Ana içeriğe atla

Hata ve Yanlışlarımızla Yüzleşebilmek ***

İnsanoğlu, nisyan ile maluldür. Hepimiz hata ve yanlışlar yaparız. İlk insan ve ilk peygamber bile hata yaptığına göre biz hayli hayli yaparız. Çünkü hiçbirimiz hatadan beri değiliz. Zaten dünyaya insan olarak gelip de hata yapmayan yoktur. Ben hiç hata yapmadım, pişman olacağım bir şey yapmadım diyen çok iddialı konuşmuş, boyundan büyük laf etmiş demektir. Bu tip insanlar kendini tanımayan ve vicdanının sesine kulak vermeyen kişilerdir. 

İnsan olarak hata ve yanlış yaparız. Önemli olan hatada ısrarcı olmamak, farkına vardığımız zaman hatayı terk etmektir. Zaten Allah Teala’nın da istediği budur. Zira sık sık Kur'an'da "Allah tövbe edenleri sever" buyurmaktadır. Tövbe etmenin Türkçesi özür dilemektir. Bazılarının kibri, özür dilemeye mani olsa da özür, bir erdemliliktir. Her kişi yaptığının yanlış olduğunu kabul etse de kolay kolay özür dileyemez. Çünkü kibir ve enesi buna engel olur. Bazıları da peynir-ekmek yer gibi özür diler ama aynı hatanın benzerini defalarca yapmaya devam eder. Bu tipler, özür dilese de özrü hem Allah katında, hem de insanlar nezdinde pek makbul olmaz. Çünkü samimi değildir.

Tövbenin kabulünde dinimiz dört şart ileri sürer. Tövbenin olmazsa olmaz şartlarıdır bunlar. Nedir bu şartlar derseniz? 1. İşlenen suç ve günahı terk etmek, 2. Bu suçu bir daha yapmamaya söz vermek, 3. Yaptığı hatadan veya işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymak, yani nedamet duymak. 4. İşlenen suçta kul hakkı var ise helallik dilemek. Bu dört şartı yerine getiren nasuh bir tövbe ile tövbe etmiş ve işlediği günahları işlememiş gibi olur. Nitekim peygamberimiz, "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur" buyurmaktadır. Tövbe edeni Allah sevdiği gibi insanlar da sever.

Tövbe ile ilgili bu kısa açıklamadan sonra günümüzde hemen hemen toplumun büyük kesimini suça iten, suça bulaştıran bir yapı var. Şimdilerde gerçek yüzü ortaya çıkmış ve terör örgütü kapsamına alınmış bir örgüt, FETÖ'den bahsediyorum. Bu örgütün kullandığı kesim dindar ve mütedeyyin insanlar. Bu örgütün gerçek suçluları darbeden önce kaçtı bu ülkeden. Suçüstü yakalananlar ise içeride. Kimi cezasını aldı, Kimi de hala yargılanıyor. Bu yapının içinde şu ya da bu şekilde yer almış, ibadet kesimi diye tabir edilen bir kesim var. İçimizde sessiz ve sakin yaşamaya devam ediyorlar. İçlerinden ne kadarı bu yapıyla ilişkisini kesti bilmiyorum ama dikkatimi çeken bir şey var. Hepsi sessiz. Ne “FETÖ, bir terör örgütüdür” dediklerini duyuyorum ağızlarından, ne de “Bu adamlar bizi kandırmışlar” dediklerini işitiyorum. Ne kandırdık, ne kaldırıldık diyorlar. Ruh gibiler. Bu kadar sessiz olmaları garibime gidiyor. Görevden atılıyorlar, tık yok. Açığa alınıyorlar, yine tık yok. İçeri alınıyorlar, bildiğimi anlatacağım diyen yok. İtirafçı olan: Ben itirafçı oldum, bildiğimi aktardım, devlete yardımcı oldum, pişmanlık duyuyorum demiyor. Gerçekten ne biçim adam bunlar? Çözemedim gitti. Deseler ki "Gülen, iyi bir adamdır, onun terörle bir ilişkisi olmaz" veya "Bu Gülen denilen adam; din-diyanet, ayet-hadis okuyarak bizi kandırmış, ben onu tanıyamamışım, ülkenin verilmiş sadakası varmış" deseler, inan kendilerini tebrik edeceğim. Çünkü en azından bir duruş sergiliyorlar diyeceğim. Helal olsun, önemli olan gerçeği görmek, geç de olsa bunu gördünüz diyeceğim.

İçlerinde ne fırtınalar kopuyor bilmiyorum ama bu sessizlik hayra alamet değil. Yoksa şok mu geçiriyorlar, ya da ilaçla mı bu kadar sakin ve sessiz duruyorlar? Niçin bir öz eleştiri yapmıyorlar? Yoksa belli etmedikleri bir kibir mi var kendilerinde? Belki de gerçekle yüzleşmek istemiyorlardır. Ben onların yerinde olsam adam gibi yüzleşir, öz eleştiri yapar, "Kandırıldım; bu ülkeye el kaldıran, silah çeken, bu ülkenin ekonomisini çökertmeye çalışan, bu ülkeyi dışarıda zor bırakmak için elinden geleni ardına koymayan, benim cemaat veya hizmet hareketi olarak gördüğüm bu yapı CIA'nin ayak takımıymış. Yazıklar olsun! Lanet olsun bunlara! Ben çok safmışım, Allah beni affetsin, tüm uyarılara rağmen bu yapının içinde kaldığım her bir saniye için bu milletten binlerce özür dilerim" der, içten gözyaşı dökerdim. Çünkü pişmanlık gözyaşı dökmek demektir. Ama heyhat ki bu kişiler bu görüntüleriyle yüzleşmekten çok uzak görünüyorlar. 23/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya



*** 22/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde