Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Hız Sınırı 50" *

Aracınla şehir içi veya şehirlerarası bir yolculuğa çıkacaksan Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yürürlüğe konan trafik kurallarına uymak gerekiyor. Hızdan dolayı çoğu kimseyi yollara kurban ettiğimiz düşünülürse mutlaka hız sınırı olmalıdır. Çok araba kullanmayan biri olarak gördüğüm hız sınırları 50, 60, 70, 82, 90, 110 ve 120'dir. 90, 110 ve 120 hız sınırı şehirlerarası yollarda yolun durumuna göre belirlenmektedir. Diğerleri genellikle şehir içi yol ve caddelerde kullanılmaktadır. Karayolları tecrübeli bir kurum. Düşüne, taşına ve tecrübeye dayanarak bu hız sınırlarını belirlemiştir. Fakat bazı yol ve caddelerin hız sınırlarını yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. Çünkü özellikle şehir içinin çoğu caddelerinde ve şehirlerarası yolların meskun mahallerinde uyulması gereken 50 hız sınırı araç sürücüleri için bir eziyet. Çoğu sürücü bu kurala uymuyor. Uyuyorsa da arabayı bağırtmaktan başka bir işe yaramıyor. Bitmek bilmeyen yol işkencesi de işin cabası.  Trafiği

Yalakasın Be Kardeşim!

Toplum olarak çoğumuzun dağarcığında fazla kelime yok. Pek az kelimeyle meramımızı anlatmaya ve anlaşmaya çalışıyoruz. Bu yüzeysel ve sığ kelime hazinemize rağmen konuştuğumuz kelimelerin çoğunun ne anlama da geldiğini bilmiyoruz. Hatta birbiriyle aynı anlama geldiğini sandığımız anlamca farklı kelimeleri de birbirinin yerine kullanıyoruz. Şiddete meyilli olmamızın temelinde belki de bu kıt kelime hazinemiz yatmaktadır. Sözü fazla uzatmadan bir örnek vermek istiyorum. Birine "Falanın adamısın" demek ile "yalakasın" demek aynı anlama gelir mi? Biri veya birileri ile arası iyi olan, onlarla oturup kalkan biri için ben, arası iyi anlamında "falanın adamı" derim. Bu tip kişilere yalaka denir mi? Bana göre denmez. Çünkü yalaka halk ağzında " söz götürüp getiren, söz taşıyarak arabozan, dedikoducu, boşboğaz, sırnaşık, ikiyüzlü, dalkavuk, arsız, onursuz, sürtük (kimse), yalak  " demektir. Birinin adamı ile yalaka, yerine göre birbirinin yerine kul

Türkiye Bu Genci Konuşuyor *

29/06/2019 Cumartesi akşamı ATV televizyonunda “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına yarışmacı olarak katılan Arda AYTEN isimli genci konuşuyor. Arda’yı haber konusu yapan, bir milyonluk soruyu görme başarısını gösteren ender kişilerden biri olması. Hakkında fazla bir detay öğrenemediğim bu gencimiz kimdir? *19 yaşında tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisi, * Bu yaşında dört kitabın yazarı, *Yılda 150’ye yakın kitap okuyan biri, *Parası olduğu takdirde hedefleri arasında; ·          Okuduğu kitap sayısını artırmak, ·          Çok sayıda dil öğrenmek, ·          Bilimsel araştırma yapmak, ·          Edebiyat, müzik ve felsefe ile ilgilenmek, ·          Ölene dek üniversitede okumak, *En büyük hayali ise okuduğu kitapları kendi dillerinde okumak… Kabarık, kıvırcık, peruk gibi saçlarını görünce hiçbir hedefi olmayan, derbeder bir insan imajı veren bu gencimizi biraz dinleyince dolu dolu biri olduğu, çizdiği ve inandığı yolda gitmeye çalıştığı, Allah’ın verdiği

Espriyi Kime Yapıp Kime Yapmayacaksın? *

—Efendim, espriyi kime yapayım, kime yapmayayım? *Anlamayana yapmayacaksın bir defa. Espri yapacağın kişi leb demeden leblebiyi anlamalı. Konuştuğun zaman yüzüne bön bön bakıyorsa hiç espri yapmayacağın gibi mümkünse uzaklaşacaksın. *Alıngan ve her şeyden nem kapan tipe de şaka yapmayacaksın. Merhaba, merhabadan öte bir iletişim kurmamalısın. Çünkü ne zaman, neye alınacağı belli olmaz. Bence hiç başını ağrıtma. *Çocuk gibi küsene hakeza… Başına iş açma. *Espri yaptığını anlıyor ama ters anlıyorsa düzeltmeye çalışırken çeneni yorarsın. Zaten bu durumda espri, espri olmaktan çıkar. Buna da yapma. *Konuşmandaki mizah ile gerçekliği ayırt edemiyorsa yorma kendini. *Bakışından şaka yaptım demek zorunda kalacağın kimseye de şaka yapma. Ardından anlıyorum diyenin anladığına inanma. Çünkü o seni yine anlamamıştır. *Düz kontak ise hiç şaka yapma. *Şakayı anlamadan anlamış gibi yapıp diğer gülenler gibi gülmeye çalışıyorsa ne adama eziyet et ne de kendine. Burada sana bir fıkr

Sanırım Birlik Zamanı

Yetişkinlerin ağzında 32 diş bulunur. Her biri birbirine kenetlenmiş bir şekilde yan yana dururlar. Kimine köpek dişi, kimine azı dişi, kimine kesici diş adı verdiğimiz bu dişlerin her birinin ayrı görevleri var. Kimi parçalar, kimi çiğner. Bu görevlerini yaparken de aralarına bir yabancı almamaya özen gösterirler. Çünkü ne zaman aralarına bir yabancı girse huzursuz olurlar ve işlevlerini tam yerine getiremezler. Vefalı bir yol arkadaşlığıdır bunlardaki işlev ve görüntü. Dişçiye gidersin şu dişim sancı yapıyor, çekiver diye. Hiçbir dişçinin aklına ilk önce o dişi çekmek gelmez. Muayenesini yaptıktan sonra önce diş ağrısını durdurmak ve ağızdaki şişkinliği indirmek için ilaç tedavisi önerir. Ağrı ve sızı kesildikten sonra dişin çürüyen yerlerini temizler, dolgu yapar. Umudunu kestiğin diş yeniden diğer yol arkadaşlarıyla birlikte görevini ifa etmeye devam eder. Bu diş bir müddet görevini yaptıktan sonra tekrar sancı yapar ve yeni bir dolgu işlevini yerine getiremeyecekse bu sefer

Ak Akçe Kara Gün İçindir ***

İnternethaber sitesinde "Yedek Akçe nedir? Merkez Bankası bu parayı hazineye aktarıyor" başlıklı yazıyı okuyunca ilk aklıma gelen "Ak akçe kara gün içindir" atasözünü yazımın başlığı olarak seçtim. Bu vesileyle devletin Merkez Bankasının yıllık karından yüzde yirmisini kara günler için ayırdığını ve yedekte bekletildiğini öğrenmiş oldum. Her birimizin imkanımızın olduğu günlerde dişimizden tırnağımızdan artırarak ne olur ne olmaz deyip bir kenara kaldırıp koyduğumuz üç beş kuruşumuz olur. Siz buna ister kefen parası deyin, ister sakla zamanı gelir zamanı deyin, ister yatırım amaçlı deyin. Halktaki bu kenara atma devlette de varmış. Devlet bu parayı yasada değişiklik yapmak suretiyle hazineye aktarmayı düşünüyormuş habere göre. Hükümet bunu yapar mı yapmaz mı, bu yasa değişikliğinin aslı astarı var mı, değişiklik teklifi gelirse Meclisten geçer mi bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz. Bildiğim, haberin aslı var ise bunun anlamı kötü günlerin geldiği ve bundan dolayıdı

Partilerine En Büyük Zararı Veren Kesim

Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında belediye başkanlığını kazanan adayı tebrik ettikten sonra İstanbul seçim sonuçlarıyla ilgili konuşurken "Bizim siyaset anlayışımızda millete küsmek, milleti suçlamak asla ve asla yoktur...Milletimizin verdiği mesajları görmezden gelerek kulağımızın üstüne yatamayız" değerlendirmesini yaptı. Sayın Erdoğan, kendi partisinden belediyeyi alan rakip partinin tebrik ederken bu adaya oy veren seçmene ne kızıyor ne küsüyor ne de nankörlükle suçluyor. 2002'den beri yapılan her hizmette pay sahibi biri olmasına rağmen kaybettiği bir seçim sonucuna "Sandıktan çıkan başımın tacı" diyor. Ki olması gereken de bu. Nasıl ki kazandığımız zaman sandıktan çıkanı kabul ediyorsak kaybettiğimiz zaman da sandıktan çıkanı kabul etmek zorundayız. Sayın Erdoğan böyle diyor ama sevenlerinin bir kısmı bu durumu nankörlük olarak değerlendiriyor. Değerlendirmekle

Milletimizin Feraset ve Basireti ***

Bizim kadar vatandaşın hakemliğine müracaat eden, erken seçim kararı alıp sandığa giden, siyasetle yatıp siyasetle kalkan ülke -öyle zannediyorum- yoktur.   Son iki yılda yaptığımız seçim sayısı bile bizim sandık konusunda şakamızın olmadığını gösterir. Niçin çok seçime gidiyoruz? Vatandaş çok istediğinden midir? Hayır. Ne zaman ki ülke siyaseti tıkanır, siyasi kriz çıkar, vatandaşın hakemliğine başvurulur. Vatandaş siyasi krizi çözebiliyor mu? Hem de en alasından. Seçmen sandıkta bazen daha fazla bölünerek siyasilerimize yeni bir denklem önerir. “Buyurun aranızda anlaşın, uzlaşın. Zira demokrasi bir uzlaşı kültürüdür” der. Siyasi partiler bu denklemi çözemeyince bu millet siyasi partilerin beceremediğini yapar, uzlaşmaya yanaşmayanları ya da millete kendi dediğini dayatanları cezalandırarak tıkanan siyasetin önünü açar. Bazıları bu millete cahil, balık kafalı, ne anlar siyasetten dese de ben bu milletin feraset, basiret ve öngörüsüne daima güvenmişimdir. Asla baskıya gelmez,

Yenilginin Daha Büyüğünü Tatmak ***

Girdiği her yarışta galip gelerek hep kazananlar için en zor gelen ilk mağlubiyeti tatmasıdır. Bu mağlubiyetin daha büyüğü ise mağlubiyetin üzerine ikinci bir mağlubiyeti almaktır.  Hiç mağlup olmayanların aldıkları ilk yenilgide yapmaları gereken, ilk mağlubiyeti bir yol kazası olarak kabul etmeleri, yanlışlarıyla yüzleşmeleri ve yanlışlarını telafi etmiş bir şekilde sonraki yarışlara hazırlanmalarıydı. Ama böyle yapmayıp ilk yenilgiyi kabul etmemek ve itirazlarla yarışı tekrarlatmak, her halükarda bu yarışı kazanmalıyım diye yarışa asılmak ve yarışı kazanmak için ilke ve prensipleri bir tarafa bırakıp tasvip görmeyecek yollara tevessül etmek ve bunlardan medet ummak tabiatı zorlamak demektir. Böylesi bir durumda galibiyet gelirse ne ala! Hak yerini buldu, yol kazasıydı, telafi edildi denir. Galibiyet değil de net bir mağlubiyet alınırsa ortaya çıkan bu mağlubiyet, yenilgilerin en büyüğü olur. Bu durum mağlubiyeti iyice tescillerken rakibin gücünü de olduğundan daha fazla büyütmü

Zaman Sorgulama Zamanı (2)

Bir önceki yazımı zaman sorgulama zamanı diye bitirmiş ve gözlemlerime dayanarak bir sorgulama yapacağım. Bu iş sadece yıpranma ile açıklanamaz demiştim. Bana göre zirvede kalmada zorlanmanın ve seçimleri güç bela kazanmanın nedenlerinden bazıları şu şekildedir: 1. Parti, birlikte yola çıktığı ekip arkadaşlarını kaybetmiştir. Partide neredeyse eski ağır toplardan kimse kalmadı. Aşılamayan ve giderilemeyen ağır bir kırgınlık ve küskünlük söz konusu… 2.Ayrılan küskünlerin yerine ekip olarak monte edilenler eskilerin yerini tutamamış, onların işlevini yerine getirememiştir. 3.FETÖ ve PKK dışında hükümetin mücadele edeceği ve çekineceği hiçbir kurum, kuruluş, STK kalmamıştır. Parti devletin kendisi olmuştur. Bu durum bir şey zıddıyla kaimdir sözü ile çelişmektedir. Rakibin kalmadığı zaman rehavet durumu ortaya çıkar. Çünkü bu partiyi dinç tutan ve ekibi birbirine bağlayan mücadele ruhu idi. Partinin bugün iki terör örgütü dışında mücadele edeceği bir kesim kalmamıştır. 4.Partide

Zaman Sorgulama Zamanı (1)

İster belediye başkanlığı seçimi ister vekil seçimi ister referandum ister cumhurbaşkanlığı seçimi olsun bu milletin çoğunluğu, verdikleri destekle hep arkamızda yer aldı. Millet bu desteği verirken kaşımıza, gözümüze heves olduğu için vermedi. Bu zihniyeti, daha önce bazı belediye başkanlıklarını vererek test etti ve başarılı buldu. Sonra belediye başkanlıklarının çoğunu, ardından iktidarı verdi. Bu zihniyet de vatandaşın verdiği desteği kötüye kullanmadı, ibadet aşkı içerisinde çalıştı. Yaptığı hizmetle birlikte aynı zamanda halka dokundu, gönlüne girdi. Başarıyı yakalamada en büyük pay; iyi bir ekiple yola çıkmaları, istişareye önem vermeleri, birbirlerine makam ve mevkileri gönül rahatlığı içerisinde teslim etmeleri, yani fedakarlıkları; kurum, kuruluş ve belli odaklarla mücadele etmeleri, halkın içerisine girmeleri, halkın hassasiyetlerini gözetmeleri, yaptıkları hizmetlerde ayrımcılık yapmadan halkın kahir ekseriyetini kucaklamaları, kendisi gibi düşünmeyenleri dışlamamaları

Nimetlerin Elimizin Altından Kayıp Gitmesi *

Bugün size iki ayeti kerimeden bahsetmek istiyorum. Biri, "... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez..." (Rad 11) ayeti, diğeri ise "... Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez ..." (Enfal 53) ayetidir. Bu iki ayetin tefsirinde şu açıklamaya yer verilir: “… burada genel bir kural, ilâhî bir âdet açıklanıyor: Allah’ın kullarına sayısız nimetleri vardır, bunları baştan vermesinin veya esirgemesinin de ilâhî adalet ilkesiyle çelişmeyen hikmet ve sebepleri mevcuttur. Ancak Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lutfu ile ilişkisini unutur, kerameti

Fiyatlarda Yeni Moda *

Günümüzün yeni modasından haberiniz vardır umarım. Fiyatların yükselmesiyle birlikte alışverişlerimize yarım kg'lık alışverişler girdi. Erik, çilek, yenidünya gibi meyvelerin yanında biber vb. sebzelerin satışı da aynı şekilde. Karpuzlar "kesmece" usulü dilimle satılmaya başlandı ilk çıktığı zaman. Çünkü bazı ürünleri kilo ile almak el yakar oldu. Bunun bir ileri aşaması Avrupa’da olduğu gibi meyvelerin tane ile satılması olacak gibi. Burada garibime giden bazı esnafın fiyatı herkesin görebileceği şekilde yazmasına rağmen yarım kiloyu küçükçe yazması. İleriden fiyatı görünce fiyat makul görünüyor. Şuradan bir kilo alayım diyorsun. Esnaf tartıp sana uzatıyor. İstenen fiyat, gördüğünün iki katı oluyor. Fiyat hesap ettiğin gibi olmayıp biraz tuzlu gelse de kalsın, almayacağım deyip geri veremiyorsun. Moralin bozulup için yansa da mecburen ödemeyi yapıyorsun. Bu kadarla kalsa iyi... Bu durum pastanelere de sirayet etmiş. Bir akşam ameliyat olmuş bir hasta yakınımı zi

Seçim Vaatlerim (İstanbul'a Aday Olabilseydim)

İstanbul'da pazar günü yapılacak seçim yenilenen bir seçim olduğu için başkanlığa aday olamadım. Seçime katılan partilerden biri de adayını çekip beni aday göstermedi. Vardır bunda da bir hayır diyorum ve şayet aday olsaydım İstanbullu yaşayacaktı, daha doğrusu ihya olacaktı ve İstanbul, tüm Türkiye'ye model olacaktı. Neyse uzatmayayım. Vaatlerimden bazıları: 1.Şebeke suyunu kullanmamak şartıyla su bedava olacak. Nasıl olacak derseniz? Vatandaş; şebeke suyu dışında yağmur, dolu, kar vb. doğal yollardan su ihtiyacını gidermesi teşvik edilecek. Vatandaş evine ister su deposu kurar, ister balkonuna veya dışarıya leğen, helke koyar. Rahmet yağdıkça doldurur. Rahmet olmadığı zaman  vatandaş, su ihtiyacını belediyemiz tarafından belli noktalara kurulacak su istasyonlarından bedava temin edecektir. Bu durum su israfını da önleyecektir. Burada vatandaşın yapacağı tek masraf su doldurmak veya suyu biriktirmek için bir defa alacağı kap kacak olacaktır. Bu kadar da olsun. Vatandaş olma

Mursi ve Dünyanın Sessizliği ***

Mursi mi öldü yoksa dünya mı? Bence Mursi'den ziyade ölen dünyadır. Mursi'nin kendisi tertemiz, başı dik bir şekilde giderken bize kirli bir dünya bıraktı. Çünkü utanacak bir şey yapmadı. Ne çaldı ne çırptı ne zulmetti ne kan akıttı ne de darbe yaptı. Yüzyıllar sonra insanlığın bulduğu ve en iyi yönetim şekli dediği demokrasinin foyasını ortaya çıkardı. Görün bulduğunuz demokrasinin defosunu/oyununu. Sandık, siyaset, seçilmişlik hepsi birer hikaye. Çünkü yönetmeye talip olurken yönetilmeyi, güdülmeyi, yerleşik düzenin dümen suyuna girmeyi, fincancı katırlarını ürkütmemeyi kabul etmek zorundasın. Kabul etmezsen ne olur? En hafifinden Mursi'nin başına gelen olur: Kansız ölüm. Adına da kalp krizi denir, olur biter. Çünkü ülkeler halkın seçtiği kişilere bırakılmayacak kadar önemlidir dünyayı yönetenler için. Dünyanın ayıbı saymakla bitmez. Halkının yüzde 52 oyla seçtiği cumhurbaşkanının bir darbeyle indirilmesine sessiz kalan dünya, Mursi’nin haksız yere 6 yıldır Mısır zi

Cennet mi Büyük Yoksa Cehennem mi?

—Azizim! Cennet mi büyük yoksa cehennem mi? —Hayırdır, nereden çıktı bu soru? —Hiç...merak ettim. —Ne bileyim ben? —Bir görüşün vardır mutlaka. —Var elbet! Ama şundan eminim ki cennette herkese yetebilecek kadar yer vardır. Yeter ki orayı garantile. Cehennemde de herkese yetecek kadar yer var. Ama hiç tavsiye etmem orayı. —Yuvarlak bir açıklama oldu. Tam cevabımı alamadım. —Cehennem daha büyük olacak diye düşünüyorum. —O niye ki? Bu öngörüye nereden vardın?  —Cehennemin daha geniş olduğunu bilmek için bir öngörüye veya bilgiye ihtiyaç yok.  —İyi de, bunu nereden çıkardın? Cennet niye daha büyük olmasın? Ki o Allah merhamet sahibidir, gafurun rahimdir. Merhameti gazabından daha geniştir. Öyle değil mi? —Aynen dediğin gibi. Böyle olduğuna yürekten inanıyorum. Ama ben cehennemin daha büyük olacağını düşünüyorum. Niye dersen? Dünyada olup bitenlere bak, çevrene bak. Haksızlık, hukuksuzluk, zulüm, işkence, her türlü kötülük diz boyu. Kan, gözyaşı hakeza. Tüm bunları y

