Ana içeriğe atla

Bodrum bir başka!

-Yediğin içtiğin senin olsun, gördüğünü anlat Bodrum'da.
-Yediğimi, içtiğimi anlatsam.
-Miden kadar yemişsindir. Neyini anlatacaksın?
-Bizim farkımız bu Avrupalılardan. Çünkü biz yemeye gideriz, kendimizi otele kapatırız. Başka bir yere de gitmeyiz. Yabancılar gezmeye gelir. Neredeyse tüm Türkiye'yi gezer. Biz valizlerle gideriz gezmeye, envai çeşit kıyafetle. Elin Avrupalısı sırt çantasıyla gelir, kendisini bir yere bağlamaz. Nerede akşam  orada sabah. Ayakta basit yiyeceklerle geçiştirir öğünleri. Gerekirse dışarıda sabahlar. Otelde kalması gerekirse 2.3.sınıf otelleri tercih ederler. Bizimkisi 5 yıldızlı olacak, hem de açık büfe. O senin dediğin yediğin içtiğin senin olsun sözü eskidendi bizde. Şimdilerde tatil dönüşü otel iyi miydi, yemekleri nasıldı diye soruyor eş-dost. Avrupalı;  gördüğü, gezdiği tarihi, turistik yerlerin fotoğrafını çeker. Biz gördüğümüz, gittiğimiz her yerde çektiğimiz fotoğraf karesinde kendi fotoğraflarımıza yer veririz. Sanki dünyanın merkeziyiz. Her karede biz olmazsak tarihi, turistik yer eksik kalacak. Bu yerler bizim sayemizde itibar kazanıyor.
-Pes kardeş pes. Haydi o zaman yediğin, içtiğini anlat. Anlaşılan menü güzeldi.  Biraz ağzımızın suyu aksın. Anlat haydi.
-Hah şöyle yola gel. Ana menü olarak ilk gün ıspanak yemeği vardı, ikinci gün pırasa yemeği, dördüncü gün kabuska yemeği, kabak yemeği...
-Askerlik anılarına geçtin. Yaşlılık böyle bir şey olsa gerek.
-Hayır, 5 yıldızlı oteldeki açık büfe menüsünü anlatıyorum.
-Yav böyle otel mi olur? Siz hiç et yemediniz mi?
-Et yüzü görmedik. Kuru fasülyemiz bile etsizdi.
-Şakacı olduğunu biliyorum. Bu kadar abartı fazla değil mi?
-Benim hep ciddi olduğumun ne zaman farkına varacaksınız siz?
-Fesübhanallah! Yahu sen otel yerine toplama kampına ya da asker ocağına mı gittin?
-Hayır, 5 yıldızlı otele.
-Saymayı da unutmuşsun. Üçüncü günü atladın. O gün ne yedin?
-Unutmadım. Üçüncü gün biz yemeği kaçırdık. O gün öğle yemeği yemedik. Bizim yemeğe katılmadığımız 3.gün içinde et olan yemek varmış. Nasip değilmiş demekki.
-Otelde et yüzü görmediniz yani.
-Doğru dersin. Kırmızı et yüzü görmedik. Ama beyaz et vardı.
-Nasıl otelmiş burası? Nasıl yemek menüsü bu?
-Otel Ege'de idi. Yemekleri de Ege yemeği. Zeytin yağlı hepsi.
-Aç kalktınız o zaman?
-Hayır, doyduk iyice. Yemekler de hiç artmadı. Çünkü enfesti. Hazmı da kolaydı. Anladım ki kötü yemek yok. Kötü pişirilen, özen gösterilmeyen yemekler var.
-Sen yalnız mı gittin oraya?
-Hayır, 8 aile gittik.
-Niçin sordun?
-Sen şu yol ortaklarının ismini ver. Ben bu yolculuğu bir de onlardan dinleyeyim.
-İnanmıyor musun bana?
-İnandım inanmasına da. Kalbim mutmain olsun.
-Yol arkadaşların nasıldı?
-En kötüsü bendim. Hepsi gül gibi insanlardı. Ben gülün içindeki diken idim.
-Bir daha o otele gider misin?
-Giderim niye olmasın. Yeter ki sen sponsor ol.
-Bodrum nasıldı?
-Bodrum bir başka. Tıpkı Şam gibi. Şimdi Şam'ın yerinde yeller esiyor.  O yüzden Bodrum bir başka artık.
-Otelin adı neydi?
-Söylemem.
-Niye?
-Onca otelin arasından biz nasıl bulduysak sen de kendin bulacaksın. Yeter ki ara.
 13.05.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde