Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir odam bile yok artık

-Dostum, seni ziyarete gelmek istiyorum. Neredesin? -Evime buyur gel. -İşyerine makamına gelmek istiyorum. -Benim bir makamım kalmadı artık. Ne bir koltuğum var ne de bir masam. Ne bir kaşem var ne de mührüm. Seni ağırlayacak kendime ait bir odam bile yok. -Hep yokla gidiyorsun. Hayırdır? -Bundan sonra tek yerim diğer meslektaşlarımla ortak kullandığım öğretmenler odası. Seni orada ağırlamak isterim. Süresi de teneffüsle sınırlı. Eğer geldiğin  gün nöbetçi isem, seni nöbet mahallimde ayakta misafir etmek isterim. -Müdürlüğü bırakıyor musun yoksa? -Evet. Üzerimdeki ek görevden kurtuluyorum. -Evine uzak diye mi? -Hayır. Uzaklık mesele değil. Gönül isteyince uzak yakın olur. -Uzaklık sana sıkıcı gelmedi mi? -Aksine uzaklığı değerlendirdim. Kah kitap okudum, kah yazdım. -Ne yazdın? -Şu ana kadar  410 yazı yazmışım blogspotumda.  Bunun yüzde 70'i okuldan işe, işten eve gelirken otobüste cep telefonuna yazdığım yazılardan ibarettir. Yolculuğun ne zaman bittiğini de çoğu zama

Ha ne olur?

1.Sanal alemdeki gezinti, paylaşım, beğen ve yorumunu mesai saatleri dışında yapsan, 2.Sanal alemdeki profiline başkasının değil de kendi fotoğrafını koysan, 3.Yok fotoğraf koymayacağım diyorsan manzara resmi koysan ya da boş bıraksan, 4.Kurum sayfanı sadece tanıtım ve bilgilendirme amaçlı kullansan, 5.Yediğin, içtiğin sana özel olsa da gördüğünü anlatıp aktarsan, 6.Sanal alemdeki her türlü paylaşımdan haberdarsın, sadece gezineceğine biraz da beğen-yorum-paylaşım yaparak icraatını göstersen, 7.Beğendiğini başkası ne der demeden beğensen, biraz etliye-sütlüye karışıp gerekirse zülf-i yâre dokunsan, kınayanın kınamasına aldırmasan, biraz rengini belli etsen, 8.Kurduğun grubu beğenmem için baskı yapmasan, 9.Her hangi bir kimse, kurum, kuruluşun ve siyasetin yılmaz savunuculuğunu yapmasan... 01/08/2015

Çocukluğunu yaşamamış gençlik*

Bir ülkenin geleceğinin olumlu inşası sağlıklı nesillerin yetişmesine bağlıdır. Türkiye hızlı bir şekilde çağa ayak uydurmaya çalışmaktadır. Her birimizin yetişme şartları diğerine göre değişiklik göstermektedir. 90 öncesi nesil ülkenin imkanları çerçevesinde okumada, çalışmada, iş bulmada ve ev kurmada epey zorlukla karşılaştı. Kardeşlerle aynı oda paylaşılırdı, televizyon her evde yoktu, tek kanallı siyah beyaz televizyon akşam 18.00’den sonra yayına başlar, o da bize hitap etmezdi. Okuldan sonra ve hafta sonları okul ve mahalle arkadaşlarıyla bir araya gelir, ortak alınan naylon topla top oynardık. Körebe, uzun eşek, dokuz taş, bilye, aşşık oynardık; çember sürer, ay çiçeği kafasından yapılan araba ile yarış yapardık. Kışın annemizin patik ayakkabılarını gizlice götürüp yamaçlarda kayardık. Uzun kış gecelerinde evlerde baranalar olur, şehir bulmaca yarışması yapılır, bilmeceler sorulurdu. Ayrıca kişiye özel çalışma odası yoktu. Anne ve babamız okumamız için okul ve öğretme

Klimanın gözyaşları

Be kardeş, evine taktırdığın klima iyi serinletiyor mu bari? Rahatın nasıl? Mutlu olmanı temenni ederim. Kliman pek mutlu değil sanırım. Çünkü klimanın gözyaşları hep beni ıslatıyor. Ama önemli değil. Yeter ki sen mutlu ol. 11/09/2015 *** -Niye moralin bozuk kardeş? -Aklımı kiralamak için piyasaya çıktım. "Bu akıl kullanılmış, almayız. Bize aklını kullanmayan gerek. O akıl ki; neden, niçin, niye, nasıl, acaba sorularını sormayacak, peşimiz sıra gelecek, asla sorgulamayacak." dediler. -Ama efendim, dedim. -Ama da olmayacak, dışarı hemen...dediler. 01/09/2015

"Utanmıyorum artık"

15 yaşlarında yatağa işeyen bir öğrenci, utana sıkıla uzman bir doktora müracaat eder. Doktor bütün tahlil ve tetkiklerden sonra tedavi uygulamak için  gerekli reçeteyi yazar. Uzun süre değişik tedavi uygulamasına rağmen doktor başarılı olamaz. Bir de bir psikolojik danışmana gitmesinin faydalı olabileceğini söyler. Aylar sonra eski hastasıyla karşılaşan doktor:  -Nasılsın iyi misin, hastalığın geçti mi?  -İyiyim doktor iyiyim.  -Peki nasıl oldu bu, nasıl tedavi etti psikolojik danışman.  -Tedavi etmedi efendim, ben yine yatağa işiyorum ama utanmıyorum artık. 29.05.2015

Yaşlandım, ne yapacağım diyenler...

-YAŞLANANLARA- YAŞ İLERLEDİKCE HASTALIKLAR ARTIYOR, SIKINTI EKSİK OLMUYOR, ARAÇ SÜRME REFLEKSİ AZALIYOR, GÖZ GÖRMÜYOR, KULAK AĞIR İŞİTİYOR...VS. AMA ÜZÜLMEYİN. ÇÜNKÜ: 1.Toplu ulaşım araçları bedava artık. Tabii kimliğini gösterebilirsen. 2.Küçükler, toplu ulaşım araçlarında hemen kalkıp yer verirler. 3.Otobüse binemiyorsan yeni model ulaşım araçlarını bekleyebilirsin, sanki mesaiye mi yetişeceksin. Aracın birinden in, diğerine bin, hem zaman da geçirmiş olursun böylece. 4.Koltuğa oturunca yanındaki gence soru sorup rahatsız etme. Zaten duymaz seni. Onun kulağında kulaklık vardır, müzik dinlemekte. Karşında oturana sormaya kalkarsan o da arkadaşı ile telefonda görüşme yapıyor, konuşmasının bitmesini bekleme, bitirmez çünkü. Arkandaki ile konuşmaya kalkarsan o da mesaj yazıyor akıllı telefonuyla. Senin konuşmaya ihtiyacın olabilir ama onun sohbete karnı tok. Bir yerin ağrısa da, bir yeri soracaksan sorma. Gençlerin yaptığı zoruna gidiyorsa merkezi bir camiye git, bir cenazeye katıl

Konya semt pazarları

(GEL BU KONUYA GIRMEYELIM)     1.Her gün ayrı bir semtte belediyenin belirlediği yerlerde semt pazarları kurulur. 2.Pazar yerini belediye tertemiz teslim eder. 3 Pazarcı, 5 tl gibi bir işgaliye parası öder, akşama kadar ne kadar çöpü varsa yere atar, pazar yerinde her şey satilir, sadece çöp kutusu olmaz, olsa da çöpe atilmaz. Çünkü Pazarcı, isgaliye parasi vermiş. Aksam pazar yeri dagildiktan sonra belediye işçileri sabaha kadar temizlik yapar. Temizlikten önce pazar yeri, savaş alanindan beter bir durum arz eder. Toplam işgaliye parası ile pazarı temizlemek mümkün değildir. 4 Vatandaş pahalı diye manav ve markete gitmez. Pazar arabasini kapan pazara koşar. 5.Pazarda 3.sınıf sebze ve meyve satılır. Tezgahın önüne iyi, güzel ve albenili sebze ve meyve konur, arkasina ise en kötüleri konur..Sebze ve meyvenin önü tezgahlanır, ardından satış yapılır, gözün tezgahın arkasına kayarsa "Hepsi aynı"cevabı alınır ve poşet baglanirsa yandın demektir, sebze ve meyvenin en az % 25

İlahiyat Fakültesi mezunlarının alanla imtihanı

Bir zamanlar bakanlık durmadan alan değişikliğine imkan verirdi.  Önce branşı dışında bir başka yerde istihdam eder, sonra kendi branşına geçmesi için  alan değişikliği için duyuruya çıkardı. Kimi gerçek alanına geçmek için kimi de yer değişikliği için başvururdu bu alan değişikliğine. Son bir kaç yıldır bakanlık alan değişikliği açmıyor. Belki de amacı dışında kullanıldığı için vazgeçmiş olmalı. Alan değişikliğinde  en büyük sıkıntıyı belki de öğrenciler çekti. Çünkü alanı dışında bir göreve atanan o işinde ne kadar başarılı oldu tartışılır. Belki de başarılı olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ya başarılı olamayanların yıllarca okuttuğu öğrenciler ne olacak? İhtisas alanına girmeyen bir alanda çalışan öğretmen ne kadar mutlu ve memnun oldu acaba bu işinde? Alan değiştirenlerden ziyade  bu değişikliğe imkan verilmesinin üzerinde durmak gerekir. İnsan kaynakları planlaması yapanlar niçin daha önceden ihtiyaç olan alanda mezun vermesine imkan hazırlamadılar? Geçmişte

Denize nazır bir koltuğa ne dersiniz efendim!

Belediyelere ait toplu taşıma araçlarına binmişseniz, birbirine bakan karşılıklı oturaklar dikkatinizi çekmiştir. İki kişi düzgün oturmuşsa diğer ikisi otobüsün gidiş istikametine ters bir şekilde oturmak zorundadır. Hangi akla hizmetle  bu oturaklar ters bir şekilde dizayn edildi bilinmez. Çünkü bu oturaklar binenler tarafından tercih edilmeyen yerlerdir. Yüz yüze bakmak zorunda kalan birbirlerini tanımayan insanların karşılıklı oturmaları da uygun olmuyor zaten.  Kafanı kaldırıp karşıya baktın mı karşıda oturanla göz göze geliyorsun, ya pencereden dışarıyı seyrediyorsun, ya da içe doğru bakıyorsun.  Yaşlıları bu tür ters koltuklara oturtmak zaten mümkün değil. " Ben ters oturamam, başım döner, içim bulanır" serzenişlerini duyarsınız devamlı.  Kazara mecburiyetten oturmak zorunda kalırlarsa gözü düz koltuk oturanlardadır." Kalk ben oraya oturayım" der gibi. Karşılıklı oturakların tek iyi yönü dört kafadarın  karşılıklı oturup muhabbet edebilmeleridir. Bugü

Bir zamanlar ben/sen/o, biz/siz/onlar **

Bir zamanlar bende bazı duyarlılıklar vardı; kimi doğru, kimi yanlış. Kendi çapımda yaşamaya çalışırdım. Şartlar mı değişti, zaman mı? Yoksa zaman bana uymadı da  ben mi zamana uydum bilinmez. Belki de benim duyarlılıklarım  kayboldu ya da köreldi. Dün bildiğimi yaşamaya çalışırdım. Yaşayamadığımın da pişmanlığını duyardım. Bugün  yapamadıklarıma mazeretler buluyor, hayatın bir gerçeği diyorum artık. Nereden nereye? Savruldum da savruldum iyice. Hz Ömer'e atfedilen bir sözde: "İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadığı gibi inanmaya başlarlar." Belki de bu sözde gizli benim aradığım cevaplar... Ben kim idim  o zaman? Dün 'Savm-ı Davut' adı verilen bir oruç tutmaya çalışırdım zaman zaman; bir gün imsak, bir gün iftar şeklinde. Şimdi daha Ramazan gelmeden nasıl bitecek bu bir ay, hem de yaz günü demeye başladım. Pazartesi, perşembe oruçlarını tutmaya çalışırdım. Ramazan başladı, başlamadı şüphesinden  dolayı her ihtimale karşı oruca üç gün öncesinden başlardım, P

Trafiğimizde yok yok

1.Sağda parkedilmis araçlar yuzunden trafik tek şerit işler. 2 Araç park edilirken ve çıkarken trafik durur. 3.Nerede bir park edilmez ve durulmaz levhasının olduğu yerler varsa park oraya yapılır. 4.Polis, park yasağı olan yerlere park edilmiş araçlara ceza yazmaz, tenha bir yerde trafiği engellemeyen araca ceza yazar. 5.Ara sokaktan ana caddeye girmek isteyene genellikle yol verilmez. 6.Dönel kavşakta dönenlerin önceliği yoktur. 7.Hata yapana arka arkaya uzun korna çalınır. El kol işaretlerinin yanında homurdanmalar da bonus olarak verilir. 8.Belirli saatlerde ve hafta sonu çarşıda trafik kilitlenir. 9.Araçların dokuzunda tek kişi yolculuk yapar, bir tanesine de 9 kişi biner. 10.Hata yapanı uyarmak icin önce karete öğrenilir. 11.Arabaya binen telefonla konuşur, arkasındaki trafigi de engeller, yol da vermez. 12 Önündeki sürücü bayansa çokça ya sabır çekilir. 13.Ardından gelen tabakhaneciye yol vermezsen başın belaya girer, Saga gecersen de park edilmiş araclardan yola de

Konya Belediyesinin en büyük hizmeti

Çok gezen biri değilim, diğer şehitleri prk bilmem. Bana, "Sana bir soru:Konya Büyükşehir Belediyesinin en büyük hizmetleri nelerdir? Hiç düşünmeden ilk aklına gelenleri say" deseler, hiç düşünmeden şu cevapları veririm: 1. Tatlı su çeşmeleri, 2. Akıllı ulaşım sistemi derim. Bir üçüncü hemen aklıma gelmez. Tatlı su çeşmelerini şehir merkezindeki her bir mahallede, her bir köşede bulmak mümkün. Konya'nın şebeke suyu sert ve kireçli. Milli içeceğimiz olan çayımız bu şebeke suyu ile iyi olmaz. Konyalı çay demlemek ve içmede kullanmak için her mahallede yürüyerek gidebileceği bir mesafede olan bu tatlı su çeşmelerinden ihtiyacını karşılar. Bidonları kaptı mı soluğu buralarda alır. Hem de ücretsiz doldurur. Belediye'nin Konyalı'ya sunduğu ikinci bir hizmet ise ulaşımdaki hizmetidir. Belediyece yenilenmiş duraklarda hangi yöne gidecek otobüsün ne kadar süre sonra durağa geleceğinin ekranda görünüyor olmasıdır. ATUS adı verilen bu hizmet internet ortamından da takip

Berber koltuğuna oturmuş pişmiş kelle gibi sırıtan koltuk sahibi

-Yüzün eğri  gibi? -Maalesef. -Hayırdır? Tıraş  olmak için berber salonuna girmiştim. Bir ne göreyim! Gözümün ve gönlümün görmek istemediği, aynı ortamda bulunmaktan, aynı ortamda görünmekten ve birlikte nefes almaktan haz almadığım, aynı camiada olmaktan, meslektaşım olmaktan utandığım; üzerinde insan kisvesi olan bir tip ile karşılaştım. -Ne yapıyordu? -9 köyün ağası gibi sırtını aynaya vermiş, berber koltuğuna oturmuş, gelene gülücük dağıtıyordu. -Berberliğe özenmiş olmalı. -Yapmadığı bir o kalmıştı, bir de onu yaparsa tamam olacak. -Sırtını niye aynaya vermiş? -Yüzüne kendisi de bakamıyor olacak. -Bu kadar özellikleri olan biri olduğuna göre çok donanımlı biri olmalı. -Hem de nasıl? -Kim bu? Neler yaptı? -Kim değil ki! Neler yapmadı ki! Çok kapasiteli biri. -Bulunmaz Hint kumaşı mı yahu? Ne özelliği var? -Bir defa seni bir görüşte kim ve ne  olduğunu anlar. -İnsan sarrafı mı bu? -Evet. İnsan eleme üstadının yardımcısı. -İnsanları iyi etüt ediyor o zaman. İyi çalış

Tüm yeteneklerini trafikte harcayanlar

Trafikte aracınızla giderken önünüzde, yanınızda, arkanızda trafik kurallarına uymayan niceleriyle karşılaşırsınız. Trafiği engelleyen, tehlikeye atanlardan bir tanesi de araç sürerken cep telefonuyla konuşanlardır. İsterseniz trafiğe çıktığınız zaman bir de bu gözle bakın. Denemesi bedava. Önünüzde bir araç var, kırmızı ışıkta durmuş, yeşil yandığı halde hala duran bir araç görmüşseniz bu sürücü ne yapıyor diye bir bakın, genellikle  o kişinin cep telefonuyla konuştuğunu görürsünüz. Yine döneceği tarafa sinyal vermemişse, kendi şeridinde  gitmiyorsa, ağır ağır gidiyorsa hiç başka sebep aramayın adam telefonla konuşuyor demektir. Sürücü hem  direksiyonu tutuyor, hem vites değiştiriyor, hem gaza basıyor, hem sağa-sola sinyal veriyor, hem sigara içiyor, hem   cep telefonuyla konuşuyor. Hem de önündeki aracı, arkasındaki, yanındaki araçları gözüyle takip ediyor. Analar ne evlat(lar) doğurmuş. Mübareklerin on parmağında on marifet gerçekten. Bu kadar yeteneği olan kusura bakmayın da bi

Öğretmen performansı -2

Bakanlık  performans değerlendirme sistemini uygulamaya koymak için hazırlık yapa dursun, ben de bir performans sistemi geliştirdim bile. Buyurun: *Haftalık ders saatleri 25 saat ile sınırlandırılmalıdır. *İkili öğretimden vazgeçilerek tam gün öğretim yapılmalıdır. *Tam gün eğitim yasası çıkartılarak öğretmenin 8.30-16.30 arası her gün okulda bulunması sağlanmalıdır. *Okullarda 09.00-13.00 arası ders, 14.00-16.00 arası etüt, etkinlik, ek ders gibi uygulamalar planlanmalıdır. *Resim, Müzik, Beden Eğitimi gibi yazılı değerlendirilemeyen dersler puanla değerlendirilmemeli ve öğleden sonra işlenmelidir. Hatta bu tür uygulama derslerinin belediyeler tarafından hafta sonu veya hafta içi öğleden sonra her türlü ders  materyalinin bulunabileceği belli merkezlerde yapılması planlanmalıdır. *Her yıl okula yeni başlayan öğrencinin hazır bulunuşluk durumunu öğrenmek için bakanlık tüm öğrenciler için TEOG benzeri merkezi sistem sınavlar yapmalıdır. Bu sınavlarla her okulun, her sınıf

Öğretmen performansı-1

Milli Eğitimde öğretmenin durumunu ölçmek, motive etmek  amacıyla zaman zaman farklı uygulamalar yapıldı: Teşekkür, takdir belgesi vermek, aylıkla ödül ile değerlendirmek, sicil notu vermek gibi. Aksayan yönleri tespit edilmiş olmalı ki bu tür değerlendirmelere son verildi. Yerine başarı  ve üstün başarı belgeleri ihdas edildi. Şimdilerde yepyeni bir sistemden bahsediliyor: performans sistemi. Bugün duyunca bunun neresi yeni dedim. Çünkü öğretmen  performans değerlendirme adıyla 2004 yılında MLO'larda (Müfredat Laboratuar Okulları) bu sistem deneme amaçlı-pilot okul olarak- yürürlüğe konmuştu. Şimdilerde 1-2 ay içerisinde yürürlüğe girmesi beklenen bu performansa dayalı sistemi görmedim ama 2004'ün revize edilmiş şekli olsa gerek. Aklımda kaldığı kadarıyla bu sistem bizde şu şekilde uygulanmıştı: Bir gün Adana'daki okulumuza bir ilköğretim müfettişi geldi. Bize yaptığı toplantıda: " Arkadaşlar halihazırda liseleri de bize verdiler. Bizim iş yoğunluğumuz ar

Paylaşım sessizliği ne güzel!

Teknolojinin nimetlerinden faydalanmak, daha hızlı iletişim kurmak, bilgi ve belgelerin paylaşımını sağlamak, örnek projelerden diğer paydaşlarımızı haberdar etmek amacıyla kurulan ortak whatsapp grubu, üyelerden bir kısmının okul tanıtımı gibi başka amaçlı kullanmasından dolayı telefonlarımız gece gündüz susmaz olmuştu. Mermi gibi gelen bildirimler, reklam amaçlı paylaşımlar, telefon hafızasını çabucak dolduran görsel kolleksiyonlar mesai kavramının ötesine taşmıştı. Telefonumuz kurumsal bir iç hat olmuştu artık. Ne kendimiz bir başkasıyla konuşabiliyor, ne de yazabiliyorduk. Bu derdimi üç-dört defa blogspotumda * değerlendirdim. Gidişat iyi değil dedim. Yalvardım, yapmayın, etmeyin dedim. Benim nasihatlarım fayda vermedi. Paylaşımlar gırla gelip gırla gitmeye devam etti. Hele bir 18 Mayıs günü ve gecesi vardı ki, gönderilen paylaşımların hızına whatsapp pes demişti. Doğduğuna doğacağına pişman olmuştu. Sonunda dananın kuyruğu 19 Mayıs gecesi koptu. Acar bir delikanlı çıktı me

Ah bu törenler! *

Anne-babanın ömrü hep; bir çocuğum olsa, doğacak çocuğum sağlıklı olsa, bir büyüse, iyi okullarda okusa, bir bitirse, işini bir kursa,  bir evlendirsem... gibi ‘-se’, ‘-sa’ sürer gider. Hayat nedir deseler? Bir koşuşturma derim. Hepsi hayatın olmazsa olmazıdır. Bir cilvesi; tatlı bir heyecan ve telaştır… Son yıllarda artarak devam eden bir koşuşturma daha ortaya çıktı: törenler. Mezuniyet töreni, yemin töreni gibi. Mayıs, haziran ayları mezuniyet günleri, yılın belli aylarının cuma günleri ise yemin töreni. Bu törenler vazgeçilmezimiz oldu artık. Mutlaka yapılacak ve törende bulunulacak. Bu tören zamanları geldi mi, başta anne ve babalar olmak üzere, yakın akraba ve dostların da bu tür törenlere katılma koşuşturması baş gösterir. Türkiye'nin bir ucundan diğer köşesine bir sirkülasyon olur. Kalacak yer ayarlamalar, işyerinden izin almalar; hangi araçla, ne şekilde ne zaman gitmenin planlaması yapılır. Yemin törenlerinin cuma günleri yapılması bir gelenek haline geldi. Mezun

"Öp hocanın elini"

Bazıları ne de çok el öldürmeyi seviyor. Uzaktaki bir masada oturmakta iken liseden bir hocam kalktı, masama geldi. Elini uzattı öpülecek vaziyette, "Öp bakıyım hocanın elini" dedi. Ayağa kalkıp elini düzeltip tokalaştım. Hocam babam bile bana doğru dürüst elini  öptürmedi dedim. "Ben senin hocanım öpeceksin tabii" dedi. Eyvallah hocamsın ama sen bana öyle her eli öpme diye öğretmedin mi deyince, " Tabii öyle öğrettim" dedi, ardından bir başka olay anlatıp yanımızdan ayrıldı. Beni görünce arkadaşlarını bırakıp ne hevesle gelmişti halbuki elini öptürmek için. Emekli öğretmenimin hevesi maalesef kursağında kaldı. Bizde el öpme saygı ifadesi sayılır. Bazı siyasilerimiz de bunu çok yapar. Fanatikleri hatta el öpme sırasına girerler. Ben bu hareketi çok uygun görmüyorum. Anne-babanın, amca ve halanın, teyze ve dayının, çok yakın akrabanın elinin öpülmesini anlarım. Sende çok emeği olan bir büyüğünün elinin öpülmesini anlarım. Anlamadığım her önüne gelenin e

Devlete göre ben zengin sayılıyorum

-Ağabey senin oğlan bursluluk sınavına girmedi mi? -Hayır. -Niçin? -Giremedi. -Niye? -Ben zenginmişim de ondan. -Nasıl yani? Sen ve zenginlik... Ne demek bu? -Gelirim  yüksekmiş. Ailedeki fert başına düşen miktar yıllık 7529,40 liradan fazla olduğu için şartlarımız tutmadı. -Yılda 7.529,40 TL geliri olan zengin mi sayılıyor şimdi? -Öyle görünüyor. -Nisan ayında Türk -iş'in yaptığı incelemeye göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4518 liraymış. Bu demektir ki, ailedeki bir kişinin aylık yoksulluk sınırı: 1129,50 TL.dir. Bir yılda toplam 13.554 TL lira harcamak zorunda kalan  bir kişi yoksulluk sınırındadır. Senin aldığın maaş belli, hane sayısı malum. Bu durumda yıllık 7529,40 TL'nin üzerisi nasıl zenginlik sayılır. -Ağabeyinin zengin sayılmasından mutlu olman lazım. Şu anda karşında senin zengin bir ağabeyin var. Gurur duy. -Ağabey sen şimdi zengin misin? -Değilim sanıyordum ama devlet öyle bir hesap yapmış ki, bu hesaba göre ben zenginim anlay

Bir araba al da gör gününü!

-Bir araba alacağım, hangi arabayı tavsiye edersin? -Ne yapacaksın arabayı? -İhtiyaçtan alacağım. -Ne kadarlık bir araba düşünüyorsun? -30.000 liralık. -Var mı o kadar paran? -Birazını da borç bulacağım, belki kredi çekebilirim. -Kredi çekmeyi bile düşündüğüne göre çok elzem olmalı araba senin için. -Yok çok da elzem değil. Ara sıra pikniğe gitmek, işe gidip gelmek, gezip dolaşmak için alacağım. -İşe gidip gelmek için toplu ulaşım araçlarını tercih etsen, piknik vb yerlere gitmek için de gerekirse ticari taksi çağırsan daha iyi olmaz mı? -Olmaz hocam öyle. Ticari taksi pahalıya gelir. -Pahalıya gelmez, hatta ucuza bile gelir. Üstelik araba alman daha pahalıya gelir. Çünkü araba demek masraftır. Hatta bazıları, "Arabanın  bir mutfak masrafı kadar masrafı olur" der. -Yakıt çok ucuz ama. Dolmuş ya da otobüse binmek ucuz değil bu devirde. Üstelik otobüs, dolmuş bekleme derdin de olmaz. -İyi hesap yapıyorsun ama çoğu zaman evdeki hesap çarşıya uymaz. Araba demek masra

"Siz ondan daha büyüksünüz..."

Teneffüste 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu yanıma geldi. -Hocam! -Efendim kızım! -Teknoloji ve Tasarım  dersi öğretmeni yok, dersimiz boş, dışarı çıkabilir miyiz? -Müdür yardımcısına sorun kızım! -Siz ondan daha büyüksünüz, bizi niçin ona gönderiyorsunuz? -Her ne kadar okulda ben büyük görünsem de gerçek müdür o. 20/05/2016

Suçluya, "Seni yargılayalım mı" oylaması *

07/05/2016 tarihinde “Dokunulmazlara dokunulsun” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Çünkü aylardır  ülkenin gündeminde dokunulmazlıklar meselesi var. Bununla yatıp bununla kalkıyoruz. Hatta ülkemizin baş belası terörün bile önüne  geçti gündem olarak. Nihayet TBMM’de dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili ilk oylama Salı günü yapıldı. İlk turda 348 evet oyu çıktı. İkinci tur oylama  ben bu  yazıyı yazmaya oturduğumda halihazırda yapılmamıştı. Siz bu yazıyı okumaya başladığınızda –ki benim yazı eskimiş olacak-  herhangi bir aksilik olmaz ise ikinci tur oylama yapılmış olacak. Dokunulmazlıklar kaldırılır mı, kaldırılmaz mı, kaldırılacaksa 367 nitelikli çoğunlukla mı kaldırılacak yoksa referanduma mı gidilecek bu durum dün itibariyle netleşmiş olacaktı. Kaldırılır ya da kaldırılmaz. Bu meclisin bileceği bir iş. Benim değinmek istediğim husus neyi, kime oylatıyoruz? Doğru mu bu tür oylama? Bu konudaki düşüncemi bugün size diyalog şeklinde sunmak istiyorum: -Neyin oylaması yap

Bedava hizmetin âkıbeti*

Gidip geldiğim yerlere genellikle toplu taşıma araçlarını kullanırım. Toplu taşıma araçlarında 65 yaşını doldurmuş vatandaşlarımızın nüfus cüzdanını göstererek ya da belediyenin hazırladığı el kartı okutmak suretiyle araçlardan  ücretsiz olarak faydalandıklarını görüyorum. Bildiğiniz gibi gün, ay ve yıl olarak 65 yaşını dolduranlar 6495 sayılı kanuna göre toplu taşıma araçlarından ücretsiz faydalanmaktadırlar. Bazımıza göre bu tasarruf yerinde, bazılarımıza göre değil. Gerekli mi, gereksiz mi? Bilmem.  Ülkeyi yönetenlerin bir tasarrufudur. Ücretsiz yolculuktan faydalanan büyüklerimize karşı sürücülerin bir çoğunda ve yolcuların bir kısmında bir memnuniyetsizlik seziyorum: “Bedavacılar biniyor” şeklinde. Bu durum 65 yaşını dolduran büyüklerimizi rencide edebilmektedir. Ayrıca bir kısım  vatandaşımız da ücretsiz diye bir durak bile olsa ihtiyacından daha fazla bu araçları kullanmaktadır. Devletin verdiği bu imkanı kullananlara söyleyecek bir sözüm yok. Yaşımı doldurduğum zaman

Yağmurda okul pikniği

Bugün 165 öğrenci ile birlikte Karaaslan Hadimi Parktaydık. 9 kamelya bize aitti. Kamelyanın bir tanesi çift kamelya. Bir tarafında bizim öğrenciler var. Diğer tarafı boş iken kalabalık bir aile koca parktaki o kadar kamelyayı bırakarak araya araya bizim o boşluğa yerleşti. 8 sınıfın arasına beklenmeyen bir yabancı grup girmiş oldu. Ne var bunda. Oturamasalar mı, gelemezler mi, orası babanın tapulu malı mı diyebilirsiniz? Elbette gelebilirler. Ama benim bu tavrımı yadırgarsanız size bir teklifim var. Bir piknik düzenleyin, aranıza ben o aileyi getireyim, o ailenin bütün piknik masrafını ben çekeyim. Razı mısınız? Haydi razıyız diyeceksiniz, onları nereden bulacaksınız derseniz piknik partnerimiz esmer vatandaşlardandı. Görevli memur arkadaşımız içeceğimiz ayranları getirirken peşlerinden gelmişlerdi. Verdikçe arttı sayıları. Alıp giden ardından başkasını getirdi. Vermeden de gitmedi. Vermeyi kestik, gitmemek için epey direndiler.  Yağmur bir taraftan çiseliyor, bir taraftan da onla

Bu Millet Size/Bize Rağmen İyi Müslüman Kalmış! *

Hiç kimseden çekmedi Müslümanlar kendi kendilerinden çektikleri kadar. Sonuç hep mağduriyet, hep kandırılmak, hep aldatılmak… Bu toprakların kaderi mi acaba kandırılmak? Referansımız kitaptır, sünnettir. Yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza dayanak olarak ayet ve hadis okuruz. Kitleleri ardımızdan sürükleriz.  Çünkü bu millet dinini yaşasa da yaşamasa da dine mesafeli olsa da nefsine uysa da ayet ve hadisi duydu mu  gerisi teferruattır deyip söyleyecek sözü olmaz, boynum kıldan ince der. Ayet ve hadis okuyana, Allah ve peygamberi ağzından düşürmeyene hep güvenir, itimat eder. Hayır ve hasenatını, zekat ve sadakasını dindar ve mütedeyyin insanların bulunduğu vakıf, dernek, cemaat gibi hizmet eden ya da ettiğine inandığı yerlere verir, çocuğunu bunlara teslim eder; malını, mülkünü bunlara emanet eder, alışverişini bunlarla yapar, bunlarla oturur, bunlarla kalkar.  Hep bir keramet var sanır bizde.  Hep iyi şeyler yapacağımıza inanır bizim.  Bir zamanlar yaptıklarıyla dine düşman olduğun

Bu okulda üç yıl (I)

2010 yılında 5 yıllık bir yönetici iken zorunlu yer değişime tabi tutuldum.  Ek-2 puanım fazla yüksek değildi. Atamanın son günü gözüm kapalı tayin istedim.  Birkaç gün sonra sonuçlar açıklandı. Yeni yerime okulun web sayfasından bir göz attım. Şehir merkezine 17 km uzaklıkta, ikili öğretim yapan, ısınması sobalı, kanalizasyon sistemi olmayan bir okul görünüyordu. 20 Ağustos 2010 günü göreve başladım. Okul birbirine mesafesi 150 metre olan iki tek katlı binadan oluşuyordu. İki binanın arasında da sıvası bile yapılmamış, elektriği olmayan kömürlük olarak kullanılan bir bina vardı. Kömürlüğün arkasındaki briketler kırılmış, önü kilitli arkadan giriş çıkış yapılacak şekilde  mahallenin çocukları ya da gençleri tarafından  kapı açılmış, 24 saat mahalleliye hizmet veriyordu. Camları kırık dökük, bakımsız, küçük bir lojmanı da vardı. Okulun dışı kahverengi içi ise kapı ve pencerelerine varıncaya kadar mor renge boyanmıştı. Pencereler ahşaptı, dışarıdan gelen yağmur ve rüzgarı içe