Mursi'nin Ardından *

2012 yılında yapılan seçimde yüzde 52 oy alarak Mısır'ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu. 2013 yılında bir askeri darbe ile koltuğundan indirildi. Cezaevine gönderildi. Altı yıldır Mısır zindanlarında ölüme terk edildi.  Casuslukla suçlandı ve idamla yargılandı. Mahkeme salonunda yargılanırken geçirdiği baygınlık sonucunda 17/06/2019 günü 68 yaşında iken yaşamını yitirdi. Nur içinde yatsın. Mekanı cennet olsun. Kim olduğunu bildiniz sanırım. Muhammed Mursi'den bahsediyorum. Ölüm nedenini darbeci Sisi, ne tür bir açıklama yaptırtır bilmiyorum. Kalp krizi dedirtebilir ama bu ölüm şüpheli bir ölüm olarak belleklerdeki yerini alacaktır. Çünkü 6 yıldır zindan hayatı yaşayan Mursi'ye ne yedirdiler ne içirdiler bilmiyoruz. Belki de yavaş yavaş ölsün diye zehir verdiler. Olur mu olur? Çünkü burası Mısır, buradan çıkış yok. Seçilmiş ilk cumhurbaşkanı ve mahkeme salonunda vefat eden ilk kişi olarak tarihe geçen Mursi'ye gelinceye kadar Mısır zindanları kimlere meza

"Nankör Olma" Oğlum!

—Baba, biraz harçlık verir misin? Çarşıya çıkacağım. —Vereyim evlat ama cebimde nakit yok. Bugün günlerden ne? —Cumartesi. —İyi o zaman. Bugün ayın 15'i. Maaş yatmıştır. Sen şu kartı al. Parkın oradaki bankamatikten maaşımı çek gel. Bu arada senin de harçlığını vereyim. —Tamam baba! * —Baba al kartını. —Maaş? —Çekemedim. —Niye? Bankamatik mi bozuk? —Hayır, 8-10 kadar sıra var. —Sıraya girip bekleseydin. —Kim bekleyecek baba bu sıcağın altında. Nereden baksan bana yarım saat sonra sıra gelir. —Ne yapacağız ya şimdi? —Gitmeyiveririm çarşıya. —Seni anlamıyorum. Daha doğrusu bu yeni nesli. —Niyeymiş o? Ne yaptı yeni nesil? —Sıkıntıya gelmiyor, beklemeye gelmiyor. Armut pişecek, ağzınıza düşecek. —Şimdi biz mi suçlu olduk? Banka, yakınına bir ATM daha koysaydı olmaz mıydı? Bu çağda sıra mı beklenir? —Ah oğlum ah! —Ne oldu yine, bu ah neyin nesi? —Hiç, eskiye gittim. —Eski nasıldı? —Eskiden ATM'ler yoktu. Maaşımızı mutemetten alırdık. M

“Dur Bakalım Pişmanlar mı?”

Hepimiz faniyiz bu dünyada. Bize biçilen zaman kadar oyalanıp gideceğiz. Bu zaman diliminde esas imtihan için yapmamız gerekenlerle mükellefiz. Çoğumuz bunun bilincinde olmamız gerektiğine inandığımız halde çoğu zaman bize biçilen hayatın içinde isteyerek veya istemeyerek ama büyük ama küçük ama affedilir ama affedilmez hata ve yanlışlar yaptık, yapıyoruz, yapacağız. Kimimiz bir müddet sonra nedamet duyarak bu gayya kuyusundan kurtulmaya çalışır, kimimiz hatasıyla yüzleşmek istemez, burnunun dikine gider. Kimseyi ayıplamaya gelmez bu dünya. Bu dünya öyle bir dünya ki yaptıklarımızdan dolayı hem kendimize zarar verirken hem de başkalarına hayatı dar ediyoruz. Bu durum dostu üzerken düşmanı sevindiren bir durumdur. Ama ne edersin ki dünyanın cilvesi bu. Madem bu dünyaya geldik, bu hamamda terleyeceğiz. Bu dünyadan kimler gelip geçmedi... Kimler hata yapmadı kimler... İçlerinde peygamber de var, ins-ü cinni de var. Başta Adem olmak üzere yaptığı hata ile yüzleşti, gönülden özür