Ana içeriğe atla

Şubat Yakıyor *

7 Şubat Pazar günü hem alışveriş yapayım hem de ayaklarım açılsın diye yürüyüş mesafesindeki bir markete gitmek için evden çıktım. Çıkarken de üşüten bir hava olursa giyerim diye montumu koluma attım. 

Yürürken güneşin vurduğu kaldırımı tercih ettim. Yürüdüm yürüdüm. Baktım, sıcağın da ötesinde güneş yakıyor. Böyle olmayacak, yolun gölge olan kısmına geçtim. Gölge üşütür mü tereddüdü yaşadım. Çünkü kışın gölgesi üşütür. Hayret ki hayret! Gölge üşütmediği gibi verdiği serinlikle oh be! Dünya varmış, dedirtti. 

Evime yaklaşırken sıcak havayı gören çoluk çocuğun, genç ve yaşlının, kendilerini parka attıklarını gördüm. Kimsenin de üzerinde ceket namına bir şey yoktu. Kimi gömlekle kimi de ince bir kazakla sere serpe parka oturmuş vaziyette.

Eve geldikten sonra hava durumuna baktım. Dereceler 17’yi gösteriyordu. Sadece pazar mı böyle, cumartesi de böyleydi. Önceki günler birkaç derece düşük olsa da dışarıda üşüten bir hava semtimize uğramıyor bugünlerde. Gerçi koca kış sezonu, birkaç gün eksilerde olsa da böyle geçti desek yanlış olmaz. Güneş bazı günlerde bulutların arkasına saklansa da yağışlı günlerin dışında aşağı yukarı gündüzleri hiç güneşimiz eksik olmadı.

Hasılı kış mevsimi olan aralık, ocak ve şubat ayında dondurucu bir soğuk görmedik. Baharı yaşıyoruz diyeceğim ama yaşadığımız iklim yaz günlerinden bir enstantane. Düpedüz yazı yaşıyoruz. Bu durum sadece bu yıla mahsus değil, önceki yıllar da bu kıştan pek farklı değildi.

Eski kışlarımız böyle miydi halbuki. Dört mevsim var dense de yaz ve kışı yaşardık sadece. Çünkü ilk ve son baharın gelmesiyle gitmesi bir olurdu. Yazları yakıcı sıcak, kışları da dondurucu olurdu. Kışa kara kış derdik. Bastırdı mı güneşe hasret kalırdık. Güneş bulutların arkasından kendisini hafifçe gösterdiği zaman yine üşüten bir hava olurdu. Güneş gören kuytu bir kenara geçip güneşlenirdik. Üzerimize de kışlık namına ne varsa alırdık. Güneşle beraber karlar eridikçe evin çelenlerinden şıp şıp sular akmaya başlardı. Üzerindeki kar eridikçe topraktan buram buram duman çıkardı. Toprağın örtüsü kara da kıştan bir parça olan soğuk ve ayaza da hasret kaldık maalesef. Bundan sonra biraz ılıman, gerisini sıcak geçireceğiz. Belki de hepten yazı yaşayacağız anlaşılan.

Havalar böyle giderse ağaçların çiçek açması ve meyveye durması için tomurcuklanması yakındır. Ardından havaların eksiye düşmesi demek, meyvelerin üşümesi demektir. Yağış olmayınca ve havalar eksiye düşmeyince topraktan ne derece sağlıklı ürün alınır, burası da muamma. Yine havaların böyle gitmesi demek barajların boşalması, yeraltındaki su kaynaklarının tüketilmesi demektir. Elimiz ayağımız ve hayatın kendisi olan suya da hasret kalacağız böyle giderse. Eski kışları ve günleri mumla arayacağız.

Hasılı, hayra alamet değil bu yaşadığımız iklim. Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizden dolayı dünya giderek iyice ısınacak. Bu ısınmayla beraber birçok nimete hasret kalacağız. Yağışlar zamanında ve kıvamında yağmayacak. Yağdı mı da meskenleri ve ekili arazileri basacak ve bir nimet olan yağışlar bir afete dönüşecek. Küresel ısınma dedikleri sanırım tam da bu. Maalesef böyle böyle dünyanın sonu gelecek. Yani dünyanın sonunu biz getireceğiz. Çünkü bu sonu hazırlamak için tüm insanlık uğraşıp didiniyoruz.

Bu dünyada ömrümüzü adam gibi geçirmek, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak ve dünyanın ömrünü uzatmak istiyorsak, tüm dünya, küresel ısınmayı birinci ve öncelikli problem olarak ele almalı ve gereği elbirliğiyle yapılmalı. Yoksa halimiz haraptır vesselam.


*10/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde