaç ilçe kaç kurum gezdi bilinmez; yanında ilçe başkanı, belediye başkanı ve bir diğer kişi ile birlikte 15.30’da makama ayak basar. Hoş

Şubat Yakıyor *

7 Şubat Pazar günü hem alışveriş yapayım hem de ayaklarım açılsın diye yürüyüş mesafesindeki bir markete gitmek için evden çıktım. Çıkarken de üşüten bir hava olursa giyerim diye montumu koluma attım.  Yürürken güneşin vurduğu kaldırımı tercih ettim. Yürüdüm yürüdüm. Baktım, sıcağın da ötesinde güneş yakıyor. Böyle olmayacak, yolun gölge olan kısmına geçtim. Gölge üşütür mü tereddüdü yaşadım. Çünkü kışın gölgesi üşütür. Hayret ki hayret! Gölge üşütmediği gibi verdiği serinlikle oh be! Dünya varmış, dedirtti.  Evime yaklaşırken sıcak havayı gören çoluk çocuğun, genç ve yaşlının, kendilerini parka attıklarını gördüm. Kimsenin de üzerinde ceket namına bir şey yoktu. Kimi gömlekle kimi de ince bir kazakla sere serpe parka oturmuş vaziyette. Eve geldikten sonra hava durumuna baktım. Dereceler 17’yi gösteriyordu. Sadece pazar mı böyle, cumartesi de böyleydi. Önceki günler birkaç derece düşük olsa da dışarıda üşüten bir hava semtimize uğramıyor bugünlerde. Gerçi koca kış sezonu, birkaç

Sümsüklüğü Meslek Edinen Tipler *

Bugünlerde hafta içi her gün 8.30 sularında evimden çıkıp Evliya Çelebi Parkı-Lastik Durağı-Meram Sanayi-Meram Belediyesi-Çeçenistan Caddesi ve Ahmet Özcan Caddesi güzergahını kullanarak Ahmet Özcan Caddesine giriyor, Altı yol’a kadar gidiyorum.  Akşamleyin de 17.30 sularında aynı yolları takip ederek geri geliyorum. İzlediğim yollar araç trafiği yönünden hem sabah hem de akşam yoğun olmasına rağmen sabah trafiği bir sıkışıklığa meydan vermeksizin akarken akşam trafiği neredeyse kilitleniyor.  Sabah trafiğinde trafiği aksatan tek sorun, birbirine yakın kavşaklardaki düzensiz sinyalizasyon sistemidir.  Evliya Çelebi Parkının köşesinden Meram Yeniyol’a çıkmak için kırmızı ışıkla güne başlıyorum. Sola dönüp Lastik Durağından sağa kontrollü geçeceğim. Çarşı yönüne giden araçlar, sağlı sollu durunca kırmızı ışığa yakalanmış gibi karşıya gidecek aracın sağa dönüşü açmasını bekliyorum. Bazen, yolun solu müsait olmasına rağmen bizim insanımız kontrollü geçişi kapatıyor. Sen onu beklerken

Başarı İçin Sağır Olmak *

“Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasından hiçbiri, yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: "Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" Yarışmaya başlayan kurbağalar, kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış: "Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar! Sonunda, bir tanesi hariç diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş 'Bu işi nasıl başardın' diye. Kurbağadan yanıt gelmeyince farkına varm

Dubalar ve Setler *

Şehir içinde bir yoldan arabanızla geçerken veya kaldırımda yürürken kaldırım kenarlarında, kaldırım boyunca vida ile monte edilmiş dubalar dikkatinizi çekmiştir. Aynı mesafede monte edilmiş dubalar o kadar çok ki dikkatinizi çekmemesi zaten mümkün değildir. Belli ki kaldırıma araba park edilmesinin önüne geçmek için yapılıyor bu dubalar. Eğilip bükülmediğine göre sanırım bu dubalar demirden. Öyle zannediyorum, yapılan kaldırım düzenlemesinin yanında kaldırım kenarına monte edilen bu dubaların belediyelere maliyeti de oldukça yüksek olsa gerek.  Dubaların yanında dikkatimi çeken bir başka husus da hız kesmek, hız düşürmek ve muhtemel kazaların önüne geçmek amacıyla yollara yapılan setlerdir. Bu setlerin bir standardı varsa da gördüğüm setler farklı farklı. Bazısı arabayı hoplatan cinsten yüksek, bazısı ise etkisiz eleman gibi arabayı etkilemiyor. Yüksek yapılan bu setlerin çoğuna, dikkatli girilmediği takdirde bu setler kaza riskine davetiye çıkarmaktadır. Kişi kaza yapmasa da araba