Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sigara Üzerine Bir Anekdot

İkindi namazı geçti geçiyor. Otobüsten indiğim gibi ikindiyi farzından kılayım diye Zafer'de bir camiye doğru yöneldim. Yürürken bir tane de sigara yaktım. Caminin kapısına geldiğimde sigaradan birkaç daha çektim. Ardından caminin havlusuna girdim. Caminin havlusunda tek başına oturan ve akşam namazı vaktinin girmesini bekleyen tanıdık bir simayı gördüm. Onu görünce sigara içtiğimi gördü diye mahcup oldum. Çünkü gördüğüm dersimize girmemişti ama liseden bir öğretmenimizdi. 1984-1985 öğretim yılında üçüncü sınıfta iken bir saat boş dersimize gelmiş, bize dopdolu bir ders anlatmıştı. Hatırladığım kadarıyla eline tebeşiri aldı. Tahtanın en üstüne bir işaret koydu. Tahtanın altına da bir ırmak çizdi. "Bu ırmaktan pis su akıyor. Toplumun çoğu bu pis suyun içine girmiş durumda. Sizin göreviniz bu pisliğin içindeki insanları kurtarmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi kurtarabilirseniz kar" demişti. Tahtanın en üstüne koyduğu işareti göstererek "Sizin gelmek istediğiniz hed

Daha Çalışmak İstiyorum

—Hala çalışıyor musun bu yaşta? —Elbette! —Yeter artık bırakıver! —Sana ne zararı var çalışmamın? —Zararı yok da gençlere yok açılsın. Sonra dünyayı sen mi kurtaracaksın? —Faydalı olduğuma inandığım müddetçe çalışmak istiyorum. Dünyayı kurtaramam, doğru. Zaten böyle bir niyetim yok. Kendimi kurtarsam yeter. Ayrıca benim çekilmemle gençlerin önü açılmaz. —Bugüne kadar çalıştığınla kazanmışsındır yeterince. Öbür dünyaya mı götüreceksin? —Bu işe daha fazla kazanma olarak bakmıyorum. Vücuduma katkım olsun. —Bu işin vücudunla ne alakası var? —Boş duran, hareket etmeyen kişi, vücuduna en büyük ihaneti yapmış olur. Çünkü hedefi olmayan, yorulmayan vücut çabuk çöker. Bu arada sen ne yapıyorsun? —Emekliyim. Günü gelince hemen ayrıldım. —Şimdi ne iş yapıyorsun? —Emekliyim ben artık. Daha ne iş yapacağım? Boşum. —Nasıl vakit geçiriyorsun? —Yiyorum, içiyorum. Geziyorum, tozuyorum. Namaz vakti camiye gidiyorum. —Sonra? —Daha ne yapacağım başka? —Bu dediklerini ç

28 Şubat ve Biz (1)

Siyasi tarihimize “Postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat’ın bugün 22.seneyi devriyesi. 28 Şubat 1997 MGK toplantısında alınan tavsiye kararları bir bir uygulamaya konmak suretiyle dindar-mütedeyyin insanlara hayat zindan edildi. Kızlarımız başörtüleriyle okuyamadı, çoğu okullarından atıldı. Kamuda çalışan türbanlılar ihraç edildi. Birçok insanımız uyduruk gerekçelerle yargılanarak soluğu hapishanelerde aldı. Vatandaşın umut bağladığı İHL’lerin orta kısmı kapatıldı. Katsayı ucubesiyle başta İHL’ler olmak üzere meslek liselerine, bölümleri dışında neredeyse üniversite kapıları kapatıldı. Meslek liselerinin içi boşaltıldı, öğrenci sayıları ve verim düştü. Bu okullar kapatılmaktan beter yapıldı. Neler yapılmadı neler! Belli bir kesime hayat hakkı tanınmadı, kamusal alan kendilerine dar edildi dense yeridir. Postmodern darbenin bize en büyük katkısı “Her şerde bir hayır vardır” ayetinde belirtildiği gibi bizi bize kenetletti, bir ve beraber olduk. Mücadele etmeyi öğrendik. Hataları

Ekonomik Krizlerimiz

1980 öncesi 70 sente muhtaç bir ekonomimiz vardı. Stokçuluk had safhadaydı. Halk hep zamları konuşurdu. Halkın pek alım gücü yoktu. Hoş olsa da mal bulunmazdı. Bazı ürünleri almak için kuyruklara girmek gerekiyordu. 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte piyasa, bol enflasyonlu dönemi yaşadı. Ama vatandaşın cebi para da gördü. 1994 ekonomik krizini hatırlarım. Çünkü bizzat yaşadım. İliklerime kadar hissettim. Güçlükle geçindim. 94 krizinden hatırımda kalan, askere gitmeden önce Mark borç almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam 100 Mark 5 bin lira iken iki ay sonra askerden geldiğimde 100 Mark 20 bin lira olmuştu. Paramızdan sıfırların atılmasıyla birlikte bin veya milyonu karıştırabilirim. Ama iyi bildiğim, paramızın Mark karşısında 4 kat erimiş olmasıydı. (O zamanlarda halk arasında Mark, Dolardan daha fazla yaygındı.)  2001 krizi öncesi piyasada yaprak kıpırdamadığını söyleyebilirim. Paramız pul olmuş, dolar karşısında erimiş, fiyatlar uçmuş, işsizlik artmış, iflaslar baş

Şemsiyem

Gördüğünüz şemsiye şahsıma ait bir şemsiye. Şemsiye deyip de geçmeyin. Adıyaman Kahta'da görev yaparken 1998 veya 1999 yılında Zafer Kırtasiye’den satın almıştım. Nereden bakarsanız 20-21 yıllık bir şemsiye.  Zafer Kırtasiye hala aktif olarak kırtasiyecilik yapıyor mu, yapıyorsa da şemsiye satıyor mu ya da elinde aynı şemsiyeden var mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kaliteli şemsiye satmışlar. Ne kadara aldım, hatırlamıyorum. Hatırladığım fiyatının yüksek olduğuydu. Hatta alırken kırtasiyeci "Hocam, fiyatı yüksek olmaya yüksek. Bir defa almış olursun. Çünkü kaliteli bir şemsiye. Şu, şu özellikleri var. Yıllar yılı kullanırsın" demişti. Gerçekten dediği gibi bir şemsiyeymiş. Gördüğünüz gibi hala kullanıyorum. Üstelik sapasağlam. Aynı şekilde kullanmaya devam edersem menkul ve gayrimenkul mal varlığım olmadığına göre bu şemsiye, çocuklardan birine miras kalacak. Eşimin evde bana ait bir şey bırakacağını adım gibi bildiğim için kuvvetle muhtemel çocuklardan birine ver

Trenden İndim

—Adaylık için sırada bekleyen…gelsene kardeşim! Buraya beklemek için mi geldin? —Şey efendim... —Şey ne? Getir şu evrakını! —Efendim, ben vazgeçtim? —Niye?  —Efendim, partinize adaylık müracaatı için gelmiştim. Ama görüyorum ki şartlarım tutmuyor. —Nereden çıkardın bunu? —Sıra beklerken cama astığınız yazıyı gördüm. —Ne yazıyor orada? —"Trenden inen aday yapılmaz" uyarısı. —Ha o mu? Evet, var öyle bir şey. —Sen trenden mi indin? —Evet! —Ne zaman inmiştin? Geçen seçim mi? —Az önce. —Ne demek az önce? Madem trenden indin, ne diye geldin buraya? —Efendim nereden bilebilirdim partinizin böyle bir prensibi olduğunu? Bilseydim sabah sabah trene binmez, özel otomla veya otobüsle gelirdim adaylık müracaatına. —Sen neden bahsediyorsun? Anlayamadım. —Anlamayacak ne var efendim! Belediye başkanı aday adayı olmaya karar verdim. Süresi içinde adaylık evrakımı teslim edeyim diye yüksek hızlı trenden bilet aldım. Trene binince mecbur iniyorsun. Madem

O İnci Gibi Dişlerinle Haydi Bir Elma Ye de Göreyim! *

Önceleri varsa da bilmiyorum ama son yıllarda ortodonti bölümlerine gidenlerin sayısında bir artış var. Her giden, sıranın  kendisine gelmesini bekliyor. Bu bölüme müracaat edenlerin ortalama beş yıl sıra beklemesi gerekiyor. Bir beş yıl beklemenin ardından diş hekimliğinin yolunu tutan çocuk için uzun bir tedavi dönemi başlamış demektir.  Çünkü birbirine geçkin, önde veya arkada yamuk yumuk duran dişleri aynı hizaya getirmek için yerinden oynatmak gerekiyor. Dişlerine tel takıldıktan sonra ayda bir rutin diş kontrolüne gidiyor.  Tedavi dönemi bittikten sonra başta anne-baba olmak üzere ortodonti tedavisi gören çocukta/öğrencide bir sevinç bir sevinç. Bir beş yıl beklediler ama beklediklerine değmiştir. Sonunda çocuğumuz inci gibi bir dişlere sahip olmuştur. Dişleri gören tebrik sırasına girer, "hayırlı olsun, çok güzel olmuş dişlerin, inci gibi" temennileri ardı arkasına gelir. Bu ortodonti tedavisinde bir sorun var mı? Gördüğünüz gibi yok görünüyor. Üstelik ç

Bir TV Kanalı Kurmak İstiyorum

—Siyaset işin pek olmayacak gibi... —Evet! —Bir koltuk da mümkün görünmüyor. Bundan sonra bir yol haritan var mı? —Bir TV Kanalı kurmak istiyorum. —Nasıl kuracaksın? Bunun için yeterli birikimin var mı? Haydi onu da geçtim, kanal demek para demek. Sermayen var mı? —Hele bir yola çıkalım. Hepsi olur gider. —Para işini nasıl halledeceksin? —Sermaye sahipleriyle, iktidar ve muhalefet partileriyle bir dizi görüşmeler yapacağım. —Niye ki? —Parayı kim verirse onun istediği yayını yapacağım. —Haydi hepsini buldun. Kanalın yayın akışını nasıl sağlayacaksın? Çünkü 24 saat yayın yapıyor kanallar. —En kolayı o. —Nasıl? —Sık sık canlı yayına bağlanarak... —Sürekli canlı yayını nereden bulacaksın? —Bol bol siyasi parti liderlerini takip edeceğim. Onlar nerede, ne açıklama yaparlarsa -muhabir bile göndermeme gerek yok- uydu aracılığıyla bağlanıp konuşmalarını baştan sonra canlı vereceğim. Zaten eksik değil. Biri konuşmayı bitirince diğeri başlıyor konuşmaya.  —Habe

Ebu Bekir ve Ömer İkilisinden Günümüze ***

Hz Ömer, Hz Muhammed'i çok severdi, tıpkı tüm Müslümanların sevdiği gibi. Ama Ömer'in sevgisi bir başkaydı ki peygamberin vefatını kabullenemedi ve "Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim" dedi. Her fani gibi Hz Muhammed'e de ölümün bir gün geleceğini bilmesine rağmen Hz Ömer, ölümü birden kabullenemedi. Ömer'i teskin ve teselli etme görevini Hz Ebu Bekir üstlendi ve Ali İmran 144.ayeti okudu: "Kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, diridir ve ölümsüzdür." Peygamber sevgisi kadar ayete karşı da boynu kıldan ince olan Ömer, yere çömelerek ağladı ve peygamberin ölüm gerçeğini kabullendi. Hz Muhammed'in vefatıyla birlikte peygamberlik sona erdi. Ama peygamberin devlet başkanlığı görevi yürümeliydi. Önce Ebu Bekir bayrağı devraldı, dört yıl bu görevi hakkıyla yerine getirdi. Onun da vefatıyla Hz Ömer vazifeden kaçmadı, on yıl boyunca peygamberin halifesi oldu.

Hor Görme!

İyisin, hoşsun, bir numarasın.  İyi bir karizman var. Cesur mu cesursun! Gözü peksin. Bir hedefe ulaşmak için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa taşın altına vücudunu koymaktan kaçınmazsın.  Azim ve kararlısın. Asla pes etmezsin. Mazlumun, fakirin umudusun.  Dur-durak bilmezsin. Dört nala koşuyorsun. Ardından yetişebilene aşk olsun. Müthiş bir enerjin var. Ufkun geniş, güzel bir hitabetin var. İkna kabiliyetin yüksek. Samimi ve içtensin, dertlisin. Yüreğinden konuşuyorsun. Belki de ikna kabiliyetin bundandır. Kitleleri ardından sürükleyebiliyorsun. Söz verdin mi yerine getirirsin. Bu millet, öncülüğünü yaptığın zihniyet sayesinde bugüne kadar görmediği hizmeti gördü.  Halk sende kendini buldu. Seni kendisi bildi. O yüzden kimseyi sevmedi seni sevdiği kadar. Sana açık çek verdi. Zirveye çıkardı, zirveden indirmedi. Hala da zirveden indirmeyi düşünmüyor. Ama? Son yıllarda işler ne senin istediğin gibi ne de seni sevenlerin istediği gibi gidiyor. Kazanırken bile zorlanmaya

Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e Nasihati

  -Kıssadan Hisse- Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana. Ey Oğul! İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın hâ kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah'a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan y

İmam Hatiplere En Büyük Zararı Kimler Veriyor?

Başlıktaki soruyu size sordum sayın ve cevap verin, kimler olabilir bunlar? İHL düşmanları şeklinde bir cevap vermeniz mümkündür. Bu cevapta haklı olabilirsiniz. Çünkü belli bir kesim İmam Hatipleri yok etmek için uğraşıyor. Ellerine imkan geçse belki de boğacaklar. Fakat benim istediğim cevap bu değil. Bir defa görünen düşmana karşı tedbirinizi alır ve yolunuza devam edersiniz; it ürür, kervan yürür misali. İmam Hatiplere en büyük zararı İmam Hatipler yararına kurulmuş bazı vakıf, dernek ve STK'lar vermektedir. Bu tür kuruluşlar iyi niyetle kurulmuş; amaçları İmam Hatip okullarının daha iyi eğitim ve öğretim görmesini sağlamak, bu okullara maddi destek vermektir. Mesela Konya merkezli kurulan Türk Anadolu Vakfı, adında İmam Hatip geçmemesine rağmen başta İmam Hatiplerde okumakta olan öğrenciler olmak üzere üniversite öğrencilerine burs veren bir vakıftır. Geçmişten günümüze bu çizgisini değiştirmeden kuruluş amacına uygun olarak önemli bir görev yürütmektedir.  İmam Hatipler

Trump ve Nobel Barış Ödülü *

Kuzey Kore'nin nükleer silahlardan arındırılması konusunda Başkan Trump ile Kuzey Kore başkanı Kim Jong, 12 Haziran 2018'de bir araya gelmiş ve aralarında bir anlaşma sağlanmıştı. Dünya barışına yaptığı bu katkısından dolayı Japonya Başbakanı Abe, Trump'ı Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş. Barış için yanıp tutuşan ABD Başkanı Trump'ı, Japonya'nın Nobel'e aday göstermesi gözlerimi yaşarttı. Trump'ın yaptığı fedakarlık takdire şayan olmakla birlikte Japonya'nın bir hakkı teslim etmek istemesi unutulacak gibi değil. Keşke Japonya, Kuzey Kore'de yapılanlardan dolayı Trump'ı Nobel'e aday göstereceğine II.Dünya Savaşında ABD'nin Japon kentleri Nagasaki ve Hiroşima'ya attığı atom bombaları dolayısıyla ABD'nin yaşayan başkanını Nobel Barış Ödülüne aday gösterseydi. Hatta gerekçesine "Biz bu sayede savaşı bıraktık. Sayesinde belki binlerce insanımız öldü ama savaşın sona ermesiyle dünya savaştan kurtulmuş oldu.  Bu yüzden biz AB

Kelle Paça (3)

Yolda giderken aldığım dört paça ve bir kilo işkembeyi düşündüm. Girdiğim dükkanda sakatatın her çeşidi vardı. Hayvanın kemiğini bile satıyor.  Sakatatı sevmeyenler var, ölümüne sevenler var aramızda. Burun kaçıranlar yüzünden sevenlerin birkısmı sevdiğini söyleyemediği gibi yediğini de söyleyemiyor. Sakatat dükkanında satılanları tekrar gözümün önüne getiriyorum. Kurban keserken kimsenin yüzüne bakmadığı, ulu orta atıldığı nimetler. Öyle ya, hayvanın kemiklerini de atıyoruz işkembesini de, yağını da, kellesini de. Ortaklardan bir iki kişi bizim evde yiyen yok, alacak olan alsın dediğinde ortakların ayıplar düşüncesiyle kimse yanaşmıyor. Madem senin evde yenmiyor, bizim evde hiç yenmez havası veriliyor. Olan da nimetlerin çöpe gitmesine oluyor. Sakatatı seven, lokanta lokanta dolaşıp çorbasını içenler de "Kim temizleyecek, meşakkatli bunların temizlenmesi" diyerek almaya yanaşmaz. Hasılı kim temizleyecek diye kesim yerinde burun kıvırarak bıraktığımız nimetleri b

Kelle Paça (2)

Bir cuma günüydü. Akşamı ise mübarek bir gece. Herkes geceyi bir şekilde değerlendirirken biz ekran başında TİF işlemlerini girerek sabahladık. Sabaha doğru öğretmen evi müdürü sabah namazını kıldıktan sonra çorba içmeye gidelim dedi. Hem uykusuz hem de açız doğru. Ama sabah sabah daha gün ağarmadan ne çorbası içeceğiz? Sonra açık lokanta olur mu? Ayrıca lokanta sahibi "Sabah sabah burnunuz mu düştü" demez mi? Haydi adam esnaf, müşteri gelince hoşuna gider, bizi lokantaya giderken gören ne der? Adamlar deli dese haklılar dedim. Gidince görürsün, oturacak yer bulabilirsen şükret dedi. Yorgun argın, üstelik gözümüzden uyku akıyor ve açız. Yanımızda öğretmen evi müdür yardımcısı da var. Çıktık yola. Kapu Camiinin orada bir yere götürdüler beni. İçeri utana sıkıla girdim. Gerçekten lokanta doluydu. Ailecek gelenler bile vardı sabahın köründe. Konya'da bizim gibi deli sayısı epey varmış dedim. Gülüştük. Garson bizi bir yere oturttu. Ne alırdınız dedi. Epey bir çorba ismi