Ana içeriğe atla

Gellaba!

Küçüklüğümde evlenen amca, dayı, ağabey veya erkek kardeşin hanımlarına ne dememiz gerektiğini büyüklerimize sorduğumuzda bize “gellaba” diyeceksiniz derlerdi. Biz de bizden büyüklere “Gellaba hoş geldin, nasılsın” şeklinde hitap ederdik. Böyle derdik ama bu kelimenin ne anlama geldiğini de bilmezdik. Üstelik söylenişi biraz zordu. Kendi içimde acaba bu kelimenin “gellaba mı, genlaba mı yoksa gelnaba mı” olduğu konusunda tereddüt ederdim.

İlkokulu bitirip şehre okumaya gelince bir akrabamın evini ziyaret ettim. Akrabanın hanımı bana hoş geldin dedi. İyi de bu akrabanın hanımına ne diyecektim? Köyde öğrendiğim şekliyle gellaba dedim ama biraz kaba kaçmış olmalı ki gellaba dediğimi biraz garipsediğini hissettim. Dedim ki buralarda gellaba denmiyor. O zaman ne denecekti?

Yenge dendiğini öğrenmem uzun sürmedi. Yenge demenin hem telaffuzu kolay hem de söylenişi kısaydı. Yenge demeye başladım ama yeni nesle yenge diyor, eski gellaba dediklerime yine gellaba demeye devam ediyorum. Çünkü alışkanlıkları terk etmek zor. Üstelik yıllardır gellaba dediğine bir müddet sonra yenge desen söylediğimiz kişi tarafından bu da garipseniyor.

Biraz daha büyüyüp kelimeleri sorgulamaya başlayınca büyüklerimizin bize “gellaba” diyeceksiniz dedikleri kelimenin kökeninin “gelin abla” olduğunu öğrendim. Kaba gördüğüm, bazı yerlerde garipsenen bu kelimenin aslını öğrendikten sonra milletimizin irfanına bir kez daha hayran kaldım. Ecdadımız ağabey, kardeş, amca, dayı evlendikçe sülalemize gelin gelerek bir sıhriyet bağı oluşan kişilere gelin abla demişler. İki kelimeden oluşan bu kelimeyi yöresel ağza dönüştürerek kısaltmış ve gellaba demeye başlamışlar. Anladığım kadarıyla icat ettikleri bu kelimeyi söylemede işin kolayına kaçmışlar. Dokuz harften oluşan hitabı yedi harfe indirmişler. Bizim toplumumuz kısaltmayı yaparken de kendince bir ağız geliştirmiş. Bu durum sadece gellaba da değil, birçok kelimemize de halkımız kendi imzasını atmıştır. Mesela Eyyüp’e İyip, Seyyit’e Siyit, Hacı Ahmet’e Hacamat, teyzeye dize, Fadime Anaya Fatmana vs dediği gibi.

Halk ağzında kullanılan bu kelimelerle halkımız anlaşmakta, birbirine karşı yabancılık çekmemektedir. Burada sorun TDK’da görünüyor. Özel isimler için bir şey demiyorum ama gellaba kelimesini Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde bulmanız mümkün değil. Bu ne demektir diye TDK’nın sözlüğüne müracaat edersen karşına ya “Aradığınız kelime bulunamamıştır” uyarısı ya da “Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğüne bakınız” şeklinde bir bilgi geliyor.

Aslında TDK, hazırladığı sözlüğün içerisine halk içerisinde kullanılan kelimeleri de koysa, karşısına da “Falan kelimeye bakınız” şeklinde bir kısaltma veya bilgi notu verse bence fena olmaz. Çünkü günümüzde duyduğumuz her kelimenin anlamına ve doğru yazılışına bakma gibi bir alışkanlığımız var. Halk ağzında konuşulan kelimelerin çoğu bu sözlükte yer almayınca “Acaba bu kelimenin aslı nedir, doğrusu nedir” düşünüp duruyorsun. Yine TDK, halkımız tarafından kullanılmayan yeni kelimeler uydurma yerine yöresel olarak halkımızın ağzında kullanılan kelimeleri piyasaya sürse ve sözlüğünde yer verse bence daha iyi iş çıkarmış olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde