Ana içeriğe atla

"Elimi Bırakma!"


Tv'lerde yayımlanan dizilere pek bakmam. Geçmişte Yaprak Dökümü, Karadayı gibi dizilere baktım, bağımlılık yaptı. Saatlerce televizyonun karşısında oyaladı beni. Bir daha mı asla dizi izlemeyeceğim dedim. Kaç yıldır da izlemiyorum. Ama şimdi bir dizim var artık. 

Bir pazar günü o değilden kanal değiştirirken elim yorulmuş olmalı ki TRT1'de takılıp kaldım. Eski bir bölümmüş. Az bakınca beni kendine çekti. Akşamında da yeni bölümü varmış. Pazar akşamı ekranın başına oturdum. Gece 12.00'ye kadar süren bir dizi. Adı da Elimi Bırakma. O mu bırakmıyor, ben mi? Belki ekran ve ben birlikte birbirimizi tutuyoruz.

Dizide başrolde ABD'de eğitim almış iki kişinin serüveni işleniyor. Kızımız ABD'de aşçılık eğitimi almış, Türkiye'de aşçılık üzerine iş aramakla meşgul. Ne varsa bu Amerika'da? Bir defa ABD yemek kültürüyle bizim yemek kültürümüz uyuşmaz ama akşam sabah ABD ile yatıp kalktığımızdan mıdır kızımızı aşçılık eğitimi için Amerika'ya göndermiş senaristimiz. Gaziantep'e gönderseydi daha iyi olurdu. Hâsılı dizinin kurgusunun başında bir sakatlık var ama dizi dizidir. İzlemeye başlamışsan bağımlılık yaptığından -mantıksız da olsa- izlemeye devam ediyorsun. Ben böyle diyorum ama sakın ola siz dizi falan izlemeyin.

Dizide başrolde bulunan Azra, onun üvey kardeşi, bakıcıları, Cenk, babaanne Feride, bir de Cenk'in arkadaşı dışında herkes bir hesap ve kitap içinde. Yüze gülüp arkadan iş çeviren cinsten. 

Dizinin kurgusunda bir mantık hatası olmakla beraber alacağımız dersler olduğunu düşünüyorum. Dizi farklı bir sektörü işliyor. Yemek sektörünün başında da ipleri elinde bulunduran aynı zamanda hayırsever olan Feride Hanım var. Yürüttüğü grubu daha ileriye taşıyacağına inandığı torunu Cenk'i hazırlamaya, pişirmeye çalışıyor. Torun ABD'de okuduğu okulu yarım bıraksa da şirketin başına geçmeliydi. Torun şirketin tepesinde idari bir görev beklerken babaanne ona mutfakta bulaşık yıkama görevi veriyor. Çünkü babaanneye göre şirketi yürütecek ve büyütecek kişinin kıymet bilmesi için her alanda çalışmalıydı. Başta torun Cenk olmak üzere herkes bu durumu garipsedi. Koskoca Çelen Grubunun varisi mutfakta çalışır mıydı? Bana da garip geldi bu durum. Çünkü torun grubun en tepesinde emreden olmalıydı. Emir alan değil. Çünkü gündelik hayatta ve filmlerimizde bugüne kadar hep öyle gördük.

Diziden benim anladığım bir numara olması için Feride Hanım torununu pişirmeye çalışıyor. İlginç gelen bu çaba aslında hayatın her alanında olması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü pişmeyen insan ham olur, başarılı olamadığı gibi yüz de ağartmaz. Herhangi bir diziyi ve bu diziyi izlemenizi tavsiye etmiyorum ama özellikle ahbap-çavuş ilişkisi çerçevesinde özellikle kamuda eşe-dosta makam veren/makam dağıtan siyasilerimizin bu diziyi iyi izlemesinde fayda var. Çünkü bir siyasi bir makama getireceği yakınını alt kademelerde pişirmeden ederinden daha yüksek bir makama paraşütle getirirse geldiği yerin kerametini kendinden bilen yakını o siyasinin altını oyar. Kamuda bunun örnekleri çoktur. Şimdi size bir ilimizde meydana gelmiş ibretlik bir makam sahibinden bahsedeceğim: 

Kendisi milletvekili seçildikten sonra nüfuzunu kullanarak yaptığı işlerden biri ağabeyini(veya kardeşini) bir ilde şube müdürü olarak görev verdirtir. Çok iş bilen biri olmasa da arkasında vekil var. Birkaç yıl şube müdürlüğü yapar. Aynı zamanda bu şube müdürümüz mahallindeki bir gazetede köşe yazıları yazmaya başlar.  Yerine kadrolu şube müdürü gelince vekil kardeşi boşta kalır mı? Kendisine valiliğe bağlı başka bir müdürlük verilir. Deruhte ettiği işi nasıl yaptı bilinmez ama burada da birkaç yıl çalışır. Hakkında evli bir kadına taciz isnadı ile ilgili savcılık ifadesi bir kısım mahalli basının internet gazetelerinde yer alır. Ardından gazetelerdeki suç isnadı birden kaldırılır. Yani sumen altı edilir. Sonra ulusal basın bu olaya el atar. Mızrak çuvala sığmayınca kardeş müdürle ilgili savcılık inceleme başlatır ve ilgili kişi dilekçe vererek emekli olur. Dava kapatıldı mı devam mı ediyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, arkasında dağ gibi vekil ağabeyi olan müdür, uçkur davasına koltuğundan olur. Yani kendisiyle birlikte vekil ağabeyi de vekillikten eder. Üzerlerinde de koca ve silinmez bir leke kalır.

Olan oldu. Önemli olan bundan sonra böyle menfur olayların olmaması için bu ibretlik olayı kısaca anlattım. Keşke vekil kardeş, kardeşinin elinden tutmadan önce dizide Feride Hanımın yaptığı gibi kardeşini bir güzel test etmiş ve kardeşi geldiği yere bileğinin hakkıyla getirtmiş olsaydı inanın bugün kendisinin vekilliği devam eder, kardeşi de daha yüksek koltuklarda olurdu. Maalesef beklemeye tahammülümüz yok.  Gözümüzü hırs bürümüş. İllaki su akarken testiyi doldurmamız gerekiyor.

Tekrar diziye gelelim. Aslında dizide işlenen bir yerde iyice pişme, elemanı test etme bizim kültürümüzde usta-çırak ilişkisinde var. Şimdilerde piyasada çırak olmayınca bu usulü unuttuk sanırım. Bizde usta-çırak ilişkisi ustanın ilk başta çırağı test etmesiyle başlar. Usta o değilden yere para atar. Bakalım çırak süpürürken usta yerde para buldum diye getirecek mi diye. Çırak parayı getirirse tamam bundan çırak olur der. Çırak parayı cebine atarsa günün akşamında "Yavrum babana selam söyle bizim elemana ihtiyacımız yok. Baban sana başka bir yerden iş bulsun der, çıkışını verir. 

Biz şimdi ne yapıyoruz? Hiç test etmeden akraba diye boyundan büyük makamlar veriyoruz. O da bilinçaltında olanı koltuk gücüne dayanarak uygulamaya kalkıyor. Zaten başkası da beklenmez.

O zaman "Elimi Bırakma" dizisini izlemeye devam. Özellikle torpil yapmak isteyenlere  şiddetle tavsiye ederim.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde