Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Ey İman Edenler! İman Ediniz…" *

Nisa süresi 136.ayette Allah: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine ve peygambere indirdiğine ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Her kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse apaçık bir sapıklık içerisindedir" buyurmaktadır. Ayeti diğer ayetlerden ayıran ve dikkat çeken yönü,  Allah'ın iman eden müminlere iman edin demesidir. Müfessirler bu ayetten ne anladıklarını tefsirlerinde açıklamışlardır. Müfessir değilim. Yarım mürekkep yalamış biriyim. Okudukça beni etkileyen bu ayet üzerine kalem oynatmaya çalışacağım. Allah bu ayette iman edenleri yeniden imana çağırıyor. Buradaki iman edenlerden kasıt içinden inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünenler olsa gerek. Yani Allah münafıklardan bahsediyor. Münafık kime denir? İçi, dışı bir olmayan. Müslüman mahallesinde Müslüman görünen kişilerdir bunlar. Müslüman’mış gibi görünüp kafirlerle iş tutanlardır. Pirincin içindeki beyaz taştır bunlar. Yerken ayırt edemez

"Atıyorum" *

Son yıllarda çocuğumuzun, gencimizin ve orta yaşlı insanımızın dilinden düşürmediği tek kelimelik bir söz var: “Atıyorum.” Bu kelime neredeyse moda oldu. Elbisenin modası olur da kelimelerin modası olmaz mı? Önüne gelen kullanıyor bu kelimeyi şimdi.  Çoğu kimseden duya duya kanıksadığım "atıyorum" kelimesini ilk duyduğumda ne atacak acaba? Atma, ne olur diyesim gelirdi. Bugün bu kelimeye alışsam da hala kulağımı tırmalıyor. Nedense bu kelimeye alışamadım gitti.  Hepiniz bilirsiniz bu sözün anlamını. Çünkü benim duyduğum gibi siz de çokça duymuşsunuzdur. Yine de sevmediğim bu kelime ne anlama geliyor? Önce onu açıklayayım. Atıyorum: "Gerçek değil ama örnek olsun diye söylüyorum" anlamına geliyormuş. TDK bu sözü argo olarak kabul etmiş ve "Varsayımlı örnek veriyorum" anlamında kullanılan bir söz demiş. Anlayacağınız düne gelinceye kadar atıyorum yerine "Mesela...misal vermek istiyorum...örnek...örneğin...faraza...farzı muhal...farz edelim

Çocuklarına Saçını Süpürge Eden Anneler

TRT1 kanalında gündüz kuşağında yayımlanan "Aileler Yarışıyor" diye bir program var.  Genelde ailelerden oluşan iki grup yarıştırılıyor programda. Yüz kişiye sorulan sorulardan en popüler cevapları bulmaya çalışıyor aileler. Güldüren ve eğlendiren bu programı, evde olduğum zamanlarda denk gelirse izlerim. İzlediğim bir bölümde sunucu "Yüz kişiye su iç dedikleri bir durumu sorduk, altı popüler cevap aldık" dedi. Düğmeye ilk basan gruptan cevaplar alınmaya başlandı. Burada niyetim bu programı anlatmak değil, verilen bir cevabı irdelemek ve sonucunda da bir yere varmak istiyorum. Yanında annesi olan 20-25 yaşlarındaki kız çocuğu "Susadığım zaman anneme susadım derim. Annem de su iç, der ve bana su getirir, dedi. Ardından annesi söz alarak kızının verdiği bu cevabı açıklamaya çalıştı: Kızım su ister, ben de kalkar su veririm" dedi. Nasıl, cevabı ve açıklamayı beğendiniz mi? Eğer beğendi iseniz benzerini çokça yaşadığımız durumu iyice özümsemişiz demek

Halit b. Velit *

Halit b. Velit, "Zalimden alim, alimden zalim doğar" misali İslam'ın ve peygamberimizin azılı düşmanlarından olan Velid b. Muğire'nin oğludur. Uhud Savaşında Müslümanlara kök söktüren bir komutandır. Hudeybiye Anlaşmasının ardından Müslüman olmuş ve komutanı olduğu yüzden fazla savaştan yenilgi almamış belki de tarihte tek şahsiyettir. Savaşlarda aldığı kılıç darbelerine rağmen şehitlik mertebesine ulaşamamış ve yatağında vefat etmiştir. Peygamberimizin Seyfullah (Allah'ın kılıcı) unvanı verdiği bir sahabidir.  Peygamberimiz, Hz Ebu Bekir ve Hz  Ömer zamanında başkomutanlık yapan bu önemli şahsiyeti Hz Ömer, Yermük Savaşında başkomutanlıktan azleder. Buna rağmen Halit, küsüp kırılıp bir kenara çekilmez. Savaşlarda bir nefer olarak vazifesini yapmaya devam eder. Girdiği her savaşı kazanan, başarılı bir komutanı Hz Ömer, niçin görevden almıştır? Düşündürücü değil mi? Halit savaşta başarısız mı oldu? Hayır. Sert kişiliği, bazı kişilere bağışta bulunması ve bütü

Seçimden Geçime *

2015-2019 zaman diliminde 2015'de iki, 2017, 2018, 2019'da birer olmak üzere dört yılda dört seçim yapmışız. 2015'de iki seçim yapınca 2016'da seçim yapma ihtiyacı hissetmemişiz. 2016 yılını da menfur darbe teşebbüsüyle uğraşarak geçirdik. Yıllara bakınca her yıl bir sandık önümüze konmuş. Sandık deyip de geçmeyelim. Tüm mesele bir pazar günü seçmenin önüne sandık koymaktan ibaret değil. Bir seçim ortalama ülkenin altı ayına mal olmaktadır. Bu demektir ki dört yılın iki tam yılını seçimle geçirmişiz. Bu kadar seçimle ülke iyi ayakta kalmış ve batmamış. Kırılgan bir ekonomiye rağmen bu kadar seçimin altından kalkabilmişiz. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin ardından şükür ki önümüzdeki 4,5 yıl boyunca seçim yok. Bu demektir ki seçimden fırsat bulup geçimi düşüneceğiz artık. Geçimi düşünsek ve bunu ciddiye alsak iyi olacak. Çünkü ekonomik veriler tehlike sinyalleri veriyor. Ne borsa belini doğrultabildi ne döviz yerinde duruyor ne de faizler iniyor. Enflasyon çift

Seçimlerin Maliyeti ***

Türkiye 2002-2019 arasında 2002, 2007, 2011, 2015, 2015, 2018 yıllarında olmak üzere 6 genel seçim; 2007, 2010 ve 2017 yıllarında 3 referandum; 2004, 2009, 2014, 2019 yıllarında 4 yerel seçim olmak üzere 17 yılda toplam  14 seçim yapmış. Aşağı yukarı bu ülke 14 ayda bir seçime gitmiş. Bu demektir ki ortalama yılda bir seçim yapmışız. Bu zaman diliminde 2003, 2005, 2008, 2012, 2013, 2016 yıllarında seçmenin önüne sandık konmamış. Bu yılları telafi etmek istercesine bazı yıllarda seçmenin önüne iki defa sandık konmuştur. Ne var bunda, seçim olacak elbet! Demokrasinin gereği budur demeyin sakın. Seçimlerin yapılmasına bir diyeceğim yok. Burada garip olan yılda bir seçimin yapılması… Seçim demek ne demektir biliyor musunuz? *Maliyet ve masraf: Partilere yapılan hazine yardımları, oy pusulası, zarf vb. kağıt harcamaları, seçmen kütüklerinin yenilenmesi, seçimde görev alanlara ödenen paralar, kabin ve sandık temini vs hepsinin birer maliyeti var. *Hükümetin radikal karar alama

Bir İstikrar Abidesi

—Efendim, kendinizi tanıtır mısınız? —Bir partinin genel başkanıyım. —Kaç yıldır bu partinin başındasınız? —9 yıldır. —Kaç seçime girdin bu süreçte? —9 —Kaçını kazandın? —Hiçbirini. —Ciddi olamazsın, şaka yapıyor olmalısın. —Hayır efendim! Hepsini kaybettim. —Girdiğin tüm seçimleri kaybettin, hala partinin başındasın. —Seçimleri kaybediyorum ama partimde hep ben kazanıyorum. —Nasıl? —Genel başkan olduğumdan itibaren olağan ve olağanüstü olmak üzere 6 mı, 7 mi kongre yaptım. Hepsinden de delegenin teveccühüyle yüzümün akıyla çıktım. Hasılı seçimlerde hep kaybeden bir istikrar abidesi olurken parti kongrelerinde hep kazanan ben oldum. —Siyasi partinin amacı kazanmak ve iktidar olmaktır. Hiç seçim kazanmamanıza rağmen nasıl beceriyorsunuz bunu? —İnce işler bunlar. Nasıl olduğunu söyleyemem. Meslek sırrı. Bu işler, ince soyadını taşımakla olmuyor.  —Delegeniz neye binaen size oy veriyor? —Delegemiz istikrara oy veriyor. —Hep kaybettiğinizden bahsediyors

Partilerimizi İsimleriyle Analiz

Bu yazımda siyasi arenamızda boy gösteren siyasi partilerimizi isimleri üzerinden analiz etmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim bu analizim nesnel bir değerlendirme değil, tamamen özneldir.  Niyetim partileri temize çıkarmak ve yerin dibine geçirmek değil. Katılır veya katılmazsınız, bunlar benim doğruluğundan emin olmadığım şahsi görüşüm.  AK Parti. Açılımı= Adalet ve Kalkınma Partisi: Partinin hakkı teslim ve adaleti tesis  etmede sorunları var. Her şeyden önce kendisinin adalete ihtiyacı vardır. Türkiye'nin adalet sıralamasındaki sonlardaki yerini göz önüne aldığımızda bu durumu daha iyi anlarız. Hukukun Üstünlüğü Endeksine göre Türkiye 113 ülke içerisinde 101.sırada. Kalkınmaya gelince alt yapı, ulaşım ve inşaat sektöründe ülkeyi kalkındırdı. Son iki-üç yıla gelinceye kadar ekonomiyi iyi döndürdü, enflasyonla mücadelede başarılı oldu. Ama bu durumu sürdüremedi. Paramızı döviz karşısında koruyamıyor, ekonomiyi borçla döndürmeye çalışıyor. Sonuç olarak ülkeyi ekonomik yönden

Şimdi Yaraları Sarma Zamanı! *

2018’in tamamını, 2019’un ilk çeyreğini seçim ve seçim atmosferiyle geçirdik. Seçim kararı, ittifak çalışmaları, aday belirlemenin ardından siyasi partilerimiz meydanlara indi. Neredeyse evlerinin yüzünü görmediler. Gündüz meydanlarda, akşam ekranlarda boy gösterdiler. Seçim çalışması boyunca siyasi parti liderlerimiz birbirlerini döküp kırdılar. Kazanmak için her şeyi mubah gördüler. Halkı kutuplaştırmaktan geri durmadılar. Kendi yapacaklarını anlatacakları yerde genelde rakip gördüklerini kötüleyen bir seçim stratejisi izlediler. Seçim değildi yaptıkları, silahsız bir savaştı. Hakaret ve ithamlar eksik olmadı bu seçim sürecinde. Sanki bir daha karşı karşıya gelmeyecek gibi birbirlerine saldırdılar. Güzel bir görüntü vermediler. Birbirlerine takındıkları tavır ve konuşma üslupları hoş değildi. Bir kez daha gerilimi yüksek bir oyun sahneye kondu. Adaylar ve aktörler birbirlerini taklit edercesine rollerini güzelce oynadılar. Ve film bitti. Çünkü sandık göründü. Seçmen

Asıl Şimdi Yandık! ***

24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra partilerimiz, 2019 Martındaki mahalli seçimlere yoğunlaşmış; hummalı bir çalışma içerisine girmişlerdi. İttifaklarla girilen bu seçimde siyasilerimiz son sözü söyledi. Şimdi sıra seçmende. Pazar günü seçmen son sözünü söyleyecek. Pazar akşamından itibaren kimi üzülecek, kimi de sevinecek. Yetkili, yetkisiz herkes seçim sonuçları üzerinden analizler yapacak. Niçin kaybettiklerini, niye kazanamadıklarını sorgulayacaklar. Nasıl kazandıklarının sevincini yaşayacaklar. Akşamından itibaren yorumcular "Seçmen bu sonuçlarla ne demek istedi, bize ne mesajı verdi" sorusunu sorarak seçmenin verdiği oyu okumaya çalışacaklar. Sonra? Seçim sonuçlarını analiz etmeye bir müddet daha devam ederiz.  Ya sonra? Sonra ne yapacağız? Daha doğrusu ne konuşacağız? Ufukta yeni bir seçim yok ki o seçim hakkında konuşmaya başlasak... Herhangi bir gelişme olmazsa önümüze 4,5 yıl boyunca bir daha sandık konmayacak. 4,5 yıl deyip de geçmeyin.

Dünya Trump’ın Çiftliği mi? ***

Yazımın başlığında çiftlikten bahsettim. Çünkü ABD Başkanı Trump, dünyayı çiftlik gibi yönetiyor. İsterseniz önce çiftlik kelimesinin anlamına bakalım. Çiftlik, TDK’ya göre “ Üzerinde tarım yapılan, hayvan yetiştirilen ve çalışanların oturması, türlü işlerin görülmesi için yapılar bulunan geniş topraktır. Argo da ise çiftlik “Karşılıksız yararlanılan, emek ve para vermeksizin geçinilen yer, çıkar sağlanan yer” anlamına geliyor. Çiftliğin hangi tanımı Trump’ın ilgi alanına girer? Tabii ki argodaki anlamı… Çünkü Trump’ın normal ile işi olmaz. Onun yaptığı her iş en hafifinden argo. Yani kendisine yakışanı yapmış. İsrail’in 1967’de işgal ettiği Suriye toprağı olan Golan Tepelerini Trump, “ Ülkesinin İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıdığını ilan eden deklarasyonu imzaladı.”   Bir kovboydan da bu beklenir. Gerçi bir gayrimenkul uzmanından bu tür arazileri parayla satması beklenir ama mevzubahis olan İsrail olunca akan sular duruyor. Sanki miras dağıtıyor. Babas

Kişi Bir Yere Nasıl Geldiyse Öyle Gider

2014 yılında çıkarılan kanunla dört yıl okul yöneticiliği yapanlar yeni bir değerlendirmeye tabi tutuldular. Yapılan değerlendirmede tabir yerindeyse budandılar. Daha doğrusu kahir ekseriyeti başarısız bulunarak öğretmenliğe döndürüldü. Pek azı yöneticiliğine devam edebildi. Elenen yöneticilerin yerine sözlü mülakat yöntemiyle yeni yöneticiler iş başına getirildi. Bunu yapanlar da kimi, niçin elediklerini bilmeyecek kadar çiçeği burnunda yeni şube müdürü ve ilçe milli eğitim müdürleri idi. 2014 yılı milli eğitim müdürlerinin, milli eğitim müdür yardımcılarının, şube müdürlerinin, ki okul müdürlerinin ve okul müdür yardımcılarının yenilendiği bir dönem oldu. Mevcut milli eğitim müdürleri ve milli eğitim müdür yardımcıları "eğitim uzmanı" oldu. Yöneticiliği uzatılmayan okul müdür ve yardımcıları da öğretmenliğe döndü. Yeni atama ve görevden eleme süreci çok hoş olmasa da bu süreç maalesef yaşandı. Topyekûn bir bayrak değişimi yaşandı. Yeni yöneticilerin görevleri

Siyasetimiz Ümit Vermiyor

Siyasetin içinde değilim ama içinde olmasam da çok da uzağında olmadım.  Çünkü siyasete karşı merakım var. Türkiye gündemini özellikle siyasetimizi, hangi siyasinin ne dediğini uzaktan da olsa takip ettim. Kendi çapımda her vatandaş gibi siyasi değerlendirmeler yapmaya çalıştım.  Siyasetten ne zamana kadar uzak durmadım? 31 Mart mahalli seçimlerine kadar. Bu seçim sürecinde ne mi4tinge gittim ne TV açık oturumlarını izledim ne hangi adayın diğeri hakkında ne dediğini merak ettim ne aday ve parti liderlerinin konuşmalarını dinledim ne hangi şehri kim kazanır diye kafa yordum ne de partilerin seçim vaatleri beni heyecanlandırdı. Bu seçim sürecinde tam apolitik oldum desem yeridir. Bir şey kaybettim mi? Hayır. Pişman mıyım? Değilim. Mutlu muyum? Hem de nasıl! Apolitik olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim. Üstelik keyfime de diyecek yok. Bir zamanlar politik davranırken niçin apolitik oldum? Bir zamanlar siyaseti takip ederken her seçimin ülkeyi daha iyiye götüreceğini, ülkeyi düzl

Diyanet Ne Yapmak İstiyor? *

Diyanet İşleri tarafından merkezi olarak hazırlanan Cuma hutbelerinde görmek istediğim, İslam ve Müslümanları ilgilendiren her türlü konunun minberde ele alınmasıdır. Gönül ister ki her hafta ele alınan konu Müslümanlara yol çizsin, olaylara ne şekil bakmamız gerektiği konusunda İslam’ın görüşüne yer verilsin. Okunan hutbe bir hafta boyunca halk arasında gündem oluştursun. İslam’ın işlenmesi gereken o kadar konusu, Müslümanları ilgilendiren o kadar mesele varken nedense hutbelerimiz belli konular üzerine yoğunlaşmış, birbirinin tekrarı durumundadır. Ne demek istediğimi bazı tarihlerde okunan hutbelerden birer kesit sunarak açıklamak istiyorum.   “ Kur’an ve sünneti birbirinden ayırarak din istismarına kapı aralayanlara, şöhret ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olalım. Sünneti bugünlere taşıyan hadis külliyatımızın güvenilir olmadığını iddia eden bir zihniyete asla itibar etmeyelim. Sahih sünneti Peygamberimize ait olmayan sözler ve hurafelerle istismar edenlere k

Mülakatın Mucidinin Sevincine Diyecek Yoktur! *

Kamuya eleman alımında, idareci ve öğretmen seçiminde yazılı sınavlara ilaveten kriter olarak belirlenen sözlü mülakatın mucidi kimdir bilmiyorum. Ama iyi bir iş çıkardığı belli. İcadıyla ne kadar gurur duysa azdır. Çünkü ortaya koyduğu kriter kamuya eleman ve öğretmen alımında, yönetici seçiminde KPSS ve diğer yazılıların önünde belki de tek kriter bugün. Sözlü mülakatlara şartları tutup istekli olarak müracaat edenlerin arasından en az üç katı aday davet ediliyor.  Sırası gelen aday komisyonun huzuruna girerek üç beş dakika duruyor, kendisine daha önce hazırlanmış sorulardan kura ile kapalı bir zarf çektiriliyor. Adayın sorulan soruları bilip bilmemesi önemli değil. Tüm soruları bilse bile geçer puan alamayacağı gibi hiçbir soruya cevap vermediği halde yüksek puan alabiliyor. Çünkü bu sınavın kriteri komisyonun gözüne, gönlüne  ve daha önceden oluşturulan listeye girmektir. Mülakat sonuçları açıklanınca mülakata giren üç katı adaydan iki katı elenir, bir katı sevindirilir.