Ana içeriğe atla

"Dilin kemiği yok" nereden doğdu?

Böyle bir sayfaya ihtiyaç var mıydı? Ya da niye ihtiyaç duyuldu? Nereden doğdu?

2009 yılında bir lisede görev yaparken bir face furyasıdır gidiyor. Öğrencinin biri geliyor, diğeri çıkıyor: "Hocam bana facede falan şunu yazmış, bunu yazmış” diye. Bazen de kavgalara, atışmalara sebebiyet veriyordu.  Bu nedir ne değildir diye bilişim formatörüme sordum: “Sanal alemde yazışma ve paylaşımların yapıldığı, uzun süre vaktin harcandığı yer” diye  bahsetti. İsminden de hiç haz almamıştım bu Facebook'un zaten. Çoğu zaman da yazıldığı gibi okudum.

Öğrencileri bu alemden uzak tutmak, derslerine yoğunlaşmalarını sağlamak amacıyla zaman zaman tören esnasında zararlarından bahsederdim.

O liseden ayrıldıktan sonra bir topluluk ile otururken "Eski arkadaşlarıma ulaştım Facebook vasıtasıyla" şeklinde konuşmalarına şahit oldum. Bir gün nedir diyerekten bu alemden bir adres aldım. Neyi, nasıl yapacağımı bilmeden zaman zaman girip çıkıyordum evdeki masaüstü bilgisayarımdan. Karşı olduğum yerin bir üyesi de ben olmuştum artık. İnsanın ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş denir ya. Benimki de öyle oldu. Ne de olsa bir faniyim.

2014 yılında  çocuğuma bir tablet aldım. Çocuğum zaman zaman "Baba, al biraz da sen bak" der, kabul etmezdim; “Ben bu dokunmatiklerden anlamam, benimki basmatik olacak” derdim. Çocuk gösterdi şöyle yapacaksın diye. Oturduğum yerden bazı köşe yazılarını okumaya başladım. Buradan faceye girmeye de başladım.

Tableti kullanmaya aşina oldukça kendime güvenim geldi. Gündeme dair duygu ve düşüncelerimi yavaştan çalakalem yazmaya başladım. Yazdığımı paylaşmaya başladım imla kurallarına dikkat etmeden. Zaten imlaya dikkat etmem mümkün değildi, küçücük tabletten sayfanın başını sonunu göremiyordum.

Bir zaman sonra cep telefonumu değiştirmem gerekti. Bu sefer akıllısını aldım, tablet kadar büyük olmasa da. Toplu ulaşım araçlarında iş gereği geliş-gidiş yaparken telefonun not defterine yazıp paylaşmaya başladım. Artık yazdıklarımın dozu iyice artmıştı. Evde çay içerken de telefon yanımdaydı artık. Aklıma geleni yazıp paylaşıyordum.

Bir gün sabah okula geldim Kasım 2015'in sonları. Bilişim öğretmenim yanıma geldi. "Hocam bir web sayfası kuralım, senin bu yazılarını oraya aktaralım istersen" dedi. "Gerek var mı hocam, sonra kim okur" dedim. "Hocam okunmasa da tüm yazılarınızı bu sayfada toplarız" dedi. Yazıların web sayfasında toplanmasına karar verdik. "Adı ne olsun?" dedi. Ağzımdan gayri ihtiyari "Dilin kemiği yok" olsun dedim. Adı da bu şekilde çıkmış oldu. Öğretmenimiz hemen gidip adresi aldı. 1,5 yıl kadar geriye doğru benim Facebook'taki paylaşımları kopyalayarak ‘blog’umuza aktardı.

Önceki yazdıklarım ne kadar onu bilmiyorum. Sonraki yazdıklarımı da ona gönderip yayımlanmasını sağladı. Bir gün kendisine "Hocam, seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Bu yazılar sayfada nasıl yayımlanıyor gösterir misin" dedim. Onu da gösterdi. Şimdi kendim yazıp yayımlıyorum. Sayfamızdaki yazıların bir kısmı facede yazdıklarımın  ‘blog’a aktarılmasından ibarettir. Tüm yazdıklarımı bu sayfamda topluyorum. Blog, benim için bir arşiv niteliğinde.

Yazılarımdan bir kısmı; haftada üç gün  "anadoludabugun.com.tr" ve Anadolu'da Bugün gazetesinde, haftada bir gün "kahtasoz.com" web sayfasında, belirli aralıklarla "ladik.biz" sitesinde yayımlanmaktadır.

Yazılarımı yazarken  kimseyi üzme, herkese şirin görünme gibi bir düşüncem hiç olmadı. Kendimce dert edindiklerimi kendi küçük penceremden aktarmaktır derdim. Yazdıklarımın doğru olduğu iddiasında hiç değilim. Sayfam ve yazılarımla ilgili görüş, öneri ve yorumlarınız benim cahil cesaretimi artıracaktır.

Sayfamı ve yazılarımı takip edenler imla ve yazım hatalarını hemen fark edebilirler. Bunun sebebi de tablet ve cep telefonu marifetiyle çabucak yazılarak face'ye aktarılmasından dolayıdır. Sayfamdan sonra yeni gönderdiğim yazılarımda imla kurallarına daha dikkat etmeye çalışıyorum. Ne kadar dikkat edersem edeyim Türkçe imla kurallarının içinden çıkmak gerçekten mümkün değil. 

Bu vesileyle yazım ve imla kurallarından dolayı eksikliklerimiz için takipçilerimizin affına sığınırım. Bu vesileyle bana cesaret verip yol gösteren “dilinkemigiyok.blogspot.com” adresini açıveren ve yazılarımı aktaran Bilişim Teknolojileri Öğretmeni Sayın Mustafa YILDIRIM’a çok teşekkür ederim. 07/02/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde