Ana içeriğe atla

"Vermek Zorunda Değilsin..."

Geçen gün beş kişinin oturduğu bir ortamda çaylarımızı yudumlarken muhabbet döndü dolaştı, ücret karşılığı yaptırdığımız işlerde verdiğimiz veya vermek zorunda kaldığımız bahşiş meselesine geldi. Bu şekil verdiğimiz çoğu paraların adı bahşiş olur mu bilmiyorum. Ki bahşiş, içten gelerek verilen bir şey olsa gerek. Benim bildiğim meslek öğrenmek amacıyla bir usta yanında çalışan çıraklara uzatılırdı eskiden bahşiş. O da iş karşılığı üste verilen bozuk paranın küçük çocuğa verilmesinden ibaretti. Görüyorum ki bahşişin alanı epey genişlemiş. Gerçi ben bahşiş diyorum ama verilen bu paralar bahşişten öte başka bir şey.

Evinin eşyasını taşıtmak için evden eve taşımacılık yapan adı sanı belli bir firma ile görüşüyor ve anlaşıyorsun. Firma belirtilen günde aracı ile birlikte üç dört kadar hamal gönderiyor. Eşyan taşınıyor, etrafını firmanın elemanları sarıyor, efendim! Terledik, bizi görür müsün diye.

Düğün yapıyorsun. Vereceğin yemek için salonla anlaşıyorsun. Yemek sonrası servis yapan kişiler başını sarıyor. Versen bir türlü, vermesen bir türlü. Mesele cebinden çıkacak para değil, bunun emsal ve normal görülmeye başlanması.

Alınan bu şekil paralara bahşiş dense de içten gelmeden, hesapta yok iken verilen bu paralar haraçtan başka bir şey değil. Bir de kimse istemeden cebe sokuşturulanlar var. İstemem, olmaz desen de bu şekil verilen paralar bir müddet sonra kişilerde bir bağımlılık ve onları bir beklenti içerisine sokabiliyor. Cenaze yıkayan görevlilere, hatim okuyan kişilere para verilmesi gibi.

Muhabbet ortamında verilen bir para şeklini daha öğrendim. Herkes başından geçeni anlatırken içimizde avukatlık yapan biri de "Bize de veriyorlar" dedi, anlatmaya başladı: "Bizi CMUK'tan bir davaya çağırdıkları zaman zanlının yakınları 'Davayı iyi savun' diyerek cebimize para sokuşturuyor. Ben de kendilerine, kardeşim! Vermek zorunda değilsin. Zaten biz verseniz de vermeseniz de görevimizi yapacağız. Devletten bu görevimizden dolayı ücretimizi alıyoruz, dememe rağmen vatandaş vermeye devam ediyor" dedi. Bu vesileyle bizim insanımız avukatlarımızı da maalesef bu para verme işine dahil etmiş. Üzüldüm gerçekten. Avukatın anlattığına göre demek ki avukata para verme işi de nice zamandır devam ediyor. Avukat da bu duruma alışmış ki cebine para koyana "Vermek zorunda değilsin" diyormuş. Ben bu cevabı "İstemem ama yan cebime koy" şeklinde anlıyorum. (Burada bilmeyenler için söyleyeyim. Karakol veya savcılık safhasında zanlı olarak ifadenize başvurulacağında "Avukatın var mı" diye soruluyor. Avukatım var dersen avukatının gelmesi bekleniyor. Yok dersen avukatlık ücretini devlet vermek üzere BARO'dan bir avukat isteniyor. Gelen avukat soruşturma ve ifadenin usullere uygun olup olmadığını izliyor. Tutukluluk talep edilirse itiraz ediyor vs.) 

Avukatlara "İyi savun" diye el altından ilave para verilmesini garipsedim doğrusu. Bunu bir avukattan duymasam inanmazdım. Bundan hareketle her işte yani bizim insanımızın bulunduğu her yerde bu şekil adı konmamış, kayıt dışı paranın döndüğü çıkarımını yaparsam herhalde yanılmış olmam. Varın ötesini siz düşünün. Çünkü bu ülke garip insanların bol olduğu bir ülke. 

Sahi avukatlara verilen bu şekil ilave para bahşişe mi girer yoksa başka bir şeye mi? Adını da siz koyun.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde