Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ben Bir Tarafım

"Bitaraf olan bertaraf olur" şeklinde kullanılan bir sözümüz var. Bu söz ile insanlardan taraf olması istenmekte. Şayet tarafsız kalırsa yok olup gideceği kastedilir. Yok olup gitmemek için ben de bir taraf seçtim. Tarafsız değilim yani. Tarafım; iyi, güzel ve doğrunun yanı. Sözü söyleyene bakmam, sözün kendisine bakarım. Söylediği sözden dolayı bugün tasvip ettiğim kişiyi bir başka gün söylediği başka sözünden ve yaptığından dolayı eleştiririm. Parti taassubum yok. Konuştuklarına ve yaptıklarına bakarım, sandık günü gider, oyumu verir gelirim. Sosyal medyada herhangi bir partiyi övüp yermem. Bir cemaat veya tarikata bir mensubiyetim yok. Hepsine aynı uzaklıktayım. Kimseye karşı baştan bir ön yargım yok. Önce dinler, okur, sonra kararımı veririm. Savunduğum fikir ve görüşlerin doğruluğundan emin değilim. Tek yaptığım doğru bildiğimi savunmaktır. Savunduğum görüşümün yanlış olduğunu fark ettiğim zaman yanlış düşünmüşüm diyerek vazgeçerim. Tek doğrunun kendi doğrularımdan

"Kandıralı! Sen de!"

—Efendim! Ekrem İmamoğlu AFAD toplantısına çağırıldı mı, çağırılmadı mı? —Ne bileyim ben! Sonra niçin zor soruları bana soruyorsun? —Bu sorunun neresi zor? Çağırıldı ya da çağırılmadı diyeceksin. Çok mu zor bunu söylemek? —Taraflar bilir bunu. —Taraflardan biri çağırılmadım diyor, diğeri çağırdık diyor. Hasılı hangisi doğru söylüyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, yapılan tartışmalardan bu mesele depremden daha önemli. —Sadede gelelim. Sana göre belediye başkanı toplantıya davet edilmiş mi, edilmemiş mi? Görüşünü söyle. —Efendim, beni siyasetin içine çekme. Bu iş benim işim değil. Madem sordun. Bu konuda görüşümü söylemem. Ancak senin için şöyle bir iyilik yapabilirim. Sayın AFAD başkanı iki toplantıya da katılan kişilerden biridir. Onun şahitliğini anlatabilirim sana. Sen oradan çıkar davetin olup olmadığını. —Merak ettim. Neymiş? —Habertürk Tv'de yayımlanan Açık ve Net programının sunucusu, AFAD başkanına, Sayın Belediye Başkanının toplantıya çağırılıp çağı

En Güzeli ve En Kolayı

Başkasının gözündeki çöpü görmek güzel. Daha güzeli kendi gözündeki merteği görmektir. Yanlışından dolayı başkasına ayar vermek güzel. Daha güzeli, ilk önce kendisine ayar çekmektir. Bir konuda güzel konuşmak, kelamı kibar olmak güzel. Daha güzeli, insanın konuştuğunu yapmasıdır. Kâl ehli değil, hâl ehli olmaktır. Bir başkasını yola getirmeye çalışmak zor. Daha kolayı, insanın kendisini yola getirmesidir. Bir başkasına öğüt vermek güzel. Çünkü mev'ize-i hasenedir. Daha güzeli, kişinin verdiği bu öğütlerden kendisine pay çıkarmasıdır. Ele telkin vermek güzel. Önemli olan salkımı yutmamaktır. Salkım yenecekse hep beraber yenmelidir. Bir başkasını eleştirmek güzel. Daha güzeli bir özeleştiri yapmaktır. Bağırmak, çağırmak en zoru. Daha kolay olanı meramını nazik ve kibar bir üslup ile anlatmaktır. Çok konuşmak herkesin işi. Önemli olan yerinde ve zamanında konuşmak ve dinlemeyi de bilmektir. Öküz öldükten sonra ortaklığı bozmak herkesin işi. Öküzden sonra iletişimi k

İsrafı Ağzımıza Almaz Olduk

Referansı din olan, yaşantısını dine göre düzenleyen insanlar, organize olup bir amaç uğrunda bir araya geldiklerinde ülkenin gidişatını eleştirirler, haksızlığın nedenlerini sorgularlar, kendilerine fırsat verildiği takdirde kuracakları adil bir düzen ile ülkeyi nasıl yaşanabilir kılabileceklerini çözüm yollarını söyleyerek bir bir anlatırlardı. Sosyal adalet, adalet, ehliyet, liyakat, hak, hukuk, hakça paylaşım, din ve vicdan özgürlüğü derler. Zinaya, faize, taklitçiliğe, zulme, özgürlüklerin kısıtlanmasına, zulüm düzenine karşı çıkarlar; kamudaki israfa dikkat çekerlerdi. Ekonomiyi nasıl düzelteceklerini anlatır dururlardı. Milletin özünden çıkıp gelen bu hareketi halk takdir etti. Ama yüzde 10 barajını aşamazlar düşüncesiyle bir kısmı oyunu esirgedi. Siyasette yer alan ve iktidar olan diğer partiler o kadar kötü yönetim gösterdiler ki halk barajı aşamayan partiye barajı aştırdı. Sonra koalisyon ortağı yaptı. Yerleşik düzen onları çalıştırmadı ve partilerini kapattı. İkiye bölü

Çıplak Pozlar *

Türkiye’de ve dünyada ne olup bitiyor diye fırsat buldukça belirli aralıklarla gazetelerin internet ve haber sayfalarına göz atarım. Göz attığım sayfalar da ciddi bilinen, önceliği haber olan sayfalar. Sayfaların hepsini açmadan haberin başlığına bakar, ilgimi çekerse sayfayı tıklar, içeriği hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırım. Bu sayfalar taze ve önemli haber geldikçe sürekli güncelleniyor. Haber değeri olan farklı konulara yer veriliyor. Haber sitelerinin sayfalarının arasına sıkıştırılmış çıplak pozlara yer verildiğini de haber başlıklarına bakarken müşahede ediyorum. “Falandan sonra falan da çıplak poz verdi. “Falan, verdiği pozla takipçilerinden şu kadar beğeni aldı.” “Falan, cesur paylaşımıyla dikkatleri üzerine çekti.” “Falan, çıplak pozlarıyla takipçilerinden tepki aldı.” “Falan, bikinisiyle objektiflere yakalandı.” şeklinde haber sayfalarının arasında yer bulan nice paylaşımları görmek mümkün. Merak ettiğim bunların neresi haber değeri taşıyor? Eskiden “Bir

Bizi Depremler Değil, Güvensizliğimiz Yıkar ***

5.8 şiddetinde meydana gelen orta büyüklükteki İstanbul depremi, gösterdi ki 99 Marmara Depreminden bu yana hala depremlere karşı bir hazırlığımız yok. Anlaşılan olanlardan, yıkılan onca binadan, ölen binlerce insanımıza rağmen biz hala aynı yerdeyiz. Bravo ülkeme! Bir istikrar abidesi görüntüsüyle yıkılmadı maşallah! Hala ayakta. Depreme hazırlıklı değiliz, ne binalarıyla ne iletişim araçlarıyla ne de kurumlarıyla. Deprem orta şiddetinde ama bilançosu ağır: *Bina yönünden hazır değiliz. Çünkü 5.8 şiddetindeki bir deprem de bile;  -20'i az hasarlı, 9'u ağır olmak üzere 29 okul binamız yıkılıp yeniden yapılacak.  -1'i az, 4 tanesi ağır hasarlı olmak üzere 5 kamu binamız var. -1895'i az, 320'i ağır, deprem kaynaklı olmayan 583 meskenimiz var. Az hasarlı binalar güvenli hale getirilecek, ağır hasarlı olanlar ise yıkılacak. *Telefonla iletişimimiz evlere şenlik! GSM operatörlerimiz zaten sınıfta kaldı. Bunu söylemeye gerek yok. Zaten biliyorsunuz. *Bi

GSM Operatörleri Devleti de Kandırıyor

Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay, deprem esnasında şebekeleri çöken üç GSM operatörüyle bir toplantı yaptı. Toplantı sonrası yaptığı görüşmeyi şu şekilde açıkladı: *Deprem öncesi 20 milyon kişinin aynı anda yaptığı görüşme deprem esnasında 160 milyona çıkıyormuş.  *Operatörlerin görüşme kapasitesi 118 milyon imiş. Yani sair zamanlarda aynı anda 118 milyon görüşme yapabilme kapasiteleri varmış. *Bir daha kesintinin olmaması için görüşme kapasitesinin 175 milyona çıkarılması hedefleniyormuş. Bu kapasiteye 6 ay içinde ulaşılacakmış.  Toplantı sonrası bu açıklamayı yapan Sayın Oktay'ı, GSM operatörlerinin verdiği bilgiye ikna olmuş gördüm. Sorun bende galiba! Çünkü ben GSM operatörlerinin verdiği bu bilgiyi ikna edici bulmadım. Çünkü bana mantıklı gelmedi. Merak ettiğim; çoluk, çocuk, cep telefonu olan ve olmayan olarak 82 milyonun yaşadığı bu ülkede, deprem esnası görüşme nasıl 160 milyona ulaşır? Demek ki yurtdışından da epey arayan var. Sevenlerimiz çok desenize…

Dövme ile Aranız Nasıl? *

Yabancısı olduğum bir şeydir dövme. Dövme derken dayak atma anlamında dövmeyi kastetmiyorum. Vücudun değişik yerlerinde yaptırılan dövme kastım. Benim bu tür dövme ile işim olmaz ama günümüzde vücuduna dövme yaptıranların sayısı da az değil. Özellikle bayanlarda moda bu dövme işi. Dövme modasına geçmeden dövme ne imiş? Bilgilerimizi bir tazelemeyelim. Dövme, " Vücut derisi üzerine iğne gibi sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla yapılan çıkmaz yazı veya resme " deniyor. Tanımdan anlaşıldığına göre bugün dövme yaptıran yarın pişmanlık duyup vücudundan dövmeyi kaldırmak istese çıkmıyormuş. Yani dövme yaptıran dönüşü olmayan bir yola girmiş demek oluyor. İnsanımızdaki bu sağlam iradeyi görünce şaşırdım doğrusu. Bu iş, iğne vb sivri bir araçla yapıldığına göre öyle zannediyorum ilk yaptırılırken bu dövme acıtıyor olmalı. İşin ucunda acı çekme olsa da yaptırıldığına göre demek ki bu işi yaptıranlar, yaptırdıkları dövmeye ölümüne aşıklar. Çekme

Boşu Boşuna Kızmışım Operatörüme *

İstanbul'da meydana gelen 5.8 şiddetindeki deprem dolayısıyla GSM operatörlerinin çekmediği hepimizin malumu idi. Bundan dolayı GSM operatörlerine kızmıştık. Boşuna kızmışız. Keşke kızmadan önce operatörümüzü bir dinleseymişiz. Tek taraflı yargıladık. Çünkü durum bizim bildiğimiz gibi değilmiş. Halbuki idam mahkumuna bile asmadan önce son isteği sorulur. Meğersem ilgili operatör yatmıyormuş ve bizim için çalışıyormuş. GSM operatörü, “tam kesintisiz ve güvenli bir iletişim için yenileme çalışması yaparken deprem kaynaklı meydana gelen yoğunluk teknik aksamalara” neden olmuştur. Bundan dolayı bir süre hizmet veremediğinden dolayı özür diliyor. İşi kuru bir özürle bırakmıyor, âlicenaplılığını da gösteriyor ve bize iki ay boyunca ayda 5 GB olmak üzere toplamda 10 GB hediye internet veriyor ve bizlere daha iyi hizmet vermek için çalışmaya devam edeceğini söylüyor. Kendilerine gösterdiğimiz anlayıştan dolayı  bize teşekkür de ediyor aynı zamanda. Gördüğünüz gibi tamamen bir talihsiz

Eğitmeye Önce Velilerden Başlamak Lazım *

Okulun kantin bölgesinde nöbetçiyim. İtiş-kakış olmasın, alışverişlerini daha rahat yapsınlar, bir düzen olsun, birbirlerinin önüne geçmesinler diye öğrencileri sıraya geçirdim.  Öğrencilerin çoğunluğu sıra düzenine geçmede uyum sağladı. Sıra, beraberinde bir düzen getirdi. Kantinin önünde yığılma, itekleme ve kakalama olmadı. Sıraya aldırmayıp açıkgözlülük yapmak isteyen az sayıdaki öğrenciyi takip ederek onların da sıranın arkasına geçmesini sağladım. Öğrenciler rahat bir şekilde alışverişini yaparken bir veli, yanında da büyük kızı ve okuldaki çocuğu olduğu halde sıraya aldırmadan en öne geçti, ihtiyacını aldı ve kenara çekildi, aldığı dürümü çocuğuna verdi. Çocuk, arkadaşları sıra beklerken annesinin aldığını yemeye başladı. İkinci teneffüs yine aynı şekilde öğrencileri sıraya geçirdim. Her şey düzgün bir şekilde devam ederken oluşturduğum sıra düzenini yine bir veli bozdu. O da tıpkı diğer veli gibi sıranın en önüne geçerek çocuğunun istediğini kantinden aldı. Ayn

GSM Operatörlerimiz Evlere Şenlik! *

Salı ve Perşembe günü Silivri merkezli meydana gelen 4.6-5.8 orta büyüklükteki depremlerimiz iyice gösterdi ki yüksek paralar vererek aldığımız cep telefonları ve çekim gücü iyi olsun diye aldığımız hatlar, bir deprem esnasında yanımızda yok. Anlayacağınız iyi gün dostu hepsi. Bakmayın siz Türkiye’nin her yerinde çekim gücümüz şu noktaya vardı diye reklam verip müşteri avlamaya çıktıklarına. Bunların işleri güçleri sundukları avantajlarla daha fazla müşteri çekip bizi söğüşleyebildikleri kadar söğüşlemek… Dedim ya, iyi gün dostu bunlar. Başın sıkıştığı zaman, imdat çığlığı attığın vakit senden önce bunların kurdukları alt yapı ve çekim gücü tüyüyor. Nasılsa bir yaptırımı yok. Kısa yoldan sundukları cazip paketlerle para kazanmak varken niye alt yapı ile uğraşıp masraf etsinler? Bizleri ne kadar tokatlarlarsa kar onlar için. O yüzden siz siz olun, bir deprem esnasında yapacağınız ilk şey, diğer günlerde elinizden düşürmediğiniz cep telefonlarını deprem anında elinizden fırlat

Deprem "Geliyorum" Diyor ***

Salı günü meydana gelen ve merkez üssü Silivri olan 4.6 şiddetindeki depremden sonra, perşembe günü 14.00 sularında meydana gelen 5.8 şiddetindeki ikinci depremin merkez üssü yine Silivri. Meydana gelen bu orta şiddetindeki depremin ardından iki saat içinde otuz artçı sarsıntı daha oldu. Şükür ki yıkıcı etkisi fazla olmayan bu deprem şimdilik hasarsız atlatıldı. Merkez üssü Silivri olan bu deprem, İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye'nin yüreğini ağzına getirdi. Fakat korkunun ecele faydası yok. Deprem olacak. Ama deprem bu sefer daha bir ciddi, geliyorum diyor. 1999 Marmara depreminden sonra deprem uzmanlarımız, otuz yıl içinde en az yedi şiddetinde olacak olan bir depreme hazır olmamız lazım diye ekranlarda gün aşırı bas bas bağırdı durdu.  Marmara'da deprem olacak. Bunu biliyoruz. Bundan kaçış yok. Ama ne zaman, kaç şiddetinde olacak? İki gün içerisinde peşi sıra yaşadığımız bu depremler, beklenen deprem mi yoksa beklenen büyük Marmara depreminin artçı sarsıntıl

Esnaf Dükkânından Sabah Sabah Nasıl Kovuldum?

2005 veya 2006 yılları olsa gerek. Eşim tutturdu, para cüzdanı isterim diye. Güya para koyacak. Kim bulmuş ki eşimde olsun. Para olsun elimde de taşırdım halbuki. Ama eşiniz istediyse gerek veya değil alacaksınız naçar. Tanıdığım bir çantacıya gittim. Envaiçeşit cüzdan koydu önüme. Seçmekte zorlandım. Çantacı "Her bir çeşit ve renkten birer tane görür. Yenge beğensin. Ötekileri geçerken bırakırsın" dedi. Başka müşteriler gelir, boş dönmesinler. Olmaz dedim ise de ısrar karşısında para cüzdanlarını poşetin içine koyup eve götürdüm. Eşim bir tanesini seçtikten sonra emaneti sıcağı sıcağına teslim edeyim diye sabah işe gitmeden çantacının yanına uğradım. Çantacı esnaf dükkanı yeni açmış, içeriden dışarıya numunelik çanta çıkarıyor. Sırtı dönük olduğu için beni görmedi. Altı-yedi yaşlarında yanında getirdiği çocuğu gördü beni. Daha ben dükkana varmadan çocuk beni görür görmez "Git amca ya, sabah sabah" dedi. Güleyim mi, ağlayayım mı bu duruma? Öyle ya, ne işim

“BM Ne İşe Yarıyor?” ***

74.BM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın videosunu izledim. 35 dakikalık bir konuşmada Erdoğan, sorun olarak gördüğü her konuya bir bütünlük içerisinde kısa kısa değindi. Nelere değinmemiş ki… Suriye’den Afganistan’a, Keşmir’den Arakan’a, Akdeniz’den Karabağ’a, Kıbrıs’tan Libya’ya, Filistin’den Mısır’a, Aylan bebekten Kaşıkçı cinayetine ve Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin mahkeme salonundaki vefatına… Mülteci sorununa ve çözüm yollarına ve bir milyara yakın insanın açlık sınırında yaşıyor olmasına… Şii ve Sünni ayrımına… Yayılmacı bir politika izleyen ve doymak bilmeyen İsrail devletinin sınırlarına ve BM Güvenlik Konseyinin İsrail ile ilgili aldığı kararların uygulanmamasına… Yeni Zelanda’daki terör saldırısından Sri Lanka’daki terör saldırılarına, DEAŞ teröründen PKK/PYD terörüne… Nükleer silahların ve kitle imha silahlarının ya herkese yasak ya da serbest olmasına… Güvenlik Konseyi’nde adalete uygun reformların yapılıp hayata geçiri

Kiminle Çalışalım?

Eğer aile şirketi işletmiyor amme adına bir iş yapıyorsak birlikte çalışacağımız insanların tümüyle aynı kafa yapısına sahip insanlardan oluşmamasına özen gösterilmelidir. Çünkü aynı düşünce yapısına sahip insanlar arasında ilişkiler güven esasına dayalı yürür, kolay kolay denetim olmaz. Denetim olursa da yasak savma babından işler yürür. İş ciddiye alınmaz. Ortaya farklı fikirler ileri sürülmez. Güven istismar edilir.  Ülkenin bir mozaiği diyebileceğimiz farklı fikirdeki insanlar bir arada çalışırlar ise, Herkes kendisine çekidüzen verir, görevini yapar. Birbirlerine falso vermezler. Hiç denetim olmasa bile kurum kendi içinde denetim mekanizmasını kendisi kurar. Kimse yanındaki çalışana malzeme olmak ve malzeme vermek istemez. Kimse işini aksatmaz. İşyerinde ciddiyet olur, laubalilik olmaz. Genelde işin kolaycılığına kaçıyor, tercihlerimizi aynı düşünce yapısına sahip insanlardan yana kullanıyoruz. Bu yanlıştır ve adalet, ehliyet ve liyakat duygusuna terstir. Bu durum diğer k

Zirveden İnmek için

Bir alanda çalıştınız, çabaladınız. Sonunda tasvip gördünüz, alanınızda zirveye oturdunuz. Yıllar geçti, hala zirveye tutunmaya devam ediyorsunuz. Çünkü en yakın rakibinize defalarca fark attınız. Zirveden sıkıldınız. İnmek istiyorsunuz. Ama inemiyorsunuz. O zaman ne yapmanız gerekiyor? İşte size inişinizi kolaylaştıracak yol ve yöntemler. Bu dediklerimi uygularsanız zirveden inişini hızlandırırsınız. Bu iyiliğimi de unutmayın! *Eleştiriye gelmeyeceksiniz. Hatta yapıcı eleştiriye bile tahammül etmeyeceksiniz. Yol göstermeye kalkana ayar vereceksiniz. İçinizden aykırı görüş serdeden, eleştiri ve yapıcı eleştiri getirenlere FETÖ'cü diyeceksiniz. Bu ağır olur derseniz “FETÖ’cü ağzıyla konuşuyorsunuz. Çünkü bu yaptığın FETÖ’cülerin yolu” deyip susturacaksınız. *Her türlü alımlarda birinci ve geçerli kıstas olarak sözlü mülakatı esas alacaksınız. *Yol arkadaşlarınıza küseceksiniz, onları küstüreceksiniz. İncineceksiniz, onları inciteceksiniz. İncinip ayrılmaya kalkana nankör ve

Bazılarının Derdi Benim Yaşım

Ben her ne kadar kendimi 18'in biraz üzerinde görsem de otobüs şoförünün gözünde 65'i doldurmuşum: Belediye otobüsüne bindim. El kartımı tutacağım. Önümde iki kişi var. El kartlarını okutamamışlar. Kartı okutmak için şoför de uğraştı. Makine kartları okumadı bir türlü. Sonunda şoför, makineyi kapatıp bir açayım dedi. Bu arada ayakta kart okutmak için bekleyen bana acımış olmalı ki "Siz geçin, 65 yaş değil mi" dedi. Ne yapıyorsun? O kadar gösteriyor muyum" dedim. Ne desin adam bu durumda? "Yok yok. Kartta fotoğrafı görünce, ondan dedim" dedi. Adam aynen böyle söyledi. Otobüste gülüşmeler...Makine tekrar açılınca okuttum kartımı. 65 yaşında olmadığımı göstermiş oldum. Tabi bana bu ispat, bir bilete mal oldu. Ne güzel, binişi bedavaya getirecektim. Anladığım kadarıyla şoför, her gördüğü sakallıyı amcası bildiği gibi kartında fotoğrafı olan herkesi 65'i doldurmuş sanıyor. Sahi ben, 65'nde görünüyor muyum? Eğer siz de öyle görüyorsanız A

Yeter ki Düğme Yanlış İliklensin...

Ülkede ne kadar iletişim kurduğum insan varsa "Her şey iyi olsun, herkes işini düzgün yapsın, eğitim ve öğretimimiz en iyi olsun" derdinde. Herkesin de bu istediklerinde samimi olduğunu görüyorum. Fakat aynı insanlarda aynı zamanda işlerini çıkıştırmak için bazı yollara tevessül ettiklerini veya etmek zorunda kaldıklarını müşahede ettim.  Toplum olarak her işin başı eğitim deriz, yeter ki eğitimimiz düzgün olsun isteriz. Hiç düşünmeyiz, kendimiz düzgün hareket etmedikçe eğitimimiz düzgün olur mu veya düzgün olsa ne değişir diye. Çünkü daha işin başında işe yamuklukla başlıyoruz. Yani düğmeyi yanlış ilikliyoruz. Öyle zor örnekler falan vermeyeceğim. Çok basit örneklerle çok masum görülen işlere tevessül ettiğimize bir örnek vermek istiyorum. Muhitimizdeki okulumuz iyi değilse çocuğumuzun iyi eğitim almasını isteyen biz büyükler çocuğumuzu göndermek istediğimiz okulun kayıt alanına uygun bir yere adresimizi taşıyoruz. Adresimizi resmen taşıdığımız bu evde oturmuyoruz.

"Vermek Zorunda Değilsin..."

Geçen gün beş kişinin oturduğu bir ortamda çaylarımızı yudumlarken muhabbet döndü dolaştı, ücret karşılığı yaptırdığımız işlerde verdiğimiz veya vermek zorunda kaldığımız bahşiş meselesine geldi. Bu şekil verdiğimiz çoğu paraların adı bahşiş olur mu bilmiyorum. Ki bahşiş, içten gelerek verilen bir şey olsa gerek. Benim bildiğim meslek öğrenmek amacıyla bir usta yanında çalışan çıraklara uzatılırdı eskiden bahşiş. O da iş karşılığı üste verilen bozuk paranın küçük çocuğa verilmesinden ibaretti. Görüyorum ki bahşişin alanı epey genişlemiş. Gerçi ben bahşiş diyorum ama verilen bu paralar bahşişten öte başka bir şey. Evinin eşyasını taşıtmak için evden eve taşımacılık yapan adı sanı belli bir firma ile görüşüyor ve anlaşıyorsun. Firma belirtilen günde aracı ile birlikte üç dört kadar hamal gönderiyor. Eşyan taşınıyor, etrafını firmanın elemanları sarıyor, efendim! Terledik, bizi görür müsün diye. Düğün yapıyorsun. Vereceğin yemek için salonla anlaşıyorsun. Yemek sonrası servis yap

Yaprak Dökümü

Sonbahar mevsimi geldi mi -bazıları hariç- ağaçlar yapraklarını döker. Yaprakları dökülen ağaçlar bir ölüm sessizliğine bürünür, yani kış uykusuna yatar. İlkbahar gelince yeniden dirilir/uyanır ve dökülen yapraklarının yerine yenisi gelir ve tüm ağaçlar yemyeşil olur. Ağaçlara biçilen bu rol, biyolojik yasaların bir gereği olduğu için yaprakların dökülmesi kimse tarafından garipsenmez. Yaprak dökümünün en tehlikelisi ve en istenmeyeni Reşat Nuri  Güntekin'in "Yaprak Dökümü" romanında işlediği gibi babanın çok istemesine rağmen ailesini bir arada tutamayıp aile fertlerinin yaprak dökümü gibi evden çekip gitmesi, yani evi terk etmeleridir. Romandaki gibi olmasa da dağılan aile sayısı az değil günümüzde. Siyasi partiler de bir ağacı andırır. Bir hedefe yönelmiş insanların toplandığı yerdir siyasi partiler. Bir ve beraber oldukları müddetçe seçim kaybetseler de seçim kazansalar da bu partiye dışarıdan kimse zarar veremez, partiden kolay kolay kopma olmaz. Ama kendi i

Öğrencilerimize Güvenmenin Neresindeyiz? *

Liselerde okumakta olan öğrencilerin özürlü ve özürsüz devamsızlık yapma durumları Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğine göre özürsüz 10 günü, toplamda 30 günü geçmemesi esastır. Asıl olan öğrencinin devamsızlık yapmaması ve okuluna devam etmesidir. Özürlü veya özürsüz devamsızlık yapmak arızı bir durumdur. Hastalık veya değişik nedenlerle öğrenciler devamsızlık yapabilmektedirler. Öğrenci herhangi bir nedenle devamsızlık yaptı, bunu özürlü devamsızlığa dönüştürmesi gerekiyor. Bunu kim yapacak? Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinin 36.maddesinin 7.fıkrasına göre bu işi veli yapacak. Yönetmelikte “ Öğrencinin devamsızlık yaptığı süreye ilişkin özür belgesi veya yazılı veli beyanı, özür gününü takip eden en geç 5 iş günü içinde okul yönetimine velisi tarafından verilir ” (Değişik: RG-1/7/2015-29403) denilmektedir. Görüleceği üzere Yönetmelikte her şey düşünülmüş. Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde dikkatimi çeken ve garip bulduğum kısım, yapılan özürlü devamsızlık belgesinin vey

"Kur'an Okumak İstemiyorum"

—Azizim, dinimi daha iyi ve doğru öğrenmem için bir kitap tavsiye eder misin? —Kur'an kitabını oku. —Çok isterdim ama onu okumak istemiyorum. —Sebep? —Ne olur ne olmaz, ağrımaz başımı ağrıtmayayım. —Niye ağrısın ki? —Bugünlerde Kur'an okuyanların başı dertte. Neme lazım. —Niye başın derde girsin. Herhangi bir kitap değil, yazarı tartışılır biri değil, içerisinde şüphe yok. Sen dinini öğrenmek istemiyor muydun? Müslümanların asli yemek kaynağı bu. Bundan iyi kitap mı olur? Hem sonra kim ne desin? —Anlıyor ve biliyorum ama farz et ki ben dediğin gibi Kur'an okumaya başladım. Birileri beni Kur'an okurken görse ne der? —Ne diyecek? Allah kabul etsin der. —Öyle diyen çıkar. Ya Kur'an okuduğumu gören biri bu adam "Hadis düşmanı, sünneti inkar ediyor" derse o zaman ben ne yaparım? —Niye desin ki? Sen hadis düşmanı mısın? —Değilim elbet! —Eee o zaman? —Biliyorsun bugünlerde "sünnetsiz, hadisleri kabul etmiyor, işine geleni kabul e

Günümüzün Geçer Akçesi: FETÖ ***

2000'li yıllarda Adana'da çalışırken bilgisayar laboratuarında bilgisayar ile iştigal ettiğimi gören bazı meslektaşlarım bana "Senden nasıl kurtulacağız" derlerdi gülerek. Ben de bunun kolayı var. Bugünlerin geçer akçesi Hizbullah'tır. Beni Hizbullahçı diye şikayet edersiniz. Polis sorgusuz, sualsiz götürür. İçeride ben kendimin Hizbullahçı olmadığımı anlatıncaya kadar aylar, yıllar geçer. Siz de böylece kurtulmuş olursunuz derdim. Onlar da bana "Aman hocam, ağzını hayır aç, bunun şakası bile kötü" derlerdi. Hizbullah davaları bitti. Kimi ceza aldı; yattı çıktı, kimi aldığı ceza ile hala yatıyor; kimi girdi, uzun süre tutuklu kaldıktan sonra yargılanıp çıktı. Yazılı ve görsel medya günün ilk flaş haberlerini Hizbullah ile açtı, yapılan operasyonları verdi. Şimdilerde Hizbullah operasyonları  yapılmaz oldu. Ne devlet hatırlıyor ne de halk. 2013 yılından itibaren gündemimizde güncelliğini hiç kaybetmeyen FETÖ var. Önceleri Paralel Yapı diye biline

Devletin Kendisi Olan Partiler ***

Milletimizin çoğunluğu Cumhuriyet Halk Partisine mesafelidir. Tek parti döneminde yaptıklarından dolayı halk, çok partili sisteme geçtiğimiz andan itibaren bu partiyi tek başına iktidara bir daha getirmemiştir. Bu parti zaman zaman koalisyon ortağı olarak iktidara gelse de bu iktidarları uzun ömürlü olmamıştır. Halkımızın ekserisi CHP'ye niçin mesafelidir? Değişik sebepler söylenebilir. Bence en önemli sebebi, CHP'nin devletin kendisi olmasıdır. CHP uzun yıllar devlet ile özdeşleşmiştir. Uzun süre iktidar olan partilerde bu risk daima vardır. 2002'de AK Parti iktidara geldi. Devletin kendisiyle, kendisinin de devletle barışık olmadığı AK Parti, uzun yıllar devlet ve devletin kurumlarıyla mücadele etti. Her mücadelesi bu partiye artı puan kazandırdı ve arka arkasına iktidara geldi. Bugün AK Parti ile mücadele eden ya da AK Partinin mücadele edeceği bir devlet kurumu kalmadı. Bu durumu bazıları iyi görebilir ama bu durum AK Parti için hiç iyi değildir. Çünkü devletin