Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nasıl Anmazsın Keçecizade Fuat Paşa'yı Rahmetle! *

Keçecizade Fuat Paşayı işitmiş olmalısınız. Bir Osmanlı sefiridir. Osmanlı'ya Batılıların 'Hasta adam' dedikleri bir dönemde Osmanlı sefiri olarak Avrupa'da bir toplantıya katılır. Toplantı öncesi sefirler kendi aralarında sohbet ederlerken Avrupalı bir sefir ortaya bir soru atar: “Hangi devlet daha güçlüdür?” diye. -Osmanlı, diye cevap verir, Fuat Paşa. Bu cevap karşısında diğer sefirler şaşırır ve Keçecizade’nin yüzüne bakarlar. Fuat Paşa: -Evet, Osmanlı daha güçlüdür. Çünkü sizinkiler dışarıdan, bizimkiler içeriden yıkmaya çalışıyorsunuz, hâlâ yıkamadınız, der. Diğer sefirler cevap veremez ama pes de etmezler. Düşman kardeşler ve hatta 7 düvel bir araya gelerek sonunda Osmanlı'yı yıkmayı başardılar. Dış güçler düşmanlığını yapacaklar yapmaya. Çünkü onlar güçlü bir devlet istemezler. Dün böyleydi, bugün de böyle, yarında böyle olacaktır. Ama yıkıp yok etmek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar zaten bunu beceremezler. Ancak Keçecizade'nin dediğ

Sorumluluk İsteyen Her İşte Nöbete Devam

Bir yerde bir bir sorumluluk mu var. Hiç boş geçmedi bugüne kadar. Mıknatıs gibi çekti beni kendine. Ya da ben gidip onu buldum. Kahta İHL'de çalışırken  Bakanlık lise 1'ler için yönetmelik gereği tüm liseler arasında merkezi bir sınav yapardı. O gün okulun diğer öğrencileri tatil olurken 9.sınıf öğrencileri kendi okullarında sınav olurdu. Okulların öğretmenleri diğer okulun öğrencilerine gözetmenlik yapmak üzere okullar arasında yer değişirdi. Kız meslek lisesinin öğretmenlerini İHL'ye, İHL öğretmenlerini de kız mesleğe görevlendirmişlerdi. Çalıştığım okulun öğrencisi fazla, kız mesleğin öğrencisi de azdı. Haliyle İHL'nin öğretmen kadrosu da fazlaydı.  Kahta İHL'den 20 öğretmen kız mesleğe gittik. Okul müdürü "Arkadaşlar, bu kadar arkadaşa ben görev veremem, içinizden iki kişi kaldım, diğerleri gitsin. Zira benim sadece bir sınav salonum var dedi. Bu söz üzerine bir sevindik, bir sevindik. Çünkü görev yapmadan gidecektik. Zira 20 kişiyiz. İki şanl

Yeni Merkezî Sınavla İlgili Açıklamalar

2017-2018 öğretim yılı sonunda yapılacak olan yeni merkezî sınavlarla ilgili ÖSYM yetkilileri ve MEB zaman zaman açıklama yapmaktadır. Çünkü yeni sınav sistemleriyle ilgili yapılan ilk açıklamalar  tartışmaları da beraberinde getirdi. Zira çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren sınavlar doyurucu gelmedi çoğu kimseye. Merkezî sınavlarla ilgili yapılan eleştirileri dikkate alan ÖSYM, yeni düzenleme yapmak zorunda kaldı. MEB de liselere girişle ilgili zaman zaman yeni açıklamalar yapmaktadır. Oyun başladıktan sonra yapılan bu sistem değişikliği daha uygulama imkanı bulamadan yeni değişik ve açılımlara gebe kalacağı benziyor. Çünkü surda bir gedik açıldı bir kere. Bir oldu bittiyle maç içinde yapılan bu değişiklik, yetkililer tarafından benimsensin isteniyor ama olmuyor bir türlü. Madem ki yeni sınav sisteminde olmazsa olmaz bir kırmızı çizgisi yok yetkililerin. Her türlü eleştiri ve öneriyi dikkate alıp zaman zaman yeni ilave ve çıkarımlar yapacaklar. Bunu bir proje haline getire

Müslümanların Günle İmtihanı

Problemsiz insan, toplum, cemaat, camia, mezhep, millet ve milliyet yoktur. Her toplumun çözülebilir ve çözülemeyen sorunları vardır. Müslümanların sorunları ise saymakla bitmez. Bazı sorunları kendilerinden, bazıları da dış etkenlerden kaynaklanır. Sorunlarının çoğunu kendileri üretir. Kolay kolay da çözülmez. Kıyamet kopsa çözülür diyeceğim ama emin değilim.  Bazı sorunları ise gülünç ve komik. Müslümanların ne yapmak istediğini bir anlasam harap olayım. Birkaç örneklendirme yaparsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olur. "Ramazan orucu bugün mü, yarın mı, hilal göründü mü, görünmedi mi? Bayram bugün, yok yarın. Gördüğüm hilal birkaç günlük hilal. Türkiye'nin oruca başlama günü doğru, yok Arabistanınki yanlış. Bence Suudluların görüşü daha isabetli..." şeklinde her Ramazan öncesi ve her bayram bu tartışma olur. Yetkililer bir araya gelseler de mesele çözülmez. Her biri kendi başına buyruktur. Maalesef bir oruca beraber başlayamayız. Bayrama

Kovboy İş Başında -2- *

Daha önce 'Kovboy İş Başında' diye bir yazı kaleme almış, ABD'nin ABD yapımı filmlerde başrolü oynayan sığır çobanlarının filmdeki rolüne dikkat çekmiştim. Kovboy filmlerinin şimdi cazibesi kalmasa da, artık başrollerde bir sığır çobanı olmasa da günümüz ABD yönetiminin; kovboyların rolünü üstlendiğini, üstelik ABD dışına çıkarak haddini bilmeyen devletlere had bildirdiğini, racon kestiğini işlemeye çalışmıştım. Bugün de bunun üzerine birkaç kelam edelim istiyorum. ABD, içimizdeki beslemeleri sayesinde bizi hizaya getirmeyi denedi önce. Baktı ki besledikleri işi, ağız ve yüzlerine bulaştırdı. Kendisi bizzat taşın altına elini koydu. Çünkü batıyor kendisi. Bir kurtuluş yolu arıyor. Yine dünyanın lideri kalabilmek, ekonomik yönden krizden kurtulmak için hırsızlıksa hırsızlık, katillikse katillik, cinayetse cinayet, katliamsa katliam, yargılamaksa yargılamak, terörse terör, savaşsa savaş... her yolu deniyor. Kâh devletlerin parasına el koyuyor, kâh bir ülkeyi terör suçlu

Dilencinin Böylesi ve Sadaka Taşları *

  Bu ülke; cami önünde dileneni, esnaf esnaf dolaşıp para isteyeni, çarşı-pazar dolaşıp "Affedersiniz, dilenci değilim, memleketime gidemedim, yol param yok, dolmuşa binecek param kalmadı, kömür alamadım..." diyerek dilencilik yapanın her türlüsünü gördü de benim bugün gördüğümü kimse görmedi sanırım. Ya da ben hiç tevafuk etmedim. Bugün wc ihtiyacımı gidermek için belediyenin hizmeti olan 'ücretsiz wc'ye girdim. Hoşumuza giden adına hizmet denen bu bedava tuvalet tasarrufunu da anlamış değilim. Çünkü çay kaşığıyla verilen bu hizmetin bedelinin kepçeyle su faturalarına yansıtıldığını düşünüyorum. Çünkü bedava hizmetin bedeli ağır olur. Al-gör gününü der gibi. Yol yakınken belediye bu bedava hizmetinden vazgeçsin. Hatta her tuvaletine bir görevli koyarak normal bir bedel alsın. Amme adına yapacağı her hizmetten makul bir ücret alsın. Yoksa bu bedava hizmet su abonelerine çok pahalıya mal olacak. Ali'nin yararlandığı bedava wc hizmetinin ceremesini başka

Siyah Önlükten Beyaz Önlüğe

İlkokul 5'i siyah önlükle bitirdim. Bizden önce kaç nesil bu şekilde okula gitti geldi, ben mezun olduktan sonra ne kadar devam etti bilmiyorum. Çünkü sonradan mavi önlüğe geçildi. Şimdilerde pek mavi giyen de kalmadı. Zira her okulun kendine has okul kıyafeti var. Okul değiştirdikçe veli, çocuğunun kıyafetini yenilemek zorunda. Niyetim okul kıyafetinin şeceresini yazmak değil. Niçin başka renk değil de siyahtı Türkiye'nin okullarındaki renk? Yetkili irade bir mesaj mı vermek istiyordu? Bu ülkenin halkı cahil olduğu gibi onların çocukları da bilgisizdir, tıpkı bu önlük gibi mi demek istedi, bize bu siyah önlüğü dayatırken? Biz sizi bu şekilde alıp okutacağız, beyninizi aydınlatacağız mı niyetleri vardı? Renk renktir, hepsi gökkuşağının renkleridir. Birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Tıpkı insanların ırk ve renk bakımından yekdiğerine üstün olmadığı gibi. Ama özünde olmasa da biz renklere farklı anlamlar vermişiz. Olumsuzlukları genelde siyaha yani 'kara'ya y

Adı Tatlı Telâşeymiş!

Anadolu'da düğünler zahmet, meşakkat, sıkıntı, masraf ve maliyet olsa da mutlu bir yuvaya adım atılacağı için adına 'tatlı telaşe' deniyor. Adını kim koydu bilmem ama tatlı olup olmadığı su götürür. Çünkü düğünün kendisi başlı başına bir koşuşturmadır. Hem vücut yoruluyor, hem de zihinler. Düğün hazırlıkları bir taraftan tam hız gidiyorken diğer taraftan da acaba bir aksaklık olur mu? Arada bir sıkıntı meydana gelir mi? Kaç kişi çağıralım, acaba bütçemiz kaldırır mı? Davet ettiğim kişiler gelir mi? Gelirse ne kadar fire verir? Yemek yetmemezlik yapar mı? Misafirler geri döner mi? Yemekler güzel olacak mı? Bu minval üzere kafanda kırk tilki davetli listesi hazırlamaya başlarsın. Önce kaç kişiye kart dağıtacağını tespit edersin. Ardından  kız evine ne kadar kart lazım olduğunu sorarsın, oğlan ne kadar kişiyi çağıracak onu belirlersin. Geriye kalan davetli sayısı sana kalır. Sen de bir liste çıkarırsın, sayıyı geçiyorsa elemeye, doldurmuyorsa ilave yaparsın. Sayıyı t

Camide Katliam

1979 yılında orta birinci sınıfta okurken gazete bayiinin önünden geçerken gözüm, dikkat çekip alınsın diye sergilenen günlük gazetelere ilişti. Bu gazete bayii acemi olmalı ki, gazeteleri gelip geçenler içerisinde bedava okuyan çıkmasın diye gazeteyi ters koyan bayilerden değildi. Cumhuriyet gazetesinin manşeti dikkatimi çekti: Yazı, camiye bombalı saldırı başlığını taşıyordu. Bir camiye bombalı saldırı düzenlenebilir miydi? Olacak şey değil. Bunu kim, niçin yapmış, neyin nesi bu haber diyerek harçlığımdan kısarak bayiye varıp bir Cumhuriyet verir misin dedim. (Para vererek aldığım ilk ve son Cumhuriyet gazetesiydi bu.) Kaldığım pansiyona doğru adımlarken ilk işim belirttiğim yazıyı okumak olmuştu. Nerede olmuştu, kim yapmıştı hatırlamıyorum. Belki de asparagas bir haberdi. Çünkü ilgili haberin üzerinden 38 yıl geçmiş. Sadece manşeti aklımda kalmış. Benim çocukluğumda garipsediğim bu cami bombalama eylemi 38 yıl sonra Mısır’da bir katliam şeklinde gerçekleşti. 305 ölü, 1000

“Boynu kırılası öğretmen!” *

Öğrencisinin okumaya geçmesinden dolayı sevinç ve mutluluğunu  gizle ye meyen  öğretmen, öğrencisinin yanağına bir makas atar. Çocuğunun yanağındaki kızarıklığı gören anne, eşini arayarak durumu anlatır. Eşi de çocuğuna okumayı öğreten öğretmeni işyerine çağırarak konuşmak istediğini söyler. Öğretmen, yanına öğretmen eşini de alarak velisiyle görüşmek için velinin işyerine gider. Varır varmaz "Sen benim çocuğuma nasıl yaparsın bunu" diyerek yanındaki dört kişiyle beraber öğretmene bir boğa gibi saldırır. Araya girmeye çalışan eşi de dayaktan nasibini alır. Sonuç, yediği dayağın haddi hesabı yoktur ve  boyun kemiği kırılır. Hâlihazırda öğretmen yoğun bakımda can çekişiyor. Olay 24 Kasım öğretmenler gününde Gaziantep'de geçiyor. Öğretmene şiddet uygulayan 5 kişi, ifadesi alındıktan serbest bırakılıyor. Öğretmene, gününde verilmiş en güzel hediye. Hayatı boyunca unutamayacağı bir hediye bu. Zaten hediye, unutulmamak için verilir bizde. Her öğretmenler günü geldiğind

Bu Velinin Derdine Derman Olacak Baba Yiğit Var mı?

Bir veli Konya'nın gözde okullarından birini telefonla arar. Telefona okulun müdür yardımcısı çıkar. "Beyefendi, okulunuzda 5.sınıfta okumakta olan bir öğrencinin velisiyim. Konuyu yarın yapılacak olan veli toplantısında açacağım ama önce size telefonda söylemek istiyorum. Önünüzde kağıt-kalem var mı? Not alır mısınız" der. Yardımcı, 'Konu nedir beyefendi' dedikten sonra veli, meseleye girer: "Okulunuz öğretmenleri başarıyı artırmak ve özel okullarla yarışmak için ne yapıyor? Gördüğüm kadarıyla öğretmenler düşük not veriyor. Mesela çocuğumun sınıfının matematik ortalaması 70'tir. Bu çocuklar bu puanlarla fen lisesine nasıl gidecekler? Öğretmenlerinize söyleseniz de verdikleri puanları biraz yükseltseler. Tamam, hepsi 100 olmasın. 70 alana 85 verse, 85 alana 100 verse..." Araya girip yardımcı sözü alır: 'Sayın velimiz, biz bir defa öğretmenimizden not istemeyiz. Ayrıca notu öğretmen vermiyor, öğrenci alıyor. Çocuğunuzun sınıfının matematik or

Gözetmenimi de Gözlemledim Ara Ara

Bir sınavda salon başkanı olarak görevlendirildim. Yanımda da bir gözetmenim var. Kendi halinde sakin biri. Zaten olmasa da sakin olmak zorunda. Çünkü bizde sınavlar, yasaklar demektir. Bereket sınavımız ÖSYM"nin yaptığı sınavlar gibi kuralları sert ve acımasız değil. Başkan ve gözetmen olarak salondaki yerimizi aldık, adayların gelmesini beklemeye koyulduk. Sınavın başlamasına 45 dakika kala adaylar tek tük gelmeye başladı. Sınava 15 dakika kala cevap kağıtlarının dağıtımını yaptık, ardından kitapçıkları sıraların üzerine koyduk. Bir taraftan da peyderpey gelen adayların kimlik kontrollerini yaptık. 20 kişilik adaydan iki tanesi gelmedi. Başlama saati gelince sınavı başlattım. Artık gözetmenim ve ben sınav olan öğrencileri gözlemlemeye başladık. Az sonra gözetmenim gelmeyen adaylardan birinin sırasına oturarak sorulara bakmaya başladı. Göz ucuyla hem soruları çözüyor, hem de sakız çiğnemeye devam etti. Ara ara gözüm kaydı, hala sakız çiğnemeye devam ediyor mu diye. Maalesef s

Günümde Günüm...

Bugün okula erkenden gittim. "Bugün senin günün. Haydi erkenden dersini hızlıca anlat git, zira seni bugün anacağız, fazla da gözümüze görünme" dediler. Ben de konumu kıvrak kıvrak anlatıp bitirdim dersimi. Bir sınıftan diğerine geçmek ve soluklanmak ve ağzımın kuruluğu bir nebze de olsa geçsin diye öğretmenler odasına girdim. Çayımı aldım. Yudumlarken okula kahvaltı yapmadan gelen ekibi gördüm. Kafa kafaya vermiş, memur kebabı yiyorlardı. Kaderleri hiç değişmeyecek gariplerimin. Bugün bari felekten bir gün çalalım da, karnımızı adam gibi doyuralım dememişler. "Biz dün ne isek, bugün de aynıyız, tevauyu elden bırakmayız" dercesine kaptırmışlardı kendilerini simit yemeye. Dersimi bitirdim, bir bardak çay daha alayım dedim, dersin bitti artık, seninle işimiz kalmadı dercesine her teneffüs gelen çaydanlığımız gelmemişti. Sağa-sola bir göz attım. Eğitim sendikalarının paketleyip temsilcileri vasıtasıyla göndermiş olduğu veya biz dersteyken gelip bıraktıklar

Yeni Bir Öğretmenler Gününde Okulum Bembeyaz!

Nihayet 25 yıl çalışmamın ardından gelen 24 Kasım beni fazlasıyla memnun etti. Nasıl sevinmem. Zira ilk defa bir önlüğüm oldu. Hem de bembeyaz. Üstelik 'V' yaka. Önümü kapatmak için çıtçıtı bile var. Nasıl sevinmem? Mesleğimin son demlerini yaşadığım bu süreçte bir sponsor vasıtasıyla bir önlüğe sahip oldum. Artık bundan sonra sabah kalkınca bugün hangi elbiseyi giyeyim derdi olmayacak. Hangisini giyersem giyeyim, nasılsa önlüğümün altında kalacak. Üstelik ders defterini imzalamak için ceketimin  veya gömleğimin kolları, masaya sürtünmekten kirlenmeyecek. Meslektaşlarım arasındaki giyim farkı da ortadan kalkacak. Zira alanı var, alamayanı var. Tıpkı öğrencilerimiz gibi tek tip olacağız. Zaten öğrencisiyle aynı ortamı paylaşan, aynı havayı soluyan öğretmen de öğrencinin büyümüş şekli değil mi?  Sık sık elbise değiştirme olmayacak önlük sayesinde. Yani kuru temizlemecilere veya evdeki çamaşır makinesine fazla iş düşmeyecek. Bu demektir ki enflasyonun yeniden azdığı, haya

Çocuklara İsim Vermede Aman Dikkat! ***

Gazetelerin üçüncü sayfası dendi mi bizde kan davaları, taciz ve tecavüz olayları, cinayet, şiddet vb haberler akla gelir. İnsana böyle de olur mu dedirten cinsten adi vakalar bunlar.  Garibimize gitse de bu ülkenin değişmez huylarındandır bu tür can yakan haberler. İşte size, deme ya dedirten cinsten bir haber. 22/11/2017 günü gazetelerin internet sayfalarına bir bakalım: “ Osmaniye’de yeni doğan bebeğe isim koyma yüzünden çıkan kavga silahlı çatışmaya döndü. Bebeğin dayısı hayatını kaybetti. 7 kişi de yaralandı. Olay Karaboyunlu Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre, aralarında önceden de husumet bulunan iki aile arasında yeni doğan bir bebeğe isim koymada anlaşmazlığa düştükleri için tartışma çıktı. Tartışma sonucunda ismi öğrenilemeyen bebeğin annesi, baba evine gitti. Burada devam eden tartışma kısa sürede kavgaya dönüşünce kavgaya her iki ailenin fertleri de karıştı. Taşlı, sopalı ve silahlı kavgada askerden izne geldiği öğrenilen ve bebeğin dayısı Musa Çeçan (23) av

Sahte Öğretmene Beraat

Nasıl bir ülkede yaşadığımızın, bu ülkeyi kimlerle paylaştığımızın, devletin işleyişinin evlere şenlik olduğunun resmidir sahte diploma ile 19 yıl görev yapmak. Dile kolay sahte diploma ile 19 yıl görev yapmak ve bundan devletin 19 yıl sonrasında haberdar olması vahim, bir o kadar da fecaat gerçekten. Olay Trabzon'da görev yapmakta olan bir öğretmenin diplomasının sahte olduğunun tespitiyle patlak veriyor. Hakkında nitelikli dolandırıcılıktan iddianame hazırlanıyor, aldığı maaş ve ek dersinin yasal faiziyle isteneceği ve 4 ila 12 arasında mahkumiyet alacağı beklenirken mahkemeye sunulan belgelerin fotokopi olduğu iddiasıyla sahte öğretmene mahkememiz beraat kararı vermiş. Anasından doğmuş gibi suçsuz olduğu mahkeme tarafından tescillenince kızımız, bunca emeğim ne olacak diye sormuş. Kızımız haklı. Hatta "Emekliliğime bir yıl kaldı, bir yıl daha çalışayım emekli olayım. Beni en doğal hakkım olan emekliliğimden mahrum ettiler, üstelik beni buraya çağırarak öğrencilerimden a

Hacı Yolu Beklemek Gibidir Bazı Kurumlardan Hizmet Almak

Eskiden hacca karayoluyla gidenleri karşılamak için hacı bekleme seansları olurdu. Ha geldi, ha gelecek diye akşam-sabah beklenir dururdu. Çünkü doğru dürüst iletişim yoktu. Eş-dost, oğlu-kızı işini-gücünü bırakır, günlerce beklediği olurdu sağlıksız ortamlarda. Şimdilerde hacı bekleme diye bir kavram kalmadı. Kimin ne zaman gideceği, ne zaman döneceği, kaçta ineceği belli artık. Şimdilerde başka sorunlarla boğuşuyoruz bu teknoloji çağında. Yeter ki doğalgaz kontrol ve açılışına, internet bağlatma veya Türksat Kablo hizmeti almaya kalk, ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olur. Evine internet bağlamaya veya doğalgaz kontrolü için yetkili servis gelmeye kalkarsa sana randevu veriyor. "Efendim yarın sabah 08.00 ila 12.30 arası veya 13.30 ila 18.00 saatleri arasında elemanlarımız kuruluma gelecek veya kontrole gelecek ya da bağlantı yapacak diye. Bu işler haftasonu olmuyor, öğle arası hiç olmaz, ya da akşam mesai bitimi mümkün değil. Verilen dört saatlik zaman diliminde eleman v

Kovboy İş Başında *

17-25 dendi mi akla Rıza Sarraf gelir. Yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama...hepsi vardı iddiaların arasında. Hakkında -bizim sandığımız- savcılarımız dava açtı, gözaltı kararı verdi, iddianame hazırlandı. Kısa bir bocalamanın ardından devlet duruma hâkim oldu. Siyaseten yapılan ve sonuç almaya dönük bu operasyonla başarıya ulaşamayınca, vurucu ve öldürücü darbe için 15 Temmuz seçildi. Devletin gücü ve milletin birliğiyle şükürler olsun, bu kanlı darbe teşebbüsü de akim kaldı. Türkiye'ye içte ve dışta boyun eğdirmek için mücadele bitmedi. Oynanan oyunu başını kuma gömerek perde gerisinden yöneten ABD, bu sefer bayrağı kendi devraldı. Çünkü on yıllardır beslediği beslemeleri becerememişti bu işi. Başka yollar denenmeliydi. Ne yapıp ne edip 17-25 Aralık'ın baş aktörü Rıza Sarraf, Türkiye sınırları dışına çıkarılıp ABD'de yargı huzuruna çıkarılmalıydı. Beklendiği gibi Rıza Sarraf ABD'de yargı huzurunda şimdi. ABD'nin niyeti belliydi belli olmaya. Tutuklanacağı

Yakışık Almadı Hiç! *

Fırsat buldukça toplumsal yara ve dertlere değinmeye çalışıyorum yazılarımda. 17.11.2017 günü "Okul kantincilerinin feryadını duyacak yok mu" başlıklı bir yazı kaleme alarak kantincilerin birkaç yıldır devam eden sorunlarına eğilmeye çalıştım. Sektörün iç işleyişini bilmiyorum ama basından izlediğim ve birkaç tanıdık kantinciden edindiğim intibam dolayısıyla sorunu masaya yatırdım ve yetkililerden çözüm istedim. Yazdığım yazımı da birkaç kantinciyle paylaştım. Yazı hoşa gitmiş olmalı ki Türkiye çapında faaliyette bulunan hemen hemen tüm kantin dernekleri yazımı sosyal medya aracılığıyla paylaştı. Olumlu dönütler aldım. Sektör, dertli mi dertli imiş bu konuda. İnşallah sorunları çözüme kavuşur. Yazımın kısa zamanda paylaşım rekorları kırması hoşuma gitmedi değil. Kısa zamanda tüm derneklerin yazıdan haberdar olması, aralarında sıkı bir ilişki olduğunu da gösterdi. Bu demektir ki hızlı ve müthiş bir organizasyona sahipler. Bu açıdan Türkiye'de faaliyette bulunan

Pazarcı Esnafının Maharetlerini Değerlendirmek Lazım

Bana bu ülkenin en garip, en pratik insanı kim deseniz ilk başa koyacaklarımın arasında bazı pazarcı esnafı gelir. Müşterinin görebileceği şekilde en öne meyve ve sebzenin en güzellerini albeni diyecek şekilde istifler. Sen gözünle önden beğenirsin, almaya karar verirsin, acaba arkası da böyle mi diye tezgahın arkasına doğru nazar etmeye kalkarsan "Hepsi aynı" diyerek sana güven vermeye çalışır. Gözün bir öne, bir arkaya gider tekrar. İçine sinmese de almaya karar verirsin. Üstelik adam hepsi aynı dedi. İki kuruş için yalan söyleyecek değil ya. İki kilo verir misin sözüne karşılık poşeti kaptığıyla doldurmaya çalışması bir olur. Kardeş, aman iyisinden ver desen, adam; "Bak buradan veriyorum" der. Meyve ve sebzeyi ikişer üçer alır bir eliyle. Nazik ve kibar bir şekilde poşetin içine koyar. İstediğin kilonun üzerinde vermeye çalışır. İki kilo istesen, 'İki buçuk yapalım mı' veya 'Düz hesap yapalım mı' der. Bazen olur der, bazen de olmaz dersin. Tarta

Ah Şu Gruplar!

Ne olur, beni kapalı veya açık herhangi bir gruba eklemeseniz! Paylaşımınızı alenen sayfanızdan yapın, herkes görsün. Benden kimseye hayır olmaz, hele grubunuza. Kalabalık etsin diye ekliyorsanız ayağınıza dolanırım. Haydi kambersiz düğün olmaz deyip eklediniz. Ben de katılmak istemiyorum dedim çıktım. Hala ne diye tekrar tekrar ekleyip durursunuz. İşi tadında bırakın artık. Şakaysa bu yaptığınız, sevmem. Ciddi ise hiç sevmem. Ha bu arada bilmiyorsanız söyleyeyim. Benim değişik terör örgütleriyle bağlantım var. Yarın bunlar ortaya çıkarsa aynı grupta olmamız dolayısıyla başınız belaya girer. Nereden tanıyorsun diye sorarlar. Türkiye burası. Haydi gidin işinize... 17.11.2017

Okul Kantincilerinin Feryadını Duyacak Yok mu? *

Nerede bir okul kantini çalıştıranı görseniz, hepsi dert küpü. Bir dokun, bin ah işit, derler ya. İşte öyle. Beğenmiyorlarsa niye çalıştırıyorlar, bırakıp gitsinler diyebilirsiniz. Yapacak iş olsa bundan sonra bir tanesini kantin işletmecisi olarak göremezsiniz. Naçarlığa yapıyorlar bu işi. Acaba bir hal yolu bulunur mu diye bekliyorlar? İçinizden bol bol kazanıyorlar, zevkten dört köşe olmalılar diye düşünebilirsiniz. Kazın ayağı hiç öyle değil, içine girer veya az bir gözlemlerseniz işin vahametini anlarsınız. Bilmeyenler neyi var kantincilerin diyebilir? O zaman söyleyeyim. Kantinciler yasaklardan şikayetçi. Çünkü kantinler yok satıyor, yani hemen hemen her şey, yasak oğlu yasak. İsterseniz neler yasak bir bakalım. MEB'in sayfasında satılması yasak ürünler şunlar: “Enerji, gazlı, aromalı, kolalı, aromalı doğal mineralli içecekler; aromalı şurup, içecek tozu ve su, meyveli içecek ve tozu, meyveli doğal mineralli içecek, yapay soda, meyveli şurup, sporcu içecekleri ve sul