Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Usta-Çırak İlişkisi

—Efendim! Birileri parti kuracakmış... —Kursun. —Ama olur mu? —Niye olmasın? —Bu bir ihanet olur.  —Niye ihanet olsun? —Bugünkü elde ettiği statüyü ona lideri verdi. Onun karşısına bir parti kurarak çıkması tam bir nankörlüktür. —Bir çırak, ustasından öğrendiğini geliştirmek ve daha ileri seviyeye taşımak isteyebilir. —Ben partiden bahsediyorum. Siz işi usta-çırak ilişkisine getirdiniz. Ne alaka? —Başta bir meslek öğrenmek olmak üzere hayatın her alanında bir usta-çırak ilişkisi vardır. Kimse bir şeyi kendiliğinden veya anasının karnından öğrenmez. Mutlaka her acemi, bir ustanın yanında başlar bu işe. Siyaset de bunlardan biridir. Hepsi birer mekteptir. Kaportacı olmak isteyen biri, kaportacının yanında çırak olarak işe başlar. Bir zaman sonra kalfa, ardından usta olur. Kendine güveni gelince ustanın teklifiyle ya çalıştığı yere ortak ortak olur ya da çeker gider, kendine bir kaportacı dükkanı açar. Ustanın ortaklık teklifine rağmen kalfa ayrı dükkan açmak isterse ha

Çobanlıktan Hayırseverliğe *

Cumartesi günü bir esnaf ziyaretinde bulundum. Çayımızı yudumlarken sakallı, nur yüzlü, piri fani biri geldi. Esnaf, " İsmail Amca bir hayırseverdir. Üniversite öğrencileriyle ilgileniyor. Onlara ev ayarlıyor, burs veriyor " diyerek tanıttı. Birbirimize memnuniyetimizi ifade ettikten sonra hangi vakıf, hangi dernek dedim. “ Herhangi bir vakıf veya dernek adına değil, gayri resmi bizim işimiz” dedi. Bir ekip misiniz dedim. “ Hayır, ben tek kişiyim ” dedi. Konuşma esnasında yaptığı iş ve dil alışkanlığı ile birkaç defa hocam dedim. “Ben hoca değilim. MEDAŞ’tan emekliyim”  dedi. (Eskiden elektrik idareleri belediyeler bünyesinde idi.) Üniversite öğrencilerine sahip çıkmak nereden çıktı dedim. “Kardeşimin beş yetimiyle başladım” dedi. Çocukluk ve gençliğini köyde çobanlık yaparak geçiren ilkokul mezunu İsmail Amca, askerlik dönüşü köyüne gideceği vakit Kayalı Park'ta bankta oturan birinin okuduğu gazetenin arka sayfasında "Konya belediyesine memur alınacak&quo

Türkiye'nin Yabancılar Sorunu ***

Anadolu, geçmişten günümüze ülkelerinden şu ya da bu nedenlerle göç etmek zorunda kalan soydaş ve dindaşlarımızın sığındığı bir ülke olmuştur. Bunlar zamanla bizden biri olmuşlar, bize uyum sağlamışlardır. Zamanla kız alıp verilir olmuştur. Ülkemiz savaş, yokluk, iç savaş vb. nedenlerle toplu göçlere ve mülteci akınlarına maruz kalmaktadır. Yabancılar hangi saikla gelirse gelsin ekseriyeti bu ülkeye yerleşmekte ve Anadolu'yu mesken edinmektedir.  Bilmemiz gereken durum, Türkiye 80 ve 90'ların Türkiye'si değildir. Farklı dil ve ırklara ev sahipliği yapmaktadır. Farklılıklarımızı zenginlik kabul edip aynı amaç ve ülküde, bir potada eriyemez, birbirimize uyum sağlayamaz isek bu ülkeyi iyi günler beklemiyor. Niyetim felaket tellallığı falan değil. Bu mevcut durumumuza sadece istihdam ve maddi boyuttan bakmıyorum. İstihdam veya maddi paylaşım şu ya da bu şekilde yapılır.  Benim endişem yabancıların medeni durumları ne olacak? Her yabancı kendi memleketlisiyle evlense

Bak Oğul! *

*Yola birlikte çıktığın arkadaşlarını ne sen yarı yolda bırak ne de onlar seni bıraksın. *Arkadaşlarınla bazı konularda sorun yaşadığın zaman olayı sıcağı sıcağına çözmeye çalış. Karşılıklı konuş. Araya birilerini katma. Bir konuda anlaşamamanız senin veya onların kötü olduğu anlamına gelmez. Bazen iki iyi anlaşamayabilir. Olur ya çeker giderse kapını daima açık tut. Dostlar kırılsa, küsse, çekip gitse bile birbirlerini kolay kolay satmazlar. Bu zaman diliminde ne dostların ne de sen birbirinizin aleyhinde konuşsun. Sakın ola ki size yaranmaya çalışan üçüncü şahısların dostlarını eleştirmesine, hakaret etmesine asla izin verme. Çünkü böyle bir şey dostu fena yaralar. Dostlarını kötüleyenlere karşı da asla sessiz kalma. Zira dostun sessizliği dostu daha fazla üzer. Aranızdaki sorunu daha da derinleştirir. Her ne olursa olsun dostlarına kapın daima açık olsun. Bakarsın bir gün döner gelir.  *Dostuna yaptığın iyiliği hiç başa kakma. Bunu ima bile etme. *Aranızda iletişimi hiç eksik

Hastaneler Birilerinin Elini Kolunu Sallayarak Girdiği Yer Olmamalı *

Resmi kurumların içerisinde kimsin, necisin, nasıl birisin, dur bakalım, derdin ne, kiminle görüşeceksin denmeden herkesin elini kolunu sallayarak girip çıktığı benim bildiğim bir okullar, bir de hastaneler var. Bunların dışında diğer kurumların çoğunda girişlerde X-Ray cihazı olur. Nedense bu iki kurumda böyle bir tedbire gerek görülmemiş. Belki de bundandır en fazla şiddete maruz kalan, kafası gözü kırılan, gerekirse vurulup öldürülen bu iki kurumdan çıkıyor. Bu iki kurum da olmasa hasta ruhlu insanımız nerede, kimde deşarj olacak? Hasılı bu iki kurum çalışanlarına gelen vuruyor, giden vuruyor. Bu iki meslek grubuna şamar oğlanları dense yeridir. Milli eğitimde çalışan öğretmenleri bir tarafa bırakarak burada doktorları konu edinmek istiyorum.    Tıp Fakültesi Anestezi Bölümü ağrı poliklinikliğine uyuşturucu bağımlısı bir hasta gelir. Doktordan bir ilacı yazdırmak ister. Doktor, ilacın düşük dozda olanını yazabilirim deyince yazarsın, yazmazsın tartışması üzerine hastamız nered

İstenmediğim Yere Gitmem

Hayatım boyunca ne kedi olabildim ne de fare tuttum. Bir gün bahtım açılır da bir fare tutabilirsem artık bir farem var deyip rastgele her yere gitmem. Bir bakarım: Gideceğim yer beni istiyor mu? Gittiğim takdirde birilerini huzursuz eder miyim? Beni görünce insanlar üzerime çullanmaya kalkar mı? Ben gitmesem işler yürümez mi? Mesela bir cenazeye gitmezsem farzı kifayeyi ihmal eder, cenaze orta yerde kalır. Bu yüzden indi ilahi de sorumlu olur muyum? Gitmezsem aranır, niye gelmedi derler mi? Haydi hepsini düşündüm, kambersiz düğün olmaz deyip çıktım yola. Beni görünce insanlar cazibeme dayanamadı. Ben de bunun gibi bir fare tutacağım ama bahtımın açılması için buna elimi dokunacağım dedi. El bu. Yumuşak da gelir, biraz sert de. Çünkü sevenlerimin el vermesine hazırlıklı olmalıyım değil mi? Ne de olsa orta yerde benden kaynaklanan bir hengame oluştu. Gülü seviyorsam dikenine katlanmalıyım değil mi? Sert bir el geldi diye ortalığı velveleye vermemin manası var mı? Yumruk acıttı, be

Ermeni Meselesi Kabak Tadı Verdi Artık! *

Ben bu Ermenileri anlamıyorum. Neden derseniz, geçmişi bırakıp önlerine ve geleceğe bakacakları yerde bir türlü 1915’ten kurtulamıyorlar. Kendileri kurtulamadıkları gibi yaptıkları lobicilik faaliyetleriyle bizim tehcir (zorunlu göç) dediğimiz olayı dünya gündeminde tutmaya ve bizi de yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Tüm dertleri, tarihte kalmış tarihi bir meseleyi tarihçilere bırakmanın ötesinde konuyu dünya siyasetinin bir parçası yapmak, kendilerinin haklı olduğunu kabul ettirmek ve Türkiye’yi mahkum ettirmek. Kış uykusuna yatan Ermeni lobisi her nisan ayı geldiğinde harekete geçer. Acaba birkaç ülkenin parlamentosundan Türkiye’nin aleyhine bir karar çıkartabilir miyiz derler. Böyle yapmakla havanda su dövseler de zaman zaman lobicilik faaliyetlerinin meyvelerini topluyorlar. Bizim tarihimizde tehcir olarak geçen zorunlu göçü, geçmişte bazı ülkelerin parlamentosundan “soykırım” olarak geçirttiler, kimi ülkeler de “büyük buhran, büyük felaket” olarak kabul etti ve her 24 Nisan’d

Türkiye İttifakı mı Dediniz? ***

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmemizin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde erkene alarak yaptığımız cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinde Türkiye, ilk defa Cumhur ve Millet İttifakları ile tanıştı. Ardından 9 ay sonra yapılan mahalli idareler seçimlerinde resmen olmasa da partilerimiz il-ilçe ve büyükşehirler bazında yine ittifak yaparak seçimlere girdiler. Görünen o ki bundan sonra seçimlerde ittifak sözünü çok duyacağız. Partiler bir sonraki seçimlerde aynı ittifaklarla mı seçimlere giderler, ittifaklar bozulur mu, yeni ittifaklar kurulur mu, bugün karşı ittifakta yer alan partiler yarın aynı ittifakta yer alırlar mı, bunu da zaman gösterecek. 31 Mart seçimlerinden sonra ülkenin gündemine şimdi "Türkiye İttifakı" düştü. Bu ittifakı ilk defa Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan dillendirdi. Ne demek istediğini anlamadan eyvah dedim. Endişem ittifak kelimesine tabii ki… Çünkü TDK'ya göre ittifak: "anlaşma, uyuşma, bağlaşma...oy birliği...birlikte hareket etmek üzere anl

Derdiniz Ne Sizin?

Birlik ve beraberliğiniz düşman çatlatan cinstendi. Zorluk ve güçlüklere karşı sırt sırta verip kenetlendiniz. Korku ve yıldırmalara pabuç bırakmadınız. Zirvenin en alasını gördünüz. Bin bir mücadeleyle elde ettiğiniz makamları kimsenin yapamayacağı şekilde birbirinize sunarak fedakarlığın ve dostluğun en güzel örneklerini verdiniz. Aldığınız emaneti emin adımlarla götürürken zirve sizi, siz de zirveyi sevdiniz. İş böyle devam ederken Çin işkencesi gibi teker teker birbirinizden ayrılmaya başladınız. Sebep ne? İktidarı kaybetseniz ya da bir kazaya uğrasanız; öküz öldü, ortaklık bitti. Eh olabilir, nimet bitince kimse külfete ortak olmaz diyeceğim. Öyle bir şey de yok. Hala zirvedesiniz. O halde mesele ne? Makam ve mevkileri mi paylaşamadınız? Sanmam. Çünkü kimsenin vazgeçemeyeceği makamları birbirinize altın tepsi içinde sundunuz. Düşünceleriniz mi farklılaştı? Yok öyle bir şey. Hala aynı düşünce yapısına sahipsiniz. Birbirinizin mahremine el uzatıp kanlı bıçaklı mı oldunuz. Yin

Şehidimize Saygı Lütfen! *

Gençliğinin baharında canını vererek bedel ödeyen dört şehidimizin kanı daha kurumamışken acılarımız daha taptaze iken ateşin düştüğü yer hala aileleri yakarken biz şehit cenazesinde itişip kalkışıyoruz ve atılan yumruğu konuşuyoruz. Değdi mi, değmedi mi, organize bir eylem mi, arkasında birileri var mı, saldırganlar köyden mi,  saldırganlar dışarıdan mı, polis ya da jandarma güvenlik tertibatı almış mı, almamış mı, saldırganların arkasında bir azmettirici var mı, yok mu, bu olaydan hükümet mi sorumlu yoksa Ana muhalefet mi sorumlu tartışmaları yapıyoruz. Ana muhalefet lideri ve beraberindeki heyete(veya herhangi bir kimseye) yapılan linç girişimini kim yapmışsa arkasında kim varsa bu şiddet olayını asla tasvip etmiyorum.  Bu olayı da küçümsemiyorum. Yakalanan zanlıların ucu kime, nereye gidecekse sonuna kadar gidilmesini istiyorum. Yapılsın ki önüne gelen birilerine şiddet yoluyla racon kesmeye kalkmasın. Şehit cenazesinde verilmiş sadakamız varmış ki orta yerde şehidimiz

Sevdiklerimize Kötülük Yapmayalım

Evlendik. Bir çocuğumuz olsun istedik. Allah herkese evlat verirken bize türlü çocuk vermedi. Uğraş, didin; şu doktor, bu doktor derken tüp bebek yolunu da denedik. Olmadı. Umutlar tükenmeye başlarken gökte aradığımızı yerde bulduk. Nihayet nice yıllar sonra bir çocuğumuz oldu. Dünya tatlısı bir çocuk. Keremine şükür!  Bir dediğini iki etmiyoruz. Üzerinde titriyoruz. Onu çok seviyoruz. Nasıl sevmeyiz ki yıllardır bekledik onu. Bizim her şeyimiz. Varlık sebebimiz. Üstelik sevdirmesini de biliyor. Akıllı ve zeki. Güzel konuşuyor. Korkusuz ve gözü pek. Sözünü esirgemeyen biri. Dobra aynı zamanda. Başarısıyla da göz dolduruyor. Başarıdan başarıya koşuyor. Ele avuca sığmıyor. Çalışkanlığı dillere destan. Tuttuğunu koparıyor. İbadet aşkıyla koşturuyor. Çevresine hizmet etmeyi seviyor. Sevgisi evi de taştı. Bu konuda rakip ve alternatifi de yok. Ölümüne seveni çok. Hiç hatası yok mu bu çocuğumuzun? Olmaz olur mu? Saymakla bitmez. Tek başına buyruktur bir defa. Benim dediğim olacak

Mısır'da Komedi Devam Ediyor

Batı ve ABD destekli bir darbeyle Mısır'ın seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi'yi indirerek Mısır'ın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan darbeci Sisi, silah zoruyla oturduğu koltuk çok hoşuna gitmiş olmalı ki bugünden yarına gitmeyi düşünmüyor. Ne olur ne olmaz diyerek koltukta oturma süresini 2030'a kadar uzatmayı düşünüyor. Bu işi düşünme safhasının da ötesine geçirip anayasa paketi hazırlayarak halkın önüne sandık koyuyor. Sandık sonucu da şimdiden belli olduğuna göre bu demektir ki 2013 yılından beri Mısır'ın Cumhurbaşkanı olan Sisi, 2030'a kadar Mısır'ın Cumhurbaşkanı olarak kalacak. Be kardeşim Sisi! Şimdi sandık formalitesine ne gerek vardı? Senin elinde silahın var, emrinde binlerce askerin var, arkanda koskoca ABD var, Batı var, İsrail var, başta Suud olmak üzere bazı Arap ülkeleri var. Sen resmiyetini zaten bunlardan aldın, halka gitmek de neyin nesi? Halka giderek niçin üç gününü kaybediyorsun? Sonra seni halk getirmedi ki halka gidesin... Halk dediği

Irak Sınırında Çıkan Çatışma***

Kökü ve beyni dışarıda, gövdesi içimizde olan PKK ülkemizin başının belası. Bu, öyle bir belâ ki bugünden yarına biteceğe benzemiyor. 80'li yıllardan bugüne kırk yıl geçmiş olmasına rağmen biz hala PKK terörüyle uğraşıyoruz. Hep bedel ödüyoruz. Daha ne kadar ödeyeceğimiz meçhul. PKK öyle bir örgüt ki biz ne kadar yuvalandığı yer olan Kandil'e operasyon üzerine operasyon yapsak, Güneydoğu'da terörle mücadele için dağa, taşa, toprağa, eve, barka, in ve yuvalarına girsek maalesef boş. Bazı zamanlarda PKK eylem yapmadığı zaman biz terör zayıfladı, eskisi gibi operasyon yapamıyor, polis ve askerimiz göz açtırmıyor sanırız. Halbuki öyle değil. Benim kanaatim terörle mücadelede inisiyatif hep PKK'da. Bu eli kanlı, hain örgüt kah geri çekilir kah ateşkes ilan eder kah ateşkesi bozar kah gücünü Irak'a veya Suriye'ye kaydırır. Hasılı PKK strateji üzerine strateji geliştiriyor. Devletten, askerden, polisten bir adım önde. Daha doğrusu projeyi geliştiren PKK değil, oyn

İsveç'te Bizden Bir Taksici ***

İsveç'te taksicilik yapan Ömer Temel adında bir soydaşımız, havalimanına gitmek isteyen İsveçli bir müşteri alır. Havalimanına yaklaşınca müşteri "Cüzdanını evinde unuttuğunu, cebinde parası olmadığını, taksi ücretini ödeyemeyeceğini" söyleyince "Problem değil, sonra ödeme yaparsınız" der. Ardından kredi kartını uzatarak "Gittiğiniz yerde alışveriş yapmanız için bunu da alın" diyerek kredi kartını verir. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşan İsveçli duruma şaşırır, donar kalır ve " Gerçekten ilk defa taksisine binen birine güvenerek kartını ve şifresini veriyor musun?" diye tekrar tekrar sorar. Ardından  mecburen kartı alır. Çünkü başka çaresi yoktur. İki günlük yurt dışı gezisini bitiren İsveçli, ülkesine döndüğünde kendisini havalimanından alması için Taksici Ömer'i tekrar arar. Eşiyle birlikte havalimanında Ömer'i karşılayan İsveçli, Ömer'den aldığı kredi kartını geri verir. Kartından yaptığı 4500 kron(2.816 lira) harcam

Yanlıştı

*Mental yorgunu gerekçesiyle belediye başkanlarının istifa ettirilmesi. Bu eylemin kamuoyu nezdinde yapılması, *Cumhur İttifakının karşısında karşı cephe olarak oluşturulan Millet İttifakına "Zillet...illet...dörtlü çete" denmesi, *Düşüncelerine en yakın olan Saadet Partisine "Saadetçik" denerek küçümsenmesi, *"Trenden inenler bir daha bu trene tekrar binemezler" sözünün meydanlarda sık sık tekrarlanması,  "Eski yol arkadaşlarının küstürülmesi ve üzerlerine üzerlerine gidilmesi, nankör ve hain olarak görülmeleri, yeniden kazanma yolunun tercih edilmemesi, *DİB Başkanı Ali Bardakoğlu'nın incitilmesi, *Nurettin Yıldız'a meydanlarda ayar verilmesi, *Başta Taşgetiren olmak üzere birçok yazar ve çizere yazma imkanının verilmemesi, yazdıkları gazetelerden gönderilmeleri, *Eskisi gibi eleştiriye gelinmemesi, *17 yıllık dönemin önceki dönemlerle kıyaslanması, *Partide tüm yükün tek kişinin üzerine binmesi, *Her konuşmanın hemen

"Bende Öyle Bir Makam Sevgisi Varmış!"

1988 yılında E.Ü. İlahiyat Fakültesinden S.Ü. İlahiyat Fakültesine yatay geçiş yaptım. Son üç yılı Konya'da okudum. Kayseri’den ayrılırken hukukum olan sınıf arkadaşları ile posta adreslerini, varsa ev telefonlarını karşılıklı olarak aldık.  Bazıları ile arada bir mektuplaştık. Bir zaman sonra yaygınlaşan cep telefonlarını birbirimize vererek haberleşmeye devam ettik. 2008-2009 yılları olsa gerek. Bir ara Sivas'tan Ekrem adında bir arkadaşım telefonumu bulmuş, aradı. Hal-hatırdan sonra arkadaşlardan kimlerle görüştüğümü sordu. Tokat'tan Osman ile görüştüğümü söyleyince numarasını istedi. Verdim. Kendisine Osman'ı aradığında önce kendini tanıtma. Ona bir makam teklif et. Bakalım nasıl bir tepki gösterecek dedim. Olur mu dedi bana. Olur niye olmasın dedim. Ne teklif edeyim dedi. Osman Sivas İHL'de okurken okul müdürü olan hocası milletvekili olmuş. O değilden Ankara'dan arıyormuş gibi telefon aç. Kendisine biz senin Tokat'ta yaptığın hizmetleri Anka

Enkaz Edebiyatı Yapan Kaybeder

31 Mart seçimleriyle bazı büyükşehir belediyeleri nice sonra el değiştirdi. Yeni ve yeniden seçilen başkanların mazbataları kendilerine verildi. Bazı belediye başkanları sessiz sedasız görevine başlayıp yeni yerine ısınmaya çalışırken bazıları eski defterleri karıştırmak suretiyle belediye başkanlığı yapmaya hazırlanıyor. Her başkanın yoğurt yiyişi farklıdır elbet. İcraatı, konuşması farklı olabilir.  Başkanlar şunu unutmasınlar ki aldıkları görev ilanihaye kendilerine sunulmuş birer görev değildir. Beş yıllığına verilmiş emanet makamlardır. Çalışır,  varlık gösterirlerse halk tekrar teveccüh gösterir, yeniden seçer. Çalışmayıp kavga yolunu seçerse bu halk didişmeyi sevmez. Bugünkü verdiği görevi almasını da bilir. Göreve gelen başkan bir taraftan birikmiş sorunları çözmeye çalışırken diğer taraftan belediyenin işleyişinde aksayan yönler varsa onları giderecek. Gelir gider tablosuna bakacak. Kendine göre kısa, orta ve uzun vadeli plan yapacak. Belli kilit noktalara güvendiği i

Hangi İçki Daha İyi?

İçkiden anlayan birine iki içki şişesi getirirler. "Üstadım! Hangisi daha iyi? Tadıp söyleyebilir misin" derler. Adam ilk şişeden bir yudum alır almaz yüzünü buruşturur ve tadına bakmadığı diğer şişeyi "Bu, daha iyi" diye gösterir. Oradakiler şaşırır: "Efendim! Daha bu şişeden tatmadınız. Bir şeyden tatmadan onun nasıl daha iyi olduğu hakkında karar verebiliyorsun" deyince adam: "Evet bakmadım ama şunu bilin ki hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olamaz" cevabını verir. Şimdi kıssadan hisseye gelelim. Malumunuz Özallı ANAP'ın hayat pahalılığı ve yolsuzluk söylentilerinden yaka silken halk, 1989 mahalli seçimlerinde SHP(şimdinin CHP’i) rüzgarı estirdi. “Yalana, Dalan’a ve talana son” sloganıyla seçim propagandası yürüten SHP, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok ilin belediye başkanlıklarını kazandı. ANAP iktidarının yıpranmışlığından İstanbul da payını aldı ve ANAP’lı belediye başkanı Bedrettin Dalan’ın Haliç’i mavi gözleri gibi