Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Farklı Fikirleri Kimler Dinlemez? *

Zaman zaman birileri hakkında şunu dinlemeyin; sapıktır, bunu dinlemeyin; itikadı bozuktur... Falandan uzak durun; tehlikelidir. Şu var ya şu...Kur'an'cıdır; sünnet ve hadisleri inkar ediyor.  Falan mı? Kafanı bulandırır, bunun bir konuşmasını dinledim; Allah'ım! Aklıma mukayyet ol, beni affet, dedim. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Beni dinden çıkartacaktı…ben kıymetli vaktimi onun gibi birini dinleyerek geçiremem. Falan, sahabeye hakaret ediyor.  Böylelerini konuşturmamak lazım. Bunların kitapları okunmaz. Sen bunun kitabını nasıl okur, konferansına nasıl gidersin? Halbuki o, şöyle biridir. Falan konuda şöyle bir düşünceye sahiptir. Bunlar müsteşriklerin içimizdeki yerli işbirlikçileridir gibi sözler duyarsınız. Sizi uyarır dururlar. Kur'an'da müminlerle ilgili Allah "O kimseler ki tüm sözleri dinlerler ve sözlerin en güzeline uyarlar" buyurmasına rağmen bu ayete karşı gelircesine bu tür uyarılar nedendir? Yapılanlar inanç ve fikir hürri

Cumhuriyet Üzerine Bir Değerlendirme ***

Cumhuriyetin ilan edilişinin 96.yılını öğrenci, öğretmen ve çocuğu etkinliklerde görev alan az sayıda veli ile birlikte kutladık. Bazı yerlerde halkın katılımı olsa da çoğu yerde halk yok bu kutlamalarda. Protokol dışında devlet memuru da yok. Hasılı " Milletin, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi " olan cumhuriyet kutlamalarına halkın katılımı, neredeyse yok gibi. Halkımızın çoğunluğu tarafından tatil olarak değerlendirilen bugünün kutlaması, her zamanki gibi öğretmen ve öğrencilerin üzerinde dense abartmış olmayız. Halkın cumhuriyet ile bir sorunu var mı? Sanmıyorum. Cumhuriyet ve değerlerine soğuk bakanların bile cumhuriyet ile bir sorunlarının olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir yönetim biçimi olan cumhuriyet, İslam dininin " Onların işleri istişare iledir " fermanı gereğince Müslümanlarca günümüzün en uygun yönetim şekli kabul edilmesi lazım. Zira halkın temsilcileri va

İhtiyarlık Başa Belâ -2-

Ölüm sıra takip etmiyor, vakti gelen darı bekaya göçüp gidiyor. Zaman zaman eş ve dostun cenaze merasimine katılarak defnediyoruz. Gün geçmiyor ki minarelerden ölen biri için sala verilmemiş olsun. Başkalarını defnederken ayakta olsam da ölüm vaktimin her geçen gün biraz daha yaklaştığını hissediyorum. Çünkü vücut yavaş yavaş "Pilin bitiyor" uyarısı veriyor. Çok hastaneye giden ve ilaç kullanan biri olmasam da eskisi gibi abdest tutamıyorum. Bir zamanlar sabah abdesti ile yatsıyı kılan ben, en iyi halimde iki, bilemedin üç vakit namaz kılabiliyorum. Eskiden wc'ye gitme benim elimde iken şimdi inisiyatif benden gitti. Geldi mi gücün atıyorum tuvalete kendimi. Sabırsız mı sabırsız. Tuvalet dolu, bu arada wc yok, şu namaz vaktini de bekleyeyim demiyor. Yeter ki gelsin. Az sabır desen ne laf anlıyor ne de söz. Hoplatıyor. Böyle giderse -hiç temenni etmiyorum ama- tuvalete varmadan altıma da kaçırırım. Böyle durumlarda çocuk olmayı ne kadar arzu ederdim. Utanmaca, sıkılm

İhtiyarlık Başa Belâ!*

Öğretmenevinde ikindi namazını kıldıktan sonra lavabosuna geçtim. Wc'ye girerken yaşını başını almış yaşlı bir bey amca abdest alıyordu. Çıktım, amca yine abdest almaya devam ediyordu. Elimi yıkarken çıkan sese kulak kabarttım. Garip bir ses idi gelen. Tarif edemem. İhtiyar amcadan geliyordu. Ağzından ziyade ta içinden geliyordu ses.  Yaşı kaçtır amcanın bilmiyorum ama seksenin üzerinde olmalı. İki büklüm olmuş abdest alırken. Ben çıkarken çorabını giymeye çalışıyordu. Bir yanını lavaboya dayamış, ayağını dizine kadar kaldırmış,  belini iyice bükmüş, iki eliyle çorabını ayağına geçirmek için uğraşıyordu. Ben çıkıp gittikten nice sonra çorabını giydi, ne kadar vakittir abdest almaya çalışıyordu bilmiyorum. Kuvvetle muhtemel öğretmenevinin müdavimlerinden olmalı. Belki de sabah erkenden gelip geç vakte kadar burada vakit geçiriyordur. Yaşının gereği -idrarını uzun tutamayacağından- bir abdestle diğer vakitleri kılamayacağına göre öyle zannediyorum her vakit için lavaboya g

Büyük Devletlerin Bilindik Sahneleri

Başta ABD olmak üzere büyük devletlerin en büyük özelliği, başka ülkelerle maşalar vasıtasıyla mücadele etmesidir. Girmek istediği ülkede ilk önce bir terör örgütü kuruyor. Bu örgütü el altından besliyor. Örgüt kanlı eylemleriyle sesini duyurup çevreye korkular yayınca büyük devletler bu ülkede terör var, bu ülke terörü destekliyor, ben bu terör örgütüyle mücadele edeceğim diyerek o ülkeleri işgal ediyor. Kendi kurup büyüttüğü bu terör örgütüyle mücadele etmek için kendi askerini sahaya sürmüyor. Aynı ülkedeki başka bir terör örgütüne işi ihale ediyor. Kendi adına o terör örgütü, diğer terör örgütüyle mücadele ediyor.  Büyük devletlerin bir terör örgütünü diğerine kırdırması "Tavşana kaç, tazıya tut" demekten ibarettir. Yani ikili oynamaktır. Bu mücadele, sömürgeci büyük devletin o ülkede menfaati sona erinceye kadar devam eder. Mücadele edilen örgütün tehlikeli başı, Türk filmlerindeki kötü roldeki elebaşının en son ölmesi gibi en sona saklanır. Bir operasyonla öldürü

Ders Programı Yapmak Maharet İster

Ortaokul ve liselerde öğretmenlerin hangi ders ve hangi sınıfa gireceği zümre öğretmenler kurulunda belirlenir* ve zümre başkanı tarafından okul yönetimine bildirilir. Okul idaresi de zümrelerden alınan bu ders yükünü planlayarak bir ders programı hazırlar ve tüm öğretmenlere imza karşılığı tebliğ eder. Öğretmenler de aldıkları bu programa göre derslerine girerler.  Ders programı, öğretmenler için bir yol haritasıdır. Öğretmen bu yol haritasına göre hangi gün, hangi saat, hangi sınıfa  derse gireceğini bilir. Bu yüzden öğretmenler için ders programları hayati önem arz eder. İyi bir ders programı, aynı zamanda ders öğretmenini olumlu yönde motive eder. Penceresi/boşluğu bol bir ders programı öğretmenin moralini bozar, psikolojik yönden çökertir. Öğretmen girdiği derslerine de isteksiz girer. Bir ders programı niçin kötü olur ya da nasıl kötü yapılır? Acemi kasabın elinde kurbanlık hayvan ne çekiyorsa acemi yöneticinin elinde de ders programı berbat mı berbat olur. Ders progra

Bir Değeri Emellerine Alet Etmek *

Bu ülkede Atatürk ve din, siyasete alet edilenlerin başında gelir. Bu durum zaman zaman da eleştirilir. Kimler bu değerleri emellerine alet eder veya etmez? Atatürk'ü gerçekten seven, sevdiği gibi yaşayan, onun savunduğu fikir ve ilkelerin, ülke yönetiminde yerleşmesi için onu referans kabul eden, yaşantısı ile savunduğu ve yaptığı örtüşen kişi, Atatürk'ü emellerine ve siyasete alet etmemiş olur. Aynı şekilde dinin ilkelerini ve ahlaki değerlerini referans kabul eden ve dininin emrettiği şekilde yaşayan, söylem ve icraatları da çelişmeyen, örnek aldığı peygamber gibi etrafına güven veren kişi, dini siyasete ve emellerine alet etmemiş olur. Çünkü bu tipler -düşüncelerine katılalım veya katılmayalım-özü, sözü ve eylemi bir, samimi kişilerdir. Beslendikleri değerleri her nerede olurlarsa olsunlar savunur ve yaşarlar. Gizli ajandaları yoktur. Oldukları gibidirler. Toplumun, inandığı değerler uğruna mücadele eden ve yaşayan kişilerle sorunu yoktur. Toplumun sorun olarak g

“İster Yaz İster Yazma!” *

“ Oynamalı ve çalgılı bir düğüne dini bütün bir kadın da davet edilir. Kadın geçer bir kenara oturur. Az sonra oynaması için kadın meydana çağrılır. Kadın, ‘Güpegündüz herkesin içinde olmaz, üstelik erkekler de var’ diyerek daveti geri çevirir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denir ve ısrar edilir. İstemeye istemeye kalkar, oynamaya başlar. Oynarken ‘Allah'ım günah yazma’ diyerek mırıldanır durmadan. Müziğin temposuyla aşka gelen kadın biraz daha şevkle oynamaya başlar. Ama yaptığının doğru olmadığını bildiği için ‘Biraz yaz, biraz yazma’ şeklinde mırıldanır. Oynamanın sonuna doğru müziğin ritmine ve ortama iyice kendini kaptıran kadın, var gücüyle müziğe eşlik eder. Ağzından da ‘İster yaz, ister yazma. Yazarsan yaz’ sözleri dökülür ve içindeki kurtları döker .” Kısaca aktarmaya çalıştığım bu hikayeyi bilmeyeniniz yoktur. Yeri geldiği zaman bu tür kıssaları anlatırız ki kıssadan hisse alınsın diye. Burada ahlak ilkelerine önem veren, dini emirlere azami derece riayet eden bir kadı

Giyim Tercihlerimiz

İnsanımız giyim ve kuşamda birbiriyle yarışıyor. İhtiyaç olsa da alıyor, ihtiyaç olmasa da. Tek giyimlik elbiselerimiz de eksik değil bu arada.  Giyim ve kuşam için normal alışverişlerin dışında bir de düğün, bayram gibi özel günlerimizde giymek zorunda olduğumuz elbiseler olur. O kadar elbisenin içinde ne giyeyim telaşesi başlar. Gardroba bir göz atarak şunu mu giyeyim, bunu mu giyeyim; şunu giysem altına bu olmaz, bunu giysem üstüne şu gitmez deriz. Ne yapsam diyerek bir düşüncedir alır bizi. Fazla düşünmeye gerek yok deyip soluğu alışveriş mekanlarında alırız. Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz sanki. Kefen giydirilmeden önce şöyle biraz giyinelim, hem de yakışan cinsten olsun. Sonra milletin içerisinde elalem ne der? Çünkü herkes bana değil, ne giymiş diye elbiseme bakacak. Rüküş bir şekilde giyinirsem tanıdıklarımın yüzüne nasıl bakarım sonra. Beğendiğim elbise biraz tuzlu olacak ama olsun. Para sorun değil. Nasılsa nakiti kaldırdık. Çektirdiğim kartın borcu bir ay sonra bir şe

Suçlusun Öğretmenim! *

Toplum içerisinde halk ile iç içe olan bazı meslek grupları vardır ki çoğu zaman şiddete maruz kalırlar. Doktorluk ve öğretmenlik bu meslek gruplarının en başında gelir. İlk olmayan ve böyle giderse son olmayacak olan en son şiddet olayı da Diyarbakır'da bir okul bahçesinde öğrencilerin gözü önünde cereyan ediyor.  Olayın iç yüzünü bilmemekle beraber basına yansıdığı kadarıyla okulun müdür yardımcısı, bir öğrencinin hal ve hareketlerinden dolayı velisini okula çağırtır. İki oğluyla beraber okula gelen veli, okulun müdür yardımcılığı görevini de yapan Görsel Sanatlar öğretmenini bahçede bir güzel döver. Veli, görüşmeye iki oğluyla beraber geldiğine göre öyle zannediyorum evinden gelirken taammüden kavga etmeye daha doğrusu öğretmeni dövmeye ve had bildirmeye gelmiş.  Açılan soruşturmadan ne çıkar, olayın iç yüzü ne kadar ortaya konur bilmiyorum. Ama konu, velinin okula gelmesinden ibaret olmasa gerek. Bu olayın öncesi olmalı mutlaka. Değilse okula veli çağırmakla durduk y

