Ana içeriğe atla

İhtiyarlık Başa Belâ!*


Öğretmenevinde ikindi namazını kıldıktan sonra lavabosuna geçtim. Wc'ye girerken yaşını başını almış yaşlı bir bey amca abdest alıyordu. Çıktım, amca yine abdest almaya devam ediyordu. Elimi yıkarken çıkan sese kulak kabarttım. Garip bir ses idi gelen. Tarif edemem. İhtiyar amcadan geliyordu. Ağzından ziyade ta içinden geliyordu ses. 

Yaşı kaçtır amcanın bilmiyorum ama seksenin üzerinde olmalı. İki büklüm olmuş abdest alırken. Ben çıkarken çorabını giymeye çalışıyordu. Bir yanını lavaboya dayamış, ayağını dizine kadar kaldırmış,  belini iyice bükmüş, iki eliyle çorabını ayağına geçirmek için uğraşıyordu.

Ben çıkıp gittikten nice sonra çorabını giydi, ne kadar vakittir abdest almaya çalışıyordu bilmiyorum. Kuvvetle muhtemel öğretmenevinin müdavimlerinden olmalı. Belki de sabah erkenden gelip geç vakte kadar burada vakit geçiriyordur. Yaşının gereği -idrarını uzun tutamayacağından- bir abdestle diğer vakitleri kılamayacağına göre öyle zannediyorum her vakit için lavaboya girip abdest alıyordur. Abdest almak işkence olmalı onun için. Görmedim ama ayağını yıkamak için lavabo boyunca ayağını kaldırması ve yıkarken bir yere tutunması en az çorap giyişi kadar zor olmalı. 

Üzüldüm amcanın durumuna... Öğretmenevi müdürü olsaydım oranın müdavimi ihtiyarların, abdest ihtiyaçlarını kolayca karşılamaları için en azından lavabonun birini, cami şadırvanlarındaki abdest alma yeri gibi yapardım. Biz büyükler genelde küçük çocuklar ellerini yıkayabilsinler diye lavaboların boyunu normal lavabolardan daha alçak yapıyoruz. Çocuklar için düşündüğümüzü yaşını başını almış, yalnızlara oynayan, lavabo boyu ayağını kaldıramayan ve çorabını ayakta giyemeyen yaşlılarımız için de düşünmeliyiz artık. 

Bir söz de bey amcaya söyleyeyim: Bey amca! Allah geçinden versin. Sen mi önce ölürsün yoksa ben mi bilmiyorum. Çünkü ölüm sıra takip etmiyor. Ama bir değil, iki ayağın birden çukurda. Allah kılacağın akşam namazını ve diğer namazlarını kabul etsin. Abdest alırken çektiğin eziyet ve sıkıntının karşılığını sana kat kat versin. Ama niye abdest almayı kendine kolaylaştırmak için bir mest giymiyorsun? Bu yaşta kendini hâlâ genç mi sanıyorsun? İnat etme! Ayağına bir mest geçir. Sabah namazından sonra giy mestini, yatsı namazını kılıncaya kadar ayağında tut. Ayağında mest olunca abdest almada zorlanmazsın. Çünkü ayaklarını yıkama derdin olmayınca abdest almak çocuk oyuncağı. Sen yine de bu inadı bırak, mest giy mest!

Her yaş kendi yaşında güzel denir. Çocukluğu anladım. Gençlik ve olgunluk yaşını da anladım. İhtiyarlığı çok anlamış değilim. Hatta başa bela dense yeridir. Başta abdest alan bu bey amca olmak üzere Allah ihtiyarlarımıza yardım etsin, ele ayağa düşürmesin. Kimseye muhtaç etmeden kendi kendine yeten güç ve kuvvet versin.

*30/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde