Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ekonomiye Yabancı Danışman ***

Ekonomik darboğazdan kurtulmak amacıyla açıklanan Yeni Ekonomik Program(YEP) gereği kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi 20 Eylül itibariyle görevine başladı. Ofis’in görevi “önümüzdeki dönemde atılacak adımları ve tasarrufları takip etmek” şeklinde açıklandı. Bünyesinde 16 bakanlığın temsilcisinin olacağı Ofis, kurumlarda plan doğrultusunda atılacak adımları denetleme görevini yapacak. Ofis sayesinde 76 milyar liralık bir tasarrufun sağlanması hedeflenmektedir. Tasarruf yapmak için bir ofise ihtiyaç var mıydı bilmiyorum. Bu Ofis tasarruf yaptırabilecek mi bundan da emin değilim. Çünkü çiçeği burnunda yeni kurulmuş bir yapı. İşlevini gördükçe faydalı olup olmayacağını göreceğiz. Devletin malını deniz gören öyle kurumlarımız vardır ki bunların kemerlerini sıkabilecek mi? Çünkü bu kurumlar bir babanın hayırsız evladı gibi kamu malını har vurup harman savurdu bugüne kadar. Kitabına uydurarak gerekli gereksiz icraat, faaliyet yapmaya alışmış bu kurumlarımız ayaklarını yorganlarına gör

Sınavlarımızda Hafızanın Gücü Ölçülmeyecekmiş! *

Milli Eğitim Bakanı Ziya SELÇUK, 15 Ekim’de açıklayacağı vizyon belgesinin ipuçlarını verdi bir açıklamasında: “... sınavda çocuğa sorulan soruda bilgi mi lazım biz onu zaten sorunun içinde vereceğiz. Formül mü lazım formül ezberlemesi gerekmiyor, sorunun içinde formül budur diye vereceğiz. Dolayısıyla zaten kitabı açıp bulabileceği bir şeyi, ona senin hafızan güçlü mü bakayım diye bir sınav düşünmüyoruz. Bizim düşündüğümüz şey sayısalda bu formüllerle ilgili söylediğim gibi sözelde de okuduğunu anlama , yorum kabiliyetiyle ilgili konular. O yüzden de bu tür sorular, öğrenme ve öğretme sürecini de dönüştürecek .” Bakan kısaca LGS’de ezbere dayalı sorular azaltılacak, hatta olmayacak; öğrenmeye dayalı sorulara artacak diyor. Bakan’ın dediğinden benim anladığım  öğrenci sınav esnasında neye ihtiyaç duyarsa onu metinde bulabilecek. Bilgi de metinde, formül de metinde. Öğrenciden istenen okuduğunu anlama ve yorum kabiliyetini ortaya koymadır. Sınavlarda hafızanın gücü veya haf

Ders Kitaplarındaki Müsrifliğimiz ***

Ekonomimizde meydana gelen sıkıntı şu ya da bu şekilde her birimizi etkiledi, belli bir süre daha etkilemeye devam edecek. İnşallah bu sıkıntı uzun sürmez. Hükümet ayağını yorganına uzatacak şekilde tedbirler almaya başladı. Yapacağı yatırımları yeniden gözden geçirdi. Öncelikli olmayan yatırımları öteledi. Tasarruf tedbirlerini uygulamaya koydu. Başka da çaresi yoktu zaten. Hükümet birçok alanda kesintiye giderken nedense en büyük israflarımızdan olan ücretsiz ders kitabı dağıtımından ne vazgeçti, ne de kesintiye gitti. 2003-2004 öğretim yılından itibaren ilköğretimlere, 2006-2007 öğretim yılından itibaren ise liselere gönderilen ders kitaplarını ücretsiz göndermeye devam ediyor. Çünkü bir devlet politikası oldu artık. Sosyal devlet anlayışı çerçevesinde devlet sadece fakir ve ihtiyaç sahibi ailelerin kitaplarını karşılaması gerekirken zengin-fakir demeden her öğrencinin kitabını karşılama yolunu seçti. Haydi eşitlikçi bir anlayışla herkesin ders kitabı ihtiyacını karşıl

Yardımcı Kaynak Sorunumuz *

İlk, orta ve liselerimiz açıldı. Öğrenci ve öğretmenin ders materyali olan ders kitapları öğrencilere dağıtıldı. Dersler başladı. Ama telaş bitmedi. Şimdi sırada hangi dersten, hangi yardımcı kaynak alalım/alınsın derdi var. Çünkü bize sadece ders kitabı yetmez, takviye için mutlaka yardımcı kaynak olmalı anlayışı beynimize yerleştirileli çok oldu.  Yardımcı kaynak ihtiyaç mı değil mi? Alalım mı almayalım mı? Kimine göre ihtiyaç, kimine göre fuzuli masraf. Öğretmen "Sayın veliler/öğrenciler! Yardımcı kaynağa gerek yok, MEB'in gönderdiği ders kitabı yeterli" dese bazı veliler, "Olur mu hocam! Birçok okul aldırıyor, burada çocuklarımızın geleceği önemli. Yardımcı kaynak olmaz ise çocuklarımız diğer çocuklarla nasıl yarışacak" şeklinde bir eleştiri getiriyor. Öğretmen "O zaman yardımcı kaynak almak isteyen alabilir" dese veliler "Hangisini alalım" der. "Yayınevi adı vermiyorum/veremiyorum. İsteyen istediği kitabı alabilir" dese

Yarası Olan Gocunacak Elbet!

Duygu ve düşüncelerimi sosyal medyada paylaşmaya başladım ilk önce. Hayatımda maddi bir şeyim olmasa da bir arkadaşımın yardım ve önerisiyle şahsıma ait "dilinkemigiyok" adında bir blogum oldu. Nev-i şahsına münhasır bu blogum tabir yerindeyse benim günlüğüm gibidir. İçimi döktüğüm yerdir. Nerede ibretlik, ilginç, dert edindiğim, hoş karşılamadığım, geçmişte başımdan geçen bir olay veya konu gözüme ilişmiş, kulağım işitmiş, aklıma gelmiş ise sayfamın ilgi alanına girer. Fırsatını bulduğum ilk anda o konuyu işlerim sayfamda. Kah otobüste, kah bir çay ocağında, kah evde uzun otururken, kah haberleri dinlerken. Yazma aletim konuşmak ve haberleşmek için aldığım cep telefonumdur ağırlıklı olarak. Konuyu ele alırken kafamda plan yapmam, çalakalem yazmaya başlarım. Ne şekilde yazacağımı planlamam.  Yazılarım bazen espri yüklüdür, bazen duygu yüklüdür. Bazen direk girerim yazıya. Bazen konunun etrafında dolanırım. Bazen hicvin izleri görülür yazımda. Genelde toplumsal ol

Mazlumların Sesi Olduk ***

BM 73. Genel Kurulunda konuşma yapan Erdoğan'ın konuşmasının satır başlarına göz attım. Konuşması baştan sona dertli bir insanın içini boşaltmasından ibaretti. Dünyanın sorunlarını ortaya koydu, çözümler sundu, yaptıklarını ve yapacaklarını anlattı. Gururlandım doğrusu.  Bir ABD başkanının konuşmasına baktım, bir de bizimkine. Kendisini büyük sanan, ne oldum delisi biri vardı karşımızda.  Güya dünya lideri! Kendi memleketinde konuşma sırasını kaçırıyor. Kürsüye çıktığı zaman nerede konuştuğunu unutarak hükümet icraatlarını sıralıyor. Neler yaptığını, nasıl başarılı olduğunu anlatıyor. Yani icraatın içinden bir sunum yaptı. Konuşması gülüşmelere sebep oldu.  Kendi ülkesinde ve çevresinde sürekli sorunlarla uğraşan bizimkine gelince bir vizyon ve misyon sahibi olduğunu gösterdi: Dünyadaki adaletsizliğe dikkat çekti. BM’nin dünyanın bugünkü sorunlarını çözmekten uzak olduğunu, BM’in yapısında kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini, dünyanın beşten büyük olduğunu,

Affın Şakası Yoktur Beyler! *

Genel seçimlerden önce başlayan adına af denmeyen ama aslında bal gibi af olan af yasa teklifi gündemde tartışılmaya devam ededursun. Af teklifi Meclise verildi bile.  Milletin her türlü derdinin istişare edileceği yer Meclistir. Doğruyu bulmak için tartışmak iyidir. Amenna! Mecliste konuşulmayacak, ağza bile alınmayacak, teklif dahi edilemeyecek bir konu varsa o da af teklifi olmalıydı. Keşke Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin arasına hatta en başına af konusu da eklenseydi de bugün biz affı konuşuyor olmasaydık. Çünkü affın şakası yoktur. Cinin şişeden çıkması gibi bir şeydir bu. Nasıl ki şişeden çıkan cin tekrar şişeye girmezse af da ağızdan çıkmayı görsün, bir daha ağzın içine girmez.  Merak ettiğim memleketin çözülmesi gereken o kadar meselesi varken af niçin siyasilerin gündemine gelir? Sonra affın kime ne faydası var? Bugüne kadar çıkarılan hangi bir af yasası, sorunumuzu çözmüş, yaramızı sarmıştır? Geçmiş af örneklerine bakılı

Çabuk Öğrenilen Bilgiler Çabuk Unutulur

Pazar günü bir veli toplantısına katıldım. Kısa bir tanışma faslından sonra sınıf rehber öğretmeni ders takip konusunda bir yıl boyunca yapılması gerekenleri açıkladı. Okulun rehber öğretmeni de 60 gün boyunca ders çalışmaya odaklanan bir öğrenci ders çalışmayı alışkanlık haline getireceğini, bunun için ilk 60 günün önemli olduğunu, şayet bunu başarırsa düzenli ders çalışmayı bırakamayacağını söyledi. Dilek ve temenniler kısmında kendisinin de öğretmen olduğunu söyleyen bir veli söz aldı: “Öğretmenlerin akıllı tahtayı fazla kullanmaması gerektiğini, öğretmen için bu materyal zaman kazanma, fazla soru çözme gibi kolaylıkları olsa da öğrenciler için ağırlıklı olarak kara tahtanın kullanılmasının daha iyi olacağını belirtti. Sınıf rehber öğretmeni de “Kendisinin de akıllı tahtayı sık kullandığını, aynı anda hem soru, hem de cevabı tahtaya yansıtabildiğini, şekillerle konuyu anlatabildiğini, dersi daha verimli işlediğini açıkladı. Toplantı biter bitmez “Öğretmenlerin akıllı tahtayı f

"Tanışma Etkinliği"

Sabah 09.00 ila 13.00 arası 10 gün sürecek "Terör vb. durumlardan etkilenmiş çocukların eğitimi" ile ilgili bir kursa isteğim dışında alındım. İstek dışı da olsa görev görevdir, zira emir demiri keser deyip saat 09.00'da çok amaçlı salonda yerimizi aldık. Benimle beraber 25 kadar kişiyiz. İçimizde 27 yaşından 60 yaşına kadar kursiyer var.  09.00'u 10 geçe sahneye biri çıktı. Hocamız bu olsa gerek dedik. Bize "Arkadaşlar! Salonda adım atmadığınız yer kalmayacak, kalkıp her yeri dolaşacaksınız" dedi. Ne oluyor dercesine birbirimizin yüzüne baktık. Birkaç kişi hapishanedeki mahkûmların  volta attığı gibi gidip gelmeye başladı. Ama birkaç kişiyle olmazdı hocamıza göre. Yerinde oturanları da kaldırttı ve yürüttü. Mesleğinin duayeni bilge bir kişiyi oturduğu yerden kaldırmak için azim-gayret ve inatla uğraştı hocamız. İkisi de direndi: Biri kaldırmak, öbürü de kalkmamak için. Sonunda kazanan Bilge Babaanne oldu ama isminin alınmasına mani olamadı. Çünkü hoc

Okuldan İlk Hafta İzlenimlerim

Beşinci sınıf bir öğrencinin saçları dikkatimi çekti. Saçları ikiye ayrılmış. Biraz da kıvırcık saçlı. Saçının büyüklüğünden kafanın büyüklüğü iki katına çıkmış. "Vah zavallı! Bu büyük kafayı nasıl taşıyor, zorlanıyor olmalı dedim içimden. Yanına varıp adını sordum. Aramızda şu konuşma geçti: --Çocuğum! Büyük saç sana yakışmış. Ama bu saçın bakımı zor olur. Kışın kolay kolay kurutamazsın. Kış bastırmadan saçını kestirmende fayda var. Islak saçla çıkınca hastalanabilirsin. Saçlarını çabuk dökersin. Sana kısa saç da güzel yakışır. Kestirmeyi düşünmez misin? Bu şekil büyük saça ailen bir şey demiyor mu? --Babam kestir, annemse kestirme diyor. --Baban ne iş yapıyor? --Babam asker! (İçimden askere her türlü emir veren ve emri ikiletilmeyen askerin evde sözü geçmiyor dedim. Kadınların her yerde sözü geçiyor.) *** Yine beşinci sınıf bir sınıfa girdim. İlk derste hangi konuları göreceğimizden bahsettim. Ardından yıl boyunca karşılaşacağımız kısaltmaları gösterdim. Kısa

1379 Yıllık Yas ***

Hicri takvime göre muharrem ayının 10.günü Müslümanlarca Aşure günü adıyla değişik etkinliklerle anılır. Çoğu ev, adını bugünden alan aşure yemeği yaparak komşularına dağıtır, arta kalanı eş ve dostuyla yer. 9.10.ve 11.gün oruç tutmak tavsiye edildiği için çoğu kimse bugünleri oruçlu geçirir. Evlerde annelerimiz tarafından yapılan aşure çorbası son yıllarda çarşı, pazara da sıçradı. Kurum, kuruluşlar, firmalar, okullar aşure pişirmek suretiyle bu geleneği devam ettirmektedir. Muharremin 10.günü yani aşure günü Şiiler pişirilen aşurenin yanında bugünü matem havası içerisinde anmaktadır. Daha doğrusu matem havası falan değil, düpedüz yas tutuyorlar bugün. Çünkü Aşure günü aynı zamanda Kerbela günüdür. Peygamberimizin torunu Hz Hüseyin Muharrem'in 10.günü Kerbela'da Yezid'in askerleri tarafından 72 yakını ile birlikte hunharca katledilmiştir. Bundan dolayı Şiiler Hz Hüseyin ve yanındakilerin çektiği acıyı aynen çekmek amacıyla Muharrem'in 10.günü yas tutuyorlar. Mi

Bir Askerin Gösterdiği Hassasiyeti Maalesef Bu İmam Gösterememiştir *

1990’lı yıllarda Nizip müftüsü olarak görev yapan Ahmet YILMAZ adında bir müftümüz vardı. Çalıştığım okulda ihtiyaç olduğundan Arapça-tefsir gibi derslere girerdi bazı günler. Bir gün bir anısını anlattı. Önce bu anıyı anlatacağım size. Sonra sadede geleceğim. Suriyeli askeri yetkililerle bizim askeri erkân Suriye’de bir görüşme yapması gerekir. Tercümanlık yapması için yanlarında Ahmet Bey’i de götürürler. Yapılan ikili görüşmenin ardından yemek yenecektir. Suriyeli garsonlar masaları donatmaya başlar. Masalara içki de koyarlar. Müftü ile garsonlar arasında bir konuşma geçer. Daha doğrusu tartışma olur. Bizim askeri yetkili, “Ne oluyor Müftü Bey” diye sorar. Ahmet Bey, “Masaya içki koydular, kaldırın dedim. Olmaz dediler. Bunu konuşuyorduk” deyince bizim subay, “Kaldırsınlar tabi! Müftünün yanında içki içilir mi” der ve içkiler masalardan kaldırılır. İçki sadece müftünün yanında değil, hiçbir yerde içilmemesi lazım. Ama bizim subayın hassasiyetini takdir ettim. İçki içe

Eğitim ve Öğretimimiz Bir Kıpırdasın İsteniyorsa... **

Velisinden öğrencisine, öğretmeninden müdürüne, milli eğitimin taşra teşkilatından merkez teşkilatına, muhalefetinden iktidarına, esnafından eğitimle hiç alakası olmayan kesimlere varıncaya kadar bu ülkede eğitim ve öğretimimizden memnun olan yok. Hepimizi şu ya da bu şekilde ilgilendiren veya etkileyen maarifimizden herkes şikayetçi. İlgili-ilgisiz herkes eğitim ve öğretimin içinde bulunduğu durumu eleştirirken taraflardan kimse kendi üzerine toz kondurmuyor. Kenara çekilip veryansın etmeyi iyi beceriyoruz. Yani kendimizi temize çıkararak başkasına atış yapıyoruz. Hiç iyi yönü yok mu günümüz eğitim ve öğretiminin denirse deve gibi olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. İşin garibi maarif davamıza olumsuz bakmanın da ötesine geçtik. Karamsarız artık. Zira umutlarımız tükendi iyice. Ne yapacağız bu durumda? Bu işin altından nasıl kalkacağız? Eğitim ve öğretimin içindeki ve dışındaki iç ve dış paydaşların mevcut maarifimize bakış açılarını değiştirmedikleri müddetçe, taraflar “Acaba

Öğlencilikten Dert Yanmamak Lazımmış!

Milli Eğitim Bakanlığının hayata geçirmek isteyip de bir türlü uygulamaya koyamadığı hedeflerinden birisi de öğretim şeklidir. Bazı yerlerde normal öğretim yapılmaya geçilse de nüfusun kalabalık olduğu illerin çoğunda halen sabahçılık ve öğrencilik şeklinde öğretim yapılıyor.  Öğrencinin kalabalık olduğu bir muhitte görev yapıyorsanız ya sabahçısın, ya da öğlenci. Normal olmayan bu iki devrenin avantaj ve dezavantajları var. Sabah erken kalkma var. Sabahın köründe okulun yolunu tutacaksın. Moralin bozulsa da öğle olunca keyfin yerine geliyor. İşin gücün varsa halledebiliyorsun. Öğlenci isen sabah erken kalkma derdin olmayınca gece yatmıyor, sabah da kalkmıyorsun. Yatıyorsun epey. Kalkıyorsun, dersinin başlama vakti öğleyi beklemeye koyuluyorsun. Oturup kalkıp saate bakıyorsun. Vakit bir türlü geçmiyor. Otururken avarelikten yoruluyorsun. Nihayet vakit geliyor, okulun yolunu tutuyorsun. Sen merdivenleri tırmanırken dersini bitiren öğretmenlerin merdivenden inişini görünce "Sen

Hizmetli ve Memurlardan Mürettep Bir Tören

2008 veya 2009 yılları olsa gerek. Okul müdürüyüm. Günlük Konya’dan gidiş-geliş yapıyorum. Tüm Türkiye’de olduğu gibi çalıştığım ilçede de çelenk töreni var.   Yönetmelikte yeri var mı bilmiyorum ama protokolde yerimiz olmasa da tüm çelenk törenlerine katılımımız zorunlu. Hele bir de küçük bir ilçede görev yapıyorsanız törene gelmeniz farz gibi bir şey. Bazı çelenk törenlerinde hiç görevimiz olmamasına rağmen dolgu malzemesi görevi görür okul müdürleri.  Birlikte gidiş geliş yaptığımız arkadaşların her biri, kimi çelenk törenine gelemeyeceğiz diye kimi resmi, kimi gayri resmi izin aldı. Ben de izin alma yoluna gidersem olmaz, şık olmaz. Bari ben geleyim dedim. İsteksiz de olsa geleceğim ama nasıl? Çünkü normal bir günde değil törenimiz: Pazar günü. Hafta içi olsa problem değil. Ekiple birlikte altımızda özel araba 50 km’lik mesafeyi tek vasıtayla birden alırız. Neyse niyete aldım Pazar günü aktarmalı da olsa katılacağım törene. En az üç aktarma yapacağım. Pazar günü herkes ev

Kamuda Tasarruf Hemen ve Her Zaman! ***

TL’nin dolar karşısında aşırı değer kaybetmesinin ardından her türlü ürüne orantısız zam geldi. Girdi maliyetleri artan da zam yaptı, artmayan da. Kimi zorunlu fiyat ayarlaması yaparken kimi de fırsat bu fırsat deyip fırsatçılığını konuşturdu. Piyasa yapılan bu zamlarla kalır mı? Temenni ederim ki bu şekilde kalsın, hatta düşsün. Ama ürünlerin fiyatlarının daha da artacağı şeklinde bir kanaatim var. Orta ve dar gelirli bu zamların altından nasıl kalkar, evin bütçesini nasıl çevirir bilemem. Gördüğüm bizi iyi günler beklemiyor. Hâlbuki 8-10 yıldır ürünlerin fiyatları artmamış, cebimiz para görmüş, alım gücümüz artmıştı. Paramız değerli olunca yeni ihtiyaçlar belirlemiştik kendimize. Öylesine almaya alışmıştık ki almazsak olmaz noktasına gelmiştik. Ekonomimizin kırılganlığına dış saldırı da eklenince piyasa birden allak bullak oldu. Olan oldu artık. Bundan sonra ne yapabiliriz? Zira ölümden başka her şeye çare bulunur. İlk aklıma gelen kemerleri sıkmak… Zaruri ihtiyaçların dışı