Zaaflarımız ve Şeytan *

İnsanoğlu, mükemmel bir varlık olarak yaratılmış olmasına rağmen bünyesi zayıflıklarla dolu. Olaylar, çektiği sıkıntılar ve bir şeyin olması için tabiatı zorlarcasına istekte bulunması bu zaafları gün yüzüne çıkarır. Çünkü zayıf yönleri insanın yumuşak karnıdır. Aynı zamanda çetin imtihanıdır. Tarih sahnesi, insanın zayıf yönlerinden imtihan olmasıyla doludur. Güçlü bir irade gösterilmediği takdirde bu zayıf yönlerine mağlup olmayan yok gibidir. İblis'in en zayıf yönü kendini beğenmişliği ve kibridir. İyi bir ırkçı ve kafatasçıdır şeytan. Topraktan yaratılan bir varlığın ateşten yaratılan kendisinden üstün olmasını hazmedemez. Ebediyen cehennemde kalacağını bile bile üstünlük fikrinden vazgeçmez ve ilk isyan bayrağını açar. Hak ve batıl mücadelesinde kötülerin temsilcisi olur. Üstünlüğü, Hz Adem'e kaptıran şeytanı ikinci bir zaafı takip eder: kıskançlığı. İnsanın en zayıf noktalarının başında ölüm korkusu gelir. Makineye bağlı olarak yaşasa da hiçbir insan ölmek

Türkiye'nin En Büyük Dershane Sektörü ***

Size, Türkiye'nin en büyük dershane sektörü kimin elinde desem, dershane mi kaldı demeyin sakın! Adı kurs merkezi, etüt merkezi olsa da dershanecilik bal gibi devam ediyor. Sadece adı değişti. Üstelik dershanelerin kaldırılmasıyla ortaya çıkan kurs ve etüt merkezlerinin fiyatları eski dershane ücretlerine göre daha katmerli. Kurs, etüt adına ne derseniz deyin, sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Kurs ve etüt merkezi dışında kanundan kaçarak başka adlar altında açılanları saymıyorum bile. Bir nevi kayıt dışı ekonomi olan özel ders alma ve vermenin ne boyutlarda olduğunu kestirmek mümkün değil. Çünkü adı üzerinde kayıt dışı.  Ben size Türkiye'nin en büyük kurs/dershane sektörü kim demiştim. Siz de her zamanki gibi suskun kalıp cevap vermediniz. Cevap vermeyince ben sorumun dışına çıktım. Belki de en iyisi sizin yaptığınız. Şimdi gelelim soruma tekrar. Cevabı yine ben vereyim. Türkiye'nin en büyük dershane işleteni MEB'dir. "Yetiştirme ve Destekleme Kursu"

Niye Yorsun Kendisini?

Bir tanıdığıma hem geçmiş olsun diyeyim hem de ulaştırmam gereken emaneti vereyim diye Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine ziyarete gittim. Yerleşim planından hastanın yatmakta olduğu Kardiyoloji Bölümünün 7.katta olduğunu öğrendim. Asansör önünde kimi aşağıya inmek, kimi de yukarıya çıkmak için bekleşiyordu. Kimi hasta, kimi de ziyaretçi idi. 7.kata yürümeyi gözüm kesmedi. Ben de onlar gibi beklemeye koyuldum. Zaten asansörlerin aşağı ve yukarı düğmelerinin tümüne basılmıştı. Hastaneye gelip de acelesi olmayan yoktu. Hele bir kadının o kadar acelesi vardı ki yukarı düğmesine daha önce basılmış olmasına rağmen ara ara basılı düğmeye bastı durdu. Sanki basması işe yarayacak. Hangi katın çağır düğmesine basılmışsa asansör torpil yapmadan sırasını takip edecek. Biz insanoğlu gibi değil yani. Beş dakika kadar bekledikten sonra asansörün biri geldi. Bekleşenler doluştuk birlikte. Her binen 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 olmak üzere çıkacağı katların düğmesine bastı ve arka tarafa doğru ge

MEB'i Nasıl Bilirsiniz? ***

“Bir insanın kalitesi, neye güldüğünden belli olur” derler veya insanoğlu, dilinin altında gizlidir; konuşunca kendini ele verir, denir. Bu demektir ki kişinin gülmesi veya konuşması kendini açık eder. Ya kurumlar? Kurumlarımızı değerlendirirken aynı yöntemi uygulayabiliriz. Mesela çözmek için uğraştığımız, uğruna dünya para harcadığımız, hemen hemen dünyanın her türlü sistemini denediğimiz ama bir türlü becerip hale yola koyamadığımız maarif meselemizi ele alalım. Milli eğitimimizin durumunu öğrenmek için MEB'in ne ile uğraştığını, daha doğrusu ne ile oyalandığını ya da neye önem verdiğini öğrenmek istiyorsak neye öncelik verdiğine bir göz atmakta fayda var.  Etliye sütlüye dokunmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden, ne şiş yansın ne de kebap diyerek herkesi memnun edecek şekilde bir eğitim ve öğretim planlayan MEB'in önceliği, eğitim ve öğretimden ziyade seminerlerdir. O kadar seminer yapıyor, kurs düzenliyor, çalışanlarını merkezi ve mahalli hizmet içi eğitime alıyor

Kariyer ve Liyakat ile Sınavımız ***

Zaman zaman farklı konular Türkiye gündeminin ilk sırasında yer alsa da hiç gündemden düşmeyen ve sürekli dilimize pelesenk ettiğimiz, kanayan yaramız iki kavram var. Bunlar: Ehliyet ve liyakat. Özellikle kamuya eleman alımında ve kamuda yükselme görevlerinde bu iki kavramı ağzımıza alarak her defasında yaramızı yeniden depreştiririz ve bu iki güzel kavrama yazık ediyoruz. Çünkü adalet kavramıyla ilintili bu iki kavram kadar hiçbir kavram bizim elimizden ve dilimizden çekmedi. Ehliyet ve liyakat kervanına en son katılanlardan biri de Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ali Yalçın. Samsun'da yapılan Eğitim Bir-Sen 7. Bölge toplantısının kapanışında Sayın Yalçın " Kamu görevinde kariyer ve liyakat sistemi kurulmalı, hak ederek, hazmederek, adım adım bir devlet yönetimi icra edilmeli ve güven hissi topluma verilmeli ." şeklinde bir açıklamada bulunmuş. Sayın başkanın bu açıklamasına kimsenin itirazı olmaz sanırım. Zira olması gereken bu. Adaletin bir gereği olarak

Türkiye Dış Dünyada Niçin Yalnız?

Türkiye, ne zaman yurt dışında bir operasyon yapmaya kalksa veya herhangi bir ülke ile bir gerilim yaşasa birkaç ülke dışında bizi destekleyen ülke neredeyse yok gibi. Görebildiğim kadarıyla sadece Filistin meselesinde öncülük yaptığımızda dünyayı yanımızda görebiliyoruz. Kimse yanımızda yer almayınca kızıp bağırıyor, hayıflanıp duruyoruz. Bu durumda ben de aynı durumdayım. Şimdi başka ülkeleri bir an için bir tarafa bırakalım. Dünyada niçin yalnızlara oynuyoruz? Bunun nedenlerini irdelemeye çalışalım: 1.Dünya bloklaşmış dünyada ait olduğu bloğunun yanında yer almakta ve bloktaki rolünü oynuyor, oyun dışına çıkmıyor veya çıkamıyor. 2.Dünya güçlüden yana tavır almaktadır. Çünkü her ülkenin bir yumuşak karnı vardır. Güçlülerin bu yumuşak karnı kaşıyacağını düşünür ve devletler durup dururken başıma iş açmayayım endişesini taşımaktadır. 3.Dünya tarafını seçerken olaya realist yaklaşmaktadır. Olaya duygusal bakmamaktadır. 4.Haber ajansları bir haberi yanlı vermektedir. Verilen

Oldun mu Trump Gibi Olacaksın *

ABD'de doğmak varmış. Belli ki yanlış bir ülkede doğmuşum. Şayet ABD'de doğmuş olsaydım bahtım açılır, hedeflerimi bir bir yerine getirirdim. Hayallerim gerçek olurdu. Hatta ABD başkanlığı bile hiçten değildi. Ben kör talihime yanayım. Yine ne oldu demeyin. Trump'a gıpta ediyorum. Daha doğrusu kıskanıyorum. Görmüyor musunuz Trump, bey gibi yaşıyor. Ne derdi var ne de tasası. İş için Beyaz Saray'a bile gitmesine gerek yok. Twitter aracılığıyla hem ülkesini yönetiyor hem de dünyaya ayar veriyor. O kadar çok paylaşım yapıyor ki dünya onu izlemekte zorlanıyor. Paylaşımlarında bir özen yok, bir uyum yok. Aklına ne geliyorsa yazıyor. Bir paylaşımını az sonra bir diğer paylaşımı nakzedebiliyor. Dünya bunu çelişki olarak görse de Trump bunu dert edinmiyor. Çünkü tek parolası var: Değişmeyen değişimdir. Bu; olması gereken, insan sürekli gelişim ve değişim halinde zaten diyebilirsiniz. Trump'ınki anlık değişim. Yine twitter aracılığıyla öğreniyoruz durumunu. Kah hakare

İngilizlerden Neyimiz Eksik?*

At, karbonat, siyaset hepimizin bildiği isim ve kavramlardır. Başına İngiliz getirilince daha bir önem kazanıyor, aranan bir isim ve kavram olup çıkıveriyor. İngiliz atı, İngiliz karbonatı ve İngiliz siyaseti gibi… Nedir bu İngiliz atının özelliği diye küçük bir gezinti yaptım. İngiliz atının özelliği, Prof. Dr. Donna Landry'nin yaptığı araştırmaya göre, İngiliz atları " Uzun yol gidebiliyorlar. Yorulmadan, üzerindeki yükü uzun mesafe taşıyabiliyorlar. " Yine araştırmada Landry, İngiliz atının kökeninin Osmanlı'ya dayandığın, 1650-1750 yılları arasında Osmanlı'dan götürdükleri atları İngilizlerin ıslah edip eğittiği ve bugünkü konumuna getirdiği sonucuna ulaşır. O tarihlerde İngiltere'de at yok mu? Var elbet. Ama İngiltere'deki atlar,  ''O dönemlerde İngiliz atları ya küçük boydalar ya da oldukça büyükler. Büyükler at arabalarında kullanılıyor. At arabası dışında ulaşım ve savaşta kullanılacak dayanıklı atları yok." Gördüğünüz gibi at bi

Kendi Göbeğimizi Kendimiz Kestik ***

Dünyada nerede bir terör örgütü varsa o terör örgütünün arkasında ABD var desem yanlış olmaz, hatta tam isabet olur: El-Kaide, Taliban, PKK, YPG, DAEŞ, FETÖ bu ülkenin eseri terör örgütlerinden birkaçı. Bunların hem fikir babası hem onları kuran hem eğiten hem silah ve teçhizat sağlayan hem arkasında koruyup kollayanıdır. Önce örgütü kurduruyor, örgüt kanlı eylemlerine başlayınca terör örgütüyle mücadele etmeye başlıyor. Yeter ki bir ülkeye girmek istesin, yeter ki bir ülke ile adını koymadığı bir savaş yapmak istesin. Terör örgütünün arkasına saklanıyor ve işini yürütüyor. Belki de büyük görünmesi bu hinoğlu hinliğindendir. Suriye iç savaşını bahane ederek DAEŞ ile mücadele edeceğim diye önce Suriye’nin üçte birine konuşlandı. DAEŞ ile mücadele etmek için YPG adı altında PKK’yı hazırladı. Onları yedirdi, içirdi, onlara tırlar dolusu silah sevkiyatı yaptı ve eğitti. Anlayacağınız bir terör örgütüyle mücadele için bir başka terör örgütünü sahaya sürdü. Yani maşaya karşı maşayı ku