Ana içeriğe atla

Hakim Olmayı İster miydiniz?


Yeri geldiği zaman şimdiki aklım olsaydı falan mesleği seçerdim. Maaşı ve imkanları çok iyi. Üstelik bu işi yapanlar yorulmuyorlar deriz. Bakmayın siz ne iş yapıyorlar ki dediğimize. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. İçine girmeyince hiçbir mesleğin kolay mı zor mu olduğu anlaşılmaz. Bize görünen sadece davulun sesinin gür çıktığı. Aslında sorumluluk isteyen her bir meslek zordur. Bu açıdan bakınca kolay meslek yoktur. 

Hakimlik mesleği mesela... Belki de çoğumuza kolay gelen mesleklerden biridir hakimlik. Bu mesleği icra eden hakimlerin özlük hakları iyi. Emrinde çalışan onlarca personelleri var. Ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmiyorlar. Şunu getir dediklerinde emir ve ricaları hemen yerine getiriliyor. Devletin kendilerine tahsis ettiği korumalı lojmanlarda oturuyorlar. Çoğunun altında makam aracı, emirlerinde şoförleri var. Makamlarına önüne gelen elini kolunu sallayarak çat kapı giremiyor. Saygıda kusur edilmiyor kendilerine. Geçiyorlar sanık veya zanlının karşısına. Sorguluyorlar. Gerekirse davayı erteliyor, gerekirse karar verip geçip gidiyorlar. Bundan sonrasını sanık/zanlı düşünsün.

Gerçekten böyle mi hakimlerin durumu? Anlatmaya çalıştığım gibi kolay ve basit mi? İçlerine biraz girince çok da kolay olmadığı görülecektir. 

Bugüne kadar hakimiyle, savcısıyla, avukatıyla ve adalet saraylarıyla pek işim olmadı. Bir vesileyle bir ağır ceza yargılamasına şahit oldum. Mahkeme salonunda olan hakimin, savcının, avukatın ve zanlının işlerinin hiç de kolay olmadığını gördüm. Benim gördüğüm sadece mahkeme safhası. Öyle zannediyorum hakim mahkeme salonuna gelmeden önce zanlının dosyasını inceleyecek, işlenen suçun TCK’da  cezasının ne olduğuna bakacak. Salona geldikten sonra da sanığa sorular soracak, sanığın verdiği cevapları ve savunmasını dinleyecek, aynı anda yazması için adliye katibine sanığın ve avukatının söylediklerini tek tek yazdıracak. Bir taraftan da katibin doğru yazıp yazmadığını, söylediklerinden bazı kelime ve cümleleri es geçip geçmediğini kontrol edecek. Ardından yanındaki hakimlerle göz göze gelip bakışlarıyla birbirleriyle anlaşacaklar. Sonra iddia makamı savcıya söz verecek. En son sanığın ve varsa avukatının son diyeceklerini soracak ve hiç ara vermeden hangi kanunun, hangi maddesine göre sanığın cezalandırılıp cezalandırılmayacağına, ceza alacaksa ne kadar ceza alacağına aynı anda karar verip davayı bitirecek.

Açıkladığı kararda berat vermişse sanık veya zanlı ve yakınları sevinecek. Hakime dualar edecek, hak yerini buldu diyecekler. Karar sanığın aleyhine olursa sanık ve yakınları hakimi düşman belleyecek, adaletin bu mu diyecekler. Verilen karara belki savcı itiraz edecek, davayı Yargıtay’a veya istinaf mahkemesine taşıyacak. Karar ya onanacak ya da usul veya içerikten bozulup geri gelecek. Bu da karizmasının çizilmesi demektir. Ayrıca verdiği karar kamuoyu vicdanını sızlatmayacak. Yine verdiği kararlarda kendi vicdanını da rahatlatması gerekecek.

Haydi her şey yolunda gitti. Verdiği kararla -mümkün değil de- tarafların hepsini memnun etti diyelim. Bulunduğu statüsü ve deruhte ettiği görevi gereği herkesle dostluk ve ahbaplık kuramaz. Hep ciddi ve resmi görünmek zorunda kalacak.

Bu durumda ben hukuk okuyacağım ve hakim olacağım diyor musunuz? Kendi adıma ben böyle kolay bir görev istemem. Bu arada savcı ve avukatların işi de zor…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde