Ana içeriğe atla

Bir İstikrar Abidesi

—Efendim, kendinizi tanıtır mısınız?
—Bir partinin genel başkanıyım.
—Kaç yıldır bu partinin başındasınız?
—9 yıldır.
—Kaç seçime girdin bu süreçte?
—9
—Kaçını kazandın?
—Hiçbirini.
—Ciddi olamazsın, şaka yapıyor olmalısın.
—Hayır efendim! Hepsini kaybettim.
—Girdiğin tüm seçimleri kaybettin, hala partinin başındasın.
—Seçimleri kaybediyorum ama partimde hep ben kazanıyorum.
—Nasıl?
—Genel başkan olduğumdan itibaren olağan ve olağanüstü olmak üzere 6 mı, 7 mi kongre yaptım. Hepsinden de delegenin teveccühüyle yüzümün akıyla çıktım. Hasılı seçimlerde hep kaybeden bir istikrar abidesi olurken parti kongrelerinde hep kazanan ben oldum.
—Siyasi partinin amacı kazanmak ve iktidar olmaktır. Hiç seçim kazanmamanıza rağmen nasıl beceriyorsunuz bunu?
—İnce işler bunlar. Nasıl olduğunu söyleyemem. Meslek sırrı. Bu işler, ince soyadını taşımakla olmuyor. 
—Delegeniz neye binaen size oy veriyor?
—Delegemiz istikrara oy veriyor.
—Hep kaybettiğinizden bahsediyorsunuz. İstikrar bunun neresinde? 
—Demokraside bir kazanan olacak, bir de kaybeden. Biz kaybedeceğiz ki başkası kazanacak. Başka türlü demokrasi olmaz ki... Bizim payımıza hep kaybetmek düşüyor. Sonra ana muhalefet olmak da bir başarıdır. Seçmen bize hep denetim görevini veriyor. Biz de bu görevi ifa ediyoruz. Ayrıca tamamen başarısız olduğumuz söylenemez. Ben genel başkan seçildiğim andan itibaren Partimin oy oranını hiç düşürmedim. Üstelik oyumuz o kadar bereketli ki bazen bir parti seçime girdin diye vekil gönderiyoruz, bazen başka partiye oy veriyoruz. Buna rağmen oyumuz düşmüyor. Bu da istikrar abidesi olduğumuzu gösteriyor. 
—Durumunuzu istikrar olarak değerlendiriyorsunuz. Bu dediğinize kendiniz inanıyor musunuz?
—Elbette. Ben inanmadığımı söylemem. Ayrıca biz bir tecrübe birikiminin kalesiyiz. Biz girdiğimiz her seçimi kaybede kaybede seçimlerin nasıl kaybedildiğini çok iyi biliriz. Bugün partimiz "Bir seçim nasıl kaybedilir" diye üniversitelerde örnek ders olarak okutulabilir, hatta bu konuda ders verebiliriz.
—Ciddi olamazsınız...
—Efendim, benim şaka yaptığımı nerede gördünüz? Ben hep ciddiyim. Sonra ben bir misyonu temsil ediyorum.
—Ne gibi?
—Benden önceki genel başkanlarımız da her seçimi kaybetmesine rağmen koltuğunu korudu. Ben de aynı pozisyonumu koruyorum.
—Efendim, sizin koltuktan indirilme durumunuz söz konusu mu?
—Mümkün değil. Teşkilat tamamen arkamda. Ben ancak bir şekilde giderim.
—Nedir o efendim?
—Nasıl geldiysem öyle giderim. Çünkü bir insan bir yere nasıl geldiyse öyle gider.
—Yani bir operasyon demek istiyorsun...
—Ta kendisi...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde