Ana içeriğe atla

Yardımın Cılkını Çıkarmamak Lazım *

Yardım denince İslam, İslam denince de yardım akla gelir. Çünkü İslam dini bir yardım dinidir. İhtiyaç sahiplerini görüp gözetmek bu dinin bir emri ve tavsiyesidir. Zekat, sadaka, infak, fıtır, fitye gibi çeşitleri vardır. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde bu tür yardımlara sık sık değinilir. Din, zor durumdaki birine borç vermeyi (karzı hasen) bile Allah’a borç verme olarak görür. Din, yardıma muhtaç insanların elinden tutmayı emir ve tavsiye ettiği gibi aynı zamanda insanların faydasına olan yol, çeşme, hamam, cami, okul, cami, hastane gibi yerler yapmayı da ölmez eser olarak kabul eder ve buna sadakayı cariye adını verir. Hadisi şerifte bu hayrı yapanların, buna sebep olanların öldükten sonra dahi amel defterlerinin kapanmayacağı bilgisi verilir.

Bundandır ki bu millet, yakınlarından başlayarak ihtiyaç sahiplerini görür gözetir. Aynı zamanda herkesin faydalanacağı binaların yapımına öncülük eder. Bu tür yerlerin yapımı için çoğu zaman cuma ve bayramlarda sergi açılır. İçine gidip ibadet ettiğimiz camiler ve Kur’an öğrenmek için gittiğimiz Kur’an kursları da bu şekilde yapılmıştır ve hala yapılmaktadır. Şimdilerde bir kısmının yapımını devlet üstlense de İmam Hatip Okullarının kahir ekseriyeti geçmişte aynı yol ile yani toplanan yardımlarla yapılmıştır.

Bu yardım şekil ve çeşitlerine şimdilik bir virgül koyalım. Şimdi gelelim günümüze… Malumunuz son bir yıldır salgınla boğuşuyoruz. Salgın riskinden dolayı birçok esnafın işyerini açmasına izin verilmiyor. Bazı sektörler kapalı olduğu için buralarda çalışan niceleri işini kaybetti. Dükkanı açık nice esnaf da hafta yasakları ve diğer kısıtlılıklardan dolayı doğru dürüst iş yapamıyor. Yani dün zekatıyla, sadakasıyla ihtiyaç sahiplerinin elinden tutan; cami, kurs, okul yapımında kesenin ağzını açan, her daim kapısına müracaat edilen ve daima veren el olan esnafımızın çoğu, bu salgından dolayı kan ağlıyor. Kafe, kahvehane, kantin, lokanta esnafı, yurt işletenler…bu sektörlerde çalışan niceleri, evine ekmek götüremiyor ve yiyecek ekmeğe muhtaçlar. Bunlara belediyeler, defaten yardım ediyor ama taşıma suyla değirmen döner mi? Elden gelenle öğün olur mu? Olursa da zamanında gelir mi? Hasılı, ismine yer verdiğim ve vermediğim nice esnaf, veren el iken halihazırda alan el durumuna düştü. Geçen ay işyeri kapalı birçok esnafa -Konya için söylüyorum- üç yardım kuruluşu gıda yardımı yapmak zorunda kaldı. Aldığım bilgiye göre önümüzdeki ay da bir başka üç yardım kuruluşu yine gıda yardımı yapacakmış.

Dün cami, kurs ve İHO/İHL yapımında kapısını çaldığımız ve az veya çok yardımını aldığımız esnaf bu durumda iken bugün yardım işleri ne âlemde? Devlet geçen yıl bir yardım seferberliği başlatmış, toplanan yardımları ihtiyaç sahiplerine defaten ulaştırmışsa da bunun arkası gelmedi ve salgın hala etkisini sürdürüyor. Durum bu iken mesela cami ve kurs yapımı için her cuma hutbesinde “Yapımı devam etmekte olan muhtelif cami ve Kur’an kurslarına yardım” talebinde bulunan Diyanet, bu zor durumdaki esnafımız için ne yapıyor? Bildiğim kadarıyla böyle bir inisiyatif almadığı gibi sanki ülke normal bir zamandan geçiyormuş gibi cuma hutbelerinde hala cami ve Kur’an kursları için yardım talep ediliyor. Vatandaş aç iken Diyanet’in cami ve kurs yardım talebine tek kelimeyle pes diyorum.

İsterdim ki bu süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı, cami ve kurs yardım taleplerine bir virgül koysun ve müftülükleri harekete geçirsin. Her müftülük, kaymakamlıklardan mahalli yardım onayı alsın ve her cami imamı, muhitindeki ihtiyaç sahipleri yani cemaatinden muhtaç olanlar (işyeri kapalı ve işini kaybetmiş kişiler) için bir yardım talebinde bulunsun. Hutbede “Aziz cemaatimiz, malumunuz salgın dolayısıyla birçok esnaf siftah yapamıyor ver bazı esnafın işyerleri kapalı. Bunlar ne yer ne içer? Hiç düşündük mü? Biz düşündük, taşındık. Cemaatimizden bir komisyon oluşturduk. Bu komisyon, cami cemaatimizi ve muhitimizde ikamet eden insanımızı araştırdı ve mahallemizde ikamet eden zor durumda olan şu kadar esnaf ve bu kadar işini kaybetmiş kişi tespit etti. Namazdan sonra bu kardeşlerimiz için sergi açıyoruz. Ne verirseniz elinizle, o gider sizinle” dese, daha iyi olmaz mı? Toplanan yardım bu kişilere pay edilse nasıl olur? Bence çok güzel olur. Müslüman kardeşimizin derdiyle dertlenmiş oluruz. Bu insanlar da der ki “Cemaatimiz bize zor zamanda kucak açtı. Allah onlardan razı olsun.” der mi der. Bu yardım toplamayı salgın devam ettikçe ve bu esnafa kısıtlılık hali devam ettikçe ara ara tekrarlasak çok iyi olur.

Yardımsever yönü olan milletimizin, bu yardıma canı gönülden destek olacağına inanıyorum. Yeterince yardım toplanmasa da en azından yiyeceğe muhtaç bu insanların yanında olduğumuzu, onların derdiyle dertlendiğimizi ortaya koymuş oluruz. Hasılı, Diyanetimizin böyle bir inisiyatif almasını bekliyorum.

*10.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde