Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hutbeler Üzerine *

Hutbe içerikleri üzerine bir değil, birkaç yazı kaleme aldım. Bu konuyu her gün ele alsam, hutbe konularını belirleyenlerin, minberde insanımızın derdini dert edinme gibi bir irade ortaya koyacaklarına dair ümidim kalmadı. Nice zamandır hutbeler, yatak ve yastığı eksik mışıl mışıl uyutma görevini yerine getiriyor. Sizin böyle bir derdiniz var mı bilmiyorum ama ben, hutbe konularını yasak savma babından, dostlar alışverişte görsün türünden görüyorum. Gündelik siyasetin dışında, toplumu ilgilendiren her meselenin hutbe konusu yapılması gerekirken ibadet, taat ve belli ritüellere hapsedilmiş, aynı konuların temcit pilavı gibi önümüze konduğunu görüyoruz. Nedense Diyanet, belirli gün ve haftaları takip etmekten başka bir işlev görmüyor. Sanırsınız ki konu sıkıntısı çekiyor. Ne demek istediğimi çok geriye gitmeden örneklendireyim: -12.02.2021 tarihli "Manevi huzur iklimine girerken" başlıklı hutbenin konusu; üç aylar, recep ve regaib üzerine, -05.03.2021 tarihli "İsra v

Savaşın Çocukları *

Cumartesi günü Mehmet Beğen Ortaokulunun yanındaki Beril Düğün Salonunun önünden geçiyorum. Hacı Fahri Kulu Yüksek Öğrenim Erkek Öğrenci Yurdu ihata duvarının köşesinde, yere gömülü çöp konteynırının önünde, biri diğerlerine göre biraz daha büyük 10-12 yaşlarında iki kız çocuğu dikkatimi çekti. Ne yapıyorlar diye merak ettim. Yürüyüş tempomu biraz düşürerek yavaş yavaş yürümeye başladım. Az ilerledikten sonra dikkat çekmeden izlemeye koyuldum. Arkaları dönük oldukları için beni görmediler. Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki zaten beni görmeleri de mümkün değildi, kah gülüyorlar kah konuşuyorlar. Kapağı açık çöp kutusundan çöpün içindeki birine sesleniyorlar, elleriyle bir şeyleri gösteriyorlar, aynı zamanda konuşuyorlardı. Tam ne konuştuklarını anlayamasam da konuştukları lisan Türkçe değildi, Arapça konuşuyorlardı.   Belli ki Suriyeli çocuklardı bunlar. Çöpün içindeki bir şeyler uzatıyor, yukarıdakiler alıyorlar. Ne aradıklarını tam seçemesem de ellerine uzatılanlar, basit çocuk o

Mobil Mesai *

Bir zamanlar bu ülkenin kırsalda yaşayan nüfusu, şehir merkezlerine oranla daha fazla iken her geçen yıl kırsaldan şehre göç olduğu için kırsalda yaşayan nüfus, gittikçe azalıyor. 2019 yılında il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı 92,8’e çıkarken köy ve kasabalarda yaşayanların oranı 7,2’ye kadar gerilemiştir. Sebebini söylemeye gerek yok. Göçün en büyük sebebi işsizlik ve istihdam sorunudur. Bu sorunu çözemezsek köy, kasaba hatta kırsaldaki ilçeler iyice boşalacak ve bu yerleşim yerleri hayalet köye dönüşecektir. Kırsaldan şehre taşınma, başka sorunları da beraberinde getiriyor: Şehirlerimiz yanlamasına ve dikine genişleyerek beton yığını haline geliyor. Belediyeler kentsel dönüşüm ve yeni yerleşim yerleri açmak için planlarında değişiklik yapıyor. İş bulamayanlara sosyal yardım adı altında yardımlar yapılıyor. Yeni okul binalarına ihtiyaç duyuluyor. Çünkü sınıf mevcutları köylerde düşerken şehir merkezinde artıyor. MEB de sürekli öğretmen normunu öğrenci sayısına göre güncell

Andımıza Dair *

18 Mayıs 1933 tarih ve 1749/42 sayılı “Talebenin Her Gün Tekrar Edeceği İbare Hakkında” yayımlanan Bakanlık Genelgesinde açıklanan ve ilkokullar yönetmeliğinde yer alan, 1972 ve 1997 yıllarında değişikliğe uğrayan Öğrenci Andı’nın okullarda okunması, 2013 yılında kaldırılmış, 2018 yılında Danıştay 8.Dairesi bu kaldırma kararını bozmuştu. MEB verilen bu kararı temyize götürdü. Nihayet Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 13 Mart 2021 tarihinde oy çokluğuyla 8.Dairenin kaldırma kararını bozdu. Bu bozma kararıyla birlikte Öğrenci Andı, artık okullarda okunmayacak. Yukarıda içeriğini verdiğim bilgileri biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var: Bu ülkenin okullarında 2013 yılından beri bu Ant okunmuyor. Buna rağmen kamuoyunda ve sosyal medyada olay sıcağı sıcağına tartışılmaya devam ediyor. Her konuda olduğu gibi toplum yine bu konuda ikiye bölündü: "Okunsun", "Hayır, okunmasın", "Şimdi biz Türk olduğumuz halde 'Ne mutlu Türküm diyene!' diyemeyecek miyiz?"

Silecek Kaldırma Fiili *

Konyalı ya da Konya’da yaşıyorsanız, bilirsiniz. Fetih ile Ahmet Özcan Caddelerinin kesiştiği yerde bir üst geçit var. Bu üst geçidin olduğu yerde daha önce 6 yol vardı. Bu yüzden halk burayı Altı Yol diye bilir. Karatay ile Meram ilçelerinin sınırında olan bu yol, trafik yönünden işlek bir cadde. Karatay’dan Meram’a, Meram’dan Karatay’a gidenlerin önemli bir kısmı bu yolu kullanır. Burayı takip eden sürücüler 60 hız sınırıyla gittikleri takdirde kolay kolay kırmızı ışığa yakalanmazlar. Çünkü yeşil dalga uygulaması var hem Ahmet Özcan hem de Fetih Caddelerinde. Üst geçit ise Karatay (Eski Garaj) Terminali tarafından gelip çevre yolu izlemeyenlerin çoğu, bu üst geçidi kullanır. Bu yol da işlek ama yeşil dalga uygulaması yok. Pek alternatifi olmayan bu yolu izleyenler, Karaman Yoluna çıkıncaya kadar her kırmızı ışıkta durmayı göze almalılar. İşlek, bir o kadar da dar olan bu yol nedense bir türlü genişletilemedi. Yolun sağına park edilen araçlar yüzünden yol, çoğu zaman tek şeride düşüyo

Yanık Ekmeği Yedim, Parayı Kaptım

                       -İşte azmin zaferi!- Resimde gördüğünüz 50 papeli dün kaldırımın üzerinde buldum. Ben buradayım, gel al der gibiydi. Bir sevindim bir sevindim. Sağıma soluma baktım, kimsecikler yoktu. Salgın riskine rağmen alıp para koymadığım cebime emaneten koydum. Bu parayı cebime koyarken tek üzüntüm, düşürülen paranın yanında bir dezenfektan makinesinin olmamasıydı. Halbuki oraya bir de el temizleme makinesi koyabilirdi. Neyse düşürenin düşüncesizliği... Yine de çok kızamıyorum. Ne de olsa ne yaptığını bilmiyor.  Her ne kadar bu lukatayı düşüreni bulamayacaksam da bu para bir ihtiyaç sahibine gidecekti.  Bu parayla birlikte zamanında "Yanık ekmek yersen, para bulursun" diyenlere kulak vermemin semeresini görmeye başladığımı düşünüyorum. Buna hep inandım ve başardım nihayet. Benim için azmin zaferidir bu. Azmimin zafere dönüşmesinde, zorunlu olmadıkça arabaya  binmememin, fırsat buldukça yürümemin, yürürken karşıya değil, önüme bakmamın payı büyük burada. Oradan ar

Harç mı Haraç mı? *

Dört çocuktan üçünü baş göz edip evden çıkardım. Yanımda kalan son numara da 18'ini doldurur doldurmaz, ehliyet al evlat dedim. Birlikte bir sürücü kursuna giderek 900 lira karşılığında anlaştım. Salgın sebebiyle teori derslerini uzaktan aldı. Yazılı sınava da yine salgın kaynaklı ertelemeli girdi. Sınavın ardından direksiyon eğitimleri bir müddet askıya alındı. Bugün, yarın derken direksiyon eğitimini de aldı ve ehliyet sınavına ilk girişte B sınıfı ehliyet almaya hak kazandı. Sıra geldi hak ettiği ehliyetini çıkarmaya. Sürücü kursuna giderek hazırlanan dosyayı aldı. Yatırılması gereken 1.090,10 TL "kurum tahsilatı" ücretini, mobil üzerinden Ziraat Bankasına yatırdı. Aynı gün nüfus müdürlüğüne giderek geçici nüfus belgesini aldı. Düzenlenen belge de iki gün sonrasında eve teslim edildi.  Oğlan, aldığı ehliyete sevince dursun. Bende de ilk girişte ehliyet işi bitti, iş uzatmaya kalmadı diye bir sevinç oluştu. Kısa bir sevinçten sonra kursa yatan 900 liranın ardından

Ahbap-Çavuş İlişkisi Sona Erecek mi? *

12/6/2018 tarihli ve 30449 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliğinin 3. maddesine, 09/03/2021 tarih ve 31418 sayılı Resmi Gazete’de aşağıdaki fıkra eklenmiştir: “(3) İlana başvuru koşulu olarak adayların lisansüstü tez veya uzmanlık tezi adlarının bir kısmı veya tamamı yazılamayacağı gibi ilanda sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şartlara da yer verilemez.” Eklenen bu madde, bugüne kadar öğretim görevlilerinin üniversitelere ne şekil yerleştiğini ortaya koyması bakımından manidardır. Çünkü suçüstü yakalanma halidir. Demek ki bugüne kadar -istisnalar hariç- adrese teslim ilanlara çıkılmış, alımlar da bu şekil olmuş. Zaten adrese teslim ilana çıkılınca bir başkasının, öğretim görevlisi olmak için müracaat edebilmesi bile mümkün değil. Bu gösteriyor ki üniversitelerde tepeden tırnağa aynı zihniyet/cemaat/grup vs. akademisyenin atanması tesadüf değil. Bu şekil atama yoluyla öğretim görevlisi olanlar da derslere girdiğinde haktan, ada

Olmaz Olsun Böyle Babalar! *

Bir yıldır devam eden, daha ne zaman çekip gideceğine dair bir öngörüde dahi bulunulamayan, hayatımızı zindan eden salgından iyice bunalmıştık ki biri Zonguldak’tan, diğeri de Konya’dan gelen iki haber “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz yoksa bir cinnet haline doğru sürükleniyor muyuz” dedirtti bize. Zira okuduklarımız salgına rahmet okutan cinsten. Bir baba, ormanlık alana götürdüğü 16 yaşındaki çocuğunu, boynundan bıçakla yaralayarak gidip polise teslim oluyor. Verdiği ifadede “Bir gün öncesinde rüyasında çocuğunu Allah yolunda kurban etmesi istendiğini, bu yüzden onu Allah yolunda kurban ettiğini, bu yaptığından dolayı pişman olmadığını, intihara kalkıştığını fakat kravatın kopmasıyla başarılı olamadığını ” söylüyor. Kravat kravat değil ki sanki pamuk ipliği. Niye koptu da babanın son isteğine mani oldu. İlginç gerçekten. Üzüldüm babanın bu son isteğinin yerine gelmemesine. Maazallah, ben intihara kalkışsam bilin ki benim kravatlarım kopmaz, direk götürür. Keşke baba benden emanet kra

Gazeteciliğin ve Gazetecilerin İtibarı *

İtibar: “Saygı görme, değerli bulunma ve güvenilir olma” anlamlarına gelir ve önemli bir kavramdır. Zira her insan bu dünyada itibar kazanmak için çalışır ve çabalar. Herkesin en büyük endişesi itibar kaybına uğramaktır. İtibar kazanma ve kaybetmede dış etkenlerin katkısı olsa da esas etken, kişinin kendi itibarını kendisinin kazanması ve kendisinin kaybetmesidir. Yani kendi kazanır ve kendi kaybeder. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Kimse de itibarlı bir kimsenin itibarını yüzde yüz sıfırlayamaz. Kişilerin itibarı olduğu gibi mesleklerin de itibarı vardır. Meslekler de itibar kazanır ve kaybeder. Bunda meslek çalışanlarının kişiliği ve iş ahlakı önemlidir. Son yıllarda her meslek grubunun itibar kaybına uğradığı bir gerçektir. Gazetecilik de bu mesleklerden biridir. Hatta gazetecilik her geçen yıl,  en hızlı itibar kaybına uğrayan meslek gruplarının başında gelmektedir. Yasama, yürütme ve yargı erkinin ardından bir zamanlar, dördüncü kuvvet olarak kabul edilen gaze

MEB'in Prens ve Prensesleri *

Size MEB’in prens ve prensesleri kimdir desem, bilir misiniz? Sanmam bileceğinizi. Bunu bilmek için ya prens ya prenses olmanız ya da işleyişi biraz bilen biri olmanız gerekir. Siz, kim bunlar diye biraz merak ededurun. Ben, önce MEB’de kaç öğretmen var, MEB’de öğretmen atamaları nasıl olmaktadır, bunlar hakkında kısaca bilgi vereyim. Resmi ve özel eğitim kurumlarında, MEB’e bağlı olarak görev yapan öğretmen sayısı, 23 Kasım 2020 itibariyle  1 milyon 148 bin 514’tür. Bu sayının pek azı özelde, bir milyondan fazlası ise MEB’de kadrolu veya sözleşmeli olarak görev yapmaktadır. Bu sayı, öyle zannediyorum, orduda görev yapan er ve erbaş toplamından daha fazladır. Tek farkı, ordudakilerin silahı, eğitimcilerin kaleminin olması. MEB’de adına ilk atama, özür, aile birliği, zorunlu hizmet, isteğe bağlı il içi ve il dışı atamalarda öğretmen adayı ve öğretmen, MEB’in daha önceden ihtiyaca göre belirlediği ve norm adı verdiği yerlere tercihte bulunur. Öğretmen, tercih yaparken puanını göz önü

Yardımın Cılkını Çıkarmamak Lazım *

Yardım denince İslam, İslam denince de yardım akla gelir. Çünkü İslam dini bir yardım dinidir. İhtiyaç sahiplerini görüp gözetmek bu dinin bir emri ve tavsiyesidir. Zekat, sadaka, infak, fıtır, fitye gibi çeşitleri vardır. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde bu tür yardımlara sık sık değinilir. Din, zor durumdaki birine borç vermeyi (karzı hasen) bile Allah’a borç verme olarak görür. Din, yardıma muhtaç insanların elinden tutmayı emir ve tavsiye ettiği gibi aynı zamanda insanların faydasına olan yol, çeşme, hamam, cami, okul, cami, hastane gibi yerler yapmayı da ölmez eser olarak kabul eder ve buna sadakayı cariye adını verir. Hadisi şerifte bu hayrı yapanların, buna sebep olanların öldükten sonra dahi amel defterlerinin kapanmayacağı bilgisi verilir. Bundandır ki bu millet, yakınlarından başlayarak ihtiyaç sahiplerini görür gözetir. Aynı zamanda herkesin faydalanacağı binaların yapımına öncülük eder. Bu tür yerlerin yapımı için çoğu zaman cuma ve bayramlarda sergi açılır. İçine gidip ibad

Çarşı İzlenimlerim *

Çarşıya en son ne zaman çıktığımı hatırlamıyorum. En azından üç aydır gitmiyorum. Hafta içi gitme imkânım olmadı ancak hafta sonu gidebilirdim. Hafta sonlarım ise kısıtlılıklara takıldı. Hafta sonu yasağının kalktığı ilk cumartesi, saatimin pilinin bitmesi dışında önemli bir işim olmamasına rağmen yine de çıkasım geldi. Görüp geleyim, bakalım çarşıda ne vardı ne yoktu. Balkondan dışarıya baktım. Hava kapalı olsa da üşüten bir hava yoktu. Çarşıya gitmek için yürümeyi tercih ettim. Hangi güzergahı izleyeceğimi de kafamda belirledim. Kayalıpark’a kadar gidecektim. Öğle ezanları okunduktan sonra düştüm yola. Fatih Caddesi, Meram Yeniyol ve Yeni Orduevi’nin yanından geçerken 14.00 sularında o bölgedeki sokak lambalarının güpegündüz yandığını gördüm. Ardından araç trafiğine kapalı olan Zafer’de buldum kendimi. Zafer her zamanki gibi kalabalık günlerinden birini yaşıyordu. Esnaf ise dükkanını açmıştı. Karşıma gelen, sağım ve solumdan geçen herkes maskeliydi. Yan yana yürüyenlerde, belirle