Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bizim Mahallemize Uğramayan Nimet: Birlik

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Süresinde birlik mesajı veren bu ayet, parçalanmamayı öğütleyen, bir ve beraber olmayı Allah’ın nimeti olarak değerlendiren ve bu nimet sayesinde kardeş olduğumuzu hatırlatan, parçalanmayı ateş çukurunun kenarına benzeten bir ayettir. İşitmiş olamazsınız. Okumuş, ya da dinlemişizdir, hem de defalarca. Anlamını bilmeden kaç defa hatim inmişizdir. Hatipler, vaaz kürsüsünde ve minberde birlik mesajı vereceklerinde bu ayeti anlamıyla birlikte defalarca okumuştur. Bugün bu ayetin muhataplarının parçalanmışlığını görünce anlaşılan okumuş, dinlemiş, kulak ardı

Meslek odaları mı dediniz?

Bu ülkede ağzını açan bürokrasiden ve atanmışlardan şikayet eder, sorunun kaynağı olarak burada görev yapanları görür. Bence ülkedeki sorunların başında seçilmişler gelmektedir. Seçilmiş derken sadece partilerin başındaki siyasi liderleri kastetmiyorum. Meslek odaları, dernekler, vakıflar, STK'lar, bir cemaatin başında olanlar da siyasilerden farklı değildir. Seçilmiş diye kimse onlar aleyhine pek konuşmaz. Siz hiç seçilmiş olarak bir koltuğa oturup da sonradan kendiliğinden gittiğini gördünüz mü bu ülkede? Ne mümkün efendim! Gelen gitmemek üzere oturur koltuğa. Gelir gelmez ilk yaptığı da yerinde ebedi kalmak için teşkilatını yukarıdan aşağıya doğru örer ve hep kendine sadık kişiler gelir/getirilir. Bundan dolayı kendisi bırakmadığı müddetçe kimse onları seçim ve sandık yoluyla değiştiremez. Kendi isteğiyle görevini bırakan da yerini istediği kişiye bırakır. Örnek mi istersiniz? Etrafınıza bir bakarsanız örneklerin en alasını görürsünüz. Bir siyasi partiyi düşünün. Hepsi

"...olmasaydı olmazdık"

Normal şartlarda insanlara nasihat ederken sevgi ve nefrette aşırı gidilmemesi gerektiğini söyleriz. Çünkü her ikisi de gözü kör eder, olaylara daha soğukkanlı bakmanın önüne geçer. İş başa düşünce akıl veren biz de sevgi ve nefrette aşırıya kaçabiliyoruz. Aşırı sevgi, kişiyi vazgeçilmez, onsuz olmaz gördüğümüzdendir. Nefret de ise kişi ya da kişilere ön yargıyla bakmamızın etkisi büyüktür. Bu yazımda nefretten ziyade aşırı sevgi üzerinde durmak istiyorum. Bunun örneklerini dinde, siyasette ve devlet adamlığında görebiliyoruz.  Hz Muhammed vefat edince onun ölümünü kabullenemeyen Hz Ömer, "Kim onu öldü derse kellesini uçururum" diyerek ortaya atılmıştır. Bunu gören Hz Ebubekir, "Kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki o; ölmüştür, kim Allah'a ibadet ediyorsa bilsin ki o, diri ve bakidir" diyerek Ömer'i sakinleştirmiştir. Halkımızın arasında birçok kitaba girmiş, çoğu kimsenin hadis diye rivayet ettiği bir söz çok meşhurdur: "Sen olmasaydın, bu a

İçimizde 'sorun olan' bu Suriyeli mültecileri ne yapalım?

Ortaokul ve liselerde karne haftası denilen son haftalarda kolay kolay ders işlenmez. Bu durum sanki Allah’ın emri gibi bir şey oldu okullarda. Çünkü sınavlar bitmiş ve notlar verilmiş. Amaç, sınav ve not olunca doğaldır ki dersin de işlenmemesi gerekir. Kazara işlemeye kalkarsan istenmeyen öğretmen ilan edilirsin. “Nerede görülmüştür son hafta dersin işlendiği, siz hiç öğrenci olmadınız mı, hangi okul ders işliyor bu hafta, zaten yorulduk, üstelik sınıfın çoğu da yok, kitap-defter de getirmedik…” serzenişleri gırla gider daha sen selam vermeden önce. Ne olursa olsun, ben bu dersi işleyeceğim diyen öğretmen, dersi işlese de kendi çalar, kendi oynar. ‘istemezük’ güruhunun karşısında ders işlemek, tok insanı ağırlamak gibidir. Düşmanca bakışlar arasında öğretmen ilerleyebildiği kadar ilerlemeye çalışır. İşin garibi sınıfın büyük bir çoğunluğu fire verdiği için gelen öğrenciye işlenen ders, tatil dönüşü tekrar işlenmeye muhtaç. Çünkü çoğu öğrenci bu konuyu görmemiştir. Karne haftas

İnandığımız Din İnsanlara Ne Kadar Hitap Etmektedir? *

Din, "Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen insanların dünyada ve ahirette huzur ve mutluluğunu hedefleyen ilahi kurallar bütünü" diye tarif edilir. İlahi dinlerin tanımı bu şekilde. İlahi olmayan dinlerde de müntesiplerini bir arada tutma disiplini vardır. İlahi olsun, beşeri olsun dinlerin ortak yönleri vardır. Birçok beşeri din, ilhamını ilahi dinlerden almıştır. Hasılı, dinler bu dünyanın olmazsa olmaz bir olgusudur. Zira ruhun gıdasıdır. Zaten bu yüzden dünyada herhangi bir dine inanmayanların oranı çok yüksek değildir. Dinlerin, hedefledikleri amaçlarına uygun bir şekilde insanlara huzur ve mutluluk verebilmesi için dinlerdeki gizemi ortadan kaldırmak gerekir. Çünkü ayağı yere basan bir din değil de sürekli uçan ve kaçan bir din anlatımı, dinlerdeki esas amacı geri plana itmektedir. Böyle bir din, amaca hizmet eden bir din olmaktan çıkıp kişilerin kendi menfaatlerini önceleyen bir din anlayışı haline dönüşmektedir. Bugün dinler üzerine oynanan oyun

Kötü Komşu, Bizi Mal Sahibi Yapmalı! **

1993 yılında askerdeyim. Bol bol seminer ve konferans dinliyoruz. Yine bir gün askeriyenin konferans salonunda Ankara’dan gelen bir albayımız konuşma yapıyor. Salon hınca hınç dolu. Askersin, elin mahkum, doldurmaktan başka çaren de yok zaten. İçeriğini pek hatırlamasam da albayımız güzel bir sunum yaptı. Konferansın bitiminde eratın soru sormasına imkan sağlandı. Bir askerimiz, “Komutanım! NATO içerisinde en güçlü ikinci ordu bizde dediniz. Erat yönünden güçlü olabiliriz. Ya silah ve teçhizat yönünden durumumuz? Bildiğim kadarıyla birçok savaş malzemesini dışarıdan alıyoruz. Etrafı düşmanla çevrili güzel ülkemizin niçin bir savunma sanayisi yok.” şeklinde bir soru sordu. Albay, “Arkadaşlar! Kendi milli savunma sanayimizi kurmaya gerek yok. İleri ülkeler silah ve teçhizatın her türlüsünü ve en iyisini yapıyorlar. Bastırır parayı alırsın.” dedi. Askerin güzel sorusuna komutandan, “Arkadaşlar! Bu işlerde biraz milli düşünmek, kendi silahımızı üretmek için çalışmamız gerekir, ama maa

El işi çeyiz işinden Arapça öğrenmeye

Çocukluk ve gençliğimde genç kızların çeyiz hazırlama derdi vardı. Daha küçük yaştayken evliliğe hazırlık yapılırdı. Eli iğne tutmaya başlar başlamaz kendisine çeyiz işi öğretilirdi. Evinde otururken, gezmeye gittiği zaman yanında hep çantası olurdu. İçinde kokası, kanaviçesi, iğnesi, ipliği, mili olurdu. Birini bitiren diğer işe koyulurdu. Yeni işinin ne şekilde olduğunu bilmeyen, bilen bir büyüğünün yanına giderek modelini alırdı. El emeği, göz nuru bu işlemeler bittikçe yıkanır, ütülenir, çeyiz sandığına kaldırılırdı. Kızımızın nasibi çıkar da evlenecekse tüm bu işlemeler derlenir, toparlanır, çeyiz çakmaya gidilirdi. Küçük ve genç kızlar evlilik öncesi evliliğe hazırlanırken anne ve nineler de oğul, torun, kız veya eşlerine çorap, takke, eldiven, kaşkol, kazak, yelek örerlerdi. Zaruri işlerini yaptıktan sonra kadın ve kızımızı bekleyen ev ödevi bu şekilde idi. Şimdi genç kızların çeyiz işleri, büyüklerin ördüğü örme işleri hazıra bindi. Herkes hazır alıyor. Hasılı kız ve a

Aydın sorumluluğunu taşımakta zorlanan içimizdeki İrlandalılar! *

Sınır güvenliğimizi tehdit eden PKK'nın Afrin'deki yuvalanmasını dağıtmak ve güney sınırımızı güven altına almak amacıyla Türkiye, adına 'Zeytin Dalı' dediği bir harekât başlattı. Başarılı bir şekilde de yürütülüyor. TSK'nın geçen Cumartesi günü başlattığı bu harekât, Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ı ve Çerkez'iyle tüm milleti bir araya getirdi. Dünya kamuoyunda da bu harekâta olumlu destek ve makul açıklamalar yapıldı. Buraya kadar her şey planlandığı gibi gidiyor. Ülke olarak biz, harekât başarılı olsun diye dua ederken, kimimiz bu operasyona katılmak için askerlik şubelerine dilekçe verirken, kimimiz Mehmetçik yesin diye ürettiği ve sattığı balı harekât bölgesine gönderirken operasyonun 4.gününde milletvekillerine gönderilmiş bir elektronik posta skandalı patlak verdi. Mektup bizi hiç yanıltmadı. İçimizdeki İrlandalılar'dandı. Mektup, barış havarisi bir mektup. Ne var bunda diyebilirsiniz? İçeriğine baktığınız zaman gerçek niyetleri daha iyi

Sosyal medyada gördüğümüz her paylaşım ne kadar doğru? *

Günümüz iletişim çağında yediden yetmişe sosyal medyaya girmeyenimiz, kullanmayanımız hemen hemen yok gibidir. Kimi bol bol paylaşır, kimi yorum yazar veya beğenir, kimi girer ne var ne yok diye bakar, hiç iz bırakmadan girer çıkar. Kim hangi amaçla, ne şekilde kullanırsa kullansın, bugün sosyal medya hayatımızın bir parçası. Sosyal medya günümüzde çok önemli bir ihtiyacı gidermekle beraber yerinde kullanılmadığı takdirde bir o kadar da tehlikelidir. Kimi insanları bilgilendirmek amaçlı doğru bilgi vermeye çalışırken kimi de amaç ve hedefine hizmet etsin diye dezenformasyona başvurmaktadır. Bir haberi çarpıtarak tüm dünyaya servis etmektedir. Amaç, hedefine giden yolda algı oluşturmak. Sosyal medyada her gördüğümüz bilgiye hemen atlamamak gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu âlemin doğru-dürüst bir etik değeri oluşmamıştır. Gazete ve televizyonların verdiği haberlerde bir haber kaynağı var iken bu medyada ise haber kaynağı belli değildir. Yediden yetmişe herkes haberin kaynağı ol

Diplomaside 'endişe' dili *

Ne zaman iki ülke arasında savaşı çağrıştıracak bir gerginlik baş gösterse taşın altına elini sokmayan ülkelerden "Bu durumdan endişeliyiz, tarafları sükunete davet ediyoruz." şeklinde ilk açıklamalar gelir.  "Endişelenmek" diplomaside bir dil olsa gerek. "Beni bu işe karıştırmayın, bizden bir şey beklemeyin, ne haliniz varsa görün"  demektir. İnisiyatif almamak gibi bir şey. Kolay kolay hiçbir ülke açık konuşmaz, bir ülkenin tarafını tutmaz. İki tarafa da mavi boncuk dağıtır. Kamuoyuna açıklama bu şekilde yapılırken bazı ülkeler el altından iş çevirmeye çalışır, birbirlerine heyetler gider gelir. Bir yol haritası belirler. Hatta bazı ülkeler işin tam içerisindedir. Arka taraftan çevirdiği kadar iş çevirir, arı kovanına çomak sokar gibi karıştırır. Sonra basının karşısına geçip 'endişeliyiz' açıklaması yapar. ‘Endişeliyiz’ diyen ülkelerin bazısının elinden bir şey gelmezken gerginliği tırmandırmayın derdindedir “endişeliyiz” derken. Bazı

Hata ve Yanlışlarımızla Yüzleşebilmek ***

İnsanoğlu, nisyan ile maluldür. Hepimiz hata ve yanlışlar yaparız. İlk insan ve ilk peygamber bile hata yaptığına göre biz hayli hayli yaparız. Çünkü hiçbirimiz hatadan beri değiliz. Zaten dünyaya insan olarak gelip de hata yapmayan yoktur. Ben hiç hata yapmadım, pişman olacağım bir şey yapmadım diyen çok iddialı konuşmuş, boyundan büyük laf etmiş demektir. Bu tip insanlar kendini tanımayan ve vicdanının sesine kulak vermeyen kişilerdir.  İnsan olarak hata ve yanlış yaparız. Önemli olan hatada ısrarcı olmamak, farkına vardığımız zaman hatayı terk etmektir. Zaten Allah Teala’nın da istediği budur. Zira sık sık Kur'an'da "Allah tövbe edenleri sever" buyurmaktadır. Tövbe etmenin Türkçesi özür dilemektir. Bazılarının kibri, özür dilemeye mani olsa da özür, bir erdemliliktir. Her kişi yaptığının yanlış olduğunu kabul etse de kolay kolay özür dileyemez. Çünkü kibir ve enesi buna engel olur. Bazıları da peynir-ekmek yer gibi özür diler ama aynı hatanın benzerini def

Biri, ABD’ye bunu çoktan söylemeliydi! *

Türkiye Afrin’e girdi girecek derken hop oturup hop kalkan bir ülke vardı: ABD. Kaç gündür açıklama üstüne açıklama yapıyor: “Türkiye’nin Afrin’e girmesini onaylamıyoruz…Afrin bizim alanımızda değil…Hedef Afrin değil, DEAŞ olmalı…Türkiye’nin sınır güvenliğini önemsiyoruz…Endişelerini anlıyoruz…Biz PYD/YPG ile bir sınır kuvveti oluşturmak istiyoruz…PYD ile bir sınır gücü oluşturmayacağız…Türkiye’nin Afrin’deki operasyonu sınırlı olmalı, süre belli olmalı…” gibi. “Derdi ne bu ABD’nin bu kadar? Afrin sevdası nereden geliyor?” derseniz, 1980’den beri kurup büyüttükleri, devasa bir güç haline getirdikleri, Türkiye’ye karşı vurucu güç olarak kullandıkları ve Suriye’deki kirli savaşta kendileri adına savaşa sürdükleri bir PKK var orada. İkinci Kandil görevi görüyor. Hazır kıta Afrin’de Amerika’nın emrini bekliyor. Ne zaman “Türkiye’de kan akıtın” dediği zaman “Başüstüne” deyip ülke içinde terör yapıyor nasılsa bu örgüt. Tüm derdi bu örgütün zayıflaması. Bu örgüt zayıflarsa kendisi zayıfl

Aynı mahallede yalnızlara oynamak

Bir yerleşim yeri olan mahalle denince aynı muhitte oturan ve birbirine yakın ve uzak komşu akla geldiği gibi aynı fikri savunan ve aynı düşünceden beslenen insanların oluşturduğu mahalle de anlaşılır. Bir şehrin, bir beldenin en küçük yerleşim yeri olarak bilinen mahalle denince aynı zamanda birbirine komşu insanlar akla gelir. Önceleri yanlamasına oturmuşuz birbirimize. Yayılmışız arzın toprağına. Evimizin her bir köşesinden kırk ev komşu kabul edilirdi ve komşu hukuku önemsenirdi. Bir yere yerleşeceğimiz zaman komşunun önemini göstermek için 'Ev alma, komşu al' zira 'Komşu, komşunun külüne muhtaç' denirdi. Hatta "Cebrail, bana komşu hakkında o kadar bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" der Hz Muhammed. Nüfusun artması ve şehirleşme mantığının değişmesiyle birlikte müstakil evler, yerini diklemesine çıkan evlere/dairelere bıraktı. Gökdelenler gibi apartmanlarımız var şimdi. Bazı apartmanlarımız bir köy, bir belde bir mahall

Konya semt pazarları ve Muhacir Pazarı *

Konya'da sebze ve meyve alışverişini yapmak için belediyelerin tahsis ettiği semt pazarları var. Bu pazarların kiminin üstü kapalı, kimininki açık.  Haftanın hemen hemen her günü bazı bölgelerde kurulan bu pazarlarda arz ve talep var ki, market ve manavlara rağmen buralarda pazarlar kurulmaya devam ediyor. Ki buralarda satışı yapılan sebze ve meyveler, market ve manavlara göre daha hesaplı olarak satılıyor. Bir diğer farkı da, market ve manavlarda kendin seçiyorsun, pazarlarda ise pazarcı seçiyor. Seni yormuyor yani. Getirdiği çürük-çarık, ezik ne varsa hepsini değerlendiriyor. Ekonomiye katkısı büyük anlayacağınız. Sabahında tertemiz bir şekilde belediye tarafından satıcıya teslim edilen bu pazar yerleri, akşamında yerini çer-çöpe, sebze ve meyve artıklarına bırakıyor. Belediyenin temizlik ekibi, gecenin geç vaktine kadar savaş sonrası bir hali andıran bu pazar yerlerini temizlemekle meşgul oluyor. Bu durum, ben kendimi bildim bileli böyle devam ediyor. Satıcı kirletiyor,

Nereli olduğumu yazmayan hüviyeti ne yapayım ben? *

Devlet eski nüfus cüzdanlarını değiştirme kararı verdi. Bundan sonra her on yılda bir değişecekmiş. Herkesin kimliği değişeceğine göre devlet kimlik değişimini uzun bir zamana yaydı. Fırsatını bulan vatandaş ileride yığılma olmasın diye şimdiden kimliğini değiştirmeye başladı. Yeni kimlik değiştirmek için nüfus müdürlükleri randevulu çalışıyor, randevu almayan ise aynı gün içerisinde kimliğini değiştirebilmek için biraz beklemek zorunda. Müdürlükler bir adet biyometrik fotoğraf, eski nüfus cüzdanı ve beher değişim için 18,50 TL ücret istiyor. Nüfus müdürlükleri akşam 19.00’a kadar mesai yapıyor. Randevulu çalıştığı için aşırı bir yığılma yok. Sırası gelen görevlinin yanına varınca sağ ve sol el orta parmaklarının izini veriyor, avuç ayasının izi alınıyor, imzalar atılıyor, fotoğraf sistemde taranıyor, ödemeyi yapıp ayrılıyor. Kimlik ise daha sonradan PTT vasıtasıyla ikametgah adresine gönderiliyor. Gördüğüm kadarıyla sistem oturmuş durumda. Yeni kimlikle ilgili iş ve işlem

Diplomaside dobralık

Yanı başımızdaki Ortadoğu'da bir oyun oynanıyor. Hem de nasıl oyun. Oyun içerisinde oyun var üstelik. Oynanan oyunun içerisinde biz de varız. Bazen tam içindeyiz, bazen teğet geçiyor, bazen içine çekilmeye, bazen de dışarıda tutulmaya çalışılıyoruz. Kâh içeride terör olarak karşımıza çıkıyor, kâh mültecileri barındırmaya devam ediyoruz. Sürekli teyakkuz halindeyiz ve diken üstündeyiz. Allah kimseyi bu coğrafyada altından kalkamayacağı böyle yükler vermesin. Oynanan bu kanlı oyunun ne zaman biteceği, daha ne kadar bedeller ödeneceği de belli değil. Akıl, feraset, basiret olmazsa bir toplumda başkasının, dış güçlerin oyuncağı olur ve dünyanın maskarası olur. Ortadoğu bu hali yaşıyor.  Allah, gönderdiği peygamberlerin çoğunu bu bölgeye göndermiş. Belki doğru yolu bulurlar, kendilerine gelirler, akıllarını başlarına alırlar, başkalarının oyuncağı olmazlar diye peygamber üstüne peygamber göndermiş. Her bir peygamber tebliğ görevini yaparak bayrağı sonraki bir peygambere devretm

Gelin Hep Beraber Bu Tarikatın Müntesibi Olalım!

Cemaat ve tarikatlar alanı, netameli bir alandır. Yumuşak karnımızdır bizim. Konuyu ele almak bile riski beraberinde taşır. Sevsek de, sevmesek de tarikat ve cemaatler bu ülkenin ve İslam dünyasının bir realitesidir. Bu tür oluşumlar olumlu ya da olumsuz bir ihtiyacı deruhte ediyorlar. Tasvip edilecek ve edilemeyecek yönleri var. Kimi bu alanı olmazsa olmaz bir alan olarak görür ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” der, kimi de ‘Bu tür oluşumlar zararlıdır, tümüyle yok edilmelidir’ düşüncesine sahip. İçinizden biri, “Ben bir tarikata girmek, nefsimi terbiye etmek, dinimi-diyanetimi yaşamak istiyorum, ama bu oluşum; uçup kaçmayacak/uçurup kaçırmayacak, ayakları yere basan, aklı kiraya vermeyen, vardır bir hikmeti dedirten bir oluşum olmayacak, işte ben böyle bir yer arıyorum…” derse 16.yüzyılda yaşamış alim bir zat olan İmam Birgivi’nin yazmış olduğu ‘Tarikat-ı Muhammediye’ isimli kitabından tarikatın ne olduğunu, ne olması gerektiğini anlatan bir alıntıyı Marmara Üniversitesi İla

“Zeytin Dalı Harekâtı" *

Türkiye, son günlerde ülkenin güneyinde yuvalanmış olan PKK/PYD/YPG/DAEŞ terör örgütlerine karşı bir operasyon yapılıp yapılmayacağına kilitlenmişti. Sayın Cumhurbaşkanı  “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi çoğu konuşmasında. Gece beklenmeden TSK, Cumartesi gündüz saatlerinde adına “Zeytin Dalı Harekâtı” vererek hava harekâtını başlattı. Amaç, bölgeye barış ve esenlik getirmek. Türkiye, savaşın olmaması için elinden geleni yaptı. Sonunda girmek zorunda kaldı. Çünkü PKK, burnumuzun dibini ikinci Kandil yaptı. Savaş demek; kan ve gözyaşı demek, mal-maliyet ve can kaybı demek, göç ve dengelerin değişmesi demektir. Bu yüzden savaşı kimse istemez ve tasvip etmez. Zira savaş, sözün bittiği yer demektir. Türkiye, istemeyerek başlattığı bu savaşın adına “Zeytin Dalı Harekâtı” adını vererek amacının ne olduğunu da göstermiş oldu tüm dünyaya. Çünkü zeytin dalı uzatmak bizde barış isteğini gösteren bir davranış demektir. Bu ülkenin bu savaştaki niyeti; ne Rusya gibi Akdeniz’e inmek, ne A