Ana içeriğe atla

Nazardan korunma yollarımız

26/04/2016 tarihinde tüm ajanslarda bir düğünden dikkat çeken görüntüler ve yazılar yayımlandı. Trabzon'un Sürmene ilçesinde düğün salonuna uçan kayıkla gelen gelin ile damat, kayığın havadan indirilmesi esnasında kayığın yere çakılmasıyla birlikte kendilerini salonun ortasında yuvarlanırken buldular. Hatırda kalsın diye buldukları macera,  kendilerini unutulmaz kıldı. Dillere destan oldu düğün. Masallardaki 40 gün 40 gece devam eden düğünlere taş çıkartırcasına.

Düğünde dikkat çeken bir başka husus ise, salonun ve kayığın sahibinin kazayı nazar olarak değerlendirmesi.

Toplum olarak biz, bir olay ve kazayı derinlemesine düşünmeyiz. Meselenin içerisinden çıkamaz isek hemen bunda bir nazar vardır der, işin içinden sıyrılmaya çalışırız. Doktor hastalığımıza teşhis koyamazsa, eski başarılarımızı gösteremez isek, başımıza görünmez bir kaza gelirse, çocuğumuz hastalanırsa... bir sebep bulmaya gerek yok, gerekçemiz hazırdır: Nazar var. Hele bir de çocuğumuz hastalandığı zaman daha önce çakır gözlü ya da yeşil gözlü  biri ile karşılaşmış ise hiç öteye-beriye bakmaya gerek yok. Çocuğumuza kem gözle bakanı tespit ederiz hemen.

Nazar hak mıdır? Evet haktır.  Peygamberimiz "Nazar haktır" buyurur. Özellikle küçük çocuklar nazardan çabuk etkilenir. Küçük yaştaki çocuğun yaptığı harikulade harekete karşı kendimizin bile nazarı geçebilir. Pekiyi nazardan korunma yollarımız doğru mudur? İşte burada biraz durmak lazım. Nazar konusunda yüklü bir birikimimiz var.  Nazarımıza ve birikimimize nazar değmesin kimse. Geçmişten beri kem gözden, göz değmesinden, bakıştan korunma ve kurtulmak için nazar boncuğu takar, tütsü yakar, kurşun döker, muska takar... daha neler yaparız neler! Koca karı masalları diyebileceğimiz bid'at ve hurafeler hiç peşimizi bırakmıyor. Çoğu, bu tür şeylere inanmasa da "Ya korursa" düşüncesiyle, ya da güzel görünüyor diyerek süs eşyası olarak kullanmaktadır.

Bir arabaya binseniz nazar boncuğuyla karşılaşırsınız, bir eve uğrasanız ya at kafası, ya at nalı görmeniz mümkündür. Nazar değecek olanın dikkatinin taktığımız şeye yönelmesi murat edilmektedir. Korunma yollarının yanında nazar değmesine karşılık kurşun döktürmek, tütsü yakmak yine kültürümüze yerleşmiş hurafelerdir. Nedense her şeyi unutan bizim annelerimiz nazara karşı kullanılan uydurmaları unutmuyor: Doğrularımızı kuma, yanlışlarımızı ise kayaya yazmışlar sanki.

Haydi annelerimiz büyüklerinden öyle gördü, geldiler gidiyorlar. Ya şimdiki nesle ne diyelim. Geçmişteki büyüklerin yanlış birikimlerini  köşesinde, sosyal medyada  yazmak suretiyle yanlışı günümüze ve yeni nesle taşıma gibi bir yanlışa imza atmaktadır. "Bir şeyi yapan o şeyi yapan gibidir" biliyorsunuz. Özellikle sorumluluk makamında olanlarımızın yazdıklarına dikkat etmesinde fayda vardır. Bid'at ve hurafelerin geleceğe taşınmasına imkan vermeyelim. Kendimiz bunların doğruluğuna inanabiliriz ama başkasından da inanmasını beklemeyelim.

Nazar hak olmasına hak. Korunma yolu olarak bildiğim kadarıyla bizde 'Nazar ayeti' olarak bilinen Kalem süresinin 51-52. ayetlerini, sığınma süreleri anlamına gelen 'Muavvizeteyn süreleri dediğimiz Felak ve Nas sürelerini, Ayetel Kürsüyü, Fatiha gibi süreleri okumak gerekir. Nazar boncuğu gibi süs eşyalarını asla kullanmamak ve takmamak gerekir diye düşünüyorum.

Allah nazardan, kem gözlerden, kötü bakıştan korusun. Nazardan korunma amacıyla tedbir olarak kullandığımız nazar boncuğu gibi hurafelerden ve yanlış korunma ve tedavi yöntemlerine düşmekten bizleri korusun.  12/05/2016






